Emin Çölaşan’ın FETÖ’cülükten yargılandığı, Eren Erdem