Ortaçağdan günümüze, inanç (her türlü din, mezhep ve tarikat) temelli köktenciliğin yol açtığı militanlığın kaynağı ve tanımı konusunda ortak bir görüşten söz edilemiyor.
Siyasetçiler, liderler, araştırmacılar ve din âlimleri birçok noktada hemfikir olmadıkları gibi, birbirlerine zıt görüşler de ileri sürebiliyorlar.
Bu tür yorumlara zemin hazırlayanlar ise El Kaide, IŞİD, İhvan, Taliban gibi örgütlerle gelenekçi selefiler veya politik İslamcılar arasında yaşanan eleştiri, itham, çekişme ve fiili çatışmalardır.
Mesela gazeteci Mehmet Barlas, ABD’deki 11 Eylül 2001 olayı münasebetiyle 1 Ekim 2001’de yayımlanan “Bin Laden Vahhabi, Taliban ise Deobandi” başlıklı makalesinde, “Türkiye’de devlet ile medya organlarının kendi dinimizin tarihini tam bilmediğinden” şikâyet etmiş; dünyaca ünlü İslam ve İslamcı hareketler uzmanı Fransız Gilles Kepel’in, NTV kanalına çıkarılması vesilesiyle (yerli uzman kıtlığı nedeniyle), “Bu ayıp, hepimize yeter!” diye yazmıştı.
Konunun traji-komik yanı şuydu:
Aynı Barlas, bu sefer, kendince Bin Ladin, El Kaide, Taliban ve onların İslami anlayışları hususunda bilgi veriyordu!
Baktım; gerçekte iki örgüt arasındaki ince ayrıntıları kaçırmış, çok şeyi birbirine karıştırmış; sonuçta Taliban ile onun bağlantılı olduğu Deoband Medresesi çıkışlılara daha sıcak yaklaşmıştı!
Biz burada, Taliban’ın İslam anlayışının tarihi arka planına ışık tutmaya çalışacağız.
Hindistan, Pakistan ve Afganistan’daki İslamcı akım, hareket ve oluşumların esas kaynağına bakacağız.
Güncel bir örnekle genel çerçeveyi çizmekte yarar görüyoruz.
Üç ülke arasında bilhassa Pakistan‘da uç verip zaman zaman Hindistan ile Afganistan‘daki benzerlerini de etkileyip harekete geçiren Pakistan Taliban Hareketi (Tehrik-e Taliban Pakistan-TTP), Cangvi Ordusu (Leşker-e Cangvi-LEC), Pakistan Sahabe Sipahileri (Sipah-e Sahabe Pakistan) türünden hareketler, esas olarak Hindistan alt kıtasında ortaya çıkan Ehli Sünnet ve’l Cemaat türü mezhepsel mevzide her türlü faaliyeti gösterirler.
Bahsedilen militan ve bağnaz kesimin tüm türevleri, Sünni İslam’ın Diyobendi ekolüne bağlıdırlar.
Bu fanatik gruplar, öylesine katıdırlar ki, ara sıra Diyobendi denilen ekolün rahle-i tedrisatından geçmiş daha ılımlı kümelere saldırıp şiddet kullanmaktan da kaçınmıyorlar.
Diğer mezheplere oranla daha esnek ve ılımlı görünen Hanefiliğin Maturidi itikadını/meşrebini benimsemeleri, son derece katı ve fanatik olmalarını engellemiyor.
Tam tersine; El Kaide, IŞİD ve Vahabi gibi radikal oluşumlara benzemelerine yol açıyor.
Aslında inanca dayalı bu aşırılık, militanlık ve bağnazlık, Taliban‘ın yetişip içinden çıktığı Diyobendi gelenekten onları koparmıyor; yalnızlaştırıp tecrit etmiyor.
Diyobend Medresesi‘nin Hindistan, Pakistan ve Afganistan coğrafyasının farklı yerlerinde kurulmuş olan şubeleri, bahsedilen örgüt ve oluşumlar arasında sınırlar ötesi bir network (iletişim ve irtibat ağı, sosyal-mezhepsel şebeke) oluşturabiliyor.
Yukarıda bahsedilen örgütlere ilaveten Muhammed Ordusu (Ceyş-e Muhammed), Mücahitler Hareketi (Harkat’ul Mucahidin), İslami Cihat Hareketi (Harkat-ul Cihad’il İslami), İslam Âlimleri Tebliğ Cemiyeti-Fazl (Tabliğ-e Camiyat Ulema-e İslam-Fazl) gibi oluşumlar da Diyobendi iletişim ağının içindedirler.
Diyobend Medresesi ekolünden gelenlerin hepsi de Hanefi mezhebi kurallarına göre dini yorum ve hüküm vermelerine rağmen aşırı ölçüde ortodoks olup, Tekfirci (ötekileri kâfirlikle suçlayan) zihniyetten derinden etkilenmişlerdir.
Buna paralel olarak muhaliflerine karşı alabildiğine şiddet uygulamaktadırlar. Bütün köktenci cihatçılar gibi, Ortaçağ İslam âlimi İbn Teymiye (1268-1328) ile modern devirlerde Suudi Arabistan’da zuhur eden Vahabiliğin kurucu önderi Muhammed Abdulvahab’ın (1703-1792) cihat anlayışının takipçileridir.
İşte bu radikal İslami fikir akımının Hindistan’daki ocağı Diyobend Medresesi olup 1867’de kurulmuştur. 1
Nisan 2021 tarihli haber bülteninde BBC4 radyosu, kendi fikirsel ocağından çıkan cihatçıların önemine vurgu yaparken sadece Afganistan ve Pakistan’daki oluşumlardan değil, Uzak Asya ile İngiltere’deki bağlılarından da söz edebilmektedir.
Gerek bölgesel gerekse uluslararası alandaki araştırma merkezlerinin politik söylemlerine yansıyan belgelerde şu tespit yapılmaktadır:
Diyobend Medresesi ve diğer ülkelerdeki türevlerinin hepsi, giderek siyasi nitelik kazanmaktadır. Bilhassa Pakistan’dakiler, bu yolda daha fazla mesafe almıştır. Pakistan adeta teröristlerin verimli serası, yatağı oluvermiştir. 2
Bu durumda Taliban dâhil hemen bütün köktenci Sünni-Hanefi oluşumların ocağı konumundaki Diyobend Medresesi’nin tarihine bakmamız gerekiyor:
Peştuca ve Farsça Diyobend veya Diyubend (دیو بند) şeklinde telaffuz ediliyor.
Batılı kaynaklarda Deoband olarak yazılıp söyleniyor. Türkçede de Deoband ismi daha çok kullanılıyor.
Bu isim, Hindistan’ın başkenti Delhi’nin 150 km kuzeyindeki Diyobend kasabasından geliyor.
Burada kurulmuş olan Dar’ul Ulum’i İslami-Diyobend Medresesi‘nin adından türetilmiş olan Diyobendi ise, Sünni Hanefi mezhebinin Maturidi itikadına göre dini eğitim veren koyu gelenekçi ilahiyat okulundan mezun olan talebeleri tanımlamak maksadıyla kullanılıyor.
Medrese öğrencilerine “talib, talebe” denilmektedir. Kelimenin çoğulu ise talebeler manasına gelen Taliban’dır. (طالب =طالبان )
Diyobend Medresesi’nin Hindistan, Pakistan, Afganistan ve Bangladeş’teki Sünni cemaatler arasında ve değişik isimler altında çok sayıda şubesi bulunmaktadır.
Son dönemlerde İngiltere, Güney Afrika ve Uzakdoğu’daki bazı ülkelerde faaliyet göstermektedir. 3
İslami eğitimlerin düzenli ve topluca verilmesi için “Darülulûm” adıyla kurulan bu tür medreselerin tarihi çok eskiye dayanır. Şöyle ki:
“1693’te Leknev’de kurulan Dârülulûm-i Firengî Mahal’in kurucusu Molla Nizâmeddin’in hazırladığı müfredat programı, daha sonra Hindistan’da açılan birçok medresede uygulanmış ve ‘Ders-i Nizâmî’ diye şöhret bulmuştur.
Daha sonra Muhammed Kāsım Nânevtevî (Nanaotevi) ve Reşîd Ahmed Gengûhî tarafından Dârülulûm-i Diyûbend kurulmuştur (30 Mayıs 1866). Bu medresenin Diyûbend’de (Deoband) açılmasının ulemânın gördüğü bir rüyaya dayandığı söylenmektedir. Diyûbend o tarihte küçük bir kasaba iken dârülulûmun faaliyete başlamasıyla kasabanın önemi birdenbire artmıştır.
Geleneksel eğitim sistemini benimseyen Diyûbend Dârülulûmu, Hindistan’da o zamana kadar geçerli olan üç değişik dinî eğitim geleneğini (Delhi, Leknev, Haydarâbâd) birleştirmeye ve bir denge kurmaya çalışmıştır.
Bu üç merkezden Delhi tefsir-hadis, Leknev fıkıh, Haydarâbâd kelâm-felsefe ilimlerine ağırlık verirken Diyûbend Dârülulûmu bu ilimleri bir sistem içerisinde bir arada öğretmeye gayret etmiştir.
Bununla birlikte Diyûbendîler Delhi geleneğinden, özellikle de Şah Veliyyullah ed-Dihlevî ve Seyyid Ahmed Şehîd’den daha çok etkilenmişlerdir.” 4
Şah Veliyullah Dehlevî (1703-1762) Güney Asya’da bir imparatorluk kuran Moğollar döneminde Phulat (veya Muzaffernagar) şehrinde doğmuş olup, Rahimiye Medresesi kurucusu ve Delhi’deki meşhur din âlimi Şah Abdurrahim’in oğludur.
Diyobendi hareketinin ruhani ve fikri öncülerinden sayılır.
19’uncu yüzyıldaki İngiliz sömürge yönetiminin baskı ve yönlendirmesi sonucunda Hindular mevcut ortama uymasını bildiler.
Bu durumda tek başına kalan Müslümanlar ise, yol ayrımında tercih yapmak zorundaydılar: Ya İngilizlerin dayattığı kendi dil, kültür ve yaşam tarzını benimseyecek ya da itiraz ve isyan edecektiler.
İtiraz yolu tercih edildi. Ancak burada da iki farklı fikir gelişti:
- İslami uyanışı esas alıp bu amaçla verilecek dini eğitimin niteliği,
- Müfredatı uygulayacak Aligarh ve Diyobend medreselerinin dünya görüşü.
Gerçi her ikisi de Hindistan’ın bağımsızlık ve özgürlük mücadelesi taraftarıydılar; fikirleriyle ülkenin var olma uğraşına katkıda bulunuyorlardı.
Ancak İngiliz yönetimine karşı birbirlerine zıt tutumlar benimsediler: Aligarh Medresesi kurucusu Seyyid Ahmed Han, İngiliz yönetimiyle uzlaşıp anlaşarak işbirliği yapmıştı.
Medreseyi bir kolej gibi kullandı; dini müfredatın yanında pozitif bilimlere ilişkin derslerin de okutulmasını sağladı.
Okulda İngilizce okuyanlar, yüksek öğrenimlerini Londra’daki Cambridge ve Oxford üniversitelerinde tamamlıyorlardı.
Seyyid Ahmed Han, kendince İngilizlerin taktiklerini benimsemek suretiyle “Müslümanların varlığını teminat altına” almıştı.
Bu hizmetleri nedeniyle Seyyid Ahmed, İngiliz hükümetinden “Sir” unvanını aldı.
Günümüzde bile “Sir” unvanıyla İngiltere iş ve kültür yaşamına ilaveten İngiliz parlamentosunda bulunan bu gelenek mensubu birçok Hindistanlı ve Pakistanlıya rastlanmaktadır.
Diyobendiler, Aligarh kurucuları ve mezunlarını “teslimiyetçi” ve “işbirlikçi” olarak suçladılar. Hindistan ulusal bağımsızlıkçılarıyla beraber fikirsel ve silahlı mücadele verdiler. 5
İngiltere sömürge yönetimi, geleneksel İslam eğitimi yerine Batı tarzı eğitim sistemini kurmaya başlayınca, İngiliz politikalarından hoşnut olmayan Müslümanlar 1857-58’de isyan ettiler.
Sipahi Ayaklanması’nın başarısızlığının ardından 1866-67’de Diyobend Medresesi kuruldu.
Müslümanlar, sindirme ve baskı politikasının hedefi haline geldiler. Varlık mücadelesi veren kimi din adamları, küçük bir camide (Catta Camii) içe dönük dini seminer, eğitim ve tedrisat türünden pasif faaliyette bulunma kararı aldılar.
Diyobendi hareketinin siyasi kanadı Cemiyet-e Ulema-e Hind (Hindistan Âlimleri Cemiyeti) 1919’da kuruldu. O tarihten başlayarak Hindistan kurtuluş hareketinin halk içinde yayılması ve kitlesellik kazanmasında büyük rol oynadı.
Konuyu anlaşılabilir kılmak için, Diyobendilerin dini eğitim sistemi ve İslami anlayışı hakkında TDV İslam Ansiklopedisi’nden de alıntı yapalım:
“Diyûbend Medresesi geleneği, kendisini Ehl-i sünnet esasları üzerine eğitim ve öğretim yapan bir kurum olarak tanımlarlar. Gerçekten de okulda bu çerçevede ciddi bir Hanefî fıkhı öğretimi yapılmıştır. Değişik din ve inanışların bir arada bulunduğu Hindistan şartlarında Diyûbend ulemâsının üzerinde özellikle durduğu husus, İslâm’ın bütün yabancı unsurlardan arındırılması meselesidir.
Bundan dolayı âlimler, itikadî sapmalar ve muamelâttaki birtakım gayri İslâmî ayrıntı ve uygulamalarla Hinduizm’den kaynaklanan hurafe, gelenek ve bâtıl inançlara şiddetle karşı çıkmışlar, ideal olarak en saf şekliyle İslâm’ı savunmuşlardır.
Diyûbendî anlayışında zamana bağlı değişikliklere pek önem verilmemiş ve İslâmiyet, aslî kaynaklarında verilen esaslar ve uygulamalar üzerine kurulu bir hayat tarzı olarak ortaya konulmak istenmiştir.
Dârülulûmda tedrisat Urdu dilinde yapılmakta ve müfredat, XVIII. yüzyılda Molla Nizâmeddin tarafından tertip edilen ders-i Nizâmî usulüne uygun olarak düzenlenmekteydi.
Bu usulde ağırlık şer’î ilimler arasında hadis, tefsir ve fıkıh üzerinde bulunuyordu. Dârülulûmda ilk zamanlarda felsefe ve mantık gibi ilimler de okutulurken 1880’den sonra bunlar müfredattan çıkarılmıştır…
Dârülulûmda dikkati çeken bir başka husus da burada ders veren hocaların birçoğunun aynı zamanda tasavvuf erbabı ve tarikat mensubu olmalarıdır. Özellikle Nakşibendîliğin etkin olduğu müessesede hocalarla talebeler arasında çok defa şeyh-mürid ilişkisi de söz konusudur.
Ancak Diyûbendî, tarikatları gelenekçi bir taklit anlayışıyla değil bir eğitim ve yaşama disiplini olarak ele almış ve bu sebeple genel müfredat içerisinde tasavvufî eğitime de yer verilmiştir.” 6
200 yıl boyunca Hindistan Sünnileri, başkent Delhi’deki Diyobend Medresesi’ni yakından izlediler. Bu medrese, Arap-İslam dünyasında kendince bir ekol yaratmış olan Kahire’deki El Ezher Üniversitesi’nden sonra ikinci sırada yer almaktadır.
Arınmış ve gelenekçi (Selefi) bir İslam’dan yana olup Kuran-Sünnet-Hadis üzere amel (davranmak) etmekte; Batı etkisi ve nüfuzuna karşı gelenekçi ve sofu eksenli tepkiler göstermektedir.
Diyobendiler, ilahiyat alanında taklit (Selef-i Salihin yani İslam’ın ilk dönemlerindeki öncüllerin) öğreti, yorum ve faaliyetlerini aynen alıp uygulamaktan yanadırlar.
Bu düzlemde Hanefi fıkhına (mezhepsel hukuk) göre amelde bulunurlar. Kimi Batılılar, Diyobendi geleneğinin, Ehli Sünnet ve Cemaat anlayışına bağlı olduğunun farkındalar.
Ancak Diyobendilerin, Sünni ekolden ayrı şekilde hareket edip faaliyet gösterdiklerine, dolayısıyla bilinen geleneksel Sünnilikten ayrıştıklarına da dikkat çekiyorlar. 7
Deoband ekolünün dini fikriyatı, esas olarak Pakistan’da yaygın ve etkilidir; ikinci derecede ise Afganistan’daki fikirsel egemenliğinden bahsedilebilir.
Esasen Sünni-Hanefi meşrepli Diyobendi hareket, Hindistan’daki İngiliz sömürgeciliğine karşı kültürel/ideolojik bir tepki olarak siyaset sahnesine çıktı.
Pakistan’ın 1947’deki bağımsızlığından sonra muhalif bir nitelik kazandı. Zira Pakistan’ın kurucu yöneticilerini, “sömürge imalatı seçkin zümre” olarak suçlayıp muhalefet etmekteydi.
Hal böyle olunca Diyobendi mezhepsel militanlık, Şiilere ve gayrimüslimlere karşı sert bir tutum alıyor, icabında şiddete başvurabiliyordu.
Kadınlara bakışı ise sadece İslam’ın bu konudaki haram/yasaklarıyla sınırlı değildi. Afgan-Pakistan kabilelerinin, bilhassa Peştunların ataerkil töre ve âdetlerinden de güç alıp bu konuda meşruiyet kazanıyordu.
Pakistan hükümeti, Nisan (ortaları) 2000’de Diyobendi bağlantılı Cemiyet-e Ulema İslami’nin (İslam Âlimleri Cemiyeti’nin) organize ettiği 3 günlük bir konferansa izin verdi.
Çok sayıda konuşmacı, siyasi ve kültürel bakımdan Batı karşıtı görüş belirtip tebliğler sundu.
Yeri gelmişken şu konuya da açıklık getirmemiz gerekiyor:
Diyobendi hareketi, İngiliz sömürgeciliği sonucunda, Hindistan’da Müslümanların elinden alınan otoriteyi yeniden kazanıp İslam’ı canlandırmak üzere Mücahidin Hareketi’ne ilham veren Büyük Müceddid (dini zamanına uyarlayan) Şah Veliyullah Dehlevi’nin dini ve siyasi fikirlerinden etkilenip onları uygulamaya çalışmıştır.
O devirde hareketin adı “İslam’ın Saygınlığını İade Hareketi”, “Mücahidin Hareketi” veya İngilizlerin deyimiyle “Vahabi Hareketi” idi.
Hareketin öncülüğünü ise Şah Veliyullah’ın oğlu ve halifesi Abdulaziz’in talebesi Seyyid Ahmed Barelvi yapıyordu.
Veliyullah ailesi tarafından bu makama uygun görülen Barelvi, Mücahitlere siyasi ve dini açıdan önderlik yapabilecek yetenekteydi.
Seçkin kesimlerden orta tabakaya ve en alttaki halk kitlelerine kadar yaygın bir örgütlenme içine girdi.
1880’lerde Hindistan’daki Kadiri, Çışti ve Nakşibendî tarikatlarını Tarikat-ı Muhammediye adı altında birleştirmeye çalıştı.
Barelvilerin oluşturanların çoğu din âlimleri ve aydınlar değil, sıradan taşralılar, kasabalılar ve köylülerdi.
Böylece Hindu dininden etkilenen Müslümanları kurtarmayı ve tasavvufi hoşgörü adı altında uygulanan karmaşık inanç sentezlerini reddetmelerini sağlıyordu.
Barelvi yoluna göre çok dinli ve çok kültürlü sosyokültürel ilişkilerin ortadan kaldırılması hedefleniyordu. 8
Diyobendiler, Şah Veliyullah’ın fikirlerinden ilham alan Mücahidin Hareketi’nin bir koludur.
Diğer kolu ise, yukarıda bahsedilen Barelvi Hareketi’dir. Birinciler, sadece Diyobendi merkezli medresenin öğretilerini ve dini yorumlarını temel alırken; ikinci kol Ahmed Rıza Han Barelvi’nin Hindistan’ın kuzeyinde bulunan Barelvi kasabasında kendi adını taşıyan medresenin öğretisini benimsiyor.
Yazılı kutsal metinler ve tefsirlerine dayanan ilk kolun kitlesi daha çok esnaf ve şehirli kesimdir.
Dolayısıyla onların nazarında tarikat ve tasavvuf ehline Barelviler kadar itibar etmiyorlar. Bununla birlikte Nakşibendî tarikatının radikal ve militan öğretisine bağlı kalabiliyorlar.
İkinci kol (Barelviler) ise tarikat ve tasavvuf geleneğini çok önemsiyorlar; bu çerçevede şeyh-talip, pir-mürid sisteminin devamından yanadırlar.
Zira Müslümanlığın daha iyi yaşanıp yayılmasında Sufi mürşitlerin/şeyhlerin rehberliğini kabul ediyorlar. Bu arada ermiş ve evliya türbelerini ziyaret etmekte de sakınca görmüyorlar.
Ermiş-evliya ziyaretgâhlarına karşı çıkma tavrıyla Vahabi gelenekle benzerlik gösteren Diyobendiler ile Şiiler gibi türbe-evliya ziyaretine ağırlık veren Barelviler arasında rekabet, suçlama, bilhassa şehir merkezlerinde çekişme ve çatışma eksik olmuyor.
Birbirlerinin camilerine gitmedikleri gibi, fırsat buldukça karşı tarafın ibadet yerlerine, dinsel mekânlarına ve kuruluşlarına el koyabiliyorlar.
Tasavvuf (Sufi) ve Barelvi geleneğinin aksine, Diyobendi çıkışlılar daha geniş bir örgütsel altyapıya ve kaynaklara sahiptirler.
Dolayısıyla Pakistan ve Afganistan Müslümanları arasında dinsel-ideolojik egemenliği vardır. 9
Burada bir noktaya daha dikkati çekmekte yarar var:
Taliban ve Selefilik benzeri anlayışların aksine, Diyobendi geleneğini sürdüren iki önemli hareket ise şiddeti hiç benimsemiyor:
Siyasal alanda İslami Cemaat, siyaset dışı alanda ise Tebliğ Cemaati.
Şimdi de Deobandiler ile Taliban hareketini, jeopolitik boyutuyla ele alalım:
Pakistan, eskiden coğrafi bakımdan kendisinden 2200 kilometre uzaklıkta bulunan Bangladeş ile birlikte Müslümanlık temelinde Hindistan’dan ayrılmış, ortak bir İslam devleti kurmuştu.
Ancak tarihi düşmanı Hindistan, bunu içine sindiremedi. 1971’de Pakistan’ı askeri bozguna uğratmakla yetinmedi; aynı zamanda Bangladeş’in bağımsız bir devlet olarak siyaset sahnesine çıkmasını da sağladı.
Bunun üzerine Pakistan, Afganistan’a yönelerek oradaki etnik kavim ve kabilelerin başını çeken Peştun (Peştu diye de biliniyor) kartını oynadı.
Aslında Afganistan’ı yönetenler genellikle Peştun aristokratlarından çıkmasına rağmen bu etnik küme ülkede mutlak çoğunluğu oluşturmuyor.
2010 yılı verilerine göre 40 milyon insanın yaşadığı Afganistan’da Peştunlar yüzde 42, Tacikler yüzde 27, Özbekler yüzde 9, Hazaralar yüzde 9, Aymaklar yüzde 4, Türkmenler yüzde 3, Beluçlar (Beluciler) yüzde 2’lik bir nüfusa sahipler.
Buna karşılık Pakistan’daki Peştunların nüfusu, Afganistan’daki soydaşlarının üç katını buluyor.
1970 başlarına kadar Afganistan’ı yöneten Zahir Şah, “Peştun milliyetçiliği” davasını güderek Hindistan’ın da desteği ve teşvikiyle, Pakistan’daki Peştunistan topraklarını zor yoluyla elde edip Afgan Peştunilerinin elini güçlendirmeye çalıştı.
İki zorlu rakip arasında sıkışan Pakistan yönetimi, kendi egemenliğinde yaşayan Peştunların “milliyetçi” duygularını törpülemek maksadıyla “Aşiretçilik esasına dayalı gelenekçi şeriatçılık” fikrini yayma yoluna gitti. Bunu da medrese çıkışlı Taliban (medrese öğrencileri) aracılığıyla yaptı.
1971’de Hindistan karşısında hezimete uğrayan ve dolayısıyla Bangladeş’i kaybeden Pakistan, istihbarat teşkilatı ISI vasıtasıyla “aşiret eksenli selefi militan şeriatçılık” projesini hayata geçirmeye başladı.
İnce bir hesapla Afganistan’daki Peştunları kabile şeriatçılığına alabildiğine yönlendirirken, “Birleşik Peştun” emeli ve hayali taşıyan Zahir Şah’ın, yakın akrabası Muhammed Davud Han tarafından 1973’te devrilmesini sağladı.
Pakistanlı (Peştun kökenli) Ebu Bekir Sıddiq, kaleme aldığı “Peştun Meselesi” isimli kitabında, şu tespiti yapar:
Afganistan ile Pakistan’da toplam nüfusları 60 milyonu bulan Peştunların milli esaslara değil, kabilecilik-şeriatçılık esasına göre düşünüp hareket etmesini sağlamak, Pakistan’ın geleceğinin anahtarıdır. 10
Taliban hareketinin mevcut ortamda, “aşiret-şeriat” sentezine dayalı anlayışını ise şöyle özetleyebiliriz:
“Gözden kaçırılmaması gereken bir nokta var: Taliban’ın medreseleri geleneksel medreselerden epey farklı bir yapıdadır. Geleneksel medreseler uzun süre eğitim veren, müfredatları oldukça kapsamlı kurumlardı. Özellikle de matematik, mantık ve felsefe öğretilen Osmanlı medreseleri ile bunların hiç alakalarının olmadığını bilmek gerekir.
Pakistan’da Camia Darul Ulûm Hakkaniye, Camia Ulûm-ul İslamiye gibi medreseler var. Pakistan’da medreselerin sayılarının (darbeci General) Ziyau’l-Hak’ın iktidara gelmesiyle İslamlaşma politikaları çerçevesinde hızla arttığını söylemek mümkün.
Taliban’ın kökeninde yukarıda anlattığım geleneğe bağlı medreseler olsa da dayandığı başka bir yapı var: Pakistan ve Afganistan kırsal kesimlerinde çokça bulunan ve İslam geleneğinde ‘suffe’, Afganistan’da ‘hücre’ denilen tek odalı resmî olmayan dini okullar.
Büyük şehirlere gidemeyen, köylerde çalışması gereken nüfus daha çok buralarda köy imamlarından din eğitimi alıyorlar. Bu medreseler öğrencilerine ücretsiz yemek ve kalacak yer sağlıyor ki, bu da fakir aileler için çok önemli.
Afganistan’da yıllardan beri devam eden istikrarsızlık nedeniyle, komşu Pakistan’a göç etmek zorunda kalmış Afganların erkek çocuklarının da devam ettiği bu hücreler laik eğitime karşı kurulmuş, daha çok dil, fıkıh, Kur’an, tefsir ve akaid eğitimi veren kurumlardır.
Bu tip medrese ve hücrelerin tam sayıları bilinmese de on binlerle ifade etmek mümkün. Taliban liderliğindeki konsey üyelerinin neredeyse yarısı, bilindiği kadarıyla, işte bu tek göz odalı köy okullarından mezun olmuştur.
(Taliban hareketinin ilk kurucu lideri) Molla Ömer’in de böyle bir yerde eğitim aldığı söyleniyor. Eğitim aldığı yerde hocası ‘Sufi’ olarak adlandırılıyor. Ancak burada kastedilen, Anadolu topraklarındaki gibi daha üst eğitim veren ve daha sofistike öğretilere sahip olan tasavvufi yapılar değil; daha ziyade yalnızca haram olanı değil, helal olanı da bırakıp çileciliğe yönelerek zühd hayatını esas alan yapılardır… Pakistan ve Afganistan’da bu temele dayanan tarikatlar oldukça yaygındır.
Molla Ömer de bu yapıların itikadı uyarınca rüyalara, evliyaların olağanüstü güçlerine inanan biriydi. Hocasının mezarını her hafta ziyaret ederdi. Taliban rejiminin önde gelen din bilginlerinden ve Molla Ömer’in dinî hükümler konusunda en çok güvendiği kişi olan Mevlevi Abdül Ali Deobandi, ölmüş evliyalardan yardım dilemenin caiz olduğunu söylemişti.
Taliban, türbelerin ziyaret edilmesine izin vermesi hatta teşvik etmesi nedeniyle, mezarlıkların var olmasına bile karşı çıkan El Kaide’yi epey üzmüştü. Öyle ki 1990’ların sonlarında, El Kaide ideologları, konuyu ele almak için ‘Taliban Ehl-i Sünnetten mi?’ başlıklı bir broşür bile yazmışlardı.
Söz konusu medrese ve hücrelerin başka bir özelliği de, düşünce üretmek yerine, hadis ezberletme merkezli eğitim veriyor olmalarıdır.
Taliban liderlerinin giyimlerinde yer alan pantolon, gömlek, sarık uzunluğu ve renklerin hepsi hadislerde yer alan uygulamalara göre şekillenmiştir. Taliban için Hz. Peygamber’in giyim kuşamını taklit etmek dini bir gerekliliktir.
Hanefiliğin büyük bir titizlikle hadis malzemelerinden seçerek ilaç yapma hassasiyeti, yerini bulduğu her otla tedavi etmeye kalkan bir anlayışa dönüşmüştür…
Taliban’ın şeriatı okuma biçimi de aslında onların kabilevi mizacının yani Peştunvali (Peştun kavminin töresi, gelenek-görenekleri-F.B.) değerlerin İslamileşmesinden başka bir şey değildir; cinsiyet ayrımını vurgulayan bir ‘şeref anlayışını’ dayatır…
Taliban Afganistan’ın kırsalından, tam da kalbinden çıktı. Mayasını oluşturanlarsa, kendi kır kültürü, iç savaş ve Pakistan’da siyasallaşan medrese yapılarıydı. Daha sonra da buna El Kaide ideolojisi katıldı…
Taliban tüm dünyaya değiştiği şeklinde bir imaj vermeye çalışıyor. Fakat bunu yaptıkça da ‘şeriata ihanet ettin, kâfirlerle ittifak ettin’ eleştirileri için sınırda bekleyen DAEŞ yeni imkânlar kazanacak. Taliban’ın değişip değişmediğini, onun Afganistan’ı yönetip yönetemeyeceği ve DAEŞ ile nasıl savaşacağı belirleyecek!” 11
Geçmişte Afgan hükümetiyle Taliban arasında barış elçisi olarak görevlendirilen Afgan diplomat Celal Kerim Ali ile Suudi Arabistan eski istihbarat sorumlusu Turki Faysal’a göre;
Taliban özellikle dış ilişkisinde pragmatist bir yol izleyecektir. Bunun içeriye yansıması da çok geç görülecektir.” Buna karşılık Afgan köktendinciliği konusunda uzman Suudi Arabistanlı uzman Abdullan bin Secad’a göre, bazı biçimsel değişiklikler olsa bile, Taliban geleneksel ideolojik ve siyasi çizgisinden vazgeçmez. 12
İlahiyatçı Profesör ve Eski İstanbul Müftüsü Mustafa Çağırıcı’ya göre; Kandaharlı Molla Ömer Ahund’un öncülüğünde 50 medrese öğrencisi tarafından oluşturulan Taliban değişmez…
Eski çağların zihin yapısını İslam toplumlarında bugün de aynıyla sürdüren medrese vb kurumların verdiği eğitiminden Taliban’dan başkası çıkmaz. 13
Yıllar önce Afganistan cihadı saflarında bulunup gözlem ve incelemeler yapan, alan çalışmasına ve kişisel tecrübelerine dayanarak kitap yazan Bülent Tokgöz‘ün ikili bir tespiti ile şimdilik yazımızı noktalıyoruz:
Taliban o kaybettiğimiz eskiyi temsil ediyor. Olanca ataerkilliği, erilliği, kırsallığı ile. Onun dilemması (ikilemi) da bu. Savaşı kazanmasını borçlu olduğu bu çağdışılık, zaferden sonra ondan çağdaşlaşmasını talep ediyor…
Taliban masaya (müzakere için-F.B.) oturduğu andan itibaren sisteme dâhil oldu… Oyunu kurallarına göre oynamayı kabul etti. Bu oyun devletçilik oyunu. Bir hareket gibi davranmak yerine uluslararası kurallara riayet eden bir özne olma oyunu. 14
Kaynakça:
1-) Jawad Syed, Edwina Pio, Tahir Tamran and Abbas Zaidi, Faith-Based Violence and Deobandi Militancy in Pakistan, Bölüm 1, sayfa 1-3, Palgrave Macmillan yayınevi, 2016.
2-) Masooda Bano, “Beyond Politics: The Reality of a Deobandi Madrasa in Pakistan”, Journal of Islamic Studies, 18/1, yıl 2007.
3-) Vikipedi Türkçe ve Wikipedia İngilizce, “Dioband” maddesi.
4-) Azmi Özcan, “Dârülulûm” maddesi, TDV İslam Ansiklopedisi, c. 8, s. 555, yıl 1993.
5-) Aziz Ahmed, Hindistan ve Pakistan’da Modernizm ve İslam, Yöneliş yayın, 1989, İstanbul.
6-) İslam Ansiklopedisi, agy.
7-) Global Security.org sitesi “Deobandi Islam” maddesi, 15 Ekim 2001.
😎 Abdülkadir Aksöz, Hindistan Mücahidin Hareketi, İlim ve Medeniyet Sitesi, 25 Kasım 2018.
9-) Dünya Bülteni, “Pakistan Müslümanlarının Tarihi”, 14 Şubat 2020.
10-) https://www.alquds.co.uk/,, لمسألة-الباشتونية-قبل-طالبان-وبعدها, 22 Ağustos 2021.
11-) Prof. Dr. Hilmi Demir, Taliban Hakkında Bilmediklerimiz: Benzerlerinden farkı, kökeni, geleceği”, Fikir Turu sitesi, 23 Ağustos 2021.
12-) https://www.independentarabia.com/node/247046/, تحقيقات-ومطولات/قصة-طالبان-القاعدة-والقبيلة-والمذهب.
13-) “Taliban iktidarına dair”, Karar gazetesi, 25 Ağustos 2021.
14-) Naman Bakaç ile söyleşisi, 28 Ağustos 2021.
Ayrıca şu kaynaklara da bakınız:
- https://www.dnaindia.com/analysis/report-dna-special-the-deobandi-connection-between-taliban-pakistan-2907841
- Abdülkadir Aksöz, “Hindistan’da İslami uyanışın iki ekolü- Deoband ve Aligarh”, Mecra sitesi, 3 Eylül 2020.
- James D. Templin, Religious Education of Pakistan’s Deobandi Madaris and Radicalisation on JSTOR.
- https://theconversation.com/talibans-religious-ideology-deobandi-islam-has-roots-in-colonial-india-166323
- https://themaydan.com/2018/11/understanding-deoband-movement/
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkis