Milliyetçilik, Dindarlık, Vatan ve Bayrak
Dünyanın neresinde olursa olsun, neye inanırsa inansın, nasıl yaşarsa yaşasın, inanan insan, “yaratandan ötürü de olsa, yaratılanı sever ve saygı duyar” denir. Çünkü yaratanın suretindendir ve nefesindendir yaratılan, diye eklenir. Yaratılana sevgisizlik, saygısızlık ve adaletsizlik, yaratanın kendisine yönelmiş olarak anlaşılır. Allah’a, hakikate ya da ortak iyiye ve doğruya inancı olan insan; bu dünyada karıncayı bile incitmeyecek, insanların kalbini kırmayacaktır. Çünkü Allah’a ya da ortak iyi ve doğruya inanan her insan, hayır veya iyilik peşinde olmalıdır. Ancak bu “hayır veya iyilik peşinde olmalıdır” fikri, inandığını söyleyen herkesin sanki hakikaten “iyilik veya hayır peşindedir” şeklinde anlaşılmakta, her Allah’a ya da ortak iyi ve doğruya inandığını söyleyenin, “iyilik ve hayır sahibi insan” olduğu sonucu çıkarılmaktadır.
Hayır veya iyilik yapma peşinde olan insan, zenginin kesesini doldurmaya yönelemez. Güçlünün kılıcı olamaz. Yoksulu aç, açık ve güçsüz bırakamaz. İyi de, günümüz müslüman toplumlarının yöneticileri hem müslüman hem zengin hem de yoksuldan yana nasıl olabiliyorlar? Bu nokta anlaşılmaz kalmaktadır. Çünkü yönetici olan zengin olamayacağı ya da olmaması gerektiği gibi, müslüman olanın zengin olamayacağı açıktır. Çünkü müslümanlık, kazancını ve varlığını diğer inananlar ve komşularıyla paylaşmayı gerektirir.
Hayır veya iyilik peşinde koşan müslüman insan, toplumdan kazanılmış zenginliği yalnızca bir grup insana ait göremez, zenginin zulmüne katılamaz, zengin ve zalim olanlara kılıç olamaz. Müslüman; yönetici kesimlerin, zengin, güçlü olanın kılıcı olarak topluma zulmetme aracı da olmayacaktır.Adaletsiz olan, eşitlikçi olmayan, özgürlükleri geliştirmeyen de Allah’a inanmamış demektir. Çünkü Allah; adalet, eşitlik, özgürlük, iyi ve doğru olanın kendisinde hakikatle buluşur, gerçekleşir.
Millet, ümmet, din ya da mezhepten önce insan olmak önemlidir, insanın adaletli olması önceliklidir. İnsanın adaletli olmadığı yerde, herşey gibi Allah’a inanç da sahtedir. Müslüman ve milliyetçi insan, doğanın yararını ilke edinen, insana ve doğaya sevgiyle bakan ve eyleyen olmuyarsa, o, olsa olsa, Allah, millet, ümmet adıyla insanları kandırıyordur.
Ayrımcılığa ve muhafazakarlığa işaret eden milliyetçilik ve dincilik, yaygın olarak genellikle kendini gerçekleştirememiş insan topluluklarında (ülkelerde) yaygın olarak görülür.Egemenliğin gereksinmelerine yanıt verecek şekilde şekillendirilen bu duygu ve düşüncelerin dinç tutulması için iktidar ve muhafazakar politikacılarca, eğitim ve kültür alanlarında toplumun her kesiminde bu eğilimin egemen yaklaşım olmasına çalışılır.
Bu yaklaşımla neyin kazanılmak istendiğinin umulduğu yada beklendiği açıktır. Her yerelde ve tekilde farklılıklar göstermekle birlikte, ana yaklaşım, toplumun yenileşerek değişmesinin ve böylelikle de insan ve toplumunözgürleşmesinin önüne geçilmesidir. Buradan hareketle denebilir ki, toplumun ve elbette toplumu kuran tek tek bireylerin ya da tekilliklerin özgün, yaratıcı ve farklı olmaması amaçlanmaktadır. Böylelikle hem tekil hem de toplum bütününün kendini gerçekleştirmesi engellenebilecektir.
Ancak burada ortaya çıkan şaşırtıcı bir sonuç vardır! Yaygın olarak toplumda ve reel politikanın uygulamasının araçlarından biri olan milliyetçilik ve dincilik, vatan ve din adına hamaset söylemi içerisinde olmakla birlikte, vatan ve dinsel inanmadan beklenen sonuçlardan uzaktır. Hem vatan sevgisi hem de dinsel sevgi, içeriği bakımından insanların birbirlerine bağlanmasını, birbirleriyle dayanışmasını ifade eder olarak kullanılmakla birlikte, hem dincilik hem de milliyetçilik, sonuçları bakımından, sözde amaçlanan ve dile getirdikleri duygulardan daha çok, bireyin kendi günlük çıkarlarını olduğu denli, toplumda egemen olanların, zengin ve güç sahibi olanların yararına hizmet görmektedir.
İlginç olan şurasıdır ki; her cinsten milliyetçilik ve dincilik, neredeyse kendinden olmayan her türden insandan nefret, öfke, düşmanlık, kin ve hınç duymak olarak görünüşe gelmektedir. Nerede olursa olsun, milliyetçilik ve dinciliğin her ortaya çıkışında, başka insanlara olduğu denli, kendi ülkesinin ve inanç ortaklarınakarşı bile, sevginin, saygının ve ortak duygu ve çıkarların paylaşılmasının izine bile rastlanmaz.
Hemen her özel mülkiyetçi ve kapitalist toplum yaşamına ait görünen büyük ve temel yanlışı düzeltmek gerekiyor. Günümüzde insanınsanki başka anlamları yokmuş gibi, politik iktidara sahip olanlarca, yalnızca din ya da inanma, bayrak, vatan, millet gibi anlam ve değer yüklemeleriyle betimlenmeye çalışılması akıl dışıdır. Bu kavram ya da olguların içeriğinin egemenlerin çıkarlarıyla bütünleştirilmesi ve insanın özerk varlık alanının unutturulması, aslında bile isteye özgürlüğün ortadan kaldırılması olarak görülebilir.
İnsan; vatan, bayrak ve dine ait değildir. Yani insan; herhangi bir toprak parçası ve herhangi bir toprak parçası üzerinde yaşayanların edindikleri sembollere, alışkanlıklara, milliyetçiliklere ve geleneklere ya da inanma biçimi olan Hrıstiyanlık, Yahudilik, Müslümanlık ya da herhangi bir başka dizgeye bağlı olmak bağlamında yorumlanamaz. İnsan, kendi özerkliği içerisinde bir amaç varlığıdır ve diğer tüm değerler; vatan, bayrak, din ve milliyet gibi değerler, insan tarafından veya insan için üretilmiştir. Anlaşıldığı kadarıyla Allah, insandan önce vatan, bayrak, milliyet ya da din yaratmamıştır; insan için din, bayrak, toprak ve millet yaratmıştır denebilir.
İnsan, topluma egemen söylemin dışında kalan yanlarıyla insandır ve bugün içine sokulmaya çalışılan anaakım söyleme sığdırılamaz. Çünkü günümüz koşullarının belirlediği ilişkilerden çok başka nitelikleriyle özgüdür. Yabancılaşmış niteliklerinden arındırılabilirse, insan, tam da kendine yüklenen kötücüllüklerden farklı bir dünya, barış, insansallık ve karşılıklı dayanışma içerisinde, iktidar ve hiyerarşisiz yaşamı kurmaya adaydır.
İnsan; insan türünün varlığını sürdürmesine ve geliştirmesine katkısı olan, tüm insan topluluklarının ortaklaştıkları değerlerle anlamlandırılabilir, ölçülebilir. Buna göre insan; türü işaret eder, tek bir toprak parçası, sembol ya da topluluğa aidiyeti değil. Hareket noktası böyle belirlenirse; insanların toprağı, bayrağı ve inancı, ayrımcılık yerine birleştirici değerlere katkılarıyla anlaşılır olabilir.
Vatan ve İnsan
Önce insan diyen her türlü inanç ve bilginin, insanları sevmeyi ve saymayı temel hayat ilkesi olarak benimsemesi gerekir. Öncelikle de komşusunu, akrabasını, yakınını, yurttaşını, arkadaşını ve çevresini, doğayı ve tüm insanları sevmek, onlara saygı göstermek, insanın üzerinde yükseleceği asıl görevdir.
Vatan olarak insanı, insanlığı ele almak, tek insandan insanlığın tümünün bedenine uzanan bir betimlemeyi söz konusu etmek olanaklıdır. Her insanın, insan türünün bir üyesi olarak görülmesi gerektiğindendir bu. Nerede tek bir insan, acı, umutsuzluk ve yoksunluk içerisindeyse, orada insanlıktan çıkmışlık da açıkça görünür olur. Yalnızca kendilerinin mutlu, mesut, haklı ya da doğruları söylüyor ve yaşıyor olduklarını kabul edenlerin, kendinden başkalarının yaşadıkları acı ve yoksunlukları hak ettikleri düşüncesine inanmaları, nasıl birzalimlik ve anlayışsızsızlıktır.
İnsan, toplum varlığı diye tanımlanıyorsa, insan için diğer insanlar ve toplumun varlığı temel gerekliliktir. Buna göre, her insan diğer insanlarla birlikte yaşamak zorundadır. O zaman diğer insanlar bizim hayat alanımız ve varlığımızın dayanakları ise, onlarla kuracağımız ilişkilerin sağlıklı ve dinamik, sarsılmaz ve dayanışmacı, ortak alanlarda paylaşım duygularıyla elbirliği içerisinde olmayı gerektirir. Buradan şu sonuca ulaşmak da olanaklıdır: İnsanlar toplumda ortak yaşam alanlarını paylaşıyor, ortak etkilerle ve nedenlerle ilişkileniyorlarsa, herkesin sağlıklı, adaletli, özgür, eşit, güvenli ve birbirlerine sevgi içerisinde olması kaçınılmazdır. Aksi takdirdeherkes, kötücül gelişmelerden de aynı ölçüde olumsuz etkileneceklerdir.
Vatan, insandır, toplum olarak da toplumu oluşturan herkestir. Her bir toplum üyesi yurttaş vatanın kendisidir.Vatanın iyiliği de, toplumun herbir tekinin, tümünün mutluluğu, adalet, eşitlik, özgürlükle güvence içerisinde yaşamasıdır. Vatan, tek bir insan ya da bir grup insanın özgürlüğü olarak görülemez. Birileri ortak duyguları paylaşmıyorsa, orada vatandan değil, bazılarının çıkarlarından söz edilebilir. Vatan, toplumun tümünü kucaklayan ilişkiler, iletişim ve her tek insanda ve her yerde ortak duygular, ortaklaşılan sevgi ve dayanışmanın varlığı anlamına gelir. Bir yerlerde, bir grubun başka bir gruba, kininin, öfke ve nefretinin, düşmanlık ve saldırganlığının söz konusu olması ve hatta hukuksal olarak birilerinin kayırılması, artık ortak bir bedenin kalmadığı anlamına gelir. Böylesi ilişkilerin varolduğu, insanların birbirlerini sevmediği ve herkesin kendi çıkarları uğruna başkalarını yok saydığı ilişkilerin yaşandığı yerlerde vatan birilerinin özel çıkarlarından başka anlam taşımaz.
Vatan; birlikte yaşama arzusunu taşıyan ve büyüten her yurttaşın dili, dini, inancı ya da yönelimleri ne türden olursa olsun, toplumunun diğer üyelerini doğrudan acıtmadıkça, farklı tercih, yönelim özgürlük ve yaşam tarzınınçeşitlilik olarak görülmesi demektir. Birlikte yaşama zarar vermedikçe, her düşünce ve duyguda farklılıklar olabilir. Vatan tanımı için ilk ilke, toplumun tüm üyelerinin eşit olduklarının, kardeş olduklarının,adil hukuk önünde sahiden eşit olduklarının kabulü ve uygulanması demektir. Vatan, toplumun ortak yaşamında, her bir tek insanında vücut bulması gereken adalet, eşitlik ve özgürlük demektir.
Birileri, toplumun diğer kesimlerinden zengin, önemli, ayrıcalıklı, değerli ya da diğerlerinden özgür ve güçlüyse, orada vatan yoktur. Orada ayrımcılık ve diktatörlük vardır, baskı, şiddet ve işkence vardır. Her bir yurttaşı için gelecek güvencesi olmayan, adaletsiz, eşitsiz ve özgürlüksüz yerler, etkileşim veya ilişkiler, vatan değil hapishanedir. Çünkü bu gibi toplumların özgürlüğü ve güvenliği, mutluluğu ve geleceği yoktur. Bir insan ya da bir kesimin özgürlüğünü benimseyen bir hukuku değil, toplumda bulunan herkesin özgürlüğünü benimseyen bir hukuku tesis etmek kaçınılmaz güncel görev; ortak vatanın, bayrağın ve birliğin inşaası için ilkedir.
Vatan, ıssız toprak parçası değildir. Bu nedenle insanların yaşamadığı yerler vatan adıyla anılmaz. Her toplum belli bir yerde, farklı insanlardan oluşmuş bir birlik olarak yaşar. Bu nedenle her toplumda farklı düşünen, farklı yaşamak isteyen insanların varlığı her zaman söz konusudur. Toplum olmakla insanlar, farklılıklarına rağmen ortak hukuk ve kurallar içerisinde yaşamayı benimsemişlerdir. Bir kesim insanın, toplumun çoğunluğunu oluşturmasına rağmen, kendileri gibi düşünmeyen ve yaşamayan ama hukuk ve kurallara uyan insanlara kendi düşünce ve yaşam biçimlerini dikte etmeleri, toplumu toplum olmaktan uzaklaştıracak kargaşa ve çatışmalara sürükler. Bir toplumda, bir kısım insanın kendi düşüncelerini haklı görerek, ortak hukuk ve kuralları bir kenara bırakarak kendi düşüncelerini paylaşmayan diğer insanların acı çekmesini normal görmesi, farklı yaşamak, düşünmek isteyenin cezalandırılması, en hafifinden, zalimlik, baskıcılık, tiranlık ve nobranlıktır.
Vatan, insandır.İnsanların bir arada yaşamlarını sürdürdükleri toprak olarak, toplumu oluşturan insan teklerinin kendi aralarında kurdukları ilişki, birlik, iletişim, dayanışma, toplumlarının mutluluğu ve geleceğinin sürdürülmesini tekilliklere (bireylere) dayandırdıkları bağdır. Bu yer, bağ ya da toprak, artık herhangi bir toprak anlamını yitirmiş, bir arada yaşayan insanların ilişkileri, hukuk, gelenek ve kurallar oluşturan ortak tarih olarak yaratılmıştır. Bu ortak tarih ve tarihi yaratan sürecin kendisi, herbir insanın özgürlüğünün, ilişkisinin uzam ve zaman olarak tarihi, çokluğun ortak tarihini kurar ve toplumun tümü demek olan vatanı; yalan, propaganda ve yabancılaşmanın zehrini kurutan insansal ve hakiki vatanı yaratır.