Salı , 19 Mart 2024

Kuruluş Bildirgesi

TEMEL BELGELER
“En sonunda, insanın ayrılmaz parçası olan her şeyin alış veriş ve pazarlık konusu olduğu zaman gelip çattı.
Bu, o zamana kadar el değiştiren fakat ticaret konusu olmayan, erdem, duygu, kanaat, bilgi ve bilinç gibi şeylerin de ticaret konusu olduğu bir zamandır. Tek kelimeyle her şey ticaret konusu oldu. Bu genel kokuşma ve evrensel ölçekli alış – veriş dönemidir. Eğer ekonomik terimlerle ifade etmek gerekirse, bu, maddi olsun manevi olsun, her şeyin gerçek değerinin saptanması için pazara getirildiği bir zamandır.”
Karl Marx
Felsefenin Sefaleti

Burjuva uygarlığı insanı üreten ve tüketen bir makinaya dönüştürüyor. Öyle ki, insanlar ne kadar çok tüketirlerse o kadar “mutlu” olacaklarını, “refahlarının” artacağını, “insanlaşacaklarını” sanıyorlar… Geçerli üretim tarzı sadece %20’yi daha çok tüketir hale getirebiliyor ama geriye kalan %80 de %20’yi taklit edebileceği, bunun mümkün ve gerekli olduğu kuruntusuyla “yaşıyor…” Elbette olumsuzluk sadece %20’nin %80 aleyhine “zenginleşmesi,” tüketebilir duruma gelmesi değil. Bu kadarı bile ekolojik dengelerin bozulması ve geri dönüşü olmayan çevre tahribatı pahasına gerçekleşiyor. Velhâsıl kapitalist sistem her seferinde daha çok gereksiz şey üretiyor ve bunu da gerekli olanın üretilmesini engelleyerek yapıyor. Daha da önemlisi her ileri aşamada ekolojik riskleri büyütüyor ve insanlığı geri dönüşü olmayan bir eşiğe doğru sürüklüyor.

Birincisi, bu sürdürülebilir bir durum değildir; ikincisi, geç kalındığı, vakitlice hareket edilmediği takdirde, insanlığın kendi kendini yok etmesi çok uzak bir ihtimal değildir.
Böylesi bir dünya’da ve insanlık böylesi bir kavşağa gelmişken “bilim” denilen nerede duruyor? Üniversite denilen veya kapısında öyle yazılan kurumlar da dahil, tüm eğitim kurumları söz konusu süreci sadece “normal,” “arzulanır” olarak değil, aynı zamanda “seçeneksiz” olarak da sunuyor. Bu yüzden dağa taşa “başka seçenek yok” sloganını yazıyorlar… Velhasıl kendinden menkul “bilim” şimdilik kepazeliği yüceltmekle meşgul…

İnsana, topluma, onun sorunlarına bu ölçüde yabancılaşmış bir “zihinsel faaliyet” hâlâ bilim tanımını hak ediyor mu? Kendi etiğine ve misyonuna bu ölçüde yabancılaşmış bir bilim, mümkünmüdür, bir entellektüel faaliyet olabilir mi? Şeylerin, olguların, süreçlerin gerçek nedenini sorgulamayan bir bilim ne demektir? Olup – bitenlerin neden ve nasılını sorgulamaktan aciz bir bilim olabilir mi? ideali, etiği ve ütopyası olmayan bir insan, insanlık ve toplum düzeni olabilir mi? Yegane ereği tüketmek olan ve öyle “proglamlanmış” insanlardan oluşan bir insanlık toplumu, mümkün ve sürdürülebilir midir?
Bilim, eğer şeylerin neden ve nasılını bilince çıkarıyorsa gerçek anlamda bilim tanımını hak eder. Dolayısıyla, mal satmanın, kâr etmenin, bu amaçla insanları alıklaştırmanın, ahmaklaştırmanın hizmetinde bir bilim olabilir mi? Yegane ereği yaşamı anlamlı kılmak, güzelleştirmek olan sanat bu ölçüde paralılaşır, metalaşır, şeyleşir, yozlaşırsa, geriye sanat tanımına uygun birşeyler kalır mı?
İşte Özgür Üniversite bu kör gidişten, anlam kaybından rahatsız olanların bir araya gelip birşeyler yapmaya çabaladıkları bir “yerdir…” Dersler, seminerler, konferanslar ve yayınlar, olup-bitenleri bilince çıkarmayı ve bir karşıduruşu mayalandırmayı amaçlıyor. Bilimsel ve estetik faaliyetin yozlaşmasına ve yozlaşmanın ortaya çıkardığı olumsuzluğa ısrarla dikkat çekmek istiyor. Bu alanda çaba harcıyor.
Bu çabaya samimiyetle katılmak, olup-bitenlerin kimin için ne anlama geldiğinin anlaşılmasına katkıda bulunmak istiyorsanız, mevcut süreçlerin ve eğilimlerin tersine çevrilmesinin mümkün ve gerekli olduğunu düşünüyorsanız, gerçekten etik kaygılar taşıyorsanız, sizi derslere, araştırma-seminer ve tez çalışmalarına, konferanslarımıza, yayınlarımızı okumaya ve okunmasını sağlamaya davet ediyoruz.
Eğer, “eskisi gibi” yaşamaktan rahatsız değilseniz, “böyle gitmesinde” bir sakınca görmüyor, rahatsızlık duymuyorsanız; Barlar-cafeler sizi bekliyor. İnsan için olan araçları “amaç” edinmişseniz, yada daha ilerisi bu araçların nesnesi haline dönüşmüşseniz internette chat yapıp giydiğiniz elbise ve ayakkabının markasını yarıştırıp, cep telefonunuzun performansıyla öğünebilirsiniz, mankenlerin maceraları, insanı alıklaştıran televizyon dizileri ve paralı yarışma programlarının yararları, vb. üzerine derin tartışmalar yapabilirsiniz. Dolayısıyla Özgür Üniversite’de size yer yoktur. Bu ikisi arasında orta yerde duranlar da aslında dışarda duranlardır; Zira, bir orta yol mümkün değildir…
Özgür Üniversite gönüllü bir kurumdur. Devlet ve sermaye karşısında tam bağımsızdır. Öğretim üyeleri bilgi ticaretine dahil değillerdir. Dersleri para karşılığında vermezler. Zaten Özgür Üniversite “parayla bilim ve sanat olmaz” parolasıyla yoluna devam etmek istiyor.

Özgür Üniversite’de çalışanlar gönüllü olmakla birlikte, bir meta toplumunda yaşamaktan kaynaklanan sorunlardan muaf değil… Bina kirası, telefon-fax, elektirik, ısınma, vb gibi faturaları ödemek zorunda… Bu yüzden öğrencilerin bu harcamalara ortak olması gerekiyor. Aksi halde öğretim üyelerinin bu giderleri de karşılaması gerekecek… Böyle birşey de imkânsız değilse de haksızdır. Onun için her ders yılı dönem başında öğrencilerden alınan “sembolik” katkı payını aksatmadan ödemeniz hem etik bir gereklilik, hem de Özgür Üniversite faaliyetlerinin sürdürülebilmesi için bir zorunluluktur.
Elinizdeki “kitapcığı” dikkatle okuyunuz. Eğer bu çatı altında yapılan ve yapılmak istenen şeylerin gerekliliğine inanıyor ve gerçekten birşeyler yapmak istiyorsanız, durumunuza uygun dersleri seçebilir, duruma göre araştırma gruplarından birine de katılabilirsiniz. Bu arada Özgür Üniversite’nin pratik sorunlarıyla da ilgilenmeniz arzulanır birşeydir.

TÜRKİYE ve ORTADOĞU FORUMU VAKFI
ÖZGÜR ÜNİVERSİTE KURULUŞ BİLDİRGESİI.

İnsanlık üçüncü bin yıla giriyor ve içine girilen yeni bin yılın insanlığa refah, barış, demokrasi getireceği, insanlığın nihayet kurtuluş yoluna girdiği ve geçmiş dönemin engellerinin ve “kötü” kalıntılarının artık aşıldığı görüşü, başta medya olmak üzere her türlü araçla Dünyanın dört bir yanına yayılıyor. Küreselleşme, piyasa ekonomisi, liberal demokrasi, enformasyon toplumu, bilgi çağı, insan hakları retoriği vb. aslında sermayenin küresel saldırısını gizleme, olmazsa, “meşrulaştırıp” kabullendirme amacı taşıyor. Söz konusu olan, Avrupa-merkezli ideolojik saldırıdır.
Bu amaçla kafaları bulandırmaya yönelik kavramlar piyasaya sürülüyor. (Post-modern, post-endüstriyel, post-fordist, post-keynezyen, post-hegamonik, post-westfalya, post-sovyetik, post-uluslararası vb.) Küreselleşme çağının tüm bu ideolojik saldırılarının bir tek amacı var: İnsanı tarihin öznesi olmaktan çıkarmak. Bu saldırı, insan iradesinin hiçbir güce ve değere sahip olmadığı, insanların tarihin öznesi değil, edilgen, pasif bir “yığın” olduğu, tarih yapmak gibi bir yeteneğinin de mevcut olmadığı ve son tahlilde insanın iradi müdahalesinin hiçbir kıymet-î harbiyesinin bulunmadığı görüşünü yayma amacı taşıyor. Saldırının içerdiği mesaj da şudur: İnsan dönüştüremez, değiştiremez�O halde olup-biteni kabullenmekten, piyasanın kurallarına boyun eğmekten, uyum sağlamaktan başka bir seçeneği yoktur.

Oysa asgari muhakeme yeteneğine sahip herkes, bu Dünyada hiçbir şeyin insan iradesi dışında ve ondan bağımsız olarak ortaya çıkmadığını gayet iyi bilir. Eğer bugün insanlığın ezici çoğunluğunu dışlayıp aşağılayan bir “tablo” ortaya çıkmışsa bu, mutlaka birilerinin “bilinçi eyleminin” sonucudur. Bugün bir kaostan söz ediliyorsa; bu bir tesadüf sonucu ortaya çıkmamıştır. Onun da mutlaka bir yaratıcısı vardır ve tamı tamına “örgütlü bir kaostur.” Küresel ideolojik saldırının iddia ettiğinin aksine kapitalizmin tarihinin hiçbir döneminde “kendi kendini düzenleyen bir piyasa” mevcut olmamıştır. Zaten olması da mümkün değildir. Amaç, insanın iradi müdahalesini gereksiz, anlamsız, boşuna bir çaba olduğu “bilincini genel bilinç kategorisi haline getirmektir. Bunun gerçekleşmesi, sermayenin önündeki asıl engeli bertaraf etme anlamına gelmektedir. İnsan iradesini yok sayma ve insanı aşağılama anlamına gelen bu saldırının etkinlik sağlamasının başlıca nedeni de, başta işçi sınıfı olmak üzere emekçi çoğunluğun ve “yeryüzünün lanetlilerinin” organik aydınları olması gerekenlerin müdahale yeteneğini ortaya koyamamaları, kendilerinden beklenen yüksekliğe çıkamamış olmalarıdır. İdeolojik alanın sermayenin adamlarının bir çeşit tekeline geçmesi ve gerçeğin safında yer alması gerekenlerin bulundukları mevzilerin de gerisine düşmesi, burjuva ideologlarının meydanı boş bulması “köpeksiz köyde değneksiz dolaşmalarını” kolaylaşmıştır.

II. Yaşanan ideolojik yenilginin gerisinde de, “Avrupa-merkezli” Dünya görüşü bulunuyor. Tüm Dünya’yı kıskacına alan, bilimsel-entelektüel yaratıcılığı dumura uğratan Avrupa-merkezli yabancılaşma, önümüzü görmemizi, yolumuzu bulmamızı zorlaştınyor. Bu gün “geçerli” genel ideolojik çerçevenin gerisinde Avrupa merkezli bir Dünya görüşü, tarih ve toplum anlayışı bulunuyor. Böyle bir ideolojik hegemonya’ya sahip olanlar, aynı zamanda hem Dünyanın haritasını yapanlar hem de isimlendirenlerdir. insanlar kendilerini Avrupa-merkezli ideolojiye göre tanımlıyorlar ve ona göre de tavır alıyorlar. Ve tabii başkalarının yaptığı haritada kendilerine bir yer aramaktan ve başkalarının kendilerine “uygun gördüğü” kimlikten bir türlü yakayı kurtaramıyorlar. Dolayısıyla, söz konusu ideolojik hegemonyanın oluşumu, işlevi, ortaya çıkardığı olumsuzluklarla ilgili ideolojik bir netleşmeye ihtiyaç var. Başka türlü söylenirse, mevcut ideolojik hegemonya ancak bir karşı ideolojik-hegemonyayla aşılabilir. Avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşma bizi kendimize, toplumumuza ve üzerinde yaşadığımız Dünya’ya yabancılaştırmaktadır. Kaçınılmaz olarak da kendimizi, toplumumuzu ve Dünyayı algılayışımız daha baştan çarpıtılmaktadır. Uzağa gitmeye ve uzun boylu tahlillere gerek yok: Kurduğumuz vakfın adı “Türkiye ve Ortadoğu Forumu’dur.” Bu bölge neden Ortadoğu’dur? Buna kim ve neye göre karar veriyor? “Nereye bakıldığından çok nereden hakıldığı önemlidir” denmiştir ve bu boşuna söylenmemiştir. Başka yerlerden bakıldığında bölgenin pekala “Orta-Batı,” “Orta-Güney,” yada “Orta-Kuzey” olduğu söylenecektir. Dolayısıyla, haritayı kimin yaptığına, adını kimin koyduğuna göre bölgenin görüntüsü farklı olacaktır. Benzer bir durum genel ideolojik çerçeve için de geçerlidir. Avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşmaya karşı çıkmak mutlaka gereklidir ama bir “tersinden-merkezciliğe” ve inkarcılığa düşmemek kaydıyla. Bu çerçevede zaman zaman, bu tür yabancılaşmayı besleyen “kendine özgülük” söylemine de karşı olmak gerekir. Kapitalizmin global saldırısına karşı baskıcı biçimleri de geliştirebilen “kendine özgü” millici egemenlik biçimleri asla alternatif değildir. Aksi halde böyle bir çaba, bir tür merkezcilikten diğerine düşmek, bir tür yabancılaşmayı başka bir tür yabancılaşmayla ikame etmek anlamına gelecektir. Sömürüden ve ideolojik kuşatmadan kopuş, Dünya ölçeğinde bir eylemdir.

III. Eğer uygarlık, son analizde tarih yapabilen insanlığın ortak ürünüyse, kaçınılmaz olarak anonimdir ve öyle olmak durumundadır. Dolayısıyla uygarlık burjuvaziyle yaşıt değildir. Sermayenin egemen olmasıyla uygarlık tanımı çarpıtılıp, dejenere edilmiştir. O halde insanlık tarihinin yeniden yazılmaya ihtiyacı var. Tarihin yeniden yazılması da ancak ona ihtiyacı olanların ortak çabasının ürünü olabilir. İşte biz kendi coğrafyamızda ve buradan hareketle bir girişim başlatmak ve başka yerlerdeki benzer çabalara katılmak istiyoruz. Bir Afrika atasözü: “Aslanlar kendi tarihçilerine sahip olana kadar, avcılık öyküleri her zaman avcıyı yüceltecektir” der. Bu güne kadar tarih hep avcılar tarafından yazıla geldi. Vakit geç olmadan aslanların da kendi tarihlerini yazmaları gerekiyor. Türkiye ve Ortadoğu Forumu bu alanda derin bir duyarlılığın sonucu olarak sahneye çıkıyor. İçine itildiğimiz sayısız yabancılaşmanın gerisinde, kapitalizmin ihtiyacına göre üretilmiş “ısmarlama” bir tarih, toplum, insan ve uygarlık anlayışı versiyonunun egemen kılınması yatıyor.

IV. Türkiye’de bilimsel-entelektüel alan, Avrupa merkezli ideolojinin ve onun öz-çocuğu olan resmi ideolojinin hegemonyası altındadır. Böyle bir ideolojik hegemonya ve onun ortaya çıkardığı yabancılaşma bizi kendi insanımıza, toplumumuza, coğrafyamıza yabancılaştırmıştır. Avrupa-merkezli ideolojik yabancılaşma, soldan sağa tüm düşünsel akımları az ya da çok, ama mutlaka etkilemekte ve realitenin anlaşılmasının önünde ciddi bir engel olarak durmaktadır. Öte yandan resmi ideoloji, bilimsel entelektüel faaliyetin içini boşaltıp soysuzlaştıran bir virüs işlevi görmektedir. Daha önceleri resmi ideolojinin yeniden üretim merkezleri işlevi gören okullar ve “üniversiteler” artık “küreselleşme çağında” geleneksel işlevlerine ilave olarak, bilgi ticareti yapılan birer ticari merkez’e dönüştürülmektedirler. Böyle bir sürecin geçerli olduğu koşullarda, kendilerinin ve “başkalarının” da “bilim adamı” dedikleri taife, tam bir profesyonele dönüşmekte, “bilgi” ticaretinin ücretli memurları durumuna düşürülmektedirler. Dolayısıyla, gerçek anlamda bilimin, bilimselliğin, bilim etiğinin, entelektüel dürüstlük ve bilim haysiyetinin bulunması gereken zeminin tam karşıtı bir zemine savrulmaktadırlar. Nasıl etik kaygıları dışlayan bir bilim olmazsa, entelektüel dürüstlüğe ve bilim haysiyetine sahip olmayanların da “bilim adamı” sıfatını hak etmeleri mümkün değildir.

