EŞİTLİĞİN TARİHSEL TOPLUMSAL ÖZÜ VE DEVRİMCİ ÇIKIŞ -7-
Nazım Can
Kasım 2018
Klasik Ekonomi Politik Teori ve Marksizm:
Klasik Ekonomi Politik Teorinin ana vatanı İngiltere’dir. Bu teorinin kurucuları Adam Smith (1723-1790), “emek, tüm malların mübadele (değişim) değerinin gerçek ölçütüdür” [[1]] derken, David Ricardo (1772-1823), “bir metanın değerini… O metayı üretmek için gerekli olan emeğin, göreli (nispi) miktarı belirler” [[2]] diyordu.
1840’larda, Smith ile Ricardo’nun, “emek, değer” teorisini devralıp sürdüren, Alman vatandaşı Karl Marks (1818- 1883) ise “herhangi bir malın değerinin büyüklüğünü, toplumsal olarak gerekli emek miktarı ya da onun elde edilmesi için toplumsal bakımdan gerekli emek zamanı belirler” [[3]] diye ifade ediyordu.
Böylece bu üç bilim adamı, farklı dönemlerde ama isabetli bir biçimde, nüans farkıyla kısaca, “emek, değerin özüdür” diye vurguluyorlardı.
Ayrıca Adam Smith, ileride Marks’ın geliştireceği mutlak artı değer, nispi artı değer ve kar teorisi fikrine temel teşkil edecek biçimde, şöyle bir “sunum” yapıyordu. “işçilerin malzemelere kattığı değer, bu durumda iki kısma ayrışır; birisi işçilerin kendi ücretlerini karşılar, diğeri de işverenin önceden yatırmış olduğu toplam malzeme ve ücret stokuna bağlı olarak karını karşılar” [[4]] diyordu. Ricardo ise aynı görüşü, emek değer analizinde, yazım tekniği farkıyla aynen paylaşıyordu [[5]].
“Emek, değer” kavramlarını ifade ederken Smith, “değer sözcüğünün iki ayrı anlamı olduğunu” ifade ediyordu [[6]]. Rikardo [[7]] ile Marks’ın [[8]] da paylaştığı, “değer sözcüğünün iki ayrı anlamının” birincisi, “belirli bir nesnenin yararlılığını” yani “kullanım değerini”; ikincisi ise o nesneye sahip olanın, aynı zamanda, “başka bir nesneyi satın alma gücü” elde ettiğini, yani “değişim değerini” ele geçirdiğini ifade ediyorlardı.
“Emek, değer” merkezli, Smith ve Ricardo’nun geliştirip kurduğu Klasik Ekonomi Politik Teori, daha sonra, kapitalizme ait burjuvazi ile işçi sınıfı temelinde ikiye ayrıştı.
(Birincisi), burjuva iktisatçıları, Adam Smith’in “emek, değer” yerine, onun “liberal piyasa” söylemi ile “bütün metaların, birer yararı veya faydası vardır” kavramları üzerinden fikir geliştirip, Klasik Ekonomi Politik Teori üzerinden, Liberal burjuva Ekonomi Politik Teoriyi kurdular.
Oysa 1817’de, “yarar ve fayda” kavramları üzerinden geliştirilen tartışmalara cevaben Ricardo, metaların taşıdığı “yararın ve faydanın”, değerin oluşumunda, “ölçüt olmadığını” belirtiyordu. Hava, diyordu Ricardo, insan yaşamı için en faydalı şeydir ama hiçbir değeri yoktur. Keza altın, diyordu Ricardo, insan yaşamı için hiçbir faydası yoktur ama en değerli şeydir [[9]] diyerek, o dönemde sürdürülen tartışmalara son noktayı koymuştu.
“Yarar ve fayda” kavramı temelinde, nüans farkıyla burjuva iktisatçılarının tümü, “fayda değer” veya “son birim yararı (marjinal fayda) ve değer” benzeri teorik söylemler geliştirerek, kapitalist sömürü biçimlerini gizlemek için adeta yarıştılar. Değerin oluşum çizgisini, kapitalist üretim biçimi süreçlerinden koparıp, serbest mal piyasasındaki (liberal piyasa) arz ve talep dengeleminde ele alıp tanımladılar. Böylece Klasik Ekonomi Politik Teoriyi, “emek değer” özünden koparıp, piyasalardaki arz-talep etkileşimi temelinde, liberal burjuva Ekonomi Politik Teoriyi geliştirmeye başladılar.
Çeşitli alt aşama versiyonlarından geçen, liberal burjuva Ekonomi Politik Teori, değerin oluşumu konusunda, “emek, değerin özüdür” gerçeğini göz ardı etti. Bu anlayışla, liberal Ekonomi Politik Teori, uzun süre, üretimden kopuk vaziyette, değerin, sadece, serbest ve tekelci liberal piyasalarda (Keynes’in devlet müdahaleciliği dışında) metaların, arz-talep, fayda veya yarar çizgisi temelinde belirlendiğini, işleyip yürüttü. 1980’lerden itibaren, onu da terk etti. Liberal burjuva Ekonomi Politik Teori yerine, Neoliberal İktisat Teorisini geliştirdiler. Bu teoriye göre, değerin oluşumu, kapitalist şirketlerin mülkiyetine sözde dayanan, sanal finanssal borsalarda işlem gören, finanssal araçların, özellikle hisse senetleri kâğıtlarının, sanal finanssal piyasalardaki arz talep dalgalanması belirlemektedir. Böylece, uluslararası borsalarda, liberal İktisat Teorisi, tamamen finansal sermaye Oligarklarının yönetip kontrol ettiği, uluslararası düzeyde oynanan kumarın meşruiyetini sağlayan, ona hizmet eden, Neoliberal İktisat Teorisine dönüştürüldü. Bu temelde dünya ekonomisi dizayn edilmeye başlandı.
(İkincisi), 1840’lardan itibaren Karl Marks, Smith ile Ricardo’nun, “emek, değerin özüdür” tespiti üzerinden hareket etti. Smith ile Ricardo’nun, eksikliklerini tamamlamak, yetersizliklerini gidermek için artı değer keşfi ile belli noktalarda onları “aşan” Marks, kapitalist ekonominin, bütünlüklü ve detaylı bir analizi ve eleştirisine girişti. Böylece Marks, “emek değer” teorisi üzerinden, işçi sınıfını merkezine alan, Marksist Ekonomi Politiği, özellikle Kapital adlı eseri ile inşa etmeye başladı [[10]].
Bu süreçte, eserlerinde, özellikle Kapital ciltlerinde, Marks’ın tartışmamızla ilgili ele aldığı, başlıca temel konular: Emek Değer Teorisi, Kullanım ve Değişim Değerleri, Mutlak ve Nispi Artı Değer teorileri ile Kar ve Kar Oranının Düşme Eğilimi Yasası teorileridir. Dolayısıyla bu çalışmada, konuyla ilgili olarak, Marksist Ekonomi Politiği, söz konusu ana noktalardan, ama çok kısa bir özetleme ile sorgulamayı sürdüreceğiz.
Nüans farkıyla, değerin kaynağının emek olduğu konusunda, Smith, Ricardo ve Marks hemfikirdir. Ayrıca değerin, kullanım ve değişim değeri diye ikiye ayrılmış anlamı olduğu konusunda da üçü hemfikirdir. Ama Artı Değer Teorileri fikri, Marks’a aittir. Adam Smith’in, kar bahsine yaklaşımı[[11]], Ricardo ile Marks’a temel teşkil etmiştir. Marks’ın özellikle üzerinde çalışıp geliştirdiği, “Karların doğal eğilimi, düşme doğrultusundadır” [[12]] fikri, Ricardo’ya aittir. Ama Marks, kar teorisini oldukça detaylı çalışmıştır. Bu çalışma, “Kar ve Kar Oranının Düşme Eğilimi Yasası” adı altında, Kapital Cilt III’te kaleme alınmıştır.
Ayrıca önemle vurgulamam gerekir ki, Adam Smith ile David Ricardo’da, “emek” ile “emek gücü” ayrımı yoktur. Ama Marks’ta bu ayrım, spekülatif (düşüntülü) bir çarpıtmaya kurban edilmemişse, çok nettir [[13]].
Smith, Ricardo ve Marks’ın, “emeğin” (veya Marks’ta emek gücünün) değer üretebileceğini, buna karşın, alet ve makinenin, değer üretemeyeceğini, sadece kendi değerini ürüne aktarabileceğini belirtirler. Marks, konuyla ilgili olarak, Smith ile Ricardo dışında, ilginç bir yorumlama ile S. P. Newman’ı [[14]] da kendine dayanak yapmıştır.
Eğer, alet ve makinenin, artı değer üretemeyeceği fikri doğruysa!
Ricardo, “insan emeğinin (emek gücü), makine ile değiştirilmesinin emekçiler sınıfının çıkarlarına çok zararlı olduğuna ikna oldum. (…) Makine kullanımının genellikle emekçi sınıfının çıkarlarına kötü olduğu görüşü, belli bir ön yargı ve hataya dayanmamaktadır. Bu görüş, ekonomi politiğin gerçek ilkeleri ile uyumludur” [[15]] ifadesini, kendisiyle çeliştiği halde neden kullanmıştır?
Aynı biçimde, Marks, “emek aracı (yalın aletler), makine şeklini alır almaz, bizzat işçinin rakibi olur. (…) Kapitalist üretim tarzının, işçiye karşı, bütünüyle emek araçlarına ve ürüne kazandırdığı bağımsız ve yabancılaşmış nitelik, makine aracılığı ile tam bir uzlaşmaz çelişki halini almaktadır. (…) İlk kez işçi, emek aracına karşı şiddetle başkaldırmaktadır. Emek aracı, işçiyi yere serer. İkisi arasındaki bu dolaysız uzlaşmaz karşıtlık, … En şiddetli şekilde ortaya çıkar. (…) Makine, işçinin karşısına daima onun sırtını yere getiren ve devamlı olarak onu gereksiz kılan bir rakip gibi çıkmakla kalmaz. Aynı zamanda, o, işçiye düşman bir güçtür ve bunu, sermaye (kapitalist demek istiyor), bütün gücüyle ilan eder, hem de bundan yararlanır” [[16]] ifadesi, Marks’ın hangi ihtiyacına cevaptır?
Üzerinde durup, önemle düşünmek gerekir…
Esas olarak, Ricardo ile Marks’ın yukarıda ifade ettikleri, makine ile işçi uzlaşmaz karşıtlığı, Sanayi devriminden itibaren kapitalizmin varlığına içkin, altyapısal değişim ve dönüşümü gerektiren, devrimci bir realitedir. Çünkü kapitalist mülkiyet ilişkileri, makinelerin özgürce gelişmesinin engeli haline gelmiştir. Makineler, üretim süreçlerinde, işçiler ile ilişkilenmeyi, azalan bir trendde minimal düzey dışında, “kabul” etmemektedir. Sanayi devriminden beri, üretim süreçlerinde, “makine, işçiyi kullanmakta” [[17]], işçi sınıfı da gittikçe yükselen bir trend ile üretim süreçlerinden atılmaktadır.
Bu durumda, sadece işçi sınıfının ürettiği “mutlak ve nispi artı değer” ile insanlık, nasıl bugüne kadar gelmiş, yaşıyor ve yarına çıkış yapabilecektir? Asıl sorgulamaya değer bir konu budur.
Dolayısıyla Gerçekten Alet ve Makineler Artı Değer Üretemez Mi?
1840’lara gelindiğinde, Emek Değer Teorisinin olgunluğunun gelip dayandığı düzey, değerin, “sadece” işçi/emekçiler tarafından üretildiği ifadesinin, devam ediyor olması yanı sıra, alet ve makinelerin, kendi değerinden başka, fazladan bir değer yaratmadığı söyleminin aynen devam ediyor olmasıydı.
Marks gibi “kılı kırk yaran” keskin bir gözlemci ve düşünür: değer ve artı değer nasıl üretilir? Alet ve makineler neden, kendi değerini ürüne aktarırken, fazladan değer veya artı değer üretemiyorlar da işçiler üretebiliyorlar? Makineler ile işçiler, makineler ile diğer üretim araçları arasında farklar nelerdir? Ve benzeri sorular, Marks’ın dikkatini çekememezlik edemezdi.
Nitekim bu sorularda ifadesini bulan, Smith ile Ricardo’nun eksikliği, Marks’ın dikkatini çekmiş olacak ki, Marks, onları, yoğun çalışmıştır. Bu çalışmalarında Marks, özellikle Kapital ciltleri yazımı sırasında, olağanüstü bir çaba sarf etmiş. Konuya, büyük ve fedakârca bir özveri ile yaklaşmış, uzun, zor ve meşakkatli bir mesai harcamıştır. Bu zorlu süreçten geçerken Marks, söz konusu eksikliği, esas olarak Kapital ciltlerinin yazım konusu haline getirmiştir. Ama artı değer keşfi ve mutlak artı değer üretim konusu dışında, olanca “cebelleşmesine” rağmen Smith ve Ricado’yu aşamamış, özellikle onları yeni bir söylem ama benzer bir biçimde tekrar etmenin ötesine geçememiştir. Özetle, işçi sınıfını merkez alarak, kapitalizmin Klasik İngiliz Ekonomi Politik Teorinin sınırları içinde kalarak, ne yazık ki, boğulmuştur.
Buhar gücü ile çalışan Sanayi Devrimi Makinesinin, üretim süreçlerine girmesinden itibaren, artı değer üretiminin esası, makine (türev) artı değer haline gelmişti. Marks’ın mutlak artı değeri, işçi sınıfı ile birlikte, ikincil (tali) bir duruma düşmüştü. Temele ilişkin bu gelişmeyi görüp anlamlandıramayan Marks, işçi/emekçinin üretim süreçlerinde, artı değer ürettiğini, ama alet ve makinelerin, artı değer üretemediğini, aynen Smith ve Ricardo’da olduğu gibi keyfiyeti tekrar edip, sürdürmüştür.
Marks, o günün bilimsel gelişmelerine ters düşme pahasına, “alet ve makine artı değer üretemez” fikrinin altını, “nispi artı değer” üretim teorisi ile doldurmaya çalışmış. Bunun için ilkin, emek değer teorisini çarpıtarak işe başlamış, mutlak artı değer çalışmasını bilimsel bir forma soktuktan sonra, ikinci olarak, nispi artı değer teorisi çalışmasını, evirip çevirerek, işçi sınıfına YAMAMIŞTIR.
Marks’a göre bütün “üretim araçları, ürüne emek süreci sırasında, kendi kullanım değerlerinin aşınıp yıpranmasıyla yitirdiklerinden daha fazla değer aktarmış olmazlar” [[18]] diyerek işçi artı değer üretimini mutlaklaştırıp, işçi/emekçi dışında, bütün üretim araçlarını aynı kefeye koyup, aynı muameleye tabi tutmuştur. Bu anlayış üzerinden, “mutlak ve nispi artı değer” teorilerini geliştirmiş. Konuyu yazmak için nispi artı değer teorisi ile makineler hakkında geliştirdiği fikirlerini, anlam, önem ve hacim itibariyle, Kapital Cilt I’in omurgasını teşkil eder biçimde, kaleme almıştır.
Marks, Emek Değer Teorisi ile değerin ikili anlamı olan, kullanım ve değişim değerlerini, meta analizi üzerinden, üstün bir yazım tekniği örneği sergileyerek, Kapital Cilt I’in yazımına başlamıştır. Meta analizinin hemen ilk birkaç sayfasından sonra, “bütün bu şeyler (metalar), şimdi de bize şunu anlatıyorlar: bunların üretimleri sırasında, insan EMEK GÜCÜ harcanmıştır. Ve bunlarda insan emeği CİSİMLEŞMİŞTİR. Hepsinde ortak olan bu toplumsal özün kristalleri olarak bakıldığında, bunlar değerdir” [[19]] diyen Marks, “Değerin Nispi Biçimi” alt başlığı altında, meramını daha açık bir dille “AKIŞKAN halindeki insan emek gücü ya da insan emeği değer yaratır ama KENDİSİ DEĞER DEĞİLDİR. Ancak bir nesne biçiminde somutlaştığı zaman, DONMUŞ DURUMDA iken değer halini alır. (…) Bu problem, artık çözülmüştür” [[20]] zannıyla ilginç, spekülatif çarpıtmasını başlatmıştır.
Dikkat edilmek üzere önemle belirtmeliyim ki, “emek gücü, değer değildir” ama “Emek gücünün değeri vardır” kavramaları, Marks’ta farklı kullanımlık kavramlardır. “Emek gücünün değeri vardır” [[21]] derken Marks, spekülasyon yapmak için “emek gücü, değer değildir” diyor.
Yukarıda, Marks’ta “emek gücü” ile “emek” kavramlarının ayrımları çok nettir demiştik. Nettir ama yukarıdaki alıntılarda görüldüğü gibi adı geçen kavramların, keyfi ve tutarsız bir de kullanımı söz konusudur. “Emek” kavramı yerine, “emek gücü” kavramını veya tersini rahatlıkla kullanabilmektedir. Oysa bu kavramlar birbirinden farklı gerçekliğin ifadesidir. Marks gibi titiz, keskin bir gözlemci ve düşünür, neden bu tutarsızlığa düşsün?
İzleyip görelim:
Yukarıdaki alıntılarında görüldüğü gibi Marks, “emek” için “cisimleşmiş emek gücü” olduğunu söyler. Bir sonraki alıntıda ise ince ama spekülatif bir çarpıtmaya girişir: “insan emek gücü ya da insan emeği değer yaratır ama kendisi değer değildir” diyen bir ifade geliştirir. Emek gücü, neden değer değildir? Diye zımni sorulduğunda. Çünkü “emek gücü akışkandır” diye cevaplar.
Marks’a göre emek, akışkan değildir. Olmamalıdır! Ama emek gücü akışkandır. Ve öyle olmalıdır. Bu nedenle “emek gücü” akışkan olduğu için “değer” değildir. Ama emek, katı olduğu için değerdir. “Emek gücü” diyor Marks,“ancak bir nesne biçiminde somutlaştığı zaman, donmuş durumda iken değer halini alır”. Marks’ın anlayışında, emek gücünün değere dönüşmesi için “yasa hükmünde” cisimleşmiş, donmuş, katılaşmış veya kristalize olmuş halde bulunması “zorunludur”. Ama aynı Marks, Kapital Cilt III’te, bu anlayışıyla çelişerek, bu sefer de “sermaye yatırımlarını ilgilendirdiği kadarıyla emek gücü, bir değer olarak sayılmalıdır” [[22]] der. Sayılmasına sayılsın. Bizce bir zararı yok! Ama bir öyle, bir böyle demekle Marks, neden bu kadar “özgür” olsun ki? Düşünsel süreçlerde, ‘tutarlılık Yasası’ diye bir şey var!
Eğer durum gerçekten Marks’ın iddia ettiği gibi insanın emek gücü, akışkanlığından dolayı “değer değilse”, bütün akışkan metalar veya üretilen ürünler de “değer” değildir. O halde sıvı yağlar, tüm sıvı içecekler, benzin, mazot, doğal gaz, bilumum kimyevi sıvı ürünler vb. metalar da değer değildirler. Peki, o halde bunlar nedir? Bunlara ne demeliyiz, ne ad koymalıyız?
Görüldüğü gibi Smith ile Ricardo’da, “emek, değerin özüdür” çerçevesinde sorunsuz olan “emek değer teorisi”, Marks’ta, kökeninde değil ama bir numara üstten eğilip bükülmüştür. Çünkü sorunsuz gibi görünen, Marksist emek değer teorisi basamağından, aniden; sorunlu Marksist emek değer teorisinin bir üst basmağına “sıçramış” bulduk kendimizi. Aslında, Marks’ta da “Emek değerin özüdür”. Bunda sorun yok. Ama sorunlu olan, Marks tarafından, emeğin, hangi fiziki biçimi değerdir, noktasına getirildiğimizdir. Emeğin donmuş, katı hali mi, yoksa akışkan, hali mi değerin özüdür? Marks’a göre, bunda karar kılmak gerek. Örneğin: tereyağı mı değerdir? Yoksa zeytinyağı mı değerdir? Odun mu değerdir? Yoksa doğal gaz mı değerdir? Hangisi? Marks’a göre tereyağı ve odun değerdir. Ama zeytinyağı ve doğal gaz değer değildir. Çünkü bunlar, emek gücü gibi akışkandır.
Peki ama Marks gibi bir dahi, böylesine “bariz bir hatayı” neden yapsın? Çünkü bu öyle rahatsız edicidir ki, onu, Marks’ın “bir bildiği var” diyerek, keskin zekâsına terk edip geçiştiremeyiz.
O halde, demek ki Marks’ın, özel bir amacı vardır. Marks, okuyucuya, “bir bildiğini” kanıksatmaya, “okutmaya” ve peşinden çekip sürükleyerek, bir yerlere götürmeye çalışmaktadır. Bu nedenle O, böylesi spekülatif bir çarpıtmaya başvuruyor.
Peki, nedir bu spekülatif çarpıtmanın özü?
Konu ile ilgili, bir bütün olarak, gerekli yerlerde, Kapital ciltlerine yedirilmiş vaziyette bulunanları toparlayıp özetlersek, Marks şunu demek istiyor: İnsan emek gücü, AKIŞKAN olduğu için değer ve artı değer üretir ama metalarda CİSİMLEŞTİĞİ, KATI HALE gelip “emek haline” geldiği için “emek” artı değer üretemez. Bu nedenle, alet ve makine de katı halde olduğu için fazladan değer veya artı değer üretemez anlayışını ispatlamaya çalışmaktadır. Bu nedenle Marks, makine için “o, üretim süreçlerinde, işçi tarafından korunmuştur” [[23]] diye ifade eder.
İşte Marks’ın, spekülatif çarpıtmasının özü budur!
Marks, “şurası apaçıktır ki, üretim araçları, ürüne emek süreci sırasında, kendi kullanım değerlerinin aşınıp yıpranmasıyla yitirdiklerinden daha fazla değer aktarmış olmazlar” der. Bu ifadede, dikkat edilecek bir başka nokta da Marks, “alet ve makine” demiyor, “üretim araçları” diyor. Üretim araçları öğeleri arasında, hiçbir ayrım yapmadan, hemen hepsini aynı sepete koyup, aynı muameleye tabi tutuyor. Böylece Marks, kendince, artı değerin, sadece işçi/emekçide var olan “akışkan” emek gücü tarafından yaratılmış olduğunu, sözde ispatlamış olmaktadır. Ama işin içinden çıkamadığı yerde de “çözülecek” veya “çözülmüş bilmece” kavramlarını [[24]] kullanmaktadır. Makineler, artı değer üretebilir, dememek için Marks, makineler, işçinin sahip olduğu emek gücü akışkanlığını, daha da hızlandırıp, işçi ve emekçinin verimliliğini artırır hesabıyla, “nispi artı değer” diye ucube bir teorik fikir geliştirip, onu da götürüp işçi sınıfına yamamakta” [[25]], böylece “bilmeceyi çözdüğünü” zannetmektedir.
Nitekim Kapital Cilt I’in daha ileriki sayfalarında, okuyucu adına, zımnen kendi kendisine sorduğu, “neden alet ve makine artı değer üretemez?” Sorusuna yine zımnen verdiği cevapta, çünkü der Marks, “makine, daha önce emek gücüne yatırılmış bulunan değişen sermayeyi, değişmeyen sermaye olan makineye dönüştürdüğü için artı değer üretemez” [[26]]. Böylece Marks, spekülatif çarpıtmasının özüne esas olan, “baklayı ağzından çıkarmış” olur. İşte bu muamma ifadeyle ile Marks, böylece katı, donmuş veya cisimleşmiş haldeki emekten müteşekkil olan, alet ve makine (burada sadece makine), fazladan değer ve ya artı değer üretemez ile bilime ters düşüp, enerji dönüşüm yasasını rafa kaldırmakla kalmaz, kendisini ikna edemeden, okuyucusunu uzun süre “ikna” etmeyi “becermiş” olur.
Yıllardır Kapital ciltlerini okuyup, anlamanın “zor” olduğunu duyar, biliriz. İşte bahse konu, bu zorluğun altında yatan asıl neden, bu spekülatif Marksist çarpıtmanın kapital ciltlerine yedirilmesidir. Oysa bilim, açık ve anlaşılır olmayı kendisine vazife bilmiştir.
Konuyu gözden kaçırmadan, tartışmaya devam edelim.
Marks, “Makine de değişmeyen sermayenin bütün diğer öğeleri gibi yeni değer yaratmaz, yalnız oluşmasına hizmet ettiği ürüne, kendi değerini katar (…) Ürüne, ortalama olarak aşınma ve yıpranma ile yitirdiğinden fazla değer katmaz” [[27]] (…) Artı değer yalnız değişen sermayeden doğar. (…) Artı değer miktarı, (…) çalıştırılan işçi sayısına bağlıdır” [[28]] der.
Marks’ın, alet ve makineler, “fazladan değer” veya artı değer (makine artı değer veya türev artı değer) üretemezler diyen tezini, bilimsel düzeyde ele alıp, tartışmayı sürdürelim.
Konuyu anlaşılır kılmak için insan ile makinenin, hareket ettirici iş yapma mekanizmalarını karşılaştıralım. Birincisi, iş yapan mekanik aksam açısından karşılaştırma: İnsanın, biyomekanik çalışıp, mekanik kazanç sağlayan hareket mekanizması vardır. Buna karşılık alet ve makinelerde, yapay çalışıp, mekanik kazanç sağlayan, hareket mekanizmaları vardır. İkincisi, bilinç ve bilgi açısından karşılaştıralım. İnsanda, işe özel bilinç ve bilgi vardır. Alet ve makine de ise yapılacak işe özel emilmiş bilimsel bilgi kodları vardır. Üçüncüsü, insanda, biyomekanik akşam ile bilinç ve bilginin birleşiminden meydana gelen, kendinden menkul harekete geçme öz gücü vardır. Buna karşılık makinede, yapay çalışan mekanik aksam ile yapılacak işe özel bilimsel bilgi ile donanmış kendinden menkul çalışabilen motor gücü düzeneği vardır. Üretim gücü olan insandan başka, makine de olan bu özellikler, hiçbir üretim gücü öğesinde yoktur. İşte bu nedenle insan ile makine değer ve artı değer üretebilir.
Konuyu biraz daha açalım:
İnsan anatomisinin biyolojik evrimi ile insan vücudunda, biyomekanik kazanç sağlayan hareket mekanizmasının oluşup geliştiği bilinen bir gerçektir. Bu mekanizmanın, insanlar tarafından, önceleri el yordamı ile daha sonra fizik bilimine ait kaldıraç yasaları bilinip taklit edilerek, üretilen alet ve makinelere nasıl aktarıldığı da bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla Marks’ın alet ve makineler, “fazladan değer” veya artı değer (makine artı değer veya türev artı değer) üretemezler tezini, biyoloji ile fizik bilimi çerçevesine çekip sınayarak, çözmeye çalışalım [[29]].
Bilindiği gibi biyolojik olarak hayvanlar, yaşamda kalmak ve yaşamlarını sürdürmek için doğa yasalarına uyum sağlarken, organik evrim geçirmişler. Milyonlarca yıla yayılı evrim sürecinde, hayvanların; pençe, ayak, bacak, kıl, tüy, deri, göz, kulak, burun, beyin, tırnak, boynuz ve benzeri fiziki organları gelişmiştir. Bunlardan pençe, ayak, bacak ve benzeri bazı fiziksel organlar, hayvanın bedeninde, eklemli oynar biçim ve hareket etme özelikleri kazanmışlar. Söz konusu organlarda, fizik biliminde ifade edilen destek, kuvvet ve yük noktalarına, kuvvet kolu ve yük kolu olan kemikler ile düz kasların bağlantısını, çizgili eklem kasları sağlamıştır. Hayvan hareket ettiğinde, bu fiziki organlar, hayvan lehine, kinetik (hareket) enerjiyi, potansiyel (durum) enerjiye; potansiyel enerjiyi, kinetik enerjiye çevirecek şekilde çalışırlar. Böylece hayvanlar, iş yapar ve yer değiştirirler. Bitkilerin sabit, hayvanların serbestçe yer değiştirebilme yeteneği kazanmasının, esas nedeni, bu biyomekanik çalışan mekanizmadan elde edilen mekanik kazançtan dolayıdır.
Kaçmak, kovalamak, yüzmek, yürümek, düşmek, atlamak, tutmak veya yakalamak gibi fiziksel etkinliklerde, tüm hayvanlarda olduğu gibi insanda da benzer biçimde, biyomekanik çalışan kas gücü mekanizmalar vardır. Bu mekanizmaların hareketinde, ilkin bilinç ve bilgi yoktu. İnsanlarda, bilinç ve bilgi devreye girince, biyomekanik çalışan kas gücü mekanizmasını kontrol eden, yönlendirip yöneten, emek gücü mekanizması gelişti. Böylece çalışma sırasında, doğal biyomekanik kas gücü mekanizmamız, bilinç ve bilgi ile iradi iş yapan, emek gücü mekanizması kontrolüne girip ona tabi oldu.
İlk ilkel aletin kullanımı ve daha etkin aletin yapılması sonucu, insan emek gücü mekanizması, insan tarafından, aletlerden yapay mekanik kazanç elde etmek için türev emek gücü mekanizması olarak, alet ve makinelere aktarıldı. alet ve makine, hem yapay (türev) mekanik kazanç mekanizmasına ve hem de spesifik bilgi kodları ile şekillendiği için türev emek gücü mekanizması olarak, harekete geçirildiğinde veya kendi kendine (otomatik) harekete geçtiğinde, insana nazaran daha çok miktarda türev (makine) değer ve artı değer üretebilen araçlar haline gelmiş oldular.
Canlı olduğu halde, hayvan, değer ve artı değer üretemez. Hayvanda, bilinç ve bilgi gelişmediği için onlarda, emek gücü mekanizması yoktur. İstesek de hayvana yapılacak işe özel bilinç veya bilgi yükleyemeyiz. Dolayısıyla, emek gücü mekanizması, hayvanda olmadığı için kas gücü ile alet kullanıp, üretim yapamaz. Üretim Güçlerinin canlı bir öğesi olarak, hayvanlar, üretim süreçlerinde –ki, bugün için üretim süreçlerinin dışına atılmışlardır- artı değer üretemezler. Üretim süreçlerinde kullanılan hayvanlar, bir defada tüketilemedikleri için genellikle yıllık yaşlanma ve yıpranma payı oranında, maliyet kalemi olarak, üretilen ürünün değerine katılırlardı.
Bu analiz ve bilgilenme temelinde, evrim ile “Üretim gücü” denen emekçi insan, üretim süreçlerinde, biyomekanik çalışan kas gücü mekanizması ile bilinç ve bilgi gücünün toplamı olarak, biyomekanik kazanç elde eden emek gücü mekanizması sahibi olmuştur.
İşte bu nedenlerle insan, üretim süreçlerinde, emek gücünü kullanarak değer ve artı değer üretebiliyor [[30]]. İnsanın bu özelliğinin, bilinmediği ilkel topluluk döneminde, tutsak insanlar, “sofraya” ortak olmasın diye öldürülüyordu. Neolitik dönemde, emek gücü ile insanın, değer ve artı ürün (değer) ürettiği, görülür olmaya ve “bilinmeye” başladığı andan itibaren, öldürme yerine, insanlar köleleştirildi. Ne zaman ki alet ve basit makineler, belli bir yeterlilik düzeyine geldi. Dünya çapında, insanın köleleştirilmesine tedrici olarak son verilmeye başlandı. Ama kapitalizmin gelişmesi sürecinde, bir yandan köle yerine “özgür” ücretli işçi ikame edilip, süreç devam ederken; öte yandan kapitalist toplum üretimi biçimi boyunca, insanın köle olarak kullanılması, II. Dünya Savaşına kadar devam etti.
İşte bu nedenle, üretim süreçlerinde, emek gücü, ona ödenen ücret ve ya “giydirilmiş ücret” üzerinden, “değişen sermaye değer” sayılarak, üretilen ürünün değerinde, maliyet kalemi olarak kaydedilip işlem görür oldu.
Bu bilgilenme temelinde, artı değer üretim konusunda, “işçi/emekçi insan” ile “hayvandan” başka, şimdi de üretim süreçlerindeki diğer Üretim Güçleri öğelerini, artı değer üretip üretemedikleri açısından kısaca incelemeye devam edelim:
(Demirbaşlar), bina, depo, antrepo, fırın, ocak, yol, köprü, yalın kaplar, saklama ve muhafaza kapları, büyük bidonlar, fıçılar vs bunlar cansız, sabit (demirbaş) varlıklardır. Üretim süreçlerinde, hareket edebilen veya ettirilebilen yapay mekanik hareket gücü aksamına veya mekanik kazanç mekanizmasına da sahip değildirler. Dolayısıyla yekpare ve eklemsizdirler. Bunların, biyomekanik kazanç sağlayan mekanizmaları yoktur. Ayrıca bilinçsizdirler. Onlar, sadece, nesnelleşmiş bilim, bilgi kodlarına sahiptirler. Bu nedenle, değer ve artı değer üretemezler. Bu tarz üretim araçları, üretim süreçlerinde bir defada tüketilemedikleri için genellikle yıllık aşınma ve yıpranma payı oranında, üretimde maliyet değeri olarak ortaya çıkarlar.
(Hammadde, malzeme), bir başka üretim gücü öğesi de doğrudan üretim girdisi olan hammadde, mal ve malzeme, yardımcı malzeme, üretimde kullanılan enerji türleri ve benzeri masraf kalemleridir. Bunlar, üretim süreçlerinde, kayıp, kaçak, fire dışında, direk kendi bedenlerini üretilen ürüne katarlar. Daha önceki üretim süreçlerinde, üretimleri sırasında edindikleri, nesnel yapay bilgi kodları dışında, yapay mekanik ya da biyomekanik kazanç sağlayan mekanizmaları yoktur. Bu nedenle, bunlar, artı değer üretemezler. Üretim süreçlerine bir taraftan girerler, öte taraftan, fire eksiği ile ürünün ana bedenini oluşturup çıkarlar. Üretilen ürünün maliyetinde, toplam değerleri kadar maliyet oluştururlar.
(Alet ve makineler), ilk ilkel aletin kullanılıp ve yapılması ile Mars gezegeninde veri toplayan Curiocity’e varıncaya kadar, bütün alet ve makinelerin, geliştirilip, üretilmesinin ana nedeni: daha az emek gücü ve türev emek gücü ile daha çok ve daha kaliteli ürün elde etme amacıdır. Alet ve makineler, üretilecek ürünün veya yapılacak işin özelliklerine göre, spesifik bilgi veya spesifik bilimsel bilgi kodları ile sonsuz düzeyde tasarlanıp, metal, tahta, taş, kemik veya plastik hammadde kütlesine işlenerek üretilen, yapay mekanik veya yapay otomatik çalışma mekanizmalarına sahip, “insan sanayinin” maddi ürünleridirler.
Bu nedenle alet ve makineler, insandan bağımsızlaşmış, insan bilim ve bilgisinin nesnelleşmiş, maddi türevleri olan üretim araçlarıdırlar. İş ve üretim yapma açısından, emekçi (üretim gücü olan köle, serf ve işçi) insan ile alet ve makineler arasında, “mekanik kazanç” ile bilim bilgi bileşimli çalışma düzeyinde bir benzerlik vardır. Çünkü yapılan işin özelliğine göre insan, biyolojik ve mesleki; makine ise yapay ve işe özeldir. İnsanın biyomekanik kazanç sağlayan mekanizmasına karşılık; üretim süreçlerinde kullanılan, yalın haldeki aletin, emekçi ile birleşip, mekanik kazanç sağlayan çalışma mekanizmasını oluştururken; emekçi insanın, bilinç ve bilgisine karşılık, aynı yalın aletin, daha önceki üretim sürecindeki üretimi sırasında, kendisine katılıp nesnelleşen bilim, bilgi kodları vardır. Keza makine halinde iken, insanın biyomekanik kazanç sağlayan mekanizmasına karşılık, makinelerin, motor denen düzenekler ile kendi kendine çalışabilen, otomatik mekanik kazanç sağlayan yapay çalışma mekanizmaları vardır. İnsanın bilinç ve bilgisine karşılık, aynı makinelerde, makineyi oluşturan spesifik, bilimsel bilgi kodlarının nesnelleşmiş yapay, maddi çalışma biçimleri vardır.
Bu özelliklerinden dolayı alet ve makineler, üretim süreçlerinde, yapılacak işe özel, bilim bilgi emmiş, insanın biyomekanik kazanç sağlayan çalışma mekanizmasını taklit edebilen, insan türevi, yapay mekanik kazanç sağlayan çalıma mekanizmasına sahip, maddi üretim araçlarıdır. İnsanın artı değer üretmesi gibi alet ve makineler de güç ve çalışma hızları oranında, TÜREV (makine) artı değer üretirler. Hatta yüksek güç ve hız kapasiteleri ile orantılı olarak alet ve makineler, emekçi/işçi insanının üretici faaliyetini birkaç kat aşarken, türevin türevi üretmesiyle (makinenin, makineyi üretmesiyle), bilgi bilim serüveninin devamlılığını sağlar, yeni bir başka dünyanın oluşumuna ve kurulmasına yol açar, çıkış yaparlar. Ayrıca türev emek gücü mekanizmasına sahip olmaları nedeniyle, makineler, güç ve hız kapasitelerine dayalı olarak, yüksek miktarda türev (makine) artı değer üretme potansiyeline sahiptirler. Bu özellikleri ile üretim süreçlerinde iş ve zahmeti üstlenerek, işçi/emekçiyi sürekli yükselen bir trend ile işsiz bırakmaya başlamışlar. “İşçi kategorisi ortadan kaldırılmaz, bütün insanları içine alacak şekilde genişletilir” [[31]] diyen Marksist ütopyanın tam aksine, özgürce gelişmeleri önündeki, kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkileri engeli, ‘Sosyalist Emekçi’ tarafından kaldırıldığında, sosyalist üretim süreçlerinde, fiili olarak, üretim gücü olan insanı (sosyalist emekçiyi), üretim süreçlerinde sıfırlayacaklar.
Alet ve makineler, üretim süreçlerinde kullanıldıklarında, genellikle yıllık aşınma ve yıpranma (amortisman) payları oranında, ürettikleri ürünün değerinde, maliyet kalemi olarak yer alırlar.
Marks, “Emeğin (emek gücü demek isteniyor) bu özgül üretken faaliyeti dokumayla, eğirmeyle ya da dövmeyle, ŞÖYLE BİR DOKUNMA SONUCU, üretim araçlarını ölüm uykusundan kaldırmakta, bunları emek sürecinin yaşayan öğeleri haline getirmekte ve yeni ürünler meydana getirmek üzere onlarla birleşmektedir” [[32]] diyor. Marks’ın dediğinin tam tersine, emek gücü (işçiler), üretim araçları ile “birleşmek istiyor” ama ne yazık ki, Sanayi Devriminden itibaren makineler, ücretli işçiler ile birleşmek istemiyor.
İşte bu istememe serüvenidir ki, Marks’ın, üzerinden koskoca toplumsal bir devrimi düşlediği işçi sınıflı “sanayi ordusunun erleri ve çavuşları” [[33]], küçüle küçüle, makinelerin çalıştırma düğmelerine “ŞÖYLE BİR DOKUNMA” yapacak kadar azalmıştır. Her makinede bir çalıştırma düğmesi olduğu düşünülürse, her ülkede makine toplamının düğmesi kadar, onlara “dokunan” proleter olacaktır. Bu kadar küçülen bir “işçi sınıfı” ile nasıl toplumsal devrim yapılacaktır? İlginç doğrusu!
Acaba Marks, bu gerçeği düşünmüş müdür? Bilinmez!
Bir ülkede, her çalıştırma düğmesi kadar proleterin de var olduğunu ve devrim için yeter sayıda olduğunu –olmaz ama- farz edelim. Farz edelim ama makineler, Marks’ın düşündükleri ile bizim faraziyelerimize aldırmadan, tarihsel yoluna “dikine” devam eden üretim araçlarıdır. Onlar, teknolojik gelişmeleri ile “bugün değilse yarın”, insanları “dinlemeden”, çalıştırma düğmelerine “ŞÖYLE BİR DOKUNAN” işçileri de “kolundan tutup”, üretim süreçlerinin dışına atacaklar. Çünkü işçilerin, “şöyle bir dokunma” sonucu, makineleri çalıştırmada, öyle sanıldığı gibi bir önemi yoktur!
Nasıl mı?
Marks’ın, “şöyle bir dokunma sonucu, üretim araçlarını ölüm uykusundan” uyandıran işçilerin varlığının aksine; otomatik bir makine, endüstri robotları veya otomasyon sistemlerini, işçinin emek gücü DIŞINDA bir güçle, harekete geçirir veya CANLANDIRIRSAK, Marks’ın iddiasını çürütüp aşmış, makinelerin de artı değer üretebileceğini ispatlamış olacağız. Böylece, Marks’ın “alet ve makineler artı değer üretemez” tezini ve İŞÇİNİN üretim süreçlerindeki ABARTILI ROLÜNÜ de elemiş oluruz.
Örneğin: otomatik bir makine, kollu endüstri robotu veya otomasyon sistemli bir üretim birimini çalıştırmak (harekete geçirmek) için kurulmuş bir çalar saatin, zil sesinin geliştireceği titreşimleri kullanabiliriz [[34]]. Günün belli saatleri için ayarlı bir çalar saatin, zil titreşimlerini, otomatik bir makineye, otomasyonlu bir sisteme veya uzman akıllı otomatik bir sisteme bağlarsak, çalar saatin yaratacağı zil titreşimleri ile otomatik veya otomasyonlu bir üretim sisteminin, açma kapama düğmesini “ŞÖYLE BİR TETİKLEYEREK”, makineyi çalıştırıp durdurabiliriz. Böylece zil titreşimleri ile hiç insan eli makine çalıştırma düğmesine “dokundurmadan”, makinenin çalışma düğmesini açıp kapatabiliriz. Hatta bu yöntem ile dünyanın bütün makinelerini, internet ağları üzerinde aynı anda ve eşzamanlı olarak “ÖLÜM UYKUSUNDAN” uyandırabiliriz.
Görüldüğü gibi makineleri çalıştırmak, CANLANDIRMAK için işçiye bile gerek yoktur. Burjuvazi ile işçi sınıfının, dolayısıyla tümden kapitalizmin ölümü ve tasfiye edilmesini gerektiren, zorunlu tarihsel ÇIKIŞ işte budur. İşte budur, sosyalizmin tarihsel zorunluluğu ve teknik maddi temeli.
(Devam edecek)
DİPNOTLAR:
[1] Smith, Adam (1776), Ulusların Zenginliği, Alan Yayıncılık, Cilt I, 2. Baskı 1997, S. 37.
[2] Ricardo, David (1817), Ekonomi Politiğin ve Vergilendirmenin İlkeleri, Belge Yayınları 2007, S. 27.
[3] Marks, K. (1867), Kapital Cilt I, Sol Yayınları, 3. Baskı 1986, S. 54.
[4] Smith, Adam (1776), Ulusların Zenginliği, Alan Yayıncılık, Cilt I, 2. Baskı 1997, S. 51.
[5] Ricardo, David (1817), Ekonomi Politiğin ve Vergilendirmenin İlkeleri, Belge Yayınları 2007, S. 36.
[6] Smith, Adam (1776), Ulusların Zenginliği, Alan Yayıncılık, Cilt I, 2. Baskı 1997, S. 36.
[7] Ricardo, David (1817), Ekonomi Politiğin ve Vergilendirmenin İlkeleri, Belge Yayınları 2007, S. 27.
[8] Marks, K. (1867), Kapital Cilt I, Sol Yayınları, 3. Baskı 1986, S. 55.
[9] Ricardo, David (1817), Ekonomi Politiğin ve Vergilendirmenin İlkeleri, Belge Yayınları 2007, S. 27.
[10] Kapital ciltleri, Marks’ın çalışmalarının en olgun ve en son örnekleri olduğundan, genellikle bu eserlere başvuracağız. Yoksa konu ile ilgili, Marks’ın, bir birinden değerli pek çok eseri vardır.
[11] Smith, A. (1776), Ulusların Zenginliği, Mal Mevcudunun Karı Üstüne, Alan Yayıncılık, Cilt I, 2. Baskı, S. 80.
[12] Ricardo, David (1817), Ekonomi Politiğin ve Vergilendirmenin İlkeleri, Belge Yayınları 2007, S. 108.
[13] Marks, K. (1867), Kapital Cilt I, Sol Yayınları, 3. Baskı 1986, S. 58, 52, 53 ve 66.
[14] A. g. e, Dip Not 24, S. 223.
[15] Ricardo, David (1817), Ekonomi Politiğin ve Vergilendirmenin İlkeleri, Belge Yayınları 2007, S. 337, 339.
[16] Marks, K. (1867), Kapital Cilt I, Sol Yayınları, 3. Baskı 1986, S. 442, 443, 444 ve 447.
[17] A. g. e, S. 434.
[18] A. g. e, S. 220.
[19] A. g. e, S. 52-53.
[20] A. g. e, S. 66 ve 549.
[21] A. g. e, S. 245.
[22] A. g. e, Cilt III, S. 34.
[23] A. g. e, Cilt I, S. 224.
[24] A. g. e, S. 334.
[25] A. g. e, Nispi Artı Değer, Bölümü.
[26] A. g. e, S. 420.
[27] A. g. e, S. 401.
[28] A. g. e, S. 419.
[29] Türev (makine) artı değer üretimi konusunda, 2015 yılında, Özgür Üniversite ile Özür Medya sitelerinde, kamuya sunulmak üzere, “Marksist artı değer teorisinin eleştirisi” adlı, seri halinde 6 yazı yazmıştım. Bu yazılara ek olarak, daha iyi anlaşılmayı umut ederek, türev (makine) artı değer konusunu, bir başka açıdan ele alacağım.
[30] A. g. e, Mutlak Artı Değer, Bölümü.
[31] Marks, K. (1844), El Yazmaları, Birikim Yayıncılık, 2009, S. 108.
[32] Marks, K. (1867), Kapital Cilt I, Sol Yayınları, 3. Baskı 1986, S. 216.
[33] A. g. e, S. 436.
[34] Veya aynı amaçla, elektronik bir saat, fotoselli bir elektrik lambası, bir termostatın ısıya duyarlılığını, cıva maddesinin ısıya duyarlılığını veya günümüzde uzaktan kumandalı aletleri kullanabiliriz.