“Materyalist dünya görüşü, doğanın, olduğu gibi, hiç bir şey katmaksızın kavranmasıdır.”
Engels,
“Yeni toplumun, eski toplumdan, başlayan doğuşu; eski toplumdan, yeni topluma geçiş biçimi; doğal bir tarih sürecidir.”
Lenin,
“Kurtuluş, tarihsel bir olgudur. Zihinsel bir iş değildir. (…) İlk gereksinmenin kendisi bir kez sağlandığında, sağlama eylemi ve bu sağlama işinden kazanılmış olan alet, yeni gereksinmelere iter. Ve yeni gereksinmelerin bu üretimi, ilk tarihsel olgudur.”
Marks.
Kapitalizmin çözümsüzlüğü ve ‘Sosyalist Emekçi’ Çözüm
Kapitalizm, ‘Tarihi Toplumsallaşma Sürecinin’ doğal bir ürünüdür. Lenin, bu gerçeği şöyle ifade eder: “Yeni (Kapitalist) toplumun, eski (feodal) toplumdan başlayan doğuşu; eski (feodal) toplumdan, yeni (Kapitalist) topluma geçiş biçimi; doğal bir tarih sürecidir”.(parantezler bana aittir).
Batı Avrupa’da,feodalizmin kapitalizmeçözünen aşaması ilebir ve aynı olan kapitalizmin devrimci inşa aşaması,14. yüzyıl ile 18. yüzyılın son çeyreği arasında, yaşanmasaydı, sosyalizmden söz edilemezdi. Çünkü bu zaman aralığında: Batı Avrupa dışında, dünyanın geri kalan yöreleri, toplumsal gelişme seyri bakımından, Asyacı Feodalizm ile onun daha değişik biçimleri ve ondan daha geri toplumsal düzeyleri yaşıyordu. O zamanlarda, dünya uygarlığının ana kaynağını ve gövdesini teşkil eden bu yöreler olduğu düşünüldüğünde, bu gövde üzerinde yükselen dalların, ileri uç noktası olan Batı Avrupa’da, kapitalizm filizlenip çiçeklendi. Çiçeklenmenin hemen sonrasında, burjuvazi, dünyaya dağılmış etkisiz ve dağınık üretim araçlarını, hızla bir araya toplayıp üretime sokarak, meyveye durdu. Bu arda burjuvazi, üretim araçlarını, özellikle alet ve makineleri üretime sokmakla kalmadı. Onları bilim ve teknoloji ile buluşturup, üretimin muazzam kaldıraçları haline getirilmesine önayak oldu.
Ancak sanayi devrimi makinesinin edindiği eşitçi toplumsal öz, tüm bu devrimci kapitalist gelişmeleri aşıp, tersine çevirerek,kapitalizmi gerilerde bıraktı. Onu, çözünüp eşitçikomünalsosyalist topluma, geçiş yapmak zorunda bıraktı. Doğası gereğikapitalizm, eşitsiz toplumların sonuncusu olarak,kesintisiz devrimci çözünmenin etkisi altında,zorunlu aşılması gereken bir topluma dönüştü. Marksizm’in ve Reel Sosyalizmin, tarihi ideolojik ve pratik başarısızlığı olmasaydı, kapitalizmin, bu tarihten sonrayaşama şansı olmayacaktı. Çünkü otomatik sanayi devrimi makinesinin gelişmesinden sonra kapitalizm, külliyen gerici, çözümsüztarihi koşullara maruz kaldı. Ancak bu olumsuz koşullar altında, rakipsiz olduğu için yoluna devam etme imkânı buldu.Dolayısıyla, eğer günümüzde, büyük insanlık, hızla ve vaktinde,‘Sosyalist Emekçi’ paradigma temelinde, geleceğine el koymazsa, kapitalist emperyalizm ile yürüyeceği büyük felaketler zinciri sonunda, yok olup gidecektir.
Sanayi Devrimindensonra burjuvazi, her çözümsüz güç gibi, toplumsal olarak ileriye değil, gerisin geriye, feodal gericiliğin ipine sarılarak, eşitçi ulus sorununu çarpıtıp, çağdaş yaşamda karşılığı olmayan, hayali burjuva ulusçuluktan, hayali burjuva ulus devşirerek, gerici bir rol oynadı. Hayaliburjuva ulusçuluk çarpıtmasıyla, geçmişinetnik formlarına ve toplumsal kategorilerine, ulus gömleği giydirerek, ‘işte! Ulusçuluk ve ulusun temel dayanakları’ diye çağdaş toplumsal gelişmeyi ters yüz etti.Gelişmeyi ters yüz etmekle kalmadı, bu çözümsüzlüğünü ve gerici tutumunu, dünyanın geri kalan bölgelerinede taşırdı.
Kapitalizm, manüfaktür ile Sanayi devriminden günümüze kadar, kapitalist süreç boyunca, meta ve sermaye ihracı yanı sıra, günümüzde bizzat yaptığı yatırımlar ile sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürge ülkelerin, ağır aksak, kendi doğal mecrasında yürüyen, yerel ve özgün toplumsal gelişme sürecini baskılayıp kontrolüne aldı. Böylece ve özellikle, 19. Yüzyılın başından itibarenburjuvazi, Batı Avrupa’da geliştirdiği hayali burjuva ulusçu (milliyetçi) fikir kalıplarını kullanarak, sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürge ülkelerin, kendi reel dinamikleri üzerinde gelişen ve gelişecek olan, yerel toplumsallaşma ve uluslaşma sürecini baskılayıp, körelterek, hayali ulus devşirme macerasının, karikatürü bir yol izledi. İzlemeye devam etmektedir:
Bu karikatürize tutum, günümüze kadar, şöyle bir yol izlemiştir:
(1) Batı Avrupa’nın hayali burjuva ulusçu (milliyetçi) fikir şablonları (toprak, dil, kültür, tarihi değerlere yamanan rivayet, efsane ve menkıbeler), sömürge ve yarı sömürge ülke aydınları tarafından, bizzat kendi ülkelerine taşınıp; halklarına, “ulusal” kuruluş ve kurtuluşlarını sağlama adına pazarlandı.
(2) Bu taşıma fikir şablonları üzerinden, yerel, etnik temelli halkların toprak, dil, kültür, tarihi değerleri; yine onların tarihi rivayetleri, efsaneleri ve menkıbeleri ile harmanlanıp desteklenerek, aydınlar arasında, “ithal aşılı”, hayali burjuva ulusçu (milliyetçi) fikirler olarak yayılmaya başladı.
(3) Kapitalistlerin meta ve sermaye ihracına, bizzat yaptıkları yatırımlarına koşut olarak, yerelde gelişen “ithal aşılı” kapitalizm temelinde, hayali burjuva ulusçu (milliyetçi) fikirler eşliğinde, burjuva ulusların oluşum süreci, feodal güçleri de yedeğine alarak gelişmeye başladı.
(4) Sömürge ve yarı sömürge ülke insanlarına yedirilen hayali burjuva ulusçu (milliyetçi) ve ulusal fikirler ile geliştirilen burjuva ulusal kurtuluş hareketleri, bu ülkelerin bağımsızlık ve kurtuluşuna, yol açacakları yerde; tam tersine, onları bir başka biçimde, yeni sömürgeci emperyalist bağımlılık ilişkileri ağına düşürdü.
(5) Böylece, “Ulusların Kaderlerini Tayin Hakkı” adı altında ortaya çıkan, yoz burjuva ulus devletler, bağımsızmış gibi görünmelerine rağmen, gerçekte ekonomik ve siyasi olarak, bir başka biçimde, bağımlılık ilişkileri ile YENİ SÖMÜRGELERE dönüştüler.
(6) Bu çarpık, yoz ve köksüz, taklitçi, “ithal aşılı” kapitalist gelişme temelinde, bu ülkelerdeki ‘Asyatik Feodalitenin’ barındırdığı, ilkel sahiplik, ata, reis, şef ve devlete ait mülk sistemleri ile yerelde var olan kısmi özel mülkiyet biçimleri, Batı Avrupalı kapitalist emperyalist burjuva özel mülkiyet biçimi lehine, tedrici çözünmeye başladı. Bu yoz çözünme hala devam etmektedir.
(7) Böylece makine, emek gücü ve meta üretimi temelinde gelişen özgürlük, eşitlik, adalet ve kardeşlik gibi duygu ve bilinç şekilleri tarafından, feodal ve kapitalist toplumların yapısındaki etnik mensubiyet kategorilerinin, yeniden karılması ile oluşması ve gelişmesi gereken sosyalizmin ve sosyalist uluslarının kuruluşu, “sosyalistlerin” de yetmezliği ile bir başka “bahara” kaldı.
Sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürge ülkeler, gelişmiş kapitalist ülkelerden daha düşük yoğunlukta, hayali burjuva uluslaşmasının karikatürü biçiminde bir gelişme yolu izleyerek, kapitalist emperyalizmin işbirlikçisi, bağımlısı olarak, yaşamlarına devam ettiler, etmektedirler. Bu nedenledir ki, günümüzün yeni sömürge ülkelerindeki taklitçi ve “ithal aşılı” kapitalist gelişme, hatırı sayılır belli bir düzeye vardığı halde; toplumsal yapı, ekonomik, siyasi, toplumsal ve hukuki tarzda, diş tutmuyor. Aslı (Batı Avrupa) gibi “tutarlı” bir burjuva demokratik karakter yaratamıyor. Merkezi kapitalist ülkeler tarzında toplumsal “istikrara” çare olmuyor. Olamıyor! Çünkü bu ülkelerin esas burjuvaları, yabancı tekelci kapitalist emperyalistlerdir. Yerli burjuvalar ve siyasal iktidar çevreleri, cepheye sürülüp, gerektiğinde geriye çekilen, vekâleten işleri yürüten, işbirlikçi, stratejik ortak veya kâhyalardır. İşçi emekçi kitleler ise, fiziki mülkiyetten yoksun oldukları için, burjuva hukuk ve demokrasisini yaşamıyor, figüranları durumunda,sadece kapitalizmi onaylayıp meşrulaştırmaklavakit geçiriyorlar. Dolayısıyla biraz olsun yaşam şartlarının geliştirilmesi ve yükseltilmesi mücadelesinde, siyasetten direngen ve ısrarcı değil, vaziyeti “idare ede” ekonomik uzlaşıcı tepkiler vermektedirler. Ülke yönetimi hakkında son sözü, efendi emperyalistler söylediğinden, burjuva demokrasisi, hukuk, siyaset ve ekonomik gelişme, aslına kıyasla şaşırtıcı. Kör, şaşı ve topaldır. Adı var kendisi yoktur. Rölantide debelenip durarak, ancak bir arpa boyu yol alabilmektedir. Dolayısıyla mülkiyet ilişkileri üzerinden toplum, kapitalist emperyalistler tarafından, istendiğinde, istenildiği gibi dizayn edilmektedir. Toplumsal sistemde, her şey aslına -kapitalist emperyalist ülkelere- oranla, farklı düzeylerde, oldukça düşük yoğunlukta cereyan etmektedir.
Bu gelişmeler temelinde, dünya çapında, hayali burjuva ulusuna karşın; makine temelli eşitçi ve özgün sosyalist ulusun kuruluşu, ‘Sosyalist Emekçi’ sınıf ile eşitlenmiştir.‘Sosyalist Emekçi’ aynı zamanda, ulusal sorunun da çözümünün temel anahtarı olmuştur. Dolayısıyla, dünyanın gelişmiş kapitalist ülkelerinin, ulusal sorunu olduğu gibi, dünyanın geri kalmış veya geri bıraktırılmış tüm ülkelerinin de ulusal sorunu, tıpkı sosyalizm gibi hala çözüm beklemektedir.
Ulusal sorunu çözmek için ilkeli olmak,ilkede ısrarcı ve tutarlı olmak,ilkeye dayanmak şarttır. O da, özü itibariyle şudur:
Her şart ve halükarda,‘Sosyalist Emekçi’ paradigma temelinde, antikapitalist olmaktır. Antikapitalist olma temelinde, antiemperyalist, anti sömürgeci olmak, tutarlı ve anlamlıdır! Hayati ve Zorunludur! Bu zorunluluğu gerçeklemenin tek yolu: Anavatanın verili ekonomik değerlerini, reel ve meşru ülke koşullarında baz alarak, ‘Sosyalist Emekçi’ paradigma temelinde, paylaşmak; paylaşımın istikrarı ve tahkimi için siyasal düzeyde örgütlenip, kapitalizmi sosyalizme dönüştürmektir. Böyle bir tutum almadan, gerçek anlamda antikapitalist, antiemperyalist ve anti sömürgeci olmak mümkün olmadığı gibi, ulusal sorunu da çözmek mümkün değildir.
Ulusal sorunun çözüm tarzı:
‘Sosyalist Emekçi’ önderlik, ekonomik, ulusal,toplumsal ve siyasal değişim ve dönüşümün öznesidir. Sosyalist özel mülkiyetli işletmelerde, üretim süreçleri oluşur oluşmaz, makine ile ‘Sosyalist Emekçinin’ birlikte ürettiği, sosyalist meta üzerinden gelişen; sosyalist ulusal pazar ve sosyalist ulusun kuruluşu, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi pratiğinde koşullanıp biçimlenecektir. Bu temelde, mevcut feodal ve kapitalist toplumsal üretim biçimlerinin, dünyanın hemen her ülkesinde, verili anavatan toprakları temelinde, cari emek gücüne teşmil, eşit paylı kolektif komünal sosyalist özel mülkiyet biçimine dönüştürülmesi, ulusal sorunun da radikal tarzda çözülmeye başlaması demek olacaktır. Bu dönüşüm, verili, reel toplumsal meşruiyet üzerinden, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi temelinde, feodal ve kapitalist özel mülkiyetin, sosyalist özel mülkiyetli işletmelere dönüştürülmesi ile başarılacaktır.
Kapitalizmin bağrında gelişen ‘Sosyalist Emekçi’ önderlik tarafından, süreç boyunca ulusal sorunun çözüm biçimleri:
(1) Ülke, tek burjuva uluslu ve tek burjuva ulus devlet biçiminde ise çözüm: Makine, meta, özgür emekçi tarafından sağlanan sosyalist paylaşım ve Pazar temelinde, yeniden karılan mevcut toplumsal yapı, değişip dönüşerek, tek bir sosyalist ulusal birim ve siyasal iktidar oluşturacak biçimde yol alacaktır. Bu yolda, ülke gerçeğinin verili, reel toplumsal meşruiyeti baz alınarak, ekonomik, toplumsal ve siyasal değişim ve dönüşüm, anavatan toprağı temelinde, toplumsal emek gücüne dağılmış, eşit paylı, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyet ve üretim biçimine uygun; günlük devrimci, demokratik sınıf mücadelesi ile sağlanacaktır.
(2) Ülke, birden fazla burjuva uluslu, ama tek burjuva ulus devlet biçiminde ise çözüm: Makine, meta, özgür emekçi tarafından sağlanan sosyalist ekonomik paylaşım ve pazar temelinde, karılan mevcut toplumsal yapı, değişip dönüşerek, çok uluslu, sosyalist ulusal birimler ile tek sosyalist siyasal iktidar oluşturacak biçimde yol alacaktır. Böylece her ulusal birime ait ‘Sosyalist Emekçi’, kendi anavatan toprağı temelinde, mevcut toplumsal sistemin, verili, reel meşruiyetini baz alarak, onu eşit paylı, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyet ve üretim biçimine, günlük, devrimci demokratik sınıf mücadelesi pratiğindedönüştürecektir. Bir ve aynı zamanda, her sosyalist ulusal birim, ülke çapında siyasal örgütlenmenin bir bileşeni olarak, birleşik sosyalist siyasal örgütlenme temelinde, siyasi mücadele ile sosyalist siyasal iktidara yürüyecektir. Herhangi bir ulusal birime ait anavatan toprağında, azınlık olarak var olan farklı ulusal ve kültürel sosyalist birimler, dil, din ve kültürel varlığını özgürce yaşama hakkına sahip olmak şartıyla, ekonomik işyeri örgütlenmelerinde, azınlıklar çoğunluğun reel meşruiyetine tabi olacaktır.
Çok uluslu sosyalist bir ülkede, siyasal iktidar başarıldıktan sonra, farklı ulusal birimlerin davranış biçimleri:
(1) ‘Sosyalist Emekçi’ mülkiyet sistemi temelinde örgütlü, her ulusal birim, ekonominin yanı sıra, siyasal planda da, ayrılıp bağımsız örgütlenme hakkının tartışmasız sahibidir. Bu hak devredilemez, başkası tarafından kullanılamaz. Bu hakkın kullanılması, tamamen söz konusu ulusun kendisine aittir.
(2) Farklı ulusal birimler isterlerse, gönüllü birlik içinde, eşit ve özgür biçimde, ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel haklarının, kollanıp korunması koşuluyla, her türlü sosyalist demokratik siyasal üst örgütlenmenin, olanaklar dâhilinde olduğuna karar verebilir, o temelde örgütlenebilirler. Bu hakkın kullanılması, tamamen söz konusu ulusların gönüllü rızası temelinde olmalıdır.
Zamanında ‘Sosyalist Emekçi’ paradigmanın başarılamaması sonucu, sosyalizm ve sosyalist ulusların kuruluşu gerçekleşememiştir. Buna karşın, kapitalizm varlığını sürdürmüştür.1980’lerden itibaren de, kapitalist emperyalist dünya oligarşisi olarak, “küreselleşme” adı altında, resmen ve fiilen burjuva enternasyonalini ilan etmiştir. Bu tutumuyla tekelci burjuvazi, sosyalist uluslaşmanın gelişmesine ideolojik ve pratik engel örmek için, sözde burjuva ulusların inkârı ve gereksizliği üzerinden, ulusların ve ulus devletlerin miadını doldurduğunu dillendirmeye başlamış. Sınıfsal çıkarını, kendi anavatanı dışındaki ülkelerde, emperyalist ekonomik ve siyasi çıkarına eşitleyen, yoğun bir ideolojik propaganda geliştirmiştir. Kapitalist Emperyalist Oligarşiler için, anavatanı dışında, “vatan”; ekonomik ve siyasi çıkarının sağlandığı, dünyanın hemen her yeri oluyordu. Bu temelde, kapitalist emperyalist oligarşiler, merkezi anavatanını söz konusu etmeden; vatan, burjuva ulus ve burjuva ulusal devletlerin inkârı üzerinden, yanılsamalı, yoğun bir demagojik propaganda ve ajitasyon geliştirdiler. Böylece “ruhani”, “ruhani” olduğu kadar da tanrının dünyadaki iz düşümü olarak kabul edilen “kutsal devlet”, ulus ötesi emperyalist şirketlerin yönetim kurulunun oyuncağı haline getirildi. Bu ajitasyon ve propaganda temelinde, tekelci burjuvazi, dünya devletlerinin siyasi ve idari üstyapı olanakları yanı sıra, meta, sermaye ihracı ve yatırımlarının mülkiyet sahipliği üzerinden, ÜGGY’sı ile Alet ve Makineye Uyum Yasası (AMUY) gücünü kullanarak, kapitalizmin tedrici ve tutucu biçimde gelişmesini, kontrolü altına alıp, varlığını, günümüze kadar sürdürebildi. Derken 21. Yüzyılda, en yoz, en gerici ve çürümüş, küresel çapta finanssal kumar oynatan, küresel çapta büyük felaketlere kulaç atan borsacı, faşizan kapitalist emperyalist oligarşisine kadar gelindi.
Genelde dünya burjuvazisinin, özelde de kapitalist emperyalist oligarşinin, bu sömürücü ve sömürgeci yürüyüşüne karşın, Ütopik Sosyalistlerin, Marksizm’in, Tarihsel Marksizm’in ve Reel Sosyalizmin teorik ve pratik düzeydeki ütopyaları; ‘Sanayi Devrimi Makinesinin’ paylaşımcı, eşitlikçi, özgürlükçü ve komünal toplum yaratma ve dayatma gücünü göremedi. Bu temelde, ‘Sosyalist Devrimin’ öznesi, önder gücü ve yeni devrimci sınıfın nüvesi olan, ‘Sosyalist Emekçiyi’, görüp tanımlayamadı. Bu anlayış temelinde, kapitalist sistemi aşan, devrimci bir program ortaya koyamadı. ‘Sosyalist Emekçi’ paradigma üzerinden, devrimci bir sınıf mücadelesi geliştirip, kapitalist emperyalizm yerine, dünyanın sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürgeleri üzerine, devrimci bir hareketin fikriyatı olarak EVİRİLİP gelişerek, dünya sosyalizmine önayak olamadı. Sanayi Devrimi ile başlayan ilerici ve devrimci görevini yerine getiremedi, rolünü oynayamadı. Esas olan görevi yerine, yanlış bir kulvara saparak, işçi sınıfı merkezli, kamusal devlet mülk sistemi üzerine temellendirilen ve adına “sosyalizm” denilen, Reel Sosyalist ülkeler kotarıldı. Bu Reel Sosyalist ülkeler, insanlığa büyük bir acı ve külfete mal oldu. Sovyetler Birliğinde, 70 kusur yıllık inşa pratiği yaşadıktan sonra, 1990’da kaçınılmaz çöküşü ile Reel Sosyalizmler, aslına rücu edip, kapitalizme “geri” döndü. Ve bir dönem esas olarak kapandı.
Günümüzde, dikkatle ve kılı kırk yararak, kapitalist emperyalizmi, ticari faaliyet, bireysel karşıtlık, burjuvazi ile işçi sınıf arasındaki sistem içi uzlaşan sınıf mücadelesi veya “Reel Sosyalizmde” olduğu gibi, kamusal veya kamusal devlet mülkü biçiminde değil. Bağımsız, özgür bireyin varlık koşullarından doğan, uzlaşmaz, yeni ve devrimci bir sınıf karşıtlığı anlamında, ‘Sosyalist Emekçiyi’ koşullayıp belirleyen, devrimci mülkiyet ve üretim ilişkileri temelinde, ele alıp değerlendirmek, çözüm geliştirmek gerekir.
‘Tarihi toplumsallaşma sürecinin’ bu aşamasında, kapitalist emperyalizme karşı, her ülke halkı, kendi anavatan toprağı temelinde, ‘sosyalist emekçi’ olarak örgütlenip, çiçeğe durmaz, günlük yaşam pratiğinde, eyleme geçmezse, Sosyalist Sistemin KURULUŞU için gerekli devrimci hareket ASLA var olmayacaktır.
18’ciyüzyılın son çeyreğinden itibaren, SANAYİ DEVRİMİ ile üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makinelerin gelişme düzeyi, ‘Tarihsel Toplumsal Mülkiyetin’, toplumsal özünü temsil eden eşit paylı, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyet biçimi ile burjuva özel mülkiyet biçimi arasındaki uzlaşmaz temel çatışmayı, çözüme bağlamak üzere, büyük insanlığın gündemine sokmuş bulunmaktadır. Dolayısıyla her ülke temelinde, geliştireceğimiz, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi pratiğinde, ‘Sosyalist Emekçiyi’ yaratmak, sosyalist toplumsal örgütlülüğü oluşturmak, geliştirmek ZORUNDAYIZ. Bu zorunluluk altında, kapitalist toplumsal sistem, tarihin gayri meşru evladı olarak yoluna devam etmektedir. Ama reel olarak aynı kapitalizm, devrimci demokratik sosyalist sınıf mücadelesi pratiğinde, günlük olarak ele alınıp işlenecek, dönüştürülecek, meşru BİR VERİ olarak, durumunu hala korumakta, devam ettirmektedir.
Yaşasın Sosyalist Emekçi!
Yaşasın Sosyalizm!
(son)
30 Mart 2016