Güney Amerika’nın en yoksul ülkesi Bolivya, Pazar günü Devlet Başkanı Evo Morales’in, Devlet Başkanı Yardımcısı Álvaro García Linera’nın ve çeşitli bakanların, eyalet valilerinin ve hükümet yetkililerinin istifasına yol açan ABD destekli darbenin ardından bir iç savaşın eşiğinde bulunuyor.
Morales, García Linera ve diğerleri Meksika’ya sığınmak için ülkeyi terk ederken, temsil ettiklerini iddia ettikleri Bolivyalı işçiler, köylüler ve yerli çoğunluk, sokaklarda ağır silahlı birliklerin ve faşist çetelerin karşısına çıkmak üzere geride bırakıldı.
Latin Amerika işçi sınıfının çıkarlarını “sol” burjuva ulusalcı rejimler aracılığıyla değil ama yalnızca kendi bağımsız devrimci mücadelesi yoluyla ilerletebileceği biçimindeki acı ders, bir kez daha kanla yazılıyor.
Polis, eski Devlet Başkanı Evo Morales’in destekleyicilerinin Bolivya’nın başkenti La Paz’daki Kongre meydanına girmesini engelliyor. (AP Photo/Natacha Pisarenko)
La Paz’da ve işçi sınıfı kenti El Alto’da sokaklara dökülen binlerce işçi ve genç, polis karakollarını ateşe vererek ve güvenlik güçlerinin karşısına çıkarak darbeye cesur bir direnişle karşılık verdi. Başka yerlerde de, madenciler ve köylüler otoyolları kapattı ve darbe karşıtı protestocular, gerçek mermi sıkan ve göz yaşartıcı gaz bombası atan ağır silahlı birliklerle karşı karşıya geldi. Cochabamba’da, ordu, kalabalıklara ateş açmak üzere bir helikopteri harekete geçirdi. Ölü ve yaralı sayısı durmadan artıyor.
Ordu-polis şiddetine, Morales’in faşizan karşıtlarının terörü eşlik ediyor. Hükümetle bağlantılı olanların evleri yakılıyor, yetkililerin aile üyeleri kaçırılıyor ve Morales’in Sosyalizme Doğru Hareket’iyle (MAS) bağlantılı olanlara karşı şiddetli saldırılar yapılıyor; saldırılar yerlileri, özellikle de kadınları hedef alıyor. Toplumsal örgütlerin merkezleri basılıyor ve radyo istasyonları istila edilip kapatılıyor.
20 Ekim’deki tartışmalı devlet başkanlığı seçimi üzerine üç haftadır devam eden protestolardan sonra, darbe, silahlı kuvvetlerin başındaki General Williams Kaliman’ın Pazar günü televizyonda yaptığı açıklamayla tamamlandı. Kaliman, tüm ordu kurmaylarıyla birlikte, “devlet başkanının istifa etmesini ve Bolivya’nın iyiliği için huzura ve istikrarın yeniden kurulmasına izin vermesini önerdiklerini” ilan etti.
Morales ve García Linera, “kan dökülmesini önlemek” ve “barışı güvenceye almak” için istifa ettiklerini açıklayarak bu “öneri”yi kabul etti. Eğer hedefleri “kan dökülmesini önlemek” ve “barışı güvenceye almak” idiyse, orduya ve Bolivya sağına teslim olmaları sefil bir şekilde başarısızlığa uğramıştır.
ABD Başkanı Donald Trump, Morales’in devrilmesini “Batı Yarımküre’de demokrasi adına önemli bir an” diyerek kutladı ve sırada Venezuela ile Nikaragua’nın olduğu uyarısında bulundu.
Ama Trump yalnız değildi. Hem New York Times (NYT) hem de Washington Post (WP), Salı günü, darbeyi destekleyen başyazılar yayımladılar ve bunun “demokrasi” için yapılmış bir darbe olduğunu ve Morales’in istifaya zorlanmasında ordunun rolünün küçük ve önemsiz olduğunu ileri sürdüler.
Bu durum, 2002’de George W. Bush döneminde Venezuela’da Hugo Chavez’e karşı başarısız darbeden (NYT tarafından vaktince önce kutlanmıştı), 2009’da Barack Obama döneminde Honduras’ta Devlet Başkanı Manuel Zelaya’nın ABD desteğiyle devrilmesine ve şimdi de Trump döneminde Morales’in istifaya zorlanmasına kadar, Washington’ın hem Demokratlar hem de Cumhuriyetçiler yönetiminde Latin Amerika’daki emperyalist politikasındaki temel sürekliliği yansıtmaktadır.
Bu sürekliliğin altında, ABD emperyalizminin, küresel ekonomik egemenliğindeki gerilemeyi askeri güç ve şiddet yoluyla tersine çevirme yönelimi yatmaktadır. Bu, özellikle uzun zamandır “kendi arka bahçesi” olarak gördüğü bu bölge için geçerlidir. Buna, hem ABD’nin ulusötesi şirketlerinin Latin Amerika’nın kaynakları ve pazarları (özellikle de dünyadaki lityumun yüzde 70’ini içeren Bolivya’nın devasa enerji ve maden rezervleri) üzerine dizginsizce hak iddia etme arzusu hem de geçtiğimiz yıl bölge ile ticareti 306 milyar dolara yükselen Çin ile ABD emperyalizmi arasındaki stratejik rekabet yön vermektedir.
Morales’in hükümeti, 1998’de Hugo Chavez’inkiyle başlayan, Latin Amerika’da iktidara gelen sol görünümlü burjuva ulusalcı hükümetlerin oluşturduğu “Pembe Dalga”nın parçasıydı.
Chavez gibi Morales de, kendisini, “Bolivarcı Devrim” ve sosyalizm taraftarı ilan etti. O ve MAS, 2000 ile 2005 yılları arasında –suyun özelleştirilmesine karşı ve petrolün ulusallaştırılması için yapılan– su ve petrol “savaşları” sırasında Bolivya’yı sarsan ve art arda hükümetleri alaşağı eden devrimci altüst oluş dalgasının üzerinde iktidara yükseldi.
Koka yetiştiricileri sendikasının önderi ve ülkenin uzun süredir ezilen yerli nüfusundan ilk devlet başkanı olan Morales, Bolivyalı kitlelerin devrimci mücadelelerini kontrol altına almanın aracı işlevini gören hükümetine yaygın halk desteği kazandı.
Ancak bu hükümet, kısa süre içinde, hedefinin gerçek sosyalizm değil “And-Amazon kapitalizmi” olduğunu kabul etti. Bu, Bolivya’nın petrol ve diğer doğal kaynaklarının sömürüsüne her zamankinden daha büyük erişimi güvence altına alınan ulusötesi şirketlere yeni vergiler getiren “ulusallaştırmalar”dan ibaretti.
Morales hükümeti, ulusötesi sermaye ile ittifakına ek olarak, tarım oligarşisiyle de anlaşmasını sağlamlaştırdı. Hem ulusötesi sermayeye hem de tarım oligarşisine, daha önce yerli halklarını korumak için ulusal park ilan edilmiş olan toprağı kendi çıkarları için kullanma hakkı verildi.
Hükümet, “ordu-köylü ittifakı” dediği şeye de bel bağlamıştı. Orduya ekonominin kimi sektörleri üzerinde kontrol, kendi işlerini yaratması için kaynak ve kazançlı işler teklif ederek ordu kurmayları içinde destek sağlama peşinde koştu. Askerlerin subaylarına Guevaracı “Zafere kadar daima” sloganıyla selam verdiği bir “Emperyalizm Karşıtı Askeri Okul” açtı. Sonunda, Morales’in hiçbir zaman dağıtmadığı burjuva ordu, General Hugo Banzer ve General Luis García Meza’nın faşist-askeri diktatörlüklerindeki köklerine ve Pentagon’un Amerikalar Okulu’ndaki ulusal güvenlik devleti doktrinine bağlı olduğunu kanıtladı.
Morales hükümetinin sağcı politikaları, işçi sınıfı ve köylülük ile sürekli çatışmaya yol açtı ve desteğini durmadan aşındırdı. Morales’in Bolivya’nın geleneksel egemen oligarşisi içindeki sağcı muhalifleri, kendi karşıdevrimci hedeflerine bir halk desteği kazanmak için, Morales’in –anayasayı ve 2016 referandumunun sonuçlarını ihlal ederek– kendisi için bir dönem daha devlet başkanlığı sağlama girişimini kendi çıkarlarına kullanabildiler.
Morales ve MAS önderliği, kınadıkları darbenin suç oluşturan sorumluluğunu taşımaktadır. Darbenin başlıca kurbanları Morales ile onun politikacı arkadaşları değil, Bolivyalı işçi, köylü ve ezilen kitleleri olacaktır.
Morales hükümetinin Bolivarcı devrim iddialarını destekleyen ve işçi sınıfından burjuva ulusal önderliğe tabi olmasını talep eden çeşitli sahte sol gruplar da, Bolivya’daki işçi ve ezilen kitlelerinin şu anda karşı karşıya olduğu şiddetli tehlikelerin sorumluluğunu paylaşmaktadır. Bu sahte sol grupların başında, Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nden (DEUK) kopmuş olan çeşitli revizyonist eğilimler bulunmaktadır. Onlar, kendilerini Stalinizme ve Castroculuk başta olmak üzere çeşitli burjuva ulusalcı biçimlere uyarlamak için, DEUK’un işçi sınıfının devrimci sosyalist bir program temelinde uluslararası birliği ve siyasi bağımsızlığı uğruna verdiği mücadeleyi reddettiler.
Bu partilerin sınıf mücadelesinin bastırılmasına yardım edebildiği dönem hem Latin Amerika’da hem de dünya çapında sona eriyor. Bolivya’daki olaylar, Şili’deki ve Latin Amerika’nın başka yerlerindeki kitlesel işçi gençlik ayaklanmalarıyla birlikte, egemen sınıfın artık eskisi gibi yönetemediğini gösteriyor ve işçi sınıfı için de eskisi gibi yaşamak olanaksız hale geliyor. Bu durum, yeni bir devrimci altüst oluş döneminin koşullarını yaratıyor.
En acil siyasi görev, işçi sınıfı içinde, Troçkizmin revizyonizme karşı uzun mücadelesinin özümsenmesi temelinde yeni bir devrimci önderliğin oluşturulmasıdır. Bu, Latin Amerika genelinde Dördüncü Enternasyonal’in Uluslararası Komitesi’nin şubelerinin inşa edilmesi demektir.