Güngör Şenkal
Avusturyaˈnın Aşağı Avusturya eyaletinde, küçük, yaklaşık 4 bin nüfuslu bir yerleşim yeri olan Zwettendorfˈta yapımına başlanan (1972, yapı onayı 1969) nükleer santral, çevrecilerin atom karşıtı güçlü kampanyaları sayesinde, 5 Kasım 1978 tarihinde yapılan halk oylaması sonucu hiçbir zaman faaliyete geçemedi. 1945 sonrası Avusturya çapında yapılan ilk halk oylamasında, katılanların (% 64,1) yarıdan fazlası (%50,5) atom enerjisine ˈhayırˈ dedi.
Bundan kısa bir zaman sonra, 1984 yılında, Aşağı Avusturyaˈnın Hainburg kasabasında (Hainburger Au) yapılması planlanan baraja karşı örgütlenen çevreci muhalefet, Tunaˈnın sular altında kalacak sulak-çayırlık alanlarını işgal etti.
Avusturya WWFˈnin (World Wide Fund for Nature / Dünya Doğayı Koruma Fonu) 1982/1983 yıllarında ˈSulak Alanları kurtarın! / Rettet die Auen!ˈ mottosuyla başlayan kampanyası gittikçe güç kazanmıştı. 8 Aralık 1984ˈte 5000 kadar çevreci, beş yüz metre genişliğinde planlanan baraj duvarını engellemek için, Tuna kenarında bir yere (Stopfenreuther Au) yıldız yürüyüşü (Stern Marsch, farklı kollardan çıkarak bir merkezde toplanmak anlamında) düzenledi. Bazı çevreciler orada kalarak oturma eylemine başladı. 10 Temmuzˈda başlayan inşaat çalışmaları bölgeyi işgal eden çevreciler tarafından durduruldu. Kolluk güçleri, 19 Aralıkˈta çevrecilerin üzerine coplarla saldırdı. Olaylarda 20 kişi yaralandı ve o kargaşa ortamında 300 kadar ağaç kesildi. Aynı akşam, 40 bin kadar gösterici Viyana sokaklarında, önceden planlanmamış bir yürüyüş yaptı.
21 Aralıkˈta, Avusturya Sosyalist Partisi (daha sonra adını Avusturya Sosyal Demokrat Partisi olarak değiştirdi) Başkanı ve Başbakan Fred Sinowatz, ˈnoel barışıˈ yaparak, çalışmayı (aynı zamanda çatışmayı) durdurdu. Bunu, düşünmek için zaman ayırma dönemi izledi. Sonuçta, Yüksek İdari Mahkeme inşaat planını iptal ederek son noktayı koydu.
Burası, Tuna çevresindeki sulak-çayırlık alanları kapsayan, spesifik olarak Tuna nehrinin Viyana ile Slovakya sınırı arasında kalan 96 km karelik alandır ve bu alan 1998 yılından beri Milli Park olarak derecelendirilmiştir. Bugün binlerce canlıya doğal ortam sağlamaktadır.
Bunların akabinde, Avusturya Birleşik Yeşiller (Partisi) (VGÖ) ile Avusturya Alternatif Listesi (ALÖ) adlı organizasyon birleşerek partileşti. Bu yapıların tabanı nükleer karşıtlarından, barış ve kadın hareketlerinden, gençlerden, solcu öğrenciler ve Marxist gruplardan oluşuyordu. Yukarıda sözü edilen atom santralini (1978) ve baraj çalışmasını (1984) durdurma başarısının rüzgârını arkasına alan Yeşiller, 1986 genel seçimlerinde % 4,82 oyla sekiz milletvekili çıkararak Parlamentoda temsile hak kazandı.
2019 yılında partisini koalisyona taşıyarak sisteme entegrasyonunu hızlandıran Yeşil politikacı Werner Kogel oldu. İşleyiş olarak tavizkâr olmayı gerektiren koalisyon ortaklığı, Yeşillerin iç güvenlik ve göç konularında verdiği tavizlerle kuruldu. Bu süreç Parti’yi iki önemli çıkmaza soktu: Merkezileşme ve bürokratlaşma.
Avusturya sol muhalefetindeki atom karşıtlığı ile işgal gibi radikal yollarla doğaya sahip çıkan çevreci eylemler, daha erken yaşlarda çevre/ekoloji sorunlarına duyarlı olmamı sağlamıştı.
***
Almanya Yeşilleri (Die Grünen), 1980 yılında, zamanın Batı Almanyaˈdaki nükleer karşıtları, yeni sol, yeni sosyal hareketler ve çevre barışı yanlıları tarafından kuruldu. Aslında 1977ˈde kurulan ve kendilerini ˈGrüne Liste Umweltschutz / Çevre Koruma Yeşil Listesiˈ olarak adlandıran bir grup Aşağı Saksonya eyaletinde oluşmuştu. Yeni sosyal hareketlerin bir ürünü olarak doğan Almanya Yeşilleri, kökleri ˈ68 hareketiˈne kadar uzanan çevre, savaş, nükleer karşıtlarınca 13 Ocak 1980ˈde kuruldu.
Sözü edilen çevre hareketleri, merkezileşmenin ardından, 1990 sonrasında ama özellikle de 2000ˈlerden sonra, parlamento süreciyle de bağlantılı olarak, evcilleşme sürecine girdi. Partideki sol unsurların tasfiyesi bu tarihlerde gündeme geldi. Sosyolog, sol-ekolojist, kapitalizm ve küreselleşme karşıtı ekonomist ve siyaset bilimci Elmar Altvater, partinin, çevreci niteliğini yitirerek düzen içi bir muhalefet partisine dönüştüğünü, normal bir düzen partisi olduğunu söyleyerek partiden ayrıldı. Asıl neden Yeşillerˈin militarist politikaya destek vermesiydi. Altvater, istifa dilekçesine, dünyanın en yoksul ülkelerinden biri olan Afganistanˈa karşı savaşı askeri açıdan mantıklı, ekonomik olarak akıllıca, ahlaki olarak kabul edilebilir bulmadığı için partiden ayrıldığını yazdı. Bu süreç, doğal olarak, partinin kapitalist büyümeye karşı duruşunu da erozyona uğratmaktaydı.
Kendisi de ˈ68ˈin sokak eylemlerinden gelen ve Almanya Yeşilleriˈnden Dışişleri Bakanı olan Joschka Fischer, Almanyaˈnın Kosova savaşına katılmasını, aktif çatışmalara girmesini savunmuştu.
***
Akbelenˈe iki yıl önce dayanışmaya gitmiştim. 3 Ağustos 2025ˈte yine gittim. İlkinde, orada çadırda kalanlarla desteğe gelenlerin söylemlerine bakıldığında, mücadele sistem dışı ve tutarlı görünüyordu. Bu söylemler, başarıya yönelen büyük umutlar taşıyordu.
Ağustos ayındaki buluşma daha kalabalık bir destek kitlesiyle gerçekleşti. Bu nicel katkıyı, Akbelenlilerin, -öncekilerin yanında- kısa bir süre önce Ankaraˈdaki kararlı duruşları sağlamıştı. Peki, bu haklılık temelinden ve eylem pratiklerinden kazanılmış manevi güç, başarıya giden yolun maddi engellerini aşmaya yetecek mi(ydi)? Retorik konuşmaların cazibesinden arındırıldığında, çevre mücadelelerini bekleyen düzen içileştirme tehlikesi kendini Akbelenˈde gösteriyordu.
Türkiyeˈdeki çevre/ekoloji hareketleri, Almanya ve Avusturyaˈda olduğu gibi merkezileş(e)memişti. Parlamentoda kendi gücüyle elde ettiği bir temsili de yoktu. Bu anlamda, düzen içileşme karşısında daha ˈgüvenliˈ görünüyordu. Peki ama bir hareketin evcilleşmesi için sadece merkezileşmesi ve parlamento dolayımıyla sisteme eklemlenmesi mi gerekiyor?
Bu sorunun karşılığı elbette ki ˈHayır!ˈ olacaktır. Sistem açısından bakıldığında, muhalefet hareketlerini pasifize etmenin binbir yolu mevcuttur. Güçlü muhalefet hareketlerini etkisizleştirmenin en kolay yolu onları sisteme dahil etmek olsa da, yekpare olmayan hareketlerin denetimi bu kadar basit değildir. Sistemin, Türkiyeˈdeki çevre/ekoloji hareketlerini, daha güçlü birlikler halinde örgütlenme becerisi (merkezileşme değil!) gösteremeseler de, pasifize etmesi pek de kolay değildir. Ancak anılan hareketlerin kendi güçsüzlüklerini bir yana bırakırsak, onların daha şimdiden sistem içileşmesine neden olabilecek eğilimler gözlemlenmektedir.
Bilindiği üzere, savaşlar en büyük çevre kirleticisidir; canlı cansız her türlü varlığın tahribidir. Hangi saikle olursa olsun, militarizmi çağrıştıran söylemler kabul edilebilir değildir. Akbelen dayanışmacılarının hatırı sayılır bir kısmının ˈMustafa Kemalˈin Askeriˈ olduğunu duyurması, genel anlamda militarizmi ve düzen içiliği çağrıştırır. Oysa çevre hareketleri ilkesel olarak antimilitaristtir. Burada ˈaskerˈ sözcüğünün askerî (militer) anlamda olmadığı, ˈsiyasi bağlılıkˈ ifade ettiği ileri sürülebilir. Bu, bu sloganı atanların bir kısmının niyeti açısından doğru da olabilir. Ancak sözcüğün militarist anlamda değil de bağlılık anlamında kullanılmış olması, onun düzen içi muhtevasını değiştirmez. Ve hatta, çevre hareket(ler)ini sisteme göbekten bağlama potansiyeli taşır.
Genele ilişkin bir iki söz daha söyleyelim: Çevre hareketleri, kirliliğin arkasında kapitalizmi ve onun devlet aygıtını görmezse, ˈçevre/ekoloji için mücadele eden bir hareket olmaktan, ˈyeşili övenˈ bir harekete dönüşür. Suya sabuna dokunmayan çevre hareketleri, bırakalım sistemle bütünleştiği durumları, sisteme yakınlaştığı her durumda dahi kaybetmeye adaydır. (Doğanın sosyalist ülkelerde de, -doğayı insanın egemenliğine alma söylemiyle- düşüncesizce sömürüldüğünü, kirletilip tahrip edildiğini biliyoruz. Yazıda kapitalist Türkiye söz konusu olduğundan, meselenin diğer tarafını tartışmaya dahil etmiyoruz.)
Biraz daha yakından bildiğimiz Almanya ve Avusturya Yeşilleri, oluşumlarında ve eylemlerinde her ne kadar eski kuşak solcular olsa da, gençlik hareketleriyle buluşmayı başarmıştır. Bu buluşma, yakınlaşma maalesef Türkiyeˈde sağlanamadı. Gençliğin katılımı çevre/ekoloji hareketleri açısından yaşamsaldır.
Çevre hareketlerinin önündeki en büyük tuzak olan düzen içileşmeye, evcilleşmeye karşı bilinçlenmek; çevre/ekoloji sorunları arkasındaki ana kirleticileri ve onların devlet yapılanmasını görmek; özerk yapılar olarak birleşerek ve gençleşerek büyümek.
Akbelen özelinden hareketle, yaşam alanlarını korumak için kararlılıkla mücadele edenler yazıdaki eleştirilerden kısmen muaftur. O insanların canı yanıyor ve mutlaka bizim desteğimiz, dayanışmamız gerekli.
Özgür Üniversite Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakfı






