Bu yazıda, Avrupa’daki bazı gelişmelere odaklanacağım. Öncelikle mevcut savaş ortamının Avrupa’daki siyasi dengeleri nasıl etkileyebileceğine dair bir örnek olarak Polonya’ya yakın plan yapıp, ardından Almanya’nın yeniden silahlanmasına ve bunun ekonomi politiğine değineceğim.
Polonya’nın değişen konumu
Rusya’nın işgal girişimi başlamadan önce Avrupa Birliği’ndeki (AB) temel tartışma konularından biri, Covid-19 ekonomik destek paketinden yararlanmanın “hukukun üstünlüğüne saygılı olma” şartına bağlanmasıydı. Bu özellikle Polonya’yı ilgilendiriyordu, çünkü 2015’te iktidara gelen milliyetçi-muhafazakâr Hukuk ve Adalet Partisi (PiS) yargının yürütmenin önünü kestiğini ileri sürerek –Türkiye’den aşina olduğumuz bir tabirle söylersek– “bürokratik oligarşinin yargı ayağını” yıkmaya girişmişti. Macaristan’la birlikte Avrupa’da sağ popülistlerin iktidara gelebildiği ülkelerden biri olan Polonya, savaş başlamadan hemen önce, AB müesses nizamınca muteber görülmeyen ve hatta dışlanma tehdidiyle karşı karşıya kalmış bir ülkeydi.
Scholz savunma harcamalarına 100 milyar avroluk ek bir fon oluşturduklarını duyurdu. Almanya NATO üyelerinden beklenen silahlanma teamülüne sistematik olarak uymuyordu. Bu “U-dönüş” Avrupa’ya ait yeni bir güvenlik şemsiyesinin kurulması tartışmasında Almanya’yı Fransa’ya yakınlaştırıyor.
Savaş her şeyi değiştirdi. Bir milyonu aşan mülteciye kapılarını açması, askeri olarak NATO’nun bölgedeki en büyük gücünü oluşturması, ABD askerlerine ev sahipliği yapması gibi nedenler, savaş öncesindeki sorunları bir anda görünmez kıldı. Polonya Başbakanı Mateusz Morawiecki, Financial Times’daki yazısında, Rusya’ya karşı Batı’nın birliğini koruması gerektiğini savunurken aslında AB Komisyonu tarafından Polonya’ya halen verilmeyen paraların yollanması gerektiğini de hatırlatıyordu.
Polonya’da önümüzdeki yıl seçimler var ve PiS, savaş başlayıncaya kadar, AKP’ye benzer bir şekilde oy kaybından mustaripti. Ancak, dikkatli gözler savaşın Polonya’daki otoriter konsolidasyon için kapı araladığına işaret ediyor. PiS’in uluslararası sistemden yalıtılmış durumunun hızla değiştiğini zaten gözlemleyebiliyoruz.
Rusya’nın işgal girişimiyle başlayan sürecin kısa sürede sonlanmayacağını düşünürsek, 2023 sonbaharındaki seçime savaşın gölgesinde gidileceği kesin gibi. Eğer PiS yönetimi artan ekonomik zorlukları ve enflasyonu kontrol altına alabilirse, önümüzdeki yılki seçimlerde artan dozda milliyetçilik takviyesiyle başarılı olabilir.
Almanya’nın silahlanması
Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişiminin hemen başlarında, yeni seçilen koalisyon hükümetinin başbakanı Olaf Scholz önceki hafta mecliste yaptığı konuşmada, savunma harcamalarına ayırmak üzere 2022 yılı içinde 100 milyar avroluk ek bir fon oluşturduklarını duyurdu. Almanya NATO üyelerinden beklenen GSYH’nin yüzde ikisi kadar silahlanma harcaması yapma teamülüne sistematik olarak uymuyordu. Bunu da 1945 sonrası dönemde uyguladığı müdahaleci olmayan dış politika tutumuna dayandırıyordu. Ancak, Scholz’un açıklamaları Almanya’nın bu konumunu dramatik bir şekilde bir günde değiştirdiğini ilan etti.
2010’lar Avrupa için kemer sıkma yıllarıydı. 2020’lerin başı ise savaş Keynesciliği’ne göz kırpıyor. AB’deki politika yapıcılar “Yeni Yeşil Anlaşma” programının detaylarını hazırlamakla meşgulken bir anda kendilerini savaş Keynesciliği’nin detaylarını tasarlarken bulabilirler.
Her ne kadar Şansölye bu kararı alırken özgürlük ve demokrasiyi korumayı öncelediklerini söylese de, esasında bu “U-dönüş” uzun süredir Fransa’nın savunduğu Avrupa’ya ait yeni bir güvenlik şemsiyesinin kurulması tartışmasında Almanya’yı Fransa’ya yakınlaştırmış oluyor. Almanya’nın silahlanma kararının Ukrayna savaşının gidişatına doğrudan etkide bulunması beklenemez. Ancak, askeri-sanayi kompleks bir kere harekete geçti mi, bunun nerelere varabildiğini 20. yüzyıldan biliyoruz.
Savaş dönemi Keynesciliği
Silahlanma harcamalarının artması sadece Almanya’ya özgü değil, irili ufaklı pek çok ülke Almanya’ya benzer şekilde bu alandaki kamu harcamalarını artıracaklarını açıklıyor. Bu listeye AB’nin Rusya’ya olan enerji bağımlılığını azaltmak ve savunma harcamalarını artırmak için çok büyük miktarlarda yeni ortak borçlanma araçlarını çıkarmayı tasarlamasını da ekleyeyim.
Covid-19’un yarattığı sorunlardan çıkış için yaratılan büyük fona ek olarak bu tip bir harcama programının oluşturulması, aynı zamanda bir türlü sonlanmayan uzatmalı krizi aşmaya yönelik bir adım olarak da görülebilir. Ancak, AB’deki politika yapıcılar “Yeni Yeşil Anlaşma” programının detaylarını hazırlamakla meşgulken bir anda kendilerini savaş Keynesciliği’nin detaylarını tasarlarken bulabilir.
Bunları bir araya getirdiğimizde ilginç bir durumla karşı karşıya kalıyoruz: 2010’lar Avrupa için kemer sıkma yıllarıydı. 2020’lerin başı ise savaş Keynesciliği’ne göz kırpıyor. Sürekli kemer sıkma politikaları nedeniyle bir türlü canlanmayan talebi büyük silahlanma ve enerji yatırımlarıyla canlandırmak belki Avrupa’yı bir türlü aşamadığı 2008 krizinin etkilerinden azade kılabilir. Ancak, çok da geriye gitmeden, sadece 20. yüzyıl tarihine bakarsak bu tip bir silahlanma ortamının Anton Çehov’un ünlü sözünü hatırlatması tesadüf olmasa gerek: “Eğer ilk sahnede duvarda asılı bir silah varsa, oyunun sonunda o silah mutlaka patlar.”
*birartibir.org