Bilimi yüceltmemek kaydıyla (zira bu Dünyada hiçbir şey yüceltilmeyi hak etmez) bilimsel çabayı asıl bulunması gereken, kendi etiğinin ve özgür yaratıcılığının zeminine çekmek, Türkiye ve Ortadoğu Forumu’nun (Özgür Üniversite’nin) duyarlı olduğu son derecede önemli bir sorunudur. Zira, bilim, bilimsellik, bilim adamıyla ilgili çok yaygın bir kafa karışıklığı söz konusudur. Bir akademik ünvana sahip olanın, bilim insanı sayıldığı bir anlayış egemendir. Bu alanda ideolojik bir netleşmeye ihtiyaç var. “Alınan,” “verilen” ünvanlar o ünvanlara sahip olanların zorunlu olarak bilim adamı-kadını, bilimle ilgili insanlar olduklan anlamına gelmiyor. Zira burjuva toplumunda ünvan ve diplomanın asıl işlevi ideolojiktir. Diploma ve ünvan, eşitsizliğin, sömürünün, baskının ve hiyerarşinin yeniden üretilmesine hizmet etmektedir. Eğitenlerin de eğitilmeye ihtiyacı vardır.

Bugün ideolojik üretim araçları yeniden çoğalmış ve çeşitlenmiştir. Televizyon ve yazılı basın neredeyse okul sistemi kadar, belki ondan daha yaygın bir etkinliğe ulaşmış durumdadır. Bu yüzden bir karşı-hegemonya oluşturma çabası, bu araçları da dikkate almak durumundadır. Zaten karşı hegemonya oluşturmaya yönelik çabalar, ancak ideolojinin üretildiği tüm alanları kapsadığında anlamlı olabilir.

V. Bilimden, “enformasyon toplumundan,” “bilgi çağından,” teknolojik harikalardan çokça söz ediliyor da, bilim denilenin ve teknolojinin hangi amaçla kimler tarafından üretildiği, nasıl kullanıldığı, sonuçlannın kimin için ne ifade ettiğinden pek söz edilmiyor. Ortalama insanı büyüleyen bilimsel, teknolojik, “ilerlemenin” Dünyanın yoksullarını nasıl bir cendereye sokup ezdiği, yoksul çoğunluğu nasıl birer “insan artıkları” durumuna getirdiği nedense pek gündeme getirilmiyor. Onca övünülen teknolojik harikalar, “büyük insanlığı” asgari yaşam araçlarından yoksun bırakan bir sermaye sınıfının tekelinde ve hizmetinde kaldıkça, sosyal ve ekolojik yıkım derinleşiyor. insanı yok sayan sermaye uygarlığı, üretici güçlerin gelişmesinden de sadece maddi üretim araçlannın “etkinliğinin” artmasını anlıyor. Her şey hızla metalaşırken, beyinsel faaliyetin de metalaşması “şeyleşmesi” kaçınılmaz hale geliyor. Dolayısıyla, aklın ve iradenin kurtarılmaya ihtiyacı var. Her türlü insani-toplumsal kaygının dışlandığı bugünün Dünyasında “bilgi”de tekellerin ve “liberal demokrasi” cilası altındaki polis devletlerinin hizmetindedir. Üçüncü Dünyanın siyasal rejimleri tamamiyle kompradorlaşmıştır ve emperyalist sermayenin taşeronu konumuna indirgenmişlerdir.

İnsanlık ve uygarlık böyle bir döneme girmişken, eleştirel bilgi ve düşünce her zamankinden daha büyük gereksinim haline geliyor. Bilimin ve entelektüel yaratıcılığın artık emperyalist sermayenin, komprador burjuvazinin bilgi tacirlerinin ve “neoliberal aydın” bozuntularının sultasından kurtarılmaya ihtiyacı var. Tüm kamusal alanları ve eğitimi metalaştıran, özel yaşama alanlarını da atomize eden kapitalist ideolojik hegemonyaya karşı bayrak açılmadan, ne bilimsel bilgi üretilebilir ne de emekçi sınıfların ideolojik köleliği aşmasının önündeki engeller ortadan kaldırılabilir. Tüm ezilenlerin ve sömürülenlerin toplumsal kurtuluş ve özgürleşme projelerinin de yaratıcı bir tarzda yeniden üretilmeye ihtiyacı vardır.

İşte Türkiye ve Ortadoğu Forumu böyle bir tespitten yola çıkıyor ve eleştirel bilgiyi emekçi kitlelerin hizmetine sunmanın gerekli ve mümkün olduğunu ilan ediyor. Emekçilerin devletten ve sermayeden bağımsız, eğitim kurumları ve ideolojik müdahale araçları oluşturmaları gerçek bilimin ve eleştirel düşüncenin de bir gereğidir. Zira, gerçeğe ihtiyacı olanlar da bilime ihtiyacı olanlar da onlardır ve “devrimci olan da sadece gerçeğin kendisidir”. Sermayenin küresel saldırısından zarar görenler aynı zamanda bilimsel bilgiye ihtiyacı olanlardır. Ve bu coğrafyada ezilen halkların özgürleşme çabası ve onların anti-emperyalist mücadelesi, dayatılan karanlığı ve gericiliği püskürtebilecek potansiyele sahiptir. Geriye potansiyeli bilince çıkarmak, olanaklarını araştırmak kalıyor. Zaten Türkiye ve Ortadoğu Forumu ve Özgür Üniversite’nin varlık nedeni de budur.

Forum ve Özgür Üniversite, eleştirel bilimsel bilginin, (zira eleştirel değilse bilim de değildir) yönetilenler, sömürülenler ve ezilen halklar yararına yeniden üretebileceğini kanıtlama iddiasıyla ortaya çıkıyor. Ve işçilerin, işsizlerin, yoksulların, sermaye düzeni tarafından dışlanmışların, kimlikleri bastırılmış halkların, onurlu aydınların ortak çabalarıyla, kendi bilim kurumlarını, kendi “organik aydınlarını” eğitim süreçlerini, kendi dillerini, bilimsel yöntem ve araçlarını, üniversitelerini, tartışma kültürlerini, enstitülerini, yazar ve araştırmacılarını, düşünürlerini yaratabilecek potansiyele fazlasıyla sahip oldukları inancıyla yola çıkıyor.

Bu yola çıkarken, Anadolu’nun bağrında boy vermiş bilgelerin, halk filozoflarının, Spartacus’ların, bilim için ateşte yakılmayı göze alan Bruno’nun, Leonardo da Vinci’nin, Paris Komünü aydınlarının, Petersburg’un işçi okuma gruplarının, Babeurıerin, Gramsci’lerin, Politzer’lerin, Kıvılcımlı’ların, Beşikçi’lerin, başta Diyarbakır olmak üzere, tüm zindanları okula çeviren ve aynı cüretle ateşe yürüyen devrimcilerin, Latin Amerika’nın yoksul mahallelerinde halk seminerleri düzenleyen Freire’lerin, işçi eğitimcisi Rosa Luxemburg’un, 1917 sonrası Emekçi Üniversitelerinin, emperyalizme karşı mücadele eden Halk Okulları’nın, okulların birer ticarethane haline getirilmesine karşı direnen öğrencilerin, yazdıkları ve söyledikleri her sözün bedelini ödeyen aydınların, nihayet, Prometeus’un meşalesini taşıyanların yarattığı engin birikimin tüketilemeyeceğini ilan ediyor. Türkiye ve Ortadoğu Forumu’nu kurup, Özgür Üniversite’yi gerçek bir üniversiteye dönüştürmek için yola çıkarken, sorgulayan ve üreten aklın ve iradenin gücüne güvencimiz tamdır.

VI. Türkiye’de yönetici sınıfın egemenlik zihniyeti açısından, iddia edildiği gibi, Osmanlı İmparatorluğu’ndan radikal bir kopuşun yaşanmamış olması, tam tersine bu alanda en karanlık mirasın devralınmış olması ve bağnaz bir resmi ideolojinin kesin hakimiyeti, özerk kafaların ve kurumların oluşmasını engellemiştir. Bu yüzden “sivil toplum” örgütü sayılması gereken kurumlar da “sivil” değildir. Sivil toplum örgütleri ya “yarı-resmi” yapılardır ya da resmi ideoloji tarafından esir alınmış olmalarından ötürü içleri boşalmış durumdadır. Böylesi bir ortamda üniversitelerin gelişmesi daha baştan engellenmiştir. Üniversite ancak özerkse üniversite adını hak eder. Üniversite ve özerklik özdeş kavramlardır. Özerk değilse üniversite de değildir. Zira, kendi kendini yönetemeyen ve kendini savunamayan bir kurum üniversite olma iddiasında bulunamaz. Elbette bununla “özerkliği” yüceliyor değiliz. Eğer özerklik, toplumun özgürleşme çabasıyla örtüşüyorsa anlamlıdır. Bugün özerk denilen üniversiteler kâr etmenin araçları olmanın ötesine geçememektedirler ve sömürüyü meşrulaştıran kurumlar durumuna düşürülmüşlerdir. Bu bakımdan üniversite denilen kurumların adlarından başka üniversiteyle ortak bir yanları yoktur. Orta dereceli okulların devamı niteliğinde birer meslek yüksek okulu özelliğindedirler. Eğitimin amacı insan potansiyelini harekete geçirmek olmalıdır. Oysa yapılan bunun tam tersidir. Eğitimin amacı eleştirmeyen, sorgulamayan, düşünmeyen tek tip insan yetiştirme ve insan potansiyelini bastırmak olarak anlaşılmaktadır. Özgür Üniversite bu durumu teşhir ederek, bu alandaki ideolojik yanılsamanın aşılmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor. Bu amaçla genel olarak eğitimin, özel olarak da kapitalist toplumdaki eğitimin eleştirel bir değerlendirmesini yapmayı amaçlıyor. Eğitim, bilim, teknoloji vb. ile ilgili yaygın yanılsamanın, ideolojik bulanıklığın aşılması, ancak eleştirel bir yaklaşımla mümkündür…

Bir başka önemli nokta da, bilimin parçalanmışlığı ve dar “uzmanlık” alanlan haline getirilmesiyle ilgilidir. Önce doğa ve insan bilimleri birbirinden koparılmış, sonra da “sosyal bilim” denilen küçük küçük kompartımanlara bölünmüş durumdadır. Oysa, toplumsal realitenin kendisi bir bütündür ve bir bütün olarak var olabilir ve kendini yeniden üretebilir. Elbette herkesin her konuda aynı yetişkinlik düzeyine çıkması mümkün değildir ama, burada bilinçli bir saptırma söz konusudur. Herkesin dar bir alanın uzmanı haline gelmesi, sonuçta bütünün gözden kaçırılması sonucunu doğurmaktadır. Ortalık ağacı gören, ama ormanı göremeyen “uzmanlarla” dolup taşmaktadır ve “uzmanlık” hiçbir şeyden anlamamanın mazereti haline getirilmektedir. Özgür Üniversite eğitim programlarını oluştururken, bu olumsuzluğu da aşmayı amaçlamaktadır.

VII. Özgür Üniversite insanlığın bilimsel entelektüel mirasını savunmak ve korumakla yetinmeyip, onun zenginleştirilmesi gerektiği bilinci ile hareket edecektir. Dünyanın başka yerlerindeki benzer çabalara katılarak, katkıda bulunarak, sömürünün, baskının, her türlü toplumsal eşitsizliklerin ve ayrımcılığın olmadığı bir uygarlık yaratmanın mümkün ve gerekli olduğu bilincini ve iradesini oluşturmayı, yaygınlaştırmayı ve bilime gerçekten ihtiyacı olanların bir araya gelip oıtak düşünüp ortak ürettiği bilimsel-entelektüel bir odak olmayı amaçlamaktadır. Ve Özgür Üniversite bu çarpıklığı aşan eğitim programları oluşturmayı amaçlamaktadır. Bu bağlamda düzenin savunucularının gözettiği çıkarları reddederek, milliyetçiliğin, şirketleşmiş düşünce müsvettelerinin, sınıfsal, ırksal ve cinsel imtiyazların sorgulandığı bir platform yaratmayı hedeflemektedir.

Pedagojik sistemden başlayarak mevcut eğitimin ve bilgi üretme yöntem ve araçlarının radikal bir eleştirisi, yeni ve özgürleştirici bilgi üretmenin biricik yoludur. Özgür Üniversite’ye girişte bilinen anlamda sınav olmadığı gibi eğitim sürecinin hiçbir aşamasında da sınava yer yoktur. Zira, Özgür Üniversite’nin eğitim anlayışı sınavı dışlayan bir anlayıştır. Öğretenin de, öğrenenin de gönüllülüğü esasına dayanan bir eğitim sürecinde, sınavın varlık nedeni ortadan kalkar. Biz yaptığımız eğitimden kuşku duymadığımız için, yaptığımızdan emin olduğumuz için sınavı gerekli görmüyoruz. Kaldı ki, mevcut eğitim kurumlarında sınav, “bilgi ölçme” yöntemi olmaktan çok, doğrudan bir “disiplin” ve baskı aracı olarak kullanılıyor. Aynı şekilde Özgür Üniversite’de diploma da verilmiyor. İki nedenle böyle bir yaklaşım benimseniyor: birincisi burjuva toplumunda genellikle insanlara bir şeyler bildikleri için diploma verilmiyor. Tam tersine diplomaları olduğu için bir şeyler bildikleri var sayılıyor. Dolayısıyla, ilişki terstir. Daha da önemlisi “diploma” bir baskı ve egemenlik aracı olarak kullanılıyor. Diploma hiyerarşinin yeniden üretilmesine hizmet ediyor. Zaten Özgür Üniversite’ye gelenler, kendilerine “hayatımı nasıl kazanabilirim” sorusundan önce, “hayatımın anlamı ne olacak?” sorusunu soranlardır…

Öte yandan Özgür Üniversite hiçbir ideoloji karşısında komplekse kapılmaz. Her şeyin sınırsız bir biçimde tartışılmasından yanadır. “yasak düşünce” kavramını reddeder. Zaten düşünceyi yasaklarla engellemek mümkün de değildir.

VlII. Buraya kadar yapılan tespitler ile Türkiye ve Ortadoğu Forumu Vakıf senedinde ifade edilen amaçlar doğrultusunda:
a) Eğitimi çeşitlendirerek sürdürmek,
b) Ülke, bölge ve Dünyayı ilgilendiren sorunlarla ilgili araştırmalar yapmak,
c) Yapılan araştırmaların sonuçlarını yayınlamak da dahil olmak üzere, periyodik yayınlar, kitap, kitapçık ve broşürler çıkarmak,
d) Özellikle bölgeyi ilgilendiren sorunlarla ilgili kongre, konferans, seminer, sempozyum ve çalışma grupları oluşturmak,
e) Vakfın ve Özgür Üniversite’nin amaçları ile örtüşen Dünyanın her yerindeki kurum, kuruluş ve kişilerle yakın temasa geçerek çalışmaları zenginleştirmek,
f) Medya saldırısına bir karşı-izleme ve karşı-bilinç odağı oluşturmak,
g) Ülkeden ve bölgeden gelecek konferans taleplerini karşılayacak bir işleyiş sağlamak,
h) İşçi sınıfının gereksinim duyduğu eğitilmiş kadro ihtiyacının karşılanmasına katkıda bulunmak vb. Vakfın ve Özgür Üniversite’nin önüne koyduğu başlıca etkinlik alanlarıdır.

IX. Vakfın ve Özgür Üniversite’nin bilimsel üretimle ilgili temel yaklaşımı “parayla bilim olmaz” şeklinde özetlenebilir. Gerçek anlamda bilimsel üretim ancak gönüllülük ve kişisel motivasyonla mümkündür. Bu bakımdan bütün öteki yaratıcılık alanlarında olduğu gibi, bilim alanında da “memurların” bir işe yaramadığını açıklıkla söylemek mümkündür. Tam tersine memur statüsü bilimin ve bilimselliğin inkârıdır. Zaten tarihte de ilerici ve aydınlık fikirler hep var olan eğitim kurumları dışında, onlara bir tepki olarak ortaya çıkmıştır ve bunda şaşılacak bir yan yoktur. Egemenlik ilişkisi üreten, o amaçla oluşturulmuş kurumlardan egemenlik ilişkilerini eleştirmelerini beklemek iyimserlik olurdu… Aslında eleştiri vardır ama, orada söz konusu olan “düzen içi” eleştiridir. Zaten o kadarına bizzat düzenin de ihtiyacı vardır. Eleştiri yapılıyor, yapılabiliyor “görüntüsü,” hem söz konusu kurumları hem de o kurumlarda çalışan “bilim cemaatının” konumunun meşrulaştırılmasını sağlar. Elbette her zaman istisnalar bulunabilir ama “istisnalar her zaman kuralını geçerliliğini kanıtlamak içindir.” Kaide hiçbir zaman bozulmaz…

Gönüllülük esasına dayanan bir anlayış geçerli olsa da, son tahlilde bir meta toplumunda yaşıyoruz. Etkinliklerimiz için mutlaka paraya ihtiyacımız var. Bu kaynak için şimdilik ve en azından geçici bir süre bağışlara dayanmak durumundayız. Yayınlar ve araştırma projelerinden sağlayacağımız gelir, zamanla harcamalarımızı önemli ölçüde karşılayacak düzeye çıkabilir.

X. Bilime ihtiyacı olanlar, özgürleşmenin ideolojik köleliği aşmaktan geçtiğine inananlar, kapitalist “küresel püskürtme stratejisi”nin aynı şekilde geri püskürtülebileceğini, bunun insan iradesi dahilinde bir şey olduğunu düşünenler, pasif bir yığını değil, tarihin öznesi olma iddiasını paylaşanlar, sömürü, baskı ve şiddete karşı olanlar, dışlanmışlığın, marjinalleşmenin bir kader olmadığının bilincinde olanlar, aşağılanmış, düşürülmüş insan haysiyetini restore etmekten yana olanlar, Dünyanın zenginliğinin küçük bir şımarık azınlık tarafından yağmalanmasını içine sindiremeyenler, kapitalist yağmanın geri dönülmez toplumsal ve ekolojik felaketler ve yıkımlar yaratması karşısında tepkisiz kalmak istemeyenler, hızla çürürken her şeyi çürüten komprador rejim altında kişisel çıkar hesapları yapmanın anlamsız ve saçma olduğunu görenler, aralamakta olduğumuz yolda bize katılınız. Çoğalarak yürüdüğümüz yolu şenlendiriniz. Davetimiz sizedir…