Özgür Başkaya
Diyalektik bir düşünme, ödülün cezaya endeksliliğini gözler önüne serer. Ödül varsa ceza da vardır. Aslında ödül alan sanatçılar, aynı kulvarda bulunan ancak ödül alamayan sanatçıların cezalandırıldığını neden gör(e)memektedirler. Cezalı sanatçıdan gelecekte daha güçlü eserler beklemek mümkün mü..
İnsanlar neden ödül almak ister? Bazı insanlar neden ödül verir-ödül vermek ister? Tüm bu soruların dışında ödül niye var?
Tarihsel süreç içinde ödülün egemenlerce ve egemenlere verildiği, ödül sisteminin egemen ideoloji tarafından, kendi iktidarlarını korumak ve yeniden-yeniden üretmek için ortaya çıkarıldığını söylersek yanılmış olmayız. Antik Yunan’dan günümüze sanatta ödül; ayrıcalıklı sınıfların yine ayrıcalıklı sınıflara, o ayrıcalığı geniş halk yığınlarına hissettirmek ve kabul ettirmek için verilmiş. Örneğin serfler, köleler hiç ödül almamış. Ancak aristokratlar ve devlet görevlileri, tanrıya yakın olmaları kisvesiyle ödüller vermişler-almışlar. Böylelikle ödül ayrıcalıklı kesimin ayrıcalıklarının tanrısal olduğu bilincini geniş halk yığınlarına dikte etmek için kullanılmış..
“Ödül” sisteminde, ödülü verenlerin türlü nedenleri var. Bir anıyı yaşatmak, yeni üretimler için çekicilik sağlamak, ekonomik destek sağlamak vb. İlk bakışta tüm bunların çok değerli olduğu düşünülebilir. Ancak bu yazıyı dikkatle okuyan biri bunun böyle olmadığını görecektir. Öncelikle insanlık tarihine geçmiş “değerli” insanları hatırlatmanın-hatırlamanın yolu neden ödül olsun. Anneler günü ne kadar saçmaysa bu da o kadar saçmadır. Ya da kendini ifade etmek gibi sosyal bir tutumu olan insanoğlu neden kendiyle ödül ilişkisi kursun. Hepsinin dışında sanatçı ödül parasına neden muhtaç olsun..
Konuyu ödül verenleri irdeleyerek açımlamaya devam edelim. Aslında ödül verenlerin kendi çıkarlarına bakmak gerekiyor. Ödül veriyorsanız sanki bir statü kazanmışsınızdır. “Ne değerli sanatçılara ödül veriyoruz, biz aslında üstün olduğumuzdan bunu yapıyoruz.” algısı oluşturulmuştur. “Biz sanatçıya değer veriyoruz, bak madden destekliyoruz.” havası hâkim kılınmıştır. Hatta “Sanatçı değiliz ama bak ne kıymetliyiz, sanatçıya ödül vereniz.” ideolojik ve toplumsal hegemonyası hayata geçirilmiştir. Teşhir edilmeli, reddedilmelidir.
Konuya ödül alanlarla devam edelim. Elbette, göz önünde olmak, bilinmek, yüceltildiğini hissetmek genel olarak sanatçıların kişisel doyumlarının belirli bir bölümüne tekabül eder. Bu kabul edilir bir şeydir. Bunlar insanı elbette mutlu kılar. Ancak nereye kadar.. Ülkedeki insan sayısı ve o sanatla (Hangi sanatsa) ilgilenen insan sayısı düşünüldüğünde bu doyumun bir yanılsama ve geniş kitleler nezdinde deve-kulak ilişkisine tekabül ettiği görülmelidir..
Ayrıcalıklı olma isteği tuhaftır ki sanatçıları prangalıyor. Sanat üreten kişi neden ayrıcalıklı olsun? Diğer emekçilerden ne üstünlüğü var? İnsani bir etkinlik yapıyor diye bir kişi neden diğer etkinlikleri yapanlardan üstün addedilsin. Herkesin dilinden düşürmediği, Mustafa Kemal’in “Sanatçı ışığı alnında ilk hissedendir.” sözünün sanatçılarla değil sanat duyarlılığı ve insaniliğiyle ilgisi vardır.
Topluma dayatılan “bak bu ödüllü yazar onu oku – bak bu ödüllü oyun onu izle” cümlelerinin neden herhangi bir kıymeti harbiyesi olsun ki. Ödüllü sanatçı neden diğer sanatçılardan ayrıcalıklı olsun. Ona o ödülü verenler kim. Niye vermiş. Hangi saiklerle o ödüllü olmuş. Diğer sanatçılara ödül neden verilmemiş. Buna verilmiş de ötekilere neden verilmemiş. Verilen ödüllerin nedenleri açıklanmış mı? Verilmeyenlere neden verilmediği açıklanmış mı?. Velhasıl tüm bu soruları sormak önemlidir ve bu soruları soran biri için ödülün hiçbir esbabı mucibesi yoktur..
Bazı ödüllerin maddi karşılıkları var. İşte … kadar para ödülü vb. gibi. Bu, sorgulamayan sanatçıyı, ister istemez paraya endekslemeye ve ödülü veren camianın suyuna gitmeye yönlendirir. Sanatçıların spesifik örnekler dışında maddi sorunlar yaşadıkları bir gerçek. Ancak para için sanat yapıl(a)mayacağı da başka bir gerçek. Etik değerler gerçek sanatçılar için kırmızı çizgidir. Para kazanmak için sanat ile ilgilenmek saçma bir şeydir. Çünkü sanat yapmaya verilecek emeğin katbekat altında emek vererek çok daha yüksek paralar kazanılabilir. Ayrıca işin özüne döndüğümüzde; kendini ifade etme biçimlerinden olan sanattan, sanatçılar neden maddi kazanç beklesinler ki.. Aşkımızı ifade ederken, çiçekleri sularken, babamıza çay götürürken, güvercinimizi severken hatta ikili ilişkilerimizde para kazanmayı düşünmüyoruz da neden “kendimizi güzel olanla ifade etmek” diye tanımlayacağımız sanattan maddi bir beklenti içine giriyoruz.
Sanat insanlığın en büyük hazinelerinden biridir. Bu büyük hazineden maddi beklenti içinde olmak beyhude bir çabadır. Kazanılamaz mı.. Elbette kazanılabilir. Ancak amaç kazanç olduğu sürece, yapılan eylem sanat olmaktan çıkar ve piyasanın kör bir çabası haline gelir. Bunun için burada radikal bir tutumla şunu söylemek istiyorum.. Sanat ile iştigal etmek mesleki bir durum değildir. Hiçbir sanat dalı meslek değildir.. Meslekler nihai tahlilde maddi beklentilerle yapılır. Sanat ise tecimsel kaygılarla yapıl(a)maz. Tüm sanat dallarında “bizim mesleğimiz” diye başlayan cümleler istemsiz bir “bilinç yıkama” etkisi de gösterir ki kabul edilmemelidir.
Konumuz özeline geri dönersek. Bazı ödüllerin maddi karşılıkları yok. Manevi değerleri var. Bu sanki kulağa hoş geliyor. Ya da öyle görülebilir. Hayır.! Bu ödüller çok daha tehlikeli olma riskine sahiptirler. Veren kim – alan kim tartışmasının dışında, manevi değerlerin klişeleştirilmesi ve yozlaştırılması riski ile karşı karşıya kalınmaktadır. Diyelim ki (Özel olarak Türkiye’de verilmeyen bir ödül seçmeye çalışıyorum.) Günay Akarsu ödülü vermeyi düşündünüz. Bunu kim verecek? Aile mi? Onlar anlar mı bu işten. Günay Akarsu okuyucuları mı.. Öğrencileri mi.. Bu kişiler hangi kriterlerle bunu yapacak. Günay Akarsu yaşasaydı kendi adına ödül verilmesini ister miydi.. Kıyas mı yapılacak ya da. Yaşanandan yola çıkıp kendi bakış açınızı mı ortaya atacaksınız. Diyelim ki Nuri Altınok tiyatro ödülleri vereceksiniz. Derdiniz ne. Çok kıymetli bir aktörü yad ederken diğerlerini nereye koyacaksınız. Aktör bilicisi misiniz. Onun yaptıklarını ödül sistemiyle var etmek istemenizin nedeni ne..
Bir de maddi olmadığı varsayılan-varsaydırılan, ancak maddi ödüller var! Ödülden para kazanmamış olabilirsiniz ancak eserin tanıtımına koyduğunuz “ödüllü roman-oyun vb.” ibarelerle eserinizin daha çok satmanızı sağlama durumudur bu.. Aslında sanatı piyasa ortamına düşürmenin bir yolu da bu olsa gerek. Kabul edilmemelidir..
Cristopher Caudwel’in şu güzel sözünü akıllardan çıkarmamak gerekir: “Sanat pazar değerleri yerine kullanım değerlerini getirir. Sanat ucuz şeyleri değerli kılar; birkaç boya lekesini toplumsal hazine haline getirebilir. Bu yüzden pazar sanatçının en büyük düşmanıdır. Pazarın kör çabası güzelliği katleder.” Ödül sistemi pazara endekslidir. Reddedilmelidir.
Diyalektik bir düşünme, ödülün cezaya endeksliliğini gözler önüne serer. Ödül varsa ceza da vardır. Aslında ödül alan sanatçılar, aynı kulvarda bulunan ancak ödül alamayan sanatçıların cezalandırıldığını neden gör(e)memektedirler. Cezalı sanatçıdan gelecekte daha güçlü eserler beklemek mümkün mü.. At mı bu insanlar kırbaca vurunca daha iyi koşsun.. Ayrıca ödül alan sanatçı bundan sonra durmadan ödül almak için çalışmaya başlamaz mı.. Bu onun ödül jürisine yönelik manipülatif eserler doğurmasına yol açmaz mı.. Bir daha almalıyım saçmalığına girmesi, alamaz ise çöküş yaşaması olası değil midir..
Maalesef “ödül iktidarı” diye bir olgu var. Ödüllü sanatçı, ödülsüz sanatçı farklılığı. Bu bir rezalettir. Çünkü ödülsüz bir sanatçının durmadan ödül alma çabasına yol açabilir. Bu ileride bir iktidar sorunu haline gelebilir. Sanatta iktidar kabul edilemez..
İktidar deyince gerçek iktidarlarla, ödül sistemi, ilişkisine de bakmak gerekmektedir. Örneğin devlet bakanlıklarının verdiği ödüllerin özgür yada sistem dışı olması mümkün mü.. Elbette değil.. Devlet bunu da geçmiş, kendine “Devlet Sanatçısı” isminde bir ödüllendirme sistemi kurmuş. Yapısı gereği tüm iktidarlara karşı olması beklenen sanatçıların “devlet sanatçısı” olmaları nasıl açıklanabilir. Devletin sanatçısı olur mu? diye sormuştuk yıllar önce. Evet olur!! Onlar var olan sistemin uşaklarıdır. Halkların gözünü boyayıp günlük-güneşlik bir hayat yalanını geniş kitlelere empoze etmek için koordine edilmişlerdir. Sanatçının statükoyu reddetmesi beklenir. Dünyayı güzelleştirmesi umulur. Hiçbir devlet bu beklentilerle ilgilenmez. Devletin maneviyatı yoktur. Devlet var olan düzenin sürdürülmesinin amacıdır. “Sanatçı – Devlet” ikilemi ancak kavgada önem arz eder. Tüm devletlerin eli pisliğe bulaşmıştır. Sanat ve sanatçı bu pislikleri teşhir edip, ortadan kaldırılmasında çok güçlü yeri olandır.
Sanat eserlerinin yarıştırılması utanç vericidir. “Bir eserin diğerinden daha iyi olduğu” söylemi asla ve kata kabul edilemez. Siz kim oluyorsunuz da A eserini B eseriyle yarıştırıyorsunuz. Daha önce “AT” örneği vermiştim şimdi nüanse edeyim köpek mi bunlar. (Hayvanların yarıştırılmaması gerektiğini okur elbet anlamıştır ancak yine de yazmak istedim. Zaten tür olarak hayvan olduğumuz düşünüldüğünde anlatmak istediklerim net olarak ortaya çıkacaktır) At örneğinden devam edecek olursak, jokeyleri üzerine binmiş, mahmuzlayıp-kırbaçlayarak para babaları zengin olsun diye zulmedilip kapıştırılan örneklerle, sanatçı örneğini vermemin can sıkıcı olduğunu da kabul ediyorum… Ancak yaşanan da bu…
Bırakın sanatı; insanın, hayvanın, bitkinin, tatlının yarıştırıldığı tuhaf bir dünyadayız. Yarışma kültürü kazanma kültürüdür. Hepimizin bildiği gibi kazanma kaybetmeyi doğurur. Sanat eseri ya da sanatçı ne(yi) kaybedecek. İzleyicisiyle buluştuğu anda sanat olan eser, beğenilir ya da beğenilmez. Kimi beğenir kimi beğenmez. Ancak hiçbir koşulda yarıştırılmamalıdır. Ödül sistemi yarışmayı telkin eden sistemin adıdır. Yarışma ise insansızlaştırmanın adı. Her ikisi de insani değildir. Reddedilmelidir. Elbette burada önemli görev sanatçıya düşmektedir. Eserinizi yarıştırmayınız ve ödülü reddediniz…
Anadolu’nun güzelliklerinden biri de utanma kültürüdür. Utanma duygumuzun kaybı insanlığımızdan da kayıplar demektir. Bu konuda ciddi sorunlar var. Sanatçılar ödül sistemi içine girerken, alırken ya da alamazken utanmayı unutuyorlar. Hâlbuki ödül ayıptır. Ödül vermek, almak, alamamak, bunlar için çalışmak ayıptır. Arkadaşlarının yanında “sen başarılısın” sözünü duyan duyarlı bir ortaokul talebesi utanır mesela. Yüzü kızarır. Başarı kime göre, neye göre, nasıldır. Başarı başarısızlığa içkindir. Konuşulmamalıdır..
Ödüllü etkinliklere katılanlar, ödülü verecekler, bu etkinliklerin seçicileri, bu etkinlikleri destekleyenler “utanma” duygularını sorgulamamaktadırlar. İzanlarını kaybetmişlerdir. Akıllarının başlarına gelmesini dilemekten gayrı yapabileceğimiz bir şey yoktur..
Sol-sosyalist çevrelerin büyük bir kısmı da ne hikmetse bu “ödül” olayına pek meraklı. Hiçbir şekilde oturup düşünmüyorlar bu “ödül” kavramını. Ödülleri destekliyorlar, veriyorlar, alıyorlar.. Kapitalist odakların ödüllerini rasyonalize ediyorlar, güya hümanist bir tavırla ödülleri yayın organlarında duyuruyor, tanıtıyorlar. Ancak ne hikmetse sorgulamıyorlar.. Eskiden, sosyalist olduğunu söyleyen örgütlerde de başka bir hastalık vardı. Sadece partili sanatçılarına ödül verirler güya onurlandırırlardı. Velhasıl ödülün yanlışlığını tartışmak bir yana aynı yörüngeyi kullanıp ödül dağıtıyorlardı.. Hatırlıyorum afiş ödülü verilecek; yarışmaya katılanlar içinde ancak partili sanatçılara ödül dağıtılıyor. Yani rezilliğin bizim cenahta da alıp başını gittiğini söylemek boynumuzun borcudur.
Sonuç olarak; sanatçıyı küçük düşürüp-alçaltan, sanatı yarıştırıp-metalaştıran bu sistemin yeniden ve yeniden üretilmesini estetik alanda sağlayan ödüllere ve ödül sistemine dur denilmelidir.
Ödülü alan da, veren de, aracı olan da bu garabet sistemin ortağıdır. Geçit verilmemeli, reddedilmelidir…
Sanatın görevlerinden biri olan “Yarınları Oluşturmak” tek ödüldür..
İnsanlık “Ödül Sistemi”ni reddettiğinde yarınları kurma yolunda büyük bir adım daha atmış olacaktır.