Yazı dizimizin bu bölümünde Türkiye ile bazı Ortadoğu ve Asya ülkelerinin dış politikalarında kadın temsiliyetini ele alacağız. Görüşlerinden oldukça yararlandığımız Doç. Dr. Zehra Yılmaz’ın tespitleriyle başlayalım:
Türkiye’de diplomaside kadınların temsil edilebilmesinin tarihi, dünya örnekleriyle uyumludur. Türkiye’nin ilk kadın diplomatı Adile Ayda, 1932 yılında bakanlığa girmiştir. Atama yoluyla diplomat olan Ayda, 1967 yılında Roma Büyükelçiliğinde görevlendirilmiştir.
Dışişleri Bakanlığı’nın ilk kariyer diplomatı kabul edilen Filiz Dinçmen ise 1968-1970 yılları arasında Tahran Konsolosluğu’na atanmış, daha sonra 1982’de Hollanda Lahey Büyükelçisi göreviyle Türkiye’nin ilk kadın büyükelçisi unvanını almıştır.
1984 yılında Strasbourg’da Avrupa Konseyi Türkiye Daimi Temsilcisi görevine getirilen Dinçmen, 1988 yılında Dışişleri Bakanlığı’nın ilk kadın müsteşar yardımcısı olmuştur. Dinçmen aynı zamanda 2001-2004 yılları arasında Vatikan’da ilk Müslüman kadın büyükelçi olma görevini de üstlenmiştir…
Türkiye, kadın diplomatlar açısından Birleşmiş Milletler Avrupa Ekonomik Komisyonu’nun UNECE listesinde 11. sıradadır.
Bu haliyle Türkiye, diplomaside kadınların temsili konusunda gelişmiş ülke standartlarının çok gerisinde değildir. Hatta kadın diplomat sayısı sürekli artma eğilimindedir. 2002 yılında Türkiye’nin kadın büyükelçi sayısı 14 iken, bu sayı 2012’de 22’ye, 2016’da 37’ye, 2017’de 43’e ve en son 2018 yılında 63’e çıkmıştır. 1
Devam edelim:
Türk diplomasisinde kadınların sayıları ve görünürlükleri artış eğilimindedir. 1990 yılında yüzde 13,4 olan kadın meslek memuru oranı 1998 yılında radikal bir sıçrama yaparak yüzde 24’e, 2019 yılı itibarıyla ise yüzde 38 rakamlarına yükselmiştir.
Temsilcilik sayısının artmasına paralel olarak kadın diplomatların ataması da artmıştır. Aynı yıllarda kariyer memur sayısı 575’ten 622’ye (merkezde 263, yurtdışında 359’a) yükselmiştir. Yurtdışında bulunan kadın misyon şefi sayısı 37 olmuştur; bunun altısı siyasi atama yoluyla belirtilen pozisyonlara gelmiştir.
Son yıllarda Türkiye’de Dışişleri Bakanlığı bünyesinde kadınların önceki yıllara göre daha fazla istihdam edildiğini rakamlar teyit etmektedir. Ancak birçok kuruma benzer şekilde büyükelçilik gibi itibarlı pozisyonlara gelindiğinde kadınların temsilinin oranı alt görevlerdeki sayıların altına düşmektedir. Bu bulgu, cam tavan sendromunun diplomatik kurumlarda hâlâ işlediğini ve kadınların daha az itibarlı pozisyonlarda kümelendiğini göstermektedir. 2
Bu kümelenmenin bir başka veçhesi de kadın büyükelçilerin bir devlet için stratejik olarak çok da önemli olmayan ülkelere atanmalarıdır.
Örneğin Türkiye adına görevli olan hiçbir kadın büyükelçinin Türkiye ile yoğun diplomatik ilişkileri olan ABD, Almanya, İngiltere ya da Fransa, Rusya gibi ülkelere atanmadıkları, ya Doğu Avrupa’da daha küçük ülkelere ya da (Malezya ve) Afrika ülkeleri gibi zayıf diplomatik ilişkilerin olduğu ülkelere atandıkları görülür.
Erkek egemen kültür bu defa da atama yapılan mekânları cinsiyetlendirerek kadın temsilini mümkün kılar. (İsveç Guthenburg/Göteborg Üniversitesinden iki İsveçli siyaset bilimci olan) Prof. Ann Towns ile Birgitta Niklasson da, diplomaside kadın ve erkeklerin rollerini incelerken kadınlarla erkeklerin güç ve itibar açısından farklı yerlere atandığını da tespit etmişlerdir.
Son dönemde istisna örneklerle de olsa bu konuda bir değişme eğilimi görülmektedir. Örneğin 2014 yılında Raife Gülru Gezer’in, Türkiye’nin Los Angeles Başkonsolosu olarak atanması önemlidir. 29 yıllık meslek hayatının 10 yılını Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütünde (NATO) ulusal güvenlik, askeri ve siyasi konular üzerine geçiren Lebibe Gülhan Ulutekin ise Avrupa Genel Müdürü (Şubat 2021’de de Panama Büyükelçisi-FB) olarak görev yapmıştır. 4
Kadınların diplomat olmaya başlamaları, bir eşiğin aşılması anlamına gelse de sorunun çözüldüğü anlamına gelmemiştir.
“Zira bu defa da kadınlar görev yerlerinin niteliği ve cinsiyetleri dolayısıyla yazılı ya da yazısız kurallara dayanarak uygulanan ayrımcılıkla baş etmek zorunda kalmışlardır. Örneğin, ABD’de sır tutamayacakları, erkekler kadar ‘etkili’ diyalog kuramayacakları, duygularıyla hareket edecekleri ve fiziksel riskleri karşılayamayacakları gibi gerekçelerle kadın diplomatların ilerlemeleri uzunca bir süre engellenmiştir.
Benzer deneyimler, Türkiye’deki kadın diplomatlar için de söz konusu olmuştur. Türkiye’nin üçüncü kadın büyükelçisi Solmaz Ünaydın, kendisiyle yapılan bir görüşmede, diplomasiye girmek ve etkili olabilmek için mezun olunan lisenin Galatasaray, üniversitenin Mülkiye ve cinsiyetin de erkek olmasının neredeyse şart olduğunu söylemiştir.
Aynı görüşmede Ünaydın, giriş mülakatlarında kadın adayların erkeklerin üç katı süre içeride tutulduklarını, terfileri ise kadınların erkeklerden en az iki kat fazla çalışarak kazandıklarını belirtmiştir.
1969 yılında Dışişleri Bakanlığı’na giren ve o dönemde bakanlıkta çalışan yedi kadından biri olan Sumru Noyan da kendisiyle yapılan bir söyleşide ‘O dönemde kadınları bu göreve almak istemiyorlardı’ diyerek Ünaydın’ın iddialarını teyit etmiştir.
Sumru Noyan’la yapılan görüşmedeki ifadeler sadece bakanlığa giriş sürecinde yaşanan ayrımcılıkla ilgili değil; aynı zamanda kadınların kuruma girdikten sonra kendilerine yönelik eril baskıyla nasıl baş ettiklerine ilişkin de önemli ipuçları vermektedir.
Türkiye’de diplomat kadınlar açısından bazı koşulların batıdaki birçok ülkeden daha iyi olduğu söylenebilir. Örneğin, batıdaki deneyimlerin tersine, Türkiye’de sadece belli bir dönem kadınların yurtdışı misyonlarında görevlendirilmeleri yasaklanmıştır.
Ülkenin ilk kadın diplomatı Adile Ayda görevini ancak iki yıl sürdürmüş, sonrasında ise kadınların yurtdışı temsilciliklerine atanmasının yasaklanması nedeniyle 1957 yılına kadar diplomatik kariyerine dön(e)memiştir.
(Bazı olumsuzluk ve eksikliklere rağmen) batılı ülkelerde olduğu gibi, diplomat kadınların evliliğinin yasaklanmasına ilişkin herhangi bir düzenleme Türkiye’de hiçbir zaman resmi olarak uygulanmamıştır. Yine de bir dönem uygulanan ve diplomat eşlerinin yurtdışındayken ‘diplomatlık’ dışında bir meslek icra edemeyeceğini öngören kural, kadın diplomatların hem evlenip hem de dış misyonlarda görev alabilmelerinin önünde bir engel oluşturmuştur.
Kadınların diplomat olarak görev almaları niceliksel olarak artsa da, Türkiye’de genel geçer algı hâlâ diplomatların ‘erkek’ ve eşlerinin de ‘kadın’ olduğu yönündedir. Nitekim diplomat eşlerinin kendi aralarında kurdukları Dış İşleri Mensupları Eşleri Dayanışma Derneği sadece kadınlardan oluşur. Oysa İngiltere’de Diplomasi Mensuplarının Karıları Derneği (Diplomatic Services Wives Association) adını 1990 yılında Diplomat Eşleri Derneği (Diplomatic Spouses’ Association) olarak değiştirmiştir.” 5
Daha açıklayıcı bir değerlendirme yapmakta yarar var: Hâlihazırda Bakanlık genelinde 257 büyükelçi bulunuyor. Bunların 193’ü erkeklerden, 64’ü kadınlardan oluşuyor. Bu rakamla, kadınlar Bakanlıktaki büyükelçilerin yüzde 25’ini teşkil ediyor. 6
Türkiyeli kadın diplomat meselesinin bir boyutu budur. Öteki boyutundaki tablo ise fazla iç açıcı değildir. Söz gelimi AKP iktidarının diplomatik alandaki kadın temsilcilerini “kadın hakları ve feminist yaklaşım” çerçevesinde atanmış görevliler şeklinde görmek yanıltıcı olabilir. Zira orada aranan ölçüt ehliyet, liyakat ve eşitlik değil; iktidarın ideolojisine ve siyasetine yakınlıktır.
Daha somut örneği, iç siyasetteki kadın temsil oranında görülebilir:
Türkiye’de 596 milletvekilinin 104’ü kadındır ve kadınların toplam milletvekili sayısına oranı yüzde 17,4’tür. Türkiye, kadın milletvekili oranında dünyadaki 192 ülke içinde 117’nci sırada yer almaktadır. Avrupa’daki 37 ülke içinde ise sondan üçüncü sırada bulunmaktadır.
Ataerkil cinsiyetçilikle özdeşleşmiş despot yönetimin egemen olduğu Macaristan yüzde 12,2 ile temsil edilirken, Malta yüzde 14,9 ile sondan ikinci sıradadır.
Kadın milletvekili oranında Türkiye birçok Afrika, Asya ve Ortadoğu ülkesinin gerisinde görünüyor. Madagaskar, Pakistan, Kamboçya, Moritanya, Bangladeş, Gine, Somali ve Sudan kadın milletvekillerinin oransal sayısının çokluğuyla Türkiye’nin önüne geçebilmiştir.
Kadının siyasetteki temsili açısından zirvede Ruanda, Küba, Bolivya ve Meksika bulunuyor. Diğer bazı ülkelerin sıralaması ise şöyle: Kosta Rika (yüzde 46) 8’inci; Finlandiya (yüzde 42) 12’nci; Mozambik (yüzde 40) 18’inci; Tanzanya (yüzde 37) 28’inci; Kamerun (yüzde 31) 43’üncü; Almanya (yüzde 31) 47’nci sıradadır. 7
Bazı Afrika, Ortadoğu ve Asya ülkelerinin dış politikasındaki kadın temsil oranına ilişkin verilebilecek bilgiler ise şöyledir:
Gelenekçi ataerkil değerlerin ve cinsiyet ayırımının egemen olduğu Suudi Arabistan yönetimi, 2019 yılında ilk kez ABD’ye kadın büyükelçi (Prenses Rima) görevlendirdi. Büyükelçi Rima, ABD’de uzun yıllar diplomat sıfatıyla bulunan ve “namlı bir istihbaratçı” olarak da bilinen Prens Bender bin Sultan’ın kızıdır.
(Düşük sayısına rağmen) kadın temsiline yer veren üç ülke Kazakistan, Gürcistan ve Ermenistan’dır. Kazakistan’ın 58 büyükelçisinden sadece biri; Ermenistan’ın 40 büyükelçisinden yalnız üçü kadındır. Afrika ülkelerindeki kadın diplomat oranı yüzde 17’dir. Ortadoğu, yüzde 6 ile en düşük orana sahiptir. 8
İki farklı örnek verelim: Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) meclis üyesi, siyasetçi, düşünür ve aktivist Hanan Aşrawi, 1991 yılında İsrail ile FKÖ arasında dolaylı biçimde gerçekleşen müzakere sürecine ülkesini temsilen gitmişti. Bu hususta İngilizce kaleme aldığı kitabının adı This Side of Peace ( – هذا الجانب من السلام Barışın Bu Yanı) idi. 9
Bir dönemin radikal Marksist militan fedaisi Leyla Halid ise, 1980’lerden itibaren siyaset ve diplomasi alanında Filistin davası için aktif faaliyet göstermeye başladı.
L. Halid’in konumu biraz farklıydı; dış ilişkilerinde FKÖ adına değil, kendi örgütünü temsilen hareket ediyordu. Dolayısıyla İsrail’in baş destekçisi olan batılı ülkelerde “terörist” muamelesi görürken, çöküşten önceki Sovyetler Birliği ile müttefiki Doğu Avrupa ülkelerinde kadın yoldaşlarıyla birlikte “devrimci şahsiyet” sıfatıyla karşılanıyordu. Sosyalist Çin, Vietnam, Küba, K. Kore, Laos, Kamboçya ve bazı Arap ülkelerinde itibar görüyordu.
Günümüzde devlet sıfatıyla henüz resmî kabul görmemiş olan çok sayıda (Bilhassa Güney-Orta Amerika ülkelerinde) örgütün/hareketin kadın temsilcileri bulunmaktadır.
Somut örneğine yanı başımızda rastlıyoruz: Irak Kürdistan bölgesindeki partilerin hemen hepsinde kadınlar siyaset sahnesinde mevcutlar. KDP muhafazakâr bir parti olduğundan, bünyesinde kadın politikacıya/milletvekiline sınırlı sayıda yer veriyor. KDP dış politikasında ise henüz kadının adı ve yeri bulunmuyor.
Avrupa düzeyinde olmasa da Kürt bölgelerinde “sosyal demokrat” anlayıştaki (YNK ve Goran gibi) partilerin kadın siyasetçileri hayli aktifler. Eski YNK lideri Celal Talabani’nin eşi Hero Hanım (1960 ve 1970’li yıllarda dağlarda silahlı peşmergelik de yapmıştı), neredeyse partinin iç ve dış politikalarının tek belirleyeni konumundadır.
Suriye ve Türkiye’deki Kürt hareketi içinde pek çok kadınlar, hem iç politika hem de diplomasi alanında önemli ilerlemeler kaydetmiş; ABD, Fransa, Rusya, Çin ve Avrupa Birliği ülkelerindeki üst düzey yetkililerle görüşmüşlerdir.
Genel olarak Kürt hareketlerindeki kadınlar söylemde erkek egemen siyasete itiraz edip hayatın her alanında eşitlik/denklik talep ederken; pratikte eril siyasetin kurallarına uyum göstermekle feminist yaklaşımın reddiyeciliği-itirazcılığı arasında bocaladıkları göze çarpmaktadır.
Bilinen o ki Irak, İran, Suriye ve Türkiye’nin Kürt hareketlerindeki kadınlar, hepsi de erkek olan kendi önderlerini mutlak derecesinde yüceltmeleri nedeniyle, bu tür liderlerin belirlediği çizginin dışına pek çıkmaz, nadiren itiraz ederler. Bu durum, az ya da çok ama bir şekilde eril zihniyeti bağımlılık ve erkek gölgesinde faaliyet gösterme anlamına gelir.
Her ne kadar Suriye’deki militan kadınlar, “Devrimimizi erkeklerin gölgesinde gerçekleştirmiyoruz” 10 deseler de, bu ifade, abartılı derecede iddialıdır.
Sonuç olarak kadınların temsili ve görevlendirilmesi hususunda birkaç eleştiriye değinmenin ufuk açıcı olacağı kanısındayız:
Bir: “Feminist dış politikaya yönelik ciddi bir itiraz, feminist dış politikanın yumuşak güçle alakalı olarak saldırganlıkla, ekstrem (aşırı) güvenlik konularıyla ve ulus aşırı terör örgütleri, düşman devletler gibi aktörlerin sebep olduğu tehditlerle uğraşmakta yetersiz olabileceği konusundadır.” 11
İki: “Eril diplomasi kültüründe kadın temsilinin iki türünün olumlandığını söyleyebiliriz. Biri kadınların kendilerine atfedilen dişil rolleri sürdürmeleri; diğeri ise eril kültür içinde rol alan kadınların da bu kültüre uygun bir biçimde eril bir tutum sergilemeleridir…
Amerikan siyaseti, erkekler için başkanlık ve kadınlar için de başkan eşi olmayı (first lady) öngören oldukça cinsiyetçi bir ayrıma dayanmaktadır. First lady’ler genelde resmi düzeyde olmasa da daima toplumsal ve siyasal roller üstlenirler. Bu siyaset geleneğine yönelik tabu yıkıcı ilk isim, feministler tarafından çokça eleştirilmesine rağmen Hillary Clinton’dır.
First lady olmaya benzer bir diğer statü de ‘diplomat eşi’ olmaktır. Diplomat eşi olmak diplomat erkeği ‘tamamlayan’ gayri-resmi diplomatik bir misyon sayılır. Her ne kadar oldukça tartışmalı ve ikincil de olsa, dünya siyasetinde kadınlar arabulucu, bilgi toplayıcı ya da ajan olarak çeşitli biçimlerde kullanılmışlardır.
Bu noktada kadının eril kültür içindeki temsilinin ikinci unsuruna; yani eril kültür içinde rol alan kadınların da bu kültüre uygun bir biçimde eril bir tutum sergilemesinin beklenmesi meselesine gelebiliriz.
Savaş kararını verenler çoğunlukla erkekler olmasına rağmen bunun istisnası olan Golda Meir (İsrail), Margaret Thatcher (İngiltere) ve Condeleezza Rice (ABD) gibi karar verici kadın örneklerinde de egemen eril değerlerin ötesine geçilemediği, hâkim olan erkek egemen sistemin devam ettirildiği görülmüştür…
İngiltere’de uzunca iktidarda kalmış olan Kraliçe I. Elizabeth ya da kolonileştirme siyasetinin önemli ismi Kraliçe Victoria veya Rusya’nın dünyada önemli bir aktör olmasını sağlayan Catherina’yı da bu listeye ekleyebiliriz.
Öte yandan Birleşmiş Milletler (BM), AB veya Avrupa Konseyi gibi uluslararası örgütlerde çok az sayıda kadın aktör yer almasına rağmen bu kurumlardaki kadınların da büyük kısmının, kendilerinden beklenenin tersine, çoğunlukla eril sistemin normlarına uygun davrandıkları veya bu tür kararlara imza attıkları bilinmektedir.
Uluslararası ilişkiler alanında uzman iki akademisyen olan (Cinsiyet ve Dünya Barışı isimli çalışmasıyla ünlü İtalyan) Dr. Mary Caprioli ile Amerikalı teorisyen Prof. Mark A. Boyer; kadın liderlerin karar alma sürecindeki yaklaşımlarını feminist perspektiften ele aldıkları çalışmalarında, krizleri çıkaranların ilk aşamada kadın karar vericiler olmamakla birlikte aynı süreçte şiddetin kullanılmasına karar vererek sert önlemleri uygulayabildiklerini tespit etmişlerdir.
Bunun nedenleri üzerine de düşünen Caprioli ve Boyer, sosyal olarak erkek merkezli bir politik çevrede kadınların erkek rakiplerine göre daha saldırgan bir politika izlemek ihtiyacı hissetmiş olabileceklerini söylerler.” 12
Üç: Devlet başkanlığı, başbakanlık ve bakanlık gibi üst düzey görevlerde bulunan kadınlara bakılarak “cinsiyet ayırımından uzak, eşitlikçi, feminist ve barışçıl iç ve dış politika uygulandığını” varsaymak büyük yanılgı olur. Zira anılan makamlardaki icraat ve talimatlar, eril kültür ve erkek egemen sistem çerçevesinde hayata geçirilmektedir. Biyolojik olarak kadındırlar. Lakin kurulu düzenin sosyo-kültürel ve siyasal açısından erkek anlayışındadırlar.
Mesela İngiltere’de Margaret Thatcher ve Theresa May, kadın hareketine soğuk bakıyorlardı. Her ikisinin de halk yararına dişe dokunur bir şey yaptıkları söylenemez.
“Demir Lady” lakabıyla bilinen eski Başbakan Margaret Tahtcher, 5 Nisan 1982’de Falkland adaları ihtilafı yüzünden Arjantin’e 74 gün süren savaş emrini vermiştir.
Golda Meir, gerek diplomatlığı gerek başbakanlığı döneminde bağnaz bir erkek aklıyla hareket etmiştir. Özellikle işgal ettiği Filistin topraklarını vermemek için oldukça katı bir tutum sergilemiş; Filistinli kimliğini tümüyle inkâr etmiştir. Bu yüzden Arap kamuoyunda “Filistinli kadın rahminin baş düşmanı” olarak tanımlanmıştır.
Hindistan tarihinin biricik kadın başbakanı sayılan İndra Gandhi, uluslararası alandaki siyasi başarılarına rağmen 1971’de Pakistan ile ülkesi arasındaki savaş için emir vermiştir.
Ayrıca 1980’lerdeki etnik ve dini temeldeki ayaklanma ve itaatsizliklerin bitirilmesi maksadıyla sert tedbirler almıştır.
“Babasının kızı” sıfatıyla başbakan olan Benazir Butto’nun adı ise eşinden ötürü yolsuzluklarla anılmaya başlamıştı. Kendisi, El Kaide bağlantılı bir militan tarafından 2007’de katledildi.
Tunus’un mevcut Başbakanı ve akademisyen Prof. Necla Buden Ramazan’ın da “feminist” bir yaklaşımla ülkedeki krizi ele alamayacağı hususunda görüşler söz konusudur.
Türkiye’ye gelince, DYP Genel Başkanı ve eski Başbakan Tansu Çiller dönemi, faili meçhul cinayetlerin arttığı ve “teröre” karşı savaş talimatlarının bol keseden verildiği bir zaman dilimi olarak bilinmektedir.
Onun verdiği askeri operasyon talimatları, dönemin Genelkurmay Başkanı tarafından şöyle dillendirilmiştir:
Başbakan ‘tak’ diye emir verir, biz de ‘şak’ diye yerine getiririz!
Çiller’in sertlik yanlısı davranışlarına örnek olarak Benazir Butto’dan aktarılan şöyle bir anlatımından bahsedilir:
Yurt dışındaki uluslararası bir zirve sırasında Butto ile karşılaşan Türkiye’den gitme bir Kürt heyeti, ailesinin Kürt kökenli olduğunu bildiğinden, kendisinden Kürt halkının demokratik hakları lehinde kısa bir konuşma yapmasını rica eder.
Ancak Butto, “Bireysel olarak sizinle samimi sohbette bulunup Kürt bir aileden geldiğimi söyledim, fakat başbakan sıfatıyla kürsüye çıkıp böyle bir şey söylersem, mevkidaşım Çiller, beni çiğ çiğ yer!” demiştir.
Belediye başkanlığına ek olarak 1983-1999 yılları arasında ANAP hükümetlerinde birçok bakanlıkta bulunan Işılay Saygın’ın 1998 yılındaki bir demecinde, “52 yaşındayım ve hâlâ bakireyim” demesi kamuoyunun dikkatini çekmişti.
Saygın 7 Şubat 1998’de “bekâret kontrolünü desteklediğini” dile getirince, kadın kuruluşları kendisini istifa etmeye çağırmıştı.
Olumlu anlamda popüler bir örnek verelim: Arjantin’in Sağlık Bakanı olan (1946-1952) María Eva Duarte de Perón, eşi Juan Peron’un despotik idaresi devrinde kadın hakları için çalışmış; 1947 yılında kadınların oy verme hakkı elde etmesini sağlamıştır.
Daima siyasetle ve halkla iç içe olmuş; işçi sendikalarının örgütlenmesinde önemli rol üstlenmiş; kampanyalar yoluyla fakir halka yiyecek, para ve ilaç yardımında bulunmuştur. Bu nedenle devlet töreniyle “ulusun ruhani lideri” olarak adlandırılmıştır.
Bu da olumsuz bir kadın örneği: Juan Peron’un üçüncü eşi ve 1974-1976 yılları arasında Arjantin’in ilk kadın devlet başkanı olan Maria Estela Martinez Cartas de Perón, yönetimi sırasında enflasyon, işçi olayları ve siyasal şiddet hareketleriyle baş edebilmek için, yeni kabineler kurmuş; Kasım 1974’te sıkıyönetim ilan etmiştir…
Ortadoğu’daki başkan eşleri arasında “first lady” sıfatıyla hayırseverlik yapan ve kadın haklarının iyileştirmesi için çalışan Cihan (eski Mısır Başkanı Enver Sedat’ın eşi), Lisa Halebi (eski Ürdün Kralı Hüseyinin eşi) ve Esma (Suriye Başkanı Beşar Esat’ın eşi) gibileri sayılabilir.
Hayırseverlik, çocuk ve kadınlar yararına faaliyetleri ile yurtdışındaki çeşitli forum ve etkinliklere katılarak kamu diplomasisine damgasını vurmasından ötürü dünyaca ünlü Forbes dergisi tarafından “dünyanın 100 güçlü kadını” seçilen Katar Emiri’nin annesi Şeyha (Prenses) Muza ise “hükümdar annesi, valide sultan” kategorisinde sayılır.
Sunulan örneklerin maksadı kişisel karalama değil, sosyo-politik açıdan kadının “erkeksi” anlayışlarını göstermektir. Karar mekanizmalarında yer almak, kadınların toplumsal düzlemde eşit olmalarına yetmemektedir.
Bunun için bilgi birikimine sahip olmak; eşitlikçi ve katılımcı demokratik anlayışla hareket etmek; yönetilenlerin, bilhassa ezilen geniş halk kitlelerinin çıkarlarını savunmak ve elbette laik (veya seküler) bir dünya görüşünü taşımak gibi değerlere sahip olmak; sosyal, sınıfsal, ekonomik ve siyasal zeminde kadınlar lehine kararlar uygulamak gerekiyor.
Dört: “Diplomasi dünyasında, kültürel ve cinsiyetçi pratikler nedeniyle ortaya çıkabilecek ayrımcılığa açıkça karşı çıkmak, hassas diplomatik kod nedeniyle mümkün görünmemektedir.
Yine de kadın diplomatların farkında olarak ya da olmayarak erkeksi özelliklerini ön plana çıkararak cinsiyetçi ayrımcılıkla mücadele etmeye çalıştıkları da görülmektedir…
Türkiye’nin ilk kadın diplomatı Adile Ayda’nın yirmi üç yıl sonra diplomasi mesleğine döndüğünde kadınlık ile erkekliği bir arada yürüttüğünü ifade etmesi; Birleşmiş Milletler Viyana Ofisinde görev yapan Büyükelçi Sumru Noyan’ın futbol maçlarını takip ederek erkek meslektaşlarıyla ortak bir dil aradığını beyan etmesi bu durumu doğrulamaktadır.” 13
İhmal veya başka nedenlerle kadın hareketi literatüründe pek anılmayan sıkı sosyalist-feminist politikacı Aleksandra Kollontay’ın sosyo-politik portresine nihayet sıra geldi, birlikte bakalım:
Rusçanın yanı sıra çocukluğundan itibaren Almanca, Fransızca, Fince konuşan ve bu sayede pek çok düşünce akımını okuyup değerlendirme fırsatı bulan Aleksandra’nın, Marksizmi benimsedikten sonra örgütlenmesi şaşırtıcı değildir.
Kollontay yasal eşitlik değil, gerçek eşitlik peşindeydi. Kendisini burjuva feminizminden ayıran bilgi birikimine ve siyasi çizgiye sahipti. Onun açısından meselenin özü, kadınların ezilen bir cins ve cinsiyetten olmalarıydı.
1908’den 1917’ye kadar Almanya, İngiltere, Fransa, İsveç, Norveç, Danimarka, İsviçre, Belçika ve ABD’de işçi sınıfı örgütlerinin ve partilerinin çağrıları üzerine özellikle kadın sorununa dair eğitimler verdi, broşürler ve kitaplar yazdı. “Kadın Sorununun Sosyal Temelleri”, “Yeni Kadınlar”, “Toplum ve Analık” bu dönemdeki eserlerinden sadece birkaçıdır.
Kollontay, 1910 Ağustosunda toplanan II. Uluslararası Kadınlar Konferansı’na 17 ülkeden katılan 100 delegeden biriydi.
1917 Ekim Devrimi bir kadın protestosu olarak başladı. 8 Mart 1917’de St. Petersburg’daki on binlerce kadın, çocuklara ekmek için gösteriler gerçekleştirdi. İçlerinde her sınıftan kadın vardı. Çiftçiler, kadın öğrenciler ve daha sonra tekstil işçileri de katıldı.
Öncüleri Clara Zetkin, Rosa Luxemburg ve Alexandra Kollontai gibi devrim için çalıştılar ama erkeklerin gölgesinde kaldılar.
Aleksandra devrimin hemen ardından Sovyetler Birliği’nin ve dünyanın ilk kadın bakanı seçildi. Bakan olduğu dönemde “önce devrimi yapalım, kadın özgürlüğü sonra gelir” diyenlerin kadın özgürlüğü konusunda ayak dirediğine tanıklık etti. En büyük çalışmasını da bu alanda yürüttü.
“Evlilik köleleştiricidir” diyen Aleksandra, bu ifadesiyle, birlikte devrim yaptığı erkek yoldaşlarının değişime direnmesini eleştiriyordu.
Bakan olduktan bir süre sonra bir ilki daha gerçekleştirdi:
Sovyetler Birliği’ni temsilen büyükelçi olarak atandı. 1926’da Meksika, 1927’den 1930’a kadar Norveç’te büyükelçilik yaptı. 1945’e kadar büyükelçilik görevleri üstlendi… 1945 yılından sonra SSCB Dışişleri Bakanlığı danışmanlığı görevinde birçok eser yazdı. 14
Bizce kadınlar, “erkeksi ve eril” olmaya ihtiyaç duymadan diplomasi dâhil hayatın her alanında başarılı olabilirler.
Kaynakça:
1. Doç. Dr. Zehra Yılmaz, “Eril Diplomasi Kültürüne Feminist Bir Eleştiri”, Kültür ve İletişim, Yıl: 22 Sayı: 44, Eylül 2019-Şubat 2020; Bahar Rumelili ve Rahime Süleymanoğlu Kürüm, “Diplomaside Kadın ve Toplumsal Cinsiyet: Değişen Normlar ve Pratikler”, Koç Üniversitesi Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları Araştırma ve Uygulama Merkezi-KOÇKAM, 6 Nisan 2020.
2. Süleymanoğlu Kürüm ve Rumelili, agy.
3. Adı geçen yazı.
4. Z. Yılmaz, agy. B. Rumelili ve R.S. Kürüm, agy.
5. Z. Yılmaz, agy. B. Rumelili ve R.S. Kürüm, agy.
6. https://www.aa.com.tr/tr/politika/turk-diplomasisine-yon-veren-kadin-diplomatlarin-sayisi-artiyor/2167475
7. https://tr.euronews.com/2020/03/10/kadin-milletvekili-oraninda-turkiye-117-nci-sirada-zirvede-ruanda-ve-kuba-var
8. B. Rumelili ve R. S. Kürüm, agy.
9. حنان داود خليل عشراوي, ويكيبيدي; Wikipedia İngilizce “Hanan Ashrawi”, maddesi.
10. Gazete Karınca, “Rojava’da kadınların rengi” isimli röportaj. Akt. Gazete Patika, http://www.adkh.org/arsivler/3950.
11. İlkim Tuğçe Biter, “Uluslararası İlişkilerde Feminist Dış Politika Söylemi ve İsveç Örneği”, Alternatif Politika, 2017.
12. Z. Yılmaz, agy.
13. Bahar Rumelili ve Rahime Süleymanoğlu-Kürüm, agy.
14. https://gazetekarinca.com/rojavada-kadinlarin-rengi-devrimimizi-erkeklerin-golgesinde-gerceklestirmiyoruz/; Gazete Patika, http://www.adkh.org/arsivler/3950. Ayrıca bkz. Elin Molinoğlu, “Gerçekleşmiş Bir Düş Kuran Kadın: Aleksandra Kollontay”, Evrensel, 8 Mart 2019.
© The Independentturkis