“ Kıvılcım dinamite ulaşmadan fitili kesmek gerekir.”
Walter Benjamin
Sistem ne zaman ‘sıkışsa’, burjuva politikacılarının, egemen sınıfın sözcülerinin aklına “hepimiz aynı gemideyiz” tekerlemesi geliyor. Aslında ‘hepimiz aynı okyanustayız, aynı denizdeyiz ama aynı gemide değiliz… Kimileri lüks yatlarda, milyar dolarlık süper lüks gemilerde sefa sürerken, sıradan insanlar, sallarda,küçük kayıklarda alt-alta, üst-üste cefa çekiyor. Yeryüzünün lânetlileri lastik botlarda ölümle boğuşuyor… Korona virüs ideolojik bir deprem yarattı ve ‘gemi’ retoriği yeniden birilerinin aklına geldi… Bu virüsün ve benzerlerinin peydahlanmasında ezilen-sömürülen sınıfların, yeryüzünün lanetlilerinin bir dahli yok ama, ona asıl muhatap olan küresel oligarşi ve çevresi değil, zenginlerin zenginliğini üreten yoksullar, sıradan insanlar, emekçi sınıflar… Siz hiç metroda, belediye otobüsünde bir kapitalist patrona, bir CEO’ya, bir bakana, bir milletvekiline, bir medya patronuna, vb… rastladınız mı?
Esasen virüs iki şeyi açık etti: birincisi, kapitalist dünya sisteminin ne kadar kırılgan bir zemin üzerinde durduğunu, ne kadar kırılgan olduğun gösterdi ve ikicisi, kapitalist devletlerin salgınla mücadele yeteneğinin yetersizliğini açık etti… Aslında bunun nedeni bir sır değil. Kapitalizmde ‘değerli olan’ insan değil, onun yarattığı, kâr etmeyi sağlayan şeyler, metalardır… Kapitalistler insanı insan olarak görmez ve öyle davranmaz… Aksi halde kapitalist olmazdı…Bir kapitalist için çalıştırdığı, sömürdüğü, emeğinin ürününe el koyduğu işçi [proleter] aynı hammaddeler, makinalar, ara-mallar, üretimde kullanılan enerji, vb. gibi, üretim girdilerinden sadece biridir… Burjuva toplumunun işçisi şeklen ‘özgürdür’, ‘klasik köle’ gibi bir ‘efendiye’ tabii değildir, onun malı değildir… Emeğini istediği kapitaliste satmakta ‘özgürdür’ ama satamadığında da açtır… Üstelik satabilmesi de kesin değildir. Aslında kapitalist toplumun işçisi, tüm kapitalistlerin ‘ortak kölesidir’… Hesap ortada. Virüs en çok insanı neden dünyanın en zengin ülkesi olan ABD’de öldürdü? Bütçenin ne kadarının sağlığa ne kadarının silahlanmaya ayrıldığına bak anlarsın… Kaldı ki, ABD’de sağlık hizmeti parası olanlar içindir…
Neoliberal çağda her şey gibi sağlık hizmetleri, sağlık bakımı da özelleştirildi. Parayla alınıp-satılan bir metaya dönüştürüldü… Sağlığın özelleştirilmesi demek, bir bütün olarak koruyucu hekimliğin ve ‘birinci derece’ sağlık hizmetlerinin tasfiyesi demektir. Oysa bir salgınla sadece hastanede düzeyinde mücadele edilemez… Salgınla mücadele için salgına hazırlıklı olmak, uygun bir koruyucu hekimlik sistemi, bir sağlık altyapısı gerekir… Mesela insanların içtiği suyun, soluğu havanın, yediği şeylerin sağlığa uygun olması gibi… Yegâne amacın daha çok kâr, daha çok zenginliğe el koymak olduğu, hastalıktan kâr edildiği koşullarda, salgınla gerektiği gibi mücadele edilebilir mi? Tam tersine, sistem her seferinde daha çok hastaya [müşteriye] ihtiyaç duyar ki, bu kepazeliğin yeteri kadar sorun edilmemesi rahatsız edicidir…
Korona virüs’ün [Covid-19] bulaşı katsayısının yüksek olduğu biliniyordu… Bir salgının bulaşı katsayısı ne kadar yüksekse, ona karşı tedbirlerin de olabildiğince çabuk alınması gerekir… O halde ne yapmak gerekirdi? Aslında yapılması gereken belliydi ama yapılmadı. İlk vak’a ortaya çıktığında, vakit kaybetmeden 14 veya 21 günlük tam bir karantina uygulaması başlatıla bilirdi. Sadece zorunlu hizmetler dışında herkes evde tutulabilir, belediyeler karantina günlerinde insanların yiyecek-içecek gibi temel ihtiyaçları için seferber olabilirdi… Hızlı ve etkili bir tarama – test- yapılarak vak’alar saptanıp tecdit edilebilirdi… Karantinaya son verildiğinde de etkili önlemler [maske, mesafe, temizlik, vb…] alınarak insanlar normal aktivitelerine dönebilirlerdi… Doğu Asya ülkeleri [Çin, G.Kore, Vietnam, Tayvan, vb.] pandemiyle görece daha başarılı bir mücadele yapabildiler… Aynı şeyi bir çok AB ülkesi ve ABD ve Türkiye yapamadı. Neden?
Aslında neden belli… Birincisi salgına hazırlıklı değillerdi. Oysa Dünya Sağlık Örgütü ve uzmanlar bir salgının kapıda olduğu uyarısı yapmışlardı…Fakat asıl neden, kapitalist devletin insanların sağlığından önce sermayenin kârını gözetmesidir… Öncelik insan sağlığı değil, sermayenin kârıdır. Sermaye için durmak demek, yok olmak demektir. Kapitalizm varlığını büyümeye borçludur…
Tabii salgın her zaman olduğu gibi, yoksulları, yeryüzünün lânetlilerini vuruyor. Güney’in 46 ülkesi sağlığa harcadıklarından daha fazlasını dış borç faizi ödemelerine ayırmak zorunda. 748 milyon insanın da sağlığa uygun içecek suyu yok…
Artık Korona öncesine dönmek mümkün değil. Zira, kapitalizmin sorun çözme yeteneği yok… İster sosyal, ister ekolojik mahiyette olsun, her seferinde sorunları daha da azdırıyor… Bir sürdürülemezlik durumu, bir uygarlık krizi söz konusu… İnsanlık ve uygarlık kritik bir eşiğe gelmişken, çözümün aktörleri bu süreçten zarar gören geniş emekçi kitleler, yeryüzünün lânetlileri olabilir… Velhasıl insanlığın kurtuluşu, sosyal mücadelelerle ekolojik mücadeleleri bütünleştirebilen bir eko-sosyalist ‘geçiş programını’, yeni paradigmayı varsayıyor… Zira, iklim krizini durdurmak için önümüzde sadece 10 yıl var… Aksi halde insanlığın ve uygarlığın bir geleceği kararmaya devam edecek!