Kapitalizmin ‘İthal Aşılı’ Sürümünün 1995, özellikle 2000’lerden sonra, dünya ekonomisi içindeki belirgin yükselişine paralel olarak; Tekelci Sürümünün hegemonya üstünlüğü, eriyip gerilemeye başladı. Ogün bugündür, dünya kapitalist emperyalist sistemi, iki kutuplu yeni bir iç çatışma yaşamaktadır. Bu iç çatışmanın belirginleşen tarafları, Anglo Sakson Oligarşisi ve müttefikleri ile yükselen Çin Tekelci Devlet Oligarşisi ve müttefikleridir. Dolayısıyla bu iç çatışma boyunca, hegemonya üstünlüğünü tedrici kaybeden Anglo Sakson Oligarşisi, son iki yıldır hızla, III. Dünya savaşı hazırlığını sürdürmektedir.
Bu küresel kapitalist iç çatışma temelinde, eski kapitalist emperyalist anlayışlar üzerinden, iç çatışmaya cevap olmaya, rol ve yer kapmaya çalışan bölgesel ve yerel, stratejik ortak ve işbirlikçiler arasında, çözümsüzlük, belirsizlik ve sahte geçişler yaşanmaktadır.
Ancak bu arada, genel olarak kapitalizmden muzdarip, dünya muhalif hareketleri cephesinde: Yer yer mevzi gelişmeler gösteren antikapitalist hareket, dünya solu ve büyük insanlığın, baskıya ve sömürüye karşı yükselen mücadelesi, kapitalizmin iç çatışmasına bir anlam vermekten, sorunun çözümüne cevap olmaktan, henüz çok uzaklardadır. Çünkü yapay zekâ kullanan karmaşık otomatik alet ve makine sistemlerinin üzerinde taşıp yürüttüğü, toplumları biçimlendiren tarihsel TOPLUMSAL EŞİTÇİ ÖZ, başka bir ifadeyle, eşitçi tarihsel toplumsal maddi gerçeklik, henüz kolektif işletme ve üretim düzeyinde, komünal sosyalist özel mülkiyet edinme biçimi ve devrimci üretim ilişkilerini, programatik tarzda bilince çıkaramamış. Kapitalist ekonomik sistemi dönüştüren devrimci örgütlülüğe, müdahale ve mücadeleye dönüşememiştir. Dolayısıyla, Sanayi Devriminden bu yana, toplumu biçimlendirip yürüten, maddi üretim araçları, özellikle alet ve makinelerin varlığının toplumsal biçimi olan, tarihsel toplumsal eşitçi özün geliştirdiği özgürlük, eşitlik, kardeşlik, adalet gibi duygu ve bilinç biçimlerinin örgütsüzlüğü, kapitalist sömürü ve baskıyı ortadan kaldıracak düzeyde değildir. Tüm zorlamalara rağmen, sadece sistem içi dönüşümler sağlayan Reel Sosyalizmler, ona öykünen “burjuva demokratik devrimler, ulusal kurtuluş hareketlerinin” her türlüsü ile kapitalizm bir türlü aşılamamıştır. Ama buna rağmen her ülkede, büyük insanlığın sömürü ve baskıya karşı, günlük mücadelesini öngören eğilimlerini geliştirip canlı tutmuş. Devam ettirmektedir!
Programatik reel bir gerçeklik düzeyine gelmemiş olsa da tarihsel toplumsal eşitçi öz, dünyanın her tarafında, sosyalist ulusçuluğu (milliyetçiliği) önceleyen ön koşul olarak, sınıf mücadelesi temelinde, sistem içi reformlar ile toplumu zorlayıp, çıkış yapacak yol aramış. Devam etmektedir!
Demek ki, maddi üretim araçlarına içkin olarak gelişen, tarihsel toplumsal eşitçi öz, ‘Sosyalist Emekçi’ sınıf temelinde, yükselecek olan sosyalist ulusların, oluşmasını ZORUNLU hale getirmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla bu zorunlu oluşuma temel teşkil eden, Makine ağırlıklı, modern üretim süreçlerinde; makine ile emekçinin birlikte ürettiği; meta ve bu metaların yarattığı yerel pazar potasında; etnik mensubiyetlerin; kapitalizm üzerinden karılıp, eşitçi kolektif komünal toplum biçimine çözünmesi ile oluşacak sınıfsız, sömürüsüz toplumsal biçimlenmeyi meydana getirmektedir. [[1]] Ulus denilen bu toplumsal biçimlenme ile etnik temelli hayali burjuva ulus söylemi arasında hiçbir ilişki benzerliği yoktur. Ulus olgusu, salt sosyalisttir. Sosyalist olmak zorundadır. Çünkü etnik yapıların, sınıf farkı, eşitsizlik ve sömürü ilişkileri barındırmasına karşın; ulusal yapılar sınıfsız, sömürüsüz ve eşitlikçi toplumsal ilişkileri barındırır. Dolayısıyla etnik yapı ile hayali burjuva ulus söylemi arasında, söylem dışında hiç bir farklılık yoktur. Yani hayali burjuva ulus biçimi, eşittir etnik yapı. Etnik yapı dışında, burjuva ulusların pratikte karşılığı yoktur. Çünkü esasta var olan etnik yapılardır. Hayali burjuva uluslar değildir. O bir uydurmadır. “Burjuva ulus” söylemi, etnik yapıya giydirilmiş, bir deli gömleği görüntüsünden başka bir şey değildir.
Sanayi devriminden günümüze kadar, ulus olgusu, gerçekleşmemiş olsa da, maddi üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makineler, ulusların oluşmasını önceleyen, ülke zenginliğinin eşitçe paylaşımını öngören özgürlük, kardeşlik, adalet gibi duygu ve bilinç biçimlerini, potansiyel bir sezgi ve eylem gücü olarak, toplumsal harekete/sınıf mücadelesine yüklemiş. Devam ettirmektedir! İşte dünya çapında yükselişe geçip, büyük insanlığı harekete geçiren, eşitlik, özgürlük, adalet gibi duygu ve bilinç biçimlerinin maddi temeli budur. Ama ne yazık ki, programatik sosyalist bilince dayalı, devrimci müdahale ve mücadele tarzına doğru çıkış yapamayan bu sınıfsal ve ön ulusal gelişmenin YERİ, hala, mevcut kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkilerini temsil eden, sömürücü hâkim sınıfların, eşitsiz mülkiyet ve üretim ilişkilerine dayanan, etnik temelli hayali burjuva ulus söylemi tarafından doldurulmaktadır.
Günümüzde, maddi üretim araçları özellikle, üretim aletleri ve makineler, toplumları karıp alt üst etmekle, sosyalist uluslaşmayı önceleyen, örgütsüz ama gerçek ulusal duygu ve düşünce biçimlerini, işçi emekçi sınıflar üzerinden canlandırıp, tedrici yükselişe geçirmeye zorlamaktadır.
Bu zorlamayı açıklamak için örnek olarak ele alıp inceleyebileceğimiz, farklı iki ülke biçimi, eş zamanlı olarak dünyanın gündemine oturan, İspanya’nın Katalonya’sı ile Irak’ın Kurdistan’ıdır.
Katalonya, kapitalizmin orijinal ama tekelci sürümünden, Irak Kurdistan’ı ise kapitalizmin ‘İthal Aşılı’ sürümü sürecinden geçmektedir.
Katalonya, İspanya’nın 17 Otonom Özerk bölgelerinden biridir. 18.yüzyılın başlarından itibaren, kapitalist gelişme potansiyeline sahip bir ülkedir. İspanya Krallığından ayrılıp, bağımsız olma talebiyle burjuva demokratik tarzda mücadele etmektedir. Katalonya Özerk Yönetimi, İspanya’dan ayrıldığında, burjuva biçimde gerçekten bağımsız olabilen bir ülke olacaktır. Çünkü ileri kapitalist birikim ve potansiyele sahiptir. Örneğin, Çin Tekelci Devlet Burjuvazisinin yaptığı gibi Katalonya Özerk Yönetimi ve burjuvazisi, istese de Katalan işçi ve emekçilerini, 5-10 dolara uluslararası tekelci burjuvaziye sömürten, yeni sömürgeci antlaşmalara imza atamaz.
Katalan burjuvazisinin bir kesimi ile Katalan işçi emekçi sınıfların, İspanya’dan ayrılma istemi, derin sınıf farklılığına rağmen, bugün için örtüşmektedir. Katalan işçi emekçi sınıfların, sistem dışı örgütlü bir bilince ve duygu bütünlüğüne ulaşmamış olsa da potansiyel bağımsızlaşma eğilimi, temel ve süreklidir. Ama burjuvazinin böyle bir potansiyeli ve şansı yoktur. Onun barındırdığı potansiyel sınıfsal çıkar, ulusal olmadığı gibi sürekli de değildir. Onun bağımsızlaşma eğilimi, oportünist, salt çıkarcı ve dönemseldir. Dün, Katalan burjuvazisinin sınıfsal çıkarı, İspanya Krallığı ile birlikten geçiyordu. Bugün ise ayrılmaktan geçiyor. Bu temelde, Katalan burjuvazisinin muhafazakâr sınıf kanadının temsilcisi, Katalonya Özerk Yönetim Başkanı Carles Puigdemont’i, işçi emekçilerin bağımsızlaşma eğilimini kullanmak için kitleleri eyleme çağırıp sevk edebiliyor.
Katalonya’nın içinden geçtiği Tarihi Toplumsal Sürecin, ana akım gelişme mecrasına, Katalan burjuvazisinin belli bir kesimi katıldı diye, Katalonya’nın bağımsızlığına kayıtsız kalmak, karşı çıkmak; muhafazakârlığın, gericiliğin, dünya burjuva krallığına yardakçılığının daniskasıdır. Bilindiği gibi hiçbir ülke tekelci burjuvazisi, Katalonya’nın bağımsızlaşma eğilimini desteklememektedir. Çünkü dünya tekelci burjuvazisi, dünya paylaşım sofrasına yeni ve başka misafirlerin yer almasını istemez. Burjuva cephesinde, asıl olan budur. Gerisi uydurulan hukuksal, anayasal teferruat ve oyunlardır. Bu oyunlardan biri, 22 Ekim 2017 tarihinde, İspanya hükümetinin, İspanya Federal Anayasası hükümlerine dayanarak, Katalonya Özerk Yönetimi Hükümetini feshetmesidir. Ama mücadeleyi omuzlayan Katalan işçi emekçi sınıfları, bağımsızlıkta ısrar ederek, görkemli, öğretici, hayranlık uyandıran demokratik bir mücadele tazını geliştirmektedirler.
Bu arada, sözde Katalan “sosyalist” partisi de ayrılmaya karşı çıkmaktadır. Bu tutum, tıpkı Çin “komünistlerinin”, Çin işçi emekçilerini 5-10 dolar ücret karşılığında, onları dünya tekelci burjuvazisine sömürtüp, “komünist” geçinmelerine benziyor. ÇKP 19. Kongre çalışmalarında, “yeniden sosyalizme” döneceklerinden bahsediyorlar. Bu çerçevede denebilir ki, Çinli “komünistler” ne kadar “komünistse”, Katalan “sosyalist” partisi de o kadar “sosyalisttir”.
Gelelim IKBY’ne:
Dünya çapında, kapitalizmin ‘İthal Aşılı’ sürümüne tabi ülkeler, kapitalizmin orijinal tekelci sürümüne tabi olan ülkelerin, karikatürünü andıran bir rol oynamaktadırlar. IKBY’de de bunlardan biridir. Bunlar, kapitalizmin orijinal tekelci sürümüne tabi ve bağımlı, tarihsel toplumsal bir gelişme sürecinden geçmektedirler.
Üretim araçları özellikle üretim aletleri ve makineler, kapitalistlere, dünya çapında bir yönetemezlik krizi yaşatırken, merkez kapitalist ülkelerdeki emekçi sınıfların toplumsal eylemine, Katalonya’da olduğu gibi görece, belli, tutarlı ve ciddi bir mücadele azmi ve dinamizmi sağlamaktadır. Buna karşın ‘İthal Aşılı Kapitalist’ ülkelere ise, tam tersine IKBY’de olduğu gibi istikrarsız, tutarsız, efendimci tutum ve davranışlar geliştiren, pasif bir mücadele azmi ve dinamizmi sağlamaktadır. Bu nedenle sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürge ülkelerde, sınıf mücadelesi, siyasal sistem, demokrasi, devlet ve bürokratik yapı vs. düşük yoğunlukta, istikrarsız ve belirsizlikler üzerinden yürümektedir. Dolayısıyla Katalonya’da, yerli ve orijinal kapitalist toplumsal iç dinamikler hâkim iken, IKBY’de “İthal Aşılı” dış kapitalist toplumsal dinamikler hâkimdir. Bu nedenle, Katalonya’da polis, bağımsızlığı savunan Katalanlara saldırırken, karşı koyan emekçilerin görkemli direnişi, demokratik haklarının kullanılmasındaki ısrarları ve mücadele azminin yükselmesine yol açarken. Buna karşın; IKBY’de, hâkim sınıfların utanılacak anlaşmalı kumpas ve geri çekilme ihanetine ve Irak ordusunun açık işgaline rağmen, Kurd işçi emekçi sınıfların geliştirebileceği kitle direnişi ve mücadelesi, yok denecek düzeyde sönük ve etkisiz geçmektedir. Hatta bu farklılık, hâkim sınıf tutumlarına bile sirayet etmektedir. Hâkim sınıfların muhafazakâr bir temsilcisi olarak, Katalonya Özerk Yönetim Başkanı Carles Puigdemont, işçi emekçi kitleleri direnişe davet ederken; IKBY Başkanı Mesut Barzani, ülkesinin yarısından, anlaşmalı geri çekilip, Irak Ordusu işgaline teslim ederken, kitleleri sakin olmaya davet ediyordu.
Oysa aynı Mesut Barzani, Katalonya Özerk Yönetimi referandumuna nazaran, “Kurd bağımsızlık” referandumundan, daha büyük bir destek ile çıkmıştı:
IKBY’de “bağımsızlık” referandumu, 25 Eylül 2017 tarihinde gerçekleşmişti. Referanduma katılım oranı %72, katılmayanların oranı %28 olmuştu. “Bağımsızlık” için evet diyenlerin oranı %92.73, hayır diyenlerin oranı ise %7.27’ olarak sonuçlanmıştı.
Beş gün sonra, 1 Ekim 2017 tarihinde, Katalonya Özerk Yönetimi tarafından, “Bağımsız Katalonya Cumhuriyeti” referandumu gerçekleşti. Bu referanduma katılım oranı %43.03, katılmayanların oranı 56.97 olmuştu. Katılanların %90.18’i evet derken. Katılıp hayır diyenlerin oranı %7.83, geçersiz oy kullananların oranı % 1.98 olmuştu.
Bu verilerden de anlaşılıyor ki, ‘İthal Aşılı Kapitalist’ gelişme sürecinden geçen, IKBY’nin tutarsız, teslimiyetçi ve efendimci tutum ve davranışı, bizi onu daha bir dikkatle incelemeye ve anlamaya sevk etmektedir.
Bilindiği gibi jeostratejik ve Jeopolitik konum itibariyle, IKBY’de meydana gelen en ufak bir gelişme, bölgenin dört komşu devletini (Türkiye, İran, Irak ve Suriye), Suudi Arabistan, Mısır ve İsrail’i, Anglo Sakson Oligarşisini, Fransa, Almanya ve Rusya’yı doğrudan ilgilendirmektedir. Bu nedenle IKBY, Ortadoğu’nun en kaygan, sabahtan akşama ne olacağı belli olmayan, kestirimi çok zor provokasyonların sahnesi, odak noktası ve hedef tahtasındadır.
Bu arı kovanı gibi yerden, birkaç günlüğüne (21 gün) de olsa IKBY’de, parçalı aşiretsel toplumsal yapısına rağmen, “bağımsızlık” referandumunu gerçekleştirip, işin içinden “başarı” ile çıkması bile, Kurd işçi emekçileri adına bir demokratik kazanımdır. İlerisi için bir cesaret ve motivasyon kaynağıdır.
Aslında, IKBY’de peşmerge güçlerinin geri çekilmesi ile Kerkük ve pek çok yörenin, Irak Merkezi Hükümetine teslimi hadisesi veya Irak Ordusunun Kurdistan’ı işgal etmesi, İran kurulan bir tuzağın devamıdır. Planlanan tuzağa göre, İran tarafından, Kurdistan’ın işgal edilmesi amaçlanmaktadır. Dolayısıyla anlaşılıyor ki, IKBY’nin “bağımsızlık” referandumu, Anglo Sakson Oligarşisi ve İsrail tarafından planlanan işgal tuzağına kurban edilmiştir. Bu amaçla Kurd bağımsızlık referandumu öne çekilip yapılmış. Planın inandırıcılığı ve İran’ın tahrik edilmesi için özellikle İsrail bayrakları referanduma monte edilmişti.
Fakat Anglo Sakson Oligarşisi ve İsrail devleti tarafından, kendisine kurulan tuzağı anında gören İran, hemen ertesi gün – 26 Eylül 2017 tarihinde – Suriye Dış İşleri Bakanı üzerinden, IŞİD temizlendikten sonra, Kurdler ile masaya oturup, özerkliği görüşebiliriz açıklaması yaptırarak, kendisine kurulan tuzağı ilginç biçimde cevapladı. Böylece, planlanan tuzak boşa çıkarıldı. Çıkarıldı ama iş bitmedi. Manipülasyon, uzun süreli olarak, detaylara çekilip, devam ettirilecektir! Nitekim uzun süreli bir kurguya sahip, Kerkük’ten geri çekilme ve Kerkük’ün teslimatı tuzağı, değişik manipülasyonlar ile devam edecektir. İran’ın, bu gibi muhtemel oyunları, nasıl karşılayacağını yaşayıp göreceğiz.
IKBY’nin tüm bu değişkenliği, kaygan zeminini ve kritik jeostratejik ve jeopolitik koşullarını bir tarafa koyarak, Kurd işçi emekçilerinin, derinlerde yatan potansiyel ulusal duygu ve bilinç biçimlerini anlamak ve anlatmak üzere, “bağımsızlık” referandumunu, veri olarak ele alıp incelemeye devam edelim. Böylece, IKBY’de yapılan “bağımsızlık” referandumunda, veri olarak, %80 Kurd işçi emekçi sınıfların, “bağımsızlığa” evet diyen irade beyanlarının ne anlama geldiğini, bu anlamın altında yatan esas gerçeği, fırsat bilip tartışmaya devam edelim.
IKBY, ‘İthal Aşılı Kapitalist’ koşulların geliştirip şekillendirdiği, iki temel aşiretsel ama aynı etnik yapıya (genel olarak Barzani ve Talabani aşiretlerine) dayalı, hayali burjuva uluslaşma sürecinin karikatürü biçimini oynayan, parçalı feodal tandanslı sınıflı bir toplumdur. Toplumsal mülkiyet ve üretim ilişkileri feodal, kapitalist karmaşık ve eşitsizdir. Her toplumun birleşiminde olduğu gibi parçalı da olsa IKBY’de de nüfusun %20’sini hâkim sınıflar; %80’ini ezilen, sömürülen emekçi sınıflar temsil etmektedir. Zenginliğin %80’ni hâkim sınıflar; %20’ni de ezilen, sömürülen işçi emekçi sınıflar almaktadır. Genel kabulünden hareket edelim.
Mesut Barzani, IKBY’de, mevcut mülkiyet ve üretim ilişkileri biçimi üzerinden, topluma ait Kurd hâkim sınıflarının temsilcisidir. Kaba bir hesapla: Referandumda evet diyen oyların bileşiminde, oyların %20’si, Mesut Barzani’nin temsil ettiği hâkim sınıflara, %80’i de ezilen, sömürülen Kurd işçi emekçi sınıflara aittir. Kabulü ile buraya kadar mesele yok.
Bizce esas sorun, çok parçalı aşiretsel ama aynı etnik yapıya dayalı olsa da Kurd işçi emekçi sınıflarının %80 evet oyu üzerinde düğümlenmektedir. Çünkü bütün toplumlarda olduğu gibi Kurd toplumunun da toplumun sosyolojik ana omurgasını işçi emekçi sınıflar oluşturmaktadır. O halde, “bağımsızlık” referandumuna, evet diyen Kurd işçi emekçi sınıflarının irade beyanını görünür ve anlaşılır kılmak, anlam ve önemini açığa çıkarıp ifşa etmek için bir soru soralım:
Peki! IKBY’nin “bağımsızlık” referandumunda, ayrılmaya evet diyen, ezilen ve sömürülen işçi emekçi sınıflar, ne için ve kim için evet dediler?
Şüphesiz ki, kendi ‘toplumsal ama özel çıkarı’ için evet dediler. Aksini düşünmek, değil Kurd işçi emekçileri için tüm bir insanlığın doğasına aykırıdır. Tıpkı bir hidrojen atomuna ait çekirdeğin, bir elektronu yörüngesinde tutmaya çalışarak, hidrojen atomunu ve bu arada kendisini var etmesi gibi referandumda da “bağımsızlığa” evet diyen, Kurd işçi emekçi sınıfları, evet diyerek, iradelerinin %80’ni Irak’tan ayrılma yönünde kullanırken, kendi ‘toplumsal ama özel çıkarı’ için evet diyorlardı. Bu ‘toplumsal ama özel çıkar’, reel kapitalist şartlarda ücretli köleliğe yani iş bulup ücretle çalışmaya; potansiyel sosyalizm koşullarında ise eşit paylı, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyet tarzı üzerinden, kendi hesabına kazanmaya tekabül eder.
Bu gerçeklik temelinde, %80 Kurd işçi emekçi sınıfları, evet demekle, iradeleri üzerinden varlıklarını ortaya koyarak, kendilerini var etmeye, dayanışmaya, topraklarında eşit ve özgür yaşama duygusuyla hareket edip, evet demişlerdir. Böylesi ileriye, bir ucu açık olan, duygu ve irade beyanı karşısında, her ahlaki, vicdani ve ilerici insanın göstereceği tek tutum, SAYGI göstermek olmalıdır. Eğer her hangi bir nedenle, mutlaka karşı çıkılacaksa, bu hak, Kurd insanına bırakılmalıdır. Aksi tutum şovenizmdir!
Kurd işçi emekçi sınıfları, %80 ile kendi ‘toplumsal ama özel çıkarı’ için referandum oylaması veya başka türden seçimlerde, evet demelerine rağmen, eğer işler, kısmen veya tamamen, bu zorunlu potansiyel durumun, yani %80 işçi emekçilerin irade beyanlarının aksine gelişiyor ve çalıştırılıyorsa -ki aksine olacağı kesindir- orada bir sorun var demektir. Bu sorun, eşitsiz toplumsal mülkiyet ilişkilerinin varlığından kaynaklanan, özünde de Kurd hâkim sınıflar tarafından değiştirilip dönüştürülmesi istenmeyen, sömürü sistemini önceleyen, hâkim sınıf mülkiyet sisteminin ta kendisidir. Bu gelişmeye atıf yaparcasına Saint Simon, “Mülkiyet ilişkilerinde değişim olmadan, toplumsal sistemde hiçbir değişiklik olmaz” demişti. Demek ki, problemin esas düğüm notası, mülkiyet ilişkilerinin değişip değişmeme sorundur. Dolayısıyla, bir ülkede gelişen herhangi bir toplumsal hareket, daha İŞE BAŞLAMADAN, mülkiyet ilişkileri üzerinden, mevcut ekonomik ilişkilerin değişim ve dönüşümü öngörmüyorsa, o hareket kesinlikle sistem içi kalacaktır. O toplumsal hareket, sadece eski siyasi aktörlerini değiştirerek, yeni siyasi aktörleri ile devam edecek demektir. Dönüp geçmişe, tarihe baktığımızda, Reel Sosyalizm pratiği ve ona öykünen tüm “burjuva demokratik devrimleri, demokratik halk iktidarları, ulusal kurtuluş hareketleri ve devrimleri” bunun yaşanmış pratik örnekleri olduğu görülecektir.
Devamla:
FARZ EDELİM Kİ, Mesut Barzani’nin dediği gibi Kasım 2017 tarihinde, iptal edilmesine rağmen, IKBY’de başkanlık ve parlamento seçimleri yapıldı. Mesut Barzani başkan, partisi de parlamento çoğunluğunu alıp iktidar oldu.
Bu durumda:
Başkan ve hükümet, süregelen mevcut eşitsiz ve özel mülkiyet ilişkilerini devralıp, devam ettirecekti. Çünkü onların mülkiyet ilişkileri değişimini öngören bir program ve söylemi ve o yönlü bir çalışması olmayacaktı. Onların söylemi ve çabası, sadece etnik temelli hayali burjuva ulusçu söylemi kullanarak, sömürge ilişkilerinden, yeni sömürge ilişkilerine geçiş yapmak olacaktı.
Böylesi reformcu bir değişim bile, önemle ele alınıp değerlendirmeyi hak etmektedir. Ama kimileri abartarak, böylesi bir toplumsal geçiş sürecine “ulusal kurtuluş” diyebilir. Ki geçmişten beri zaten diyorlar! Böyle düşünenlere göre, süregelen eski mülkiyet ilişkilerine ve efendilerine dokunmadan, sömürge şartlarının o köhnemiş kölelik zincirlerini kırıp, gelişen yeni durumu, YENİ SÖMÜRGE İLİŞKİLERİNE uyarlayarak “bağımsızlaştıklarını” anlatıp duracaklardır. Oysa ‘İthal Aşılı Kapitalist’ sistem koşullarının, mülkiyet ilişkilerine dokunmadan, bağımsızlığın doğuşu ve gelişmesine hükmetmek, emekçi yığınları uyutmak için burjuvazinin uydurup kullandığı bir ütopyadır. Dolayısıyla böyle abartılı reformcu bir değişimin, pratik olarak bir devrim biçimini, bir ulusal kuruluşu ve kurtuluşu karşıladığı bir safsatadır.
Şüphesiz meydana gelen bir değişimdir. Ama bu, sadece sömürge şartlarından, yeni sömürge şartlarına geçiş için bir değişimdir. Bu, neokolonyalizm (yeni sömürgecilik) denen hadisedir. Yani yeni sömürgecilik, klasik sömürgeciliğe nazaran, sistem içi, ileri reformcu bir adımdır. O kadar! Günümüzde böylesi reformlar, yerel ve bölgesel sömürgeci hakim ulusun, hakim sınıflarının işine gelmez ama konjonktür gereği, sömürgeciliği reorganize edip yeni sömürgeciliğe vardıran kapitalist emperyalist oligarşilerin işine gelir. Veya siyaseten gelmeyebilir! Bu reform, sömürgeci yerel hâkim sınıflar ile efendileri arasında, anlaşmazlık ve bir sürü burjuva ayak oyunlarına yol açar veya açabilir.
Dolayısıyla, Sosyalist Emekçi paradigmanın henüz pratikleşmediği koşullarda, inisiyatifimizin dışında gelişen böylesi durumlara karşı, devrimci tutum şöyle olmalıdır: Eğer haklı ve yerinde, konjonktürel pek çok neden ileri sürülerek -ki ileri sürülebilir- reel durum desteklenemez ise hâkim sınıf hayali burjuva ulus şovenizmine savrulmamak için kesinlikle karşı da çıkılamaz. Bu tutum hem IKBY için hem de Katalonya için geçerlidir. Çünkü hadise, emperyalistlerin ve yerel hâkim sınıfların desteğine veya manipülasyonuna açık olsa da, işçi emekçilerin iradelerinin ÖZÜ anlamında ileri bir reformcu adımı barındırmaktadır. Bu iradi öz, emekçilerin, ülke zenginliğini eşit ve kardeşçe bölüşme, özgür ve adil bir yaşam arzusunu öngören, toplumsal duygu ve bilinç biçimlerine içkin bir potansiyeli barındırmaktadır. Dolayısıyla eldeki mevcut toplumsal duygu ve bilinç biçimleri, şuna tercüme edilemez: IKBY’de farz edilerek yapılan başkanlık seçiminde, Kurdlerin %80’i, Mesut Barzani’ye, bölge zenginliğinin %80’ini al, bizi yöneten %20 Kurd hâkim sınıflarına ver anlamına gelmemelidir.
Kurdlerin %80 işçi emekçi çoğunluğu, edinen ve kanıksanan kültür ve yaşam biçimi ilişkilerine dayalı olarak, farz edilen başkanlık seçiminde: ‘Biz sana güveniyoruz ki, sen, adil davranacaksın’ İNANCIYLA, Mesut Barzani’ye oy vermiş. Kendisini başkan, yapmış olacaklardır. Ama Mesut Barzani’nin istenilen biçimde adil davranmayacağı, onun hâkim sınıf yaklaşımının ve çıkarının zorunlu sonucu olacaktır. Yoksa bu, onun iyi veya kötü niyetli insan olmasından kaynaklı bir durum değildir. Dolayısıyla, seçim sonunda seçilen başkan, ezilen ve sömürülen işçi emekçi sınıfların esas iradesinin tersine davranmış olsa bile -ki kesin öyle davranacaktır- seçimin temelinde, nüfusun %80’nin özgür, eşit bir yaşam ve ülke zenginliğinin kardeşçesine adil paylaşımını öngören, özgürlük duygusu ve bilinç biçimleri yattığı gerçeğini ortadan kaldıramaz.
Bu analizin teorik muhtevası ve pratik öngörüsü genel hatlarıyla, dünya çapındaki tüm ülke işçi emekçi sınıfları –ki, toplumun %80’ini oluştururlar- için geçerlidir. Maddi üretim araçları, özellikle üretim alet ve makinelerin üzerinden taşınıp, her ülke geçeğinde gündeme sokulan, tarihsel toplumsal eşitçi öz, her etnik temelli hayali burjuva ulus biçimini alt üst edip, saflaştırarak, onu en verimli, ilerici ve devrimci üretim ilişkileri bileşimi üzerinden, sosyalist uluslara vardıracaktır. Bu kaçınılmazdır! Çünkü bu kaçınılmazlık, tarihin hükmüdür!
Sanayi devriminden itibaren, Büyük İnsanlık; sosyalist uluslaşma çağına çıkışın, arifesini yaşamaktadır. Bu hem merkez kapitalist ülkeler için böyledir. Hem de sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürge ülkeler için böyledir. Dolayısıyla ulus sorunu, tıpkı sosyalizm gibi bütün dünya ülkelerinin gündemindeki bir sorundur. Bu yönde etnik temelli, hayali burjuva ulusların çözülmeleri, hızla gündeme taşınıyor. Taşınacaktır! Bu temelde, İspanya’nın Bask ve Katalonya’sında, Kanada’nın Quebec’inde, Almanya’nın Bavyera’sında, İngiltere’nin İrlanda ve İskoçya’sında, İtalya ile ABD’nin muhtemel çözülmesini öngören eyaletlerinde vs. hatta bütün üniter dünya devletlerinde gerçekleşecektir.
Değişimin altında yatan ve yaşama içkin, potansiyel ana gerçek: Ezilen ve sömürülen işçi emekçi kitlelerin, özgür bir yaşam için ülke zenginliğini eşit ve kardeşçesine paylaşma duygu ve bilinç biçimleridir. Sanayi devriminden bu yana, olup biten tüm gerçek milliyetçi eğilimlerin altında yatan maddi gerçeklik, ülke toprakları ve zenginliğinin, yine bu ülke emekçileri tarafından, kardeşçesine paylaşma umudu ve duygusunu öngören veya barındıran, maddi üretim araçlarının, özellikle üretim alet ve makinelerin üstünde taşıdığı, tarihsel ‘toplumsal eşitçi özdür’. Yoksa kanıksandığı gibi etnik temelli, sözde burjuva ulusçuluğu ve hayali burjuva uluslaşma biçimi veya dillendirilen burjuva demokrasisi ve onun üzerinden işçi emekçilerin ücretli köleliğe fit olma hadisesi değildir.
Büyük insanlık, temel toplumsal parametreleri, artık sorgulamak zorundadır:
Bu ülke neden benim ülkemdir? Değilse kimindir? Ben neden bu ülkeye aittim? Beni bu ülkeye bağlayan nedir? Ben bu ülkeyi neden seviyorum? Ben bu ülkede yaşamaya mecbur muyum? Mecbursam, nasıl ve ne yapmalıyım? gibi soruları sorgulamaya başladığında. Yapacağı tek şey, mülkiyetin eşit paylaşımını ve kolektif komünal tarz işletilmesini öngören, gerçek eşitçi uluslaşma sürecini, bilince çıkarıp belli bir program temelinde yaşama müdahale ederek, kurtuluş yoluna girmesi olacaktır… Çünkü geçmişten günümüze, dünya solu ve “sosyalistler”, Reel Sosyalizmin ideolojik ve pratik yenilgisini analiz edip, gerekli tarihi dersi çıkaramadığı için kapitalizmin fasit yörüngesinden bir türlü çıkamıyorlar. Özellikle kendini aşamayan dünya “sosyalist” hareketi, durgun su misali “kokuşarak”, süratle burjuvazinin hizmetine girip erimektedir. Yenilgiyi sorgulayıp aşarak zafere dönüştürmek yerine, inatla eskiye sarılıp müritleşerek, bilim ile arayı açmakta, bağını koparıp, bağnazlığa saplanmaktadır. Ama öte yandan, III. Dünya savaşı hazırlığını sürdüren Anglo Sakson Oligarşisi, Büyük İnsanlığın köküne nükleer silahlar ile müdahale etmeye hazırlanmaktadır.
23 Ekim 2017
(devam edecek)
DİPNOT:o
[1] Nazım Can, 30. 03. 2016, Toplumu Biçimlendiren Olguların Tarihsel Eylemi -4- “Kapitalizmin Çözümsüzlüğü ve ‘Sosyalist Emekçi’ Çözüm”. http://ozguruniversite.org/2016/05/03/toplumu-bicimlendiren-olgularin-tarihsel-eylemi-4/