Röportaj Faik Bulut
Bazı Kürt aydınları tarafından son zamanlarda derlenen iki sözlük dikkati çekiyor.
İlki Zana Farqinî’nin yeni yayımlanan çalışması. Şimdiye kadar bu konuda gerçekleştirilmiş en kapsamlı eser denilebilir.
Basımı münasebetiyle 9 Haziran’da gerçekleşen tanıtım kokteyline gitmiş, oradaki davetlilerin sözlüğe olan yoğun ilgisine yakından tanık olmuştum.
İkincisi ise Prof. Dr. Bahattin Gümgüm’ün Türkçe-İngilizce-Kürtçe-Pehlevice dillerini içeren Ferhenga Çarzimanî ismiyle derlenmiş dörtdilli olanıdır. Ancak henüz basımı yapılmamıştır.
Anadiline önem vermesi ve dilde özcülüğü esas almasından ötürü “Kürtçenin Nurullah Ataç’ı” diye tanımladığım Zana Farqinî‘nin çalışması üzerine kendisiyle röportaj yapmaya karar verdim.
Birlikte okurken sözlük hakkında bilgi de edinmiş olacağız.
– Önce sizi tanıyalım. Okuyucuya kendinizden bahseder misiniz? Kimdir Zana Farqinî? Özellikle eğitim ve kültürel açıdan faaliyetleriniz nelerdir?
1967 Diyarbakır Silvan doğumluyum. İlk ve ortaokulu Silvan’da, lise ve üniversiteyi İstanbul’da okudum. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nden mezunum.
Daha sonra Mardin Artuklu Üniversitesi Yaşayan Diller Enstitüsü Kürt Dili ve Kültürü Bölümü’nde master yaptım.
Üniversite yıllarında Kürtçe yayıncılık, kültürel ve sanatsal faaliyetlerde bulundum.
İlk olarak Koma Çiya müzik grubunu kurduk. Rozerin adıyla ortak kaset çıkardıktan sonra solist olarak yürüttüğüm müzik faaliyetlerimi bir yana bırakıp tümüyle Kürtçe basın yayın dünyasına adım attım.
Haftalık yayımlanan Kürtçe Welat gazetesinde çalıştım. Daha önce Mezopotamya Kültür merkezinin yayın organı olan Rewşen dergisinin yazı işleri kadrosunda bulunuyordum. Bu dergide dil ve kültür alanıyla ilgili yazılarım da yayımlanıyordu.
Welat gazetesi kapandıktan sonra onun devamı niteliğindeki haftalık Kürtçe Welatê Me‘de yazı işleri müdürlüğü ve genel yayın yönetmeliği görevlerinde bulundum. O da kapanınca, yine haftalık yayımlanan Kürtçe Azadiya Welat gazetesinin ilk genel yayın yönetmenliği görevini üstlendim.
Hem Koma Çiya müzik grubunda hem de Welatê Me döneminde yolumuz mahkemelere de düştü.
1991 yılındaki HEP kongresinde yaptığım konuşma ile gazetede yayımlanan üç yazıdan dolayı yazı işleri müdürü olarak cezalar da aldım.
DGM’de yargılanırken Kürtçe savunma yaptım, fakat tutanaklara “anlaşılmayan dil” diye geçti. Oysa aynı “anlaşılmayan dilde” suç unsuruna rastlanmıştı!
Daha sonra yapılan yasal değişiklikler, basın kanunun değişmesi sonucu aldığımız cezalar ertelenmiş oldu.
Dil, kültür ve tarih konusuna olan merakım beni kültürel çalışmalar yapan alanlara itti. 1997 yılından itibaren gazetecilik faaliyetlerime noktayı koyduktan sonra İstanbul Kürt Enstitü’nde çalışmalarımı yürütmeye başladım.
Bu kurumda ağırlıklı faaliyetim Kürt dili üzerine oldu. Her üç sözlüğümü de Enstitü’de iken hazırladım. Aynı zamanda Dil Bölümü başkanlığının yanı sıra bir dönem de İstanbul Kürt Enstitüsü başkanlığını yaptım.
– Yaklaşık 150 yıldan beri Kürtçe sözlük düzenleyip yayımlama faaliyetleri aralıklarla devam ediyor. 1990’lardan itibaren yurtdışı ve Türkiye’de çok sayıda Kürtçe-Türkçe, Kürtçe-Fransızca, Kürtçe-İngilizce, Kürtçe-Arapça, Kürtçe-Farsça sözlükler yayımlandı. Bunların arasında Kürt Enstitüsü tarafından yayımlanan iki sözlüğünüz de var. Son yayımlanan sözlüğün bunlardan daha kapsamlı olduğu görülüyor. Aralarındaki esas fark nedir?
Açıkçası ilk Kürtçe-Türkçe sözlüğe başlamadan önce taslak halinde bir Kürtçe-Türkçe, Türkçe-Kürtçe cep sözlüğü çalışmam vardı.
Daha sonra Türkçe-Kürtçe sözlüğe olan elzem ihtiyaçtan dolayı onun kapsamını geliştirmeye karar verdim.
Sayın D. İzoli’nin sözlüğü vardı ama ihtiyaca tam anlamıyla cevap verme konusunda yetersiz kalıyordu. O yüzden fikir değişikliğine gittim.
Neden önce Türkçe-Kürtçe sözlük sorusuna gelince, sebebi şuydu: Hedef belirlediğim kitlenin eğitim dili Türkçe idi. Bu dil aracılığıyla ilkin Kürtçeyi öğretmeyi seçtim.
O yüzden bugüne kadar en kapsamlı olan Türkçe-Kürtçe sözlüğü hazırladım. Sözlük 2000 yılında İstanbul Kürt Enstitüsü tarafından yayımlandı.
Bu sözlük çıktıktan sonra Kürtçe-Türkçe olan türevini hazırladım. Bu da alanında en kapsamlı Kürtçe-Türkçe sözlük oldu.
2004 yılında İstanbul Kürt Enstitüsü yayımları arasında çıktı. 2007 yılında ise orta boy Kürtçe-Türkçe ve Kürtçe-Türkçe sözlüğü yayına hazırladım Aynı kurum tarafından birkaç baskısı yapıldı.
Kürtçe-Türkçe sözlüğün bugüne kadar 4 kez tıpkıbasımı yapıldı. Yeni basımı ise hem genişletildi hem de son dönemde Kürtçenin standardizasyon ve imla kurallarıyla ilgili yapılan çalışmalar sonucunda alınan kararlar dikkate alınarak hazırlandı. Bu çalışmaların çoğuna bizzat katıldım.
Bu konudaki faaliyetlerimiz hâlen sürüyor. İlk baskı ile yeni baskı arasında tam 18 yıl geçti. Bu süre zarfında Kürtçe alanında yaşanan gelişmeleri bu baskıya elden geldiğince yansıtmaya çalıştım.
Bir diğer husus da şudur: Dilbilgisi ve imla kuralları açısından Kürtçe (Kurmanci lehçesi) tam bir standarda kavuşmadığı için yazı dilinde kullanılan bir sözcüğün farklı varyantlarına da yer verildi.
Aslında diğerinde de bu yönteme başvurmuştum. Ancak bu çalışmada konuya daha bir özen gösterdim. Tabii, bunu yaparken de sözlük kullanıcılarını yazı dili için tercih edilen sözcüğe bkz. (bakınız) kısaltmasıyla yönlendirdik.
Dolayısıyla genişletilmiş bu sözlüğün içeriği hem zenginleşmiş, hem de son yıllarda yapılan dil çalışmalar ışığında özenle gözden geçirilip yeniden düzenlenmiştir.
– Şimdiye kadar yayımlanan Kürtçe-Türkçe sözlüklerin en hacimli ve kapsamlısı olan bu sözlük kaç kelimeden oluşuyor?
Kürtçe-Türkçe sözlüğün ilk hali (her dört tıpkıbasımı dâhil) madde başı 131 bin, madde içi de 35 bin olmak üzere toplam 166 bin maddeden oluşuyordu.
Yeni genişletilmiş baskısı ise 175 bin 358 madde başı, 48 bin 735 de madde içi olmak üzere toplam olarak 224 bini aşkın maddeyi içermektedir.
Şu an kayıt altına aldığım ve sözlüğe katmadığım 10 binden fazla kelime var. Zira gerçek anlamları konusunda tereddütlerim bulunuyor. Anlamları konusunda bilgi sahibi olduğumda, onları da sonraki baskılarda değerlendireceğim.
Önceki sözlüklerde olduğu gibi sonuncusunda da kullanıcılara kolaylık sağlamak amacıyla deyimlere, söz kalıplarına ve örnek cümlelere yer verdim.
Bu yöntemle kullanıcılara aynı kelimenin çok farklı anlamları hususunda yardımcı olma gayesi güttüm.
Şöyle ki: Kürtçe bir sözcüğün birden fazla anlamı olduğunda, öncelikle bilinen doğru ve düz anlamını verdim. İkinci olarak mecazi anlamı ve yan anlamı şeklinde sıraya koyarak Türkçe karşılıklarını yazdım.
Bir başka şey de sözcük türlerinin gösterilmesiydi. Mesela Kürtçenin Soranice lehçesinden farklı olarak Kurmanci cinsiyetlidir. Yani Kurmanci lehçesindeki bir kelime ya eril ya da dişildir veya meslek bildiren isimlerde olduğu gibi her ikisi de olabilmektedir.
Kısaltmalarla bu durum Kürtçe sözcükler için gösterildi. Belirtmem gerekir ki bu yöntem daha önceki baskıda da kullanılmıştı. Fakat bunda toplumsal cinsiyet durumunu göz önünde bulundurarak bilhassa örnek cümlelerde her iki cinsiyeti de kullandık.
– Sözlükteki kelimelerin sayısı yatay mı yoksa dikey olarak mı fazladır? Mesela 750 bin kelime hazinesi olduğu söylenen Arapçada deve için 700, aslan için 500 kelime bulunur. Bu fazlalık, yatay kelime sayısıdır. Dil için zenginliktir ama bunun yaklaşık 10 kadarı günlük hayatta kullanılır. İngilizcede ise kelime hazinesi yaklaşık 500 bin kadardır. Hemen her kelime farklı anlamda söylenip yazılmaktadır. Buna da dikey kelime sayısı denilir. Kürtçede durum nedir?
Dil için, o bir canlı organizmadır denilir. Bunun sebebi dilin durağan değil, değişken olma özelliğiyle ilgilidir. Sözcükler, morfolojik (yapısal özellik ve şekilleri) ve semantik (anlambilim) açıdan değişime uğrayabildikleri gibi anlam daralmasına veya genişlenmesine de uğrayabilirler.
Hatta tümden kullanımdan da kalkabilir. O yüzden sadece senkronik (zaman içinde değişen, eşzamanlı) değil, diyakronik (zaman içinde değişmeyen, artzamanlı) olarak yani dile tarihsel süreç içinde bakıp onun üzerine gerekli bilimsel çalışmalar yapıldıktan sonra belki kesin bir yargıya varılabilir.
Sorunuza gelince, Kürtçede sinonim (eşanlamlı) çok kelime var; mesela bakmak fiili için Kürtçede bir çırpıda on fiilden, hakeza konuşmak fiili için de en az yedi fiilden bahsedebilirim.
Akrabalık terimlerinde de böyle bir durum var. Buna karşın şu anki bilgi ve tecrübelerime dayanarak diyebilirim ki Kürtçede yatay durumdan ziyade dikey özellik söz konusudur. Belki Hint-Avrupa dil ailesine mensup olduğundan, Kürtçe de böyle bir dildir.
Benim şöyle bir belirlemem var: Ulusların tarihi biraz da dillerinde saklıdır. Zira o toplumun tarih boyunca yarattığı maddi ve manevi kültürü, iştigal ettiği her şey, bütün edim ve aktiviteleri, inanç sistemi, dünya görüşü, geçmişine dair izleri vb. diline de yansımıştır.
Dolayısıyla kim daha çok neyle uğraşmışsa o alana ait kavram ve terimler diline de bir şekilde girmiştir.
– Sözlükteki kelimeleri, Kürtlerin yaşadıkları coğrafyanın dört parçasından mı derlediniz? Yoksa Türkiye’deki (Serhat, Dersim, Garzan, Botan gibi) Kürt yoğun mıntıkalarda konuşulan sözcükleri mi bir araya getirdiniz?
Bir dilin söz dağarcığının tam olarak ortaya çıkabilmesi için yazılı eserler, sözlü edebi ürünler ile alan araştırılmasının layıkıyla yapılması gerekir. Maalesef, şu an biz bu imkânlardan yoksunuz.
Buna rağmen elden geldiğince ve olanaklar dâhilinde bütün bunları dikkate alarak hareket ediyoruz. Şahsen ben, bu eksikliği en azından asgariye indirmek amacıyla Kurmanci konuşulan bütün coğrafyayı göz önünde bulunduruyorum.
Farklı coğrafyalara mensup yazarların eserlerini, dil çalışmalarını, sözlüklerini, takip edip bilmediğimiz sözcükleri bulmaya gayret ederek sözlüğe katıyorum.
Aynı şekilde ses sanatçılarının, dengbêj ve stranbêjlerin stran ve kilamlarını yani şarkılarını da dinleyip dil konusunda onlardan da faydalanmaya çalışıyorum.
Kaynakça bölümünde belirtip yararlandığım eserler dışında bana kendi bölgelerinde derlemiş oldukları sözcük ve deyimleri gönderenlere de önsözde değindim. Ayrıca eserlerinde derleyip anlamları konusunda bizzat yollamak suretiyle bu konuda yardımlarını esirgemeyen yazarlara da şükranlarımı belirttim.
Bundaki amaç, elimden geldiğince ve olanaklarım dâhilinde Kurmanci lehçesini konuşan bütün coğrafyanın söz dağarcığını bu sözlüğe aktarabilmekti.
Açıkçası, dar ve bölgesel kalmamak için özel bir çabanın içinde oldum diyebilirim.
Yine de belirtmeliyim ki daha önce söylediğim gibi özellikle o üç alanda gerekli ve yeterli çalışmalar yapılmadıkça sözlüğün eksik kalacağı da tartışma götürmez bir gerçektir.
– Sözlük çalışmasını tek başınıza mı başlayıp bitirdiniz? Yardımcı bir ekip var mıydı?
Evet, sözlük çalışmalarını tek başıma yaptım. Keşke imkân olsaydı da kolektif bir çalışma sonucu ortaya çıkan sözlükler olsalardı.
Bunun gerçekleşebilmesi için maddi olarak güçlü kadroları istihdam edebilen kurumlara ihtiyaç var. Zira bu tür çalışmalar uzun erimli faaliyetlerdir.
Sözlük çalışmaları, gerçekten de sitemi bol ve çok meşakkatli bir alan. Hani çok zorlandığım durumlar da olmadı değil.
Böylesi durumlarda bilgisine, tecrübesine güvendiğim kişilere de başvurdum, güvenilir bulduğum daha önceki sözlükleri de dikkate aldım. Tabii, ilk başlarda sözlük hazırlamaya koyulduğum zamanlarda teknik imkânlar da bugünkü kadar değildi.
Şimdiyse sosyal mecralar, sosyal platformlar, internet ortamı sayesinde birçok kişiye ve kaynağa anında ulaşıp dil veya sözcük konusundaki sorunların çoğuna çözüm bulabiliyoruz.
Son olarak şunu diyebilirim: Dil konusunda profesyonel ve otorite sayılabilecek bir Kürt kurumu oluşmayana dek, bu bahsettiğim sorunlar hep var olacaktır.
Fakat asimilasyondan dolayı dil yitimi söz konusu olduğundan, o kurumun oluşacağı günü bekleyecek bir lüksümüz de yok. Elimizi çabuk tutmak durumundayız.
– Kelimeleri derlemeden önce daha önce yayımlanan sözlük ve kaynaklardan yararlandığınızı söylüyorsunuz. Bu kaynaklar nelerdir?
Elbette daha önce yayımlanan sözlükten ve sözlüğü hazırlamama yardımcı olan kaynaklardan yararlandım. Sadece süreli yayımlardan değil, süreli olmayan yayımlardan da istifade ettim.
O yüzden zaten sözlüğü Ehmedê Xanî’nin (17’nci yüzyıl’da yaşamış Kürt edebiyatçı, astronom, şair, tarihçi) şahsında manevi torunları olarak gördüğüm Celadet Bedirxan, Musa Anter, Feqi Hüseyin Sağnıç ile Kürtçe için gam çekenlere ithaf ettim. Zira bu ithafla konuda özellikle evveliyatsız olmadığımızı belirtmek istedim.
Bazı çalışmalardan maalesef faydalanamadım, hem dil hem de alfabe handikaplarından ötürü. Ama o çalışmalardan yararlanmış olanları özellikle dikkate alıp onlardan istifade etmeye çalıştım.
Hangi kaynaklardan yararlandığımı kaynakça bölümünde belirttim. Mesela Ehmedê Xanî’nin Nûbihara Biçûkan eserine ilaveten Yusuf Ziyaeddin Paşa, Celadet Bedirxan, Musa Anter, J. Blau, Prof. İ.O. Farizov, Alî Seydo Gewranî, M. Emin Bozarslan, Michael L. Chyet, D. Îzolî, Torî, Kamêran Botî ve Paris Kürt Enstitüsü’nün sözlüklerini kaynak olarak sayabilirim.
Ehmedê Xanî, Melayê Cizîrî, Feqiyê Teyran, Siyahpoş gibi klasik şairlerimizin eserleri, folklorik ürün derlemelerini, dergi, kitap gibi eserlerin sözlükçe kısımlarını da es geçmedim.
Paris Kürt Enstitüsü’nün Kurmanci çıkan gazetesi ile Welat, Welatê Me, Azadiya Welat gibi gazeteler ilaveten Rewşen gibi dergiler de referanslarım arasında yer aldılar.
– Sözlük derlemesi, derin bilgi ve tecrübeye dayanır. Başlarken böyle yetenekleriniz var mıydı? Yok idiyse, bu beceri ve bilgileri nereden, nasıl edindiniz?
Aslında Kürtçeye karşı olan ilgim hatta diyebilirim ki tutkum ilkokul yıllarıma kadar gider. Bir de öyle bir yerde büyüyüp şekillendim ki Kürtlerin birbirleriyle Kürtçe konuşması ayıplanıyordu.
Kimlik bilincini erken yaşlarda edindiğim için Kürtçe konuşmayı kendime temel prensip edindim. Ta o yıllarda kelime dağarcığımı geliştiriyordum.
Özellikle yaşlıları dinlerken tabiri caizse onlardan sözcük ve deyim “avlıyordum”, zaten sonraları bana “kelime avcısı” lakabı da bu özelliğimden dolayı takıldı.
Üniversite yıllarında Kürtçe grameri, Kürtçe eserleri bulup bu konuda kendimi geliştirdim. Öyle bir noktaya geldim ki etrafımdaki insanlar da benden sözlük yapmamı istemeye başladılar.
Bu adımı atmadan önce sözlük tekniği ve türleri konusunda teorik olarak kendimi geliştirmeye başladım, ondan sonra uygulamaya geçtim.
Buna karşın gönül rahatlığıyla diyebilirim ki sözlük çalışmaları esnasında hem Kürtçemi hem de Türkçemi daha da geliştirdim. Pratik içinde bu konuda piştiğimi, deneyim kazandığımı söyleyebilirim.
– Çalışmanız kaç yıl sürdü? Hangi bölgeleri gezdiniz?
Toplam olarak söylersem 30 seneyi aşkın zamandır Kürtçeyle kalkıp Kürtçeyle yatıyorum. Bütün mesaim dil çalışması üzerinedir.
Dilden farklı herhangi bir özel iş kolunda çalışmadım. Sözlük hazırlamadan önce bir altyapı oluşmuştu.
İlk eserimi yani Türkçe-Kürtçe sözlüğümü geceli gündüzlü bir çalışma sonucunda üç yılda tamamladım. Kürtçe-Türkçe olanı yine aynı çalışma temposuyla dört yılda, orta boy sözlüğümü de ondan üç yıl sonra bitirdim.
Yukarıda da belirttiğim gibi, evi geçindirmeye çalışırken de (Kürtçe çeviri, redaksiyon ve özel dersler gibi) zamanımın büyük kısmını yine dil ve sözlük çalışmalarını veriyordum.
Sözlüğün baskısından sonra 18 yıl boyunca onu genişletmek ve revize etmekle uğraştım. Bu durum diğer sözlüklerim için de geçerlidir.
Doğrusunu söylemek gerekirse çok fazla yer gezmedim, yani istediğim halde kısıtlı olanaklardan dolayı bu konu için bölgeleri gezme fırsatım olmadı.
Yine de Serhat, Dersim, Garzan, Botan, Behdinan bölgelerine ve Maraş, Adıyaman, Sivas gibi şehirlere gittim. Bu eksikliği giderme adına gözüm, kulağım hep farklı bölgelere mensup yazarların eserleri üzerine oldu.
Tabiri caizse radarlarım dil konusunda hep açıktı. Öyle ki özel sohbetlerde bile radarıma takılan sözcükler oluyordu. Sözlüğün önsözünde belirttiğim gibi benimki biraz da ecdadımızın sesini kayıt altına alma çalışmasıydı.
– Kelime hazinesi anlamına da gelen sözlük ile bir halkın dili ve kültürü arasında nasıl bir ilişki vardır?
Dil, kültürün en önemli öğelerinden biri olarak ele alınıyor. Dil bir kültür öğesi olarak değerlendirildiği halde aslında bir kültürü üreten, bugünlere taşıyan araçtır. Gelecek kuşaklara aktaran da dilin kendisidir.
Aynı zamanda kimliği oluşturan temel öğelerden biridir. Hakeza dil bütün sanatsal faaliyetlerin ana hammaddesidir; ruhsal şekillenmeyi ve ortak aidiyeti oluşturan temel harçtır.
O yüzdendir ki asimilasyon politikası söz konusu olduğunda önce dil yasaklanır.
Sözlüğe gelince, söylediğiniz gibi o bir dilin kelime hazinesidir, sözcüklerin cismanileşmiş hâlidir. Dil denen büyülü olguyu somut hale getiren, bugünkü deyimle toplumun hard diski, biraz da toplumun ana belleğidir.
Sözlüğün bir başka özelliği de alfabe ve gramerle birlikte yazılı dilin temel sütunlarından biri olmasıdır.
Dil standardizasyonu ve imla kuralları açından da bir rehber, bir imla kılavuzu görevini görmektedir.
Tabii, bu söylediklerim daha çok tek dilli sözlükler için geçerlidir. Çok dilli sözlükler ise bunun dışında bir eğitim materyali, başka bir dili öğrenme aracıdır.
– Sözlüğü olan bir halk ile olmayan arasında nasıl bir fark vardır?
Resmi bir statüsü olan, örgün eğitim ve öğretimin her aşamasında kullanılan, kamusal hizmetlerin o dille verildiği, basın yayın faaliyetlerinin o standart dille yapıldığı toplumlar ile bütün bunlardan mahrum olan veya bunlardan yoksun bırakılan toplumların dillerine baktığımızda, durumun önemi net olarak göze çarpmaktadır aslında. Kökü tarihin derinliklerinde olduğu ve kendi habitatlarında gelişip serpildikleri hâlde bilhassa yirminci yüzyılda tekçi, yasaklayıcı zihniyet ve politikalar sonucunda dil kırımı gibi bir olgu söz konusudur.
Durum ve şartlar değiştiği için, kutsal diller ulus-devletler çağında yerini ulusal dillere bıraktığı için statüsüz dillerin bir kısmı yok olmaya başladı. O yüzden tehlike altında olan dillerden; kırılgan ve yok olmayla yüz yüze olan dillerin durumuna vurgu yapan kategorilerden bahsediliyor.
Kürtçenin bu coğrafyada nasıl bir muameleye maruz kaldığı, sözde koca koca “akademisyenlerin” Kürtçe için neler söylediği hâlâ akıllardaki tazeliğini koruyor.
“Kürtçenin Türkçe, Farsça ve Arapçadan oluşmuş bozuk bir dil olduğu, medeniyet dili olmadığı, çok zayıf bir kelime dağarcığına sahip olduğu için eğitim ve öğretime elverişli olmadığı” gibi sözler eskiden daha fütursuzca kullanabiliyordu.
Gerçi bu hastalıklı, sorunlu ve bir o kadar da sakat zihniyet hâlâ devam etmiyor değil ama giderek etkisini yitiriyor.
Her egemen ulusun bir dil politikası ile bir dil planlaması var. Aynı dil topluluğuna mensup insanlar arasında dil birliği ve dil standardı oluşturma ayaklarından biri de hiç kuşkusuz o dildeki bir sözlüğün varlığı, olmazsa olmaz bir kuraldır.
Kendi dilinin sözlüğü olan bir halk haliyle daha bir özgüvene sahiptir, kara propagandaya pabuç bırakmaz. Baskıya maruz kaldığında kendini manevi olarak güçlü hissedebileceği argümanlara sahip olur.
Kısacası yazılı dil için gerekli olan araçlara sahip olmayanlar bu çağda yağmur altındaki kar misali çok daha çabuk eriyebilir; benliklerinden, köklerinden, ortak aidiyetlerinden kopabilir ve egemen olana özentili hale gelebilirler.
Aksi durum ise, onları bu konuyla ilgili bütün dış saldırılara karşı koruyabilir.
– Bundan sonra neler yapmayı düşünüyorsunuz?
Her şeyden önce başlamış olduğum bir Kürtçe-Türkçe, Türkçe-Kürtçe cep sözlüğünü bitirmek istiyorum. Ekonomik şartlar elverirse, uzun yıllara dayanan bu dil alanındaki çalışmalarımı sürdürmek istiyorum.
Şimdiye kadar hayat gailesinden dolayı farklı bir kulvara savrulmamak için açıkçası çok direndim. Fakat aile, geçim gibi gerçekler de var.
Benim Kürtçede çok ifade ettiğim bir sözüm var: Tamam kendimizi çıra için fitil yaptık ama bu çıranın ışık saçması için de gazyağına ihtiyaç var. Bu gazyağı olmadığı zaman ne o fitil yanar ne de o çıra etrafa ışık yayabilir.
Zihinsel ve kültürel faaliyetler yapan insanların mali açıdan sıkıntılarının olmaması gerekir. Bunu sadece kendim için söylemiyorum. Çokça insan ile Kürt kültür ve sanat kurumu da bu durumdan muzdariptir.
Çalışmaların sürekliliği için, kurumlaşma ve kadrolaşma için, artık ürün verecek durumda olan insanların çalışmalarını sürdürmesi için her türlü desteğe kavuşmaları gerekir diye düşünüyorum.
Zira Kürtler adına başkaları bu çalışmaları yapmaz-yapamaz, o yüzden kendi işini kendi görmesi için dayanışma şarttır diyorum.
– Bilgilendirme için teşekkür ederim.
Son gelişmeler üzerine birkaç not:
Geçtiğimiz haftalardaki basın haberlerini okumam ve kişisel temaslarım sonucu şu tür bilgiler edindim. Hepsinin ayrıntılarını yazacak yeterli malzeme olmadığından, en azından değinip kamuoyuyla paylaşma yoluna gideceğim.
1-) CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, 15 Haziran-9 Temmuz 2017 tarihli ünlü Adalet Yürüyüşü’ne çıkmadan önce, “öldürüleceğine dair istihbarat” almıştı.
Yürüyüş, biraz da bu yüzden düzenlenip karşı meydan okumaya dönüşmüştü. Bu iddia, kulisleri bilen eski bir hukukçu tarafından dile getirildi.
2-) CHP, birtakım Kürt milletvekillerini ve İstanbul il yönetimini devreye sokarak HDP tabanına ve bilhassa bu partiye müzahir bazı kitle örgütlerine el atarak devşirme gayreti içine girmiştir. DEVA Partisi ile Gelecek Parti de buna benzer bir yaklaşım içindeler.
Bir ara yazmıştım, yine tekrarlayayım: HDP kitlesine “batan geminin malları” anlayışıyla yaklaşmak, ahlaki olmadığı gibi ve demokratik ilkelere de aykırıdır.
Çok daha önemlisi, HDP oyları esas olarak muhalif kesimin oyları sayılır. Oradan bir şeyler koparmak, AKP ile oy dengesini etkileyip Millet İttifakı’na seçim kazandırmaz.
Oysa mesele şudur: Cumhur İttifakı’ndan uzaklaşıp orta yerde bekleyen milliyetçi-muhafazakâr kesimlerin desteği alınmadıkça, HDP’nin “hazır, çantada keklik” oylarına konmak Millet İttifakı’na, bilhassa CHP’ye uzun vadeli ve onulmaz bir külfet getirecektir.
3-) Hendek diye anılan olaylardan beri kitleden ve batı kamuoyundan tecrit edilen, on binlerce kadrosu tutuklanan HDP, “tutum belgesi” açıklamasından sonra Türkiye genelinde giderek ilgi odağı olmaya, sempati toplamaya, mağdur ve mazlumların vicdanı gibi görülmeye doğru yol alırken, geçen hafta bir kampanya şeklinde düzenlenen “tecridin kaldırılması için Gemlik’e yürüyüş” sivil eylemi, bana pek zamansız ve mantıksız geldi.
Aslında hiçbir getirisi olmayan, sonuç almayacağı önceden kestirilebilen böyle bir eylem hangi akla hizmet etti, bilemiyorum.
Zira bu eylem, HDP’ye eskisine oranla daha sıcak bakıp yakınlık gösteren tereddütlü kesimlerin, yeniden kuşkuya kapılmalarına yol açtı.
Millet İttifakı kapsamındaki muhalif partiler arada bir olsa da HDP’nin yasal bir parti olarak görüp meşruiyetini savunurken, sanırım bu tarihten sonra biraz geri çekilip gidişatı uzaktan izleyecekler.
Buna mukabil Cumhur İttifakı ve ona yakın medya, bir milletvekilinin bir polisle olan hadisesini ön plana çıkararak zaten Anayasa Mahkemesi’nde görülmekte olan davaya, “terör örgütünün emriyle hareket eden HDP” temasını alabildiğine işleyecektir.
Nitekim İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, benzer manada sözler etmenin ötesinde “Murat Karayılan’ın bir kasetinin Pervin Buldan’a ulaştırıldığı” iddiasıyla, kamuoyunda partiye karşı olumsuz bir algı yaratmayı amaçlıyor.
4-) Arap basınından okuduğum kadarıyla Rusya yetkilileri, Türkiye’nin Rojava’ya yapacağı askeri operasyonu ciddi bir tehlike olarak görüyorlar. Olumsuz sonuçları konusunda AKP iktidarına uyarmışlar.
5-) İsrail ile İran arasında uzun zamandan beri arka bahçede süren bir kavga, vuruşma ve savaş var. İsrail Dışişleri Bakanlığı şöyle bir açıklama yaptı:
Türkiye’ye giden turist vatandaşlarımız, tatillerini derhal iptal edip anayurtlarına dönmeliler. Zira İran ajanları, onları kaçırmak veya öldürmek fırsat kolluyor.
Aynı bakanlık kaynaklarına bakılırsa, bu istihbarat bilgilerini, Türkiye Dışişleri Bakanlığı kendilerine ulaştırmışlar.
Her durumda, önümüzdeki hafta önemli bir gelişme olmazsa, İran-İsrail kapışmasının perde arkasına dair bir makale kaleme alacağım.
© The Independentturkish