İzmir ( Urla, Menderes, Tire ) Muğla ( Seydikemer , Milas ) İstanbul ( Buyukada,
Sarıyer, Heybeliada ) Çanakkale ( Gelibolu, Saros) Antalya ( Manavgat ) ve
bilmediğimiz irili ufaklı daha niceleri… Bunlar içinde bulunduğumuz Temmuz ayına ait
orman yangınları, daha doğrusu orman katliamları. Katliam diyorum çünkü, orman
sadece ağaçtan ibaret değil. İçinde yaşayan, etkileşimde bulunan milyonlarca canlı
ve cansız varlığın birlikteliği. Bu etkileşimin kurduğu ekosistem selleri önlüyor, yeraltı
sularını oluşturuyor, içme suyu kaynaklarını sağlıyor, erozyonu önlüyor, sıcak soğuk
hava dengesini sağlarken eşsiz doğanın en önemli organlarından birisi olma görevini
yerine getiriyor.
Vahşi doğanın yok edilip yerine vahşi ekonominin konduğu günümüzde, ormanların
yakılıp katledilmesine ormansız orman kanunlarını doğuruyor. Güçlü olanın
kazandığı, yazılmayan bu kanun yaşamın her alanında bize kendisini okutuyor,
dayatıyor. Ormanları yakıp katleden bu yapının adı , cinayet ekonomisidir. Diğer
adıyla, tekelci kapitalist sermaye rejimidir.
Kanunsuz suç yoktur mantığından hareketle bugün yeraltı dünyasının mafyatik
ilişkilerinin yeryüzüne silah kaçakçılığı, uyuşturucu satıcılığı, gasp, soygun, kumar
olarak çıkmasıyla, doğaya saldırı, nehirleri denizleri kurutma, ormanları yakma
katletme eylemleri aynı mantığın ürünleridir.
Geçiş garantili köprülere, hasta garantili hastaneler, öğrenci garantili özel okullara,
orman yangını garantili ihaleler eklenmektedir.
Silah ve adam kaçıran mafyoz ilişkiler ağı, hareket edemeyen ağacı kesip yakarken
ayni mantıkla düşünür, davranır. İnsanları zehirleyen uyuşturucuyu satarkenki ruh
hali ile , gölleri nehirleri denizleri kirletip kuruturkenki ruh hali aynıdır. Cinayet
ekonomisinin bu döngüsünde, bir kişiyi silahla öldürmekle bir kuş türünü avlanarak
yok etmek yada yaban keçilerini ihaleyle vurmak arasında ayrım yoktur , olamaz.
Doğanın kaynaklarının tükenir olduğu bir ortamda sonsuz büyümeyi istemek,
imkânsız bir teori ise, doğanın tüm organlarıyla cinayet ekonomisi sayesinde yok
edilip hala büyümeyi istemeye ne ad vermeli? Unutulmamalı ki, asıl imkansız olan
kapitalizmin sürmesidir !
Değişim değeri temelli kapitalist sistem mide ve yemek arasındaki ilişkiyi de tersine
çevirir. Kullanım değeri temelli ilişkide midemiz olduğu için yememiz on planda iken ,
değişim değeri temelinde bu durum ; yememiz icin midemizin oldugu , yemek –
tüketmek- yok etmek üçgenine hapsolduğumuzu gösterir.
Ormansız orman kanunlarının geçerli olduğu sistemde , ekonomik kaygılar ekolojik
kaygıların önüne geçer. Önce ormanı yakacaksın, sonra orman ihalesine girip
kazanacaksın, sonra tekrar yakacaksın… Bu döngü kapitalizmin temel mantığı olan
PARA – META – DAHA FAZLA PARA işleyişinin cinayet ekonomisine uyarlanmış
halidir : ORMANI YAK – IHALEYE GIR PARA KAZAN – SONRA TEKRAR YAK DAHA
FAZLA PARA KAZAN …
Ormandan köye şehre inen canlının isteği ile, köyden şehirden ormana giren insanın
isteği aynı şey değildir. Buda, ekonomi- toplum- doğa arasında sürdürülemez ilişki
yaratmaktadır. Fikret Başkaya hocamız ” İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım ” adlı eserinde
bu konuda çok net tanımlar sunmakta “… Bir yerde yok edilen ağaçların yerine başka
yerde ağaç dikmeyle orası orman olmaz…Biz onun yerine şuraya su kadar ağaç
diktik demek , yıkımı haklı göstermek, kabul ettirmektedir…Her yıl 2 bin kadar
yangında 80 ila 100 bin dönüm orman yanarak yok oluyor… Geride kalan 50 yılda
ormanlarımızın yarıdan fazlası orman niteliğini kaybetmiş durumda… Türkiye’de
doğa koruma bilinci , ekolojik bilinç, doğal çevre kaygısı yetersiz. Hala baltalar
elimizde, uzun ip belimizde biz gideriz ormana anlayışı geçerli…”
Bugün toplum ve doğaya saldırıp yok eden cinayet ekonomisinin ormansız orman
kanunlarına karşı, toplum ve doğanın birlikte örgütleneceği bir yapıyı hayata geçirme
zamanı. Doğa özgürleşmeden insan özgürleşemez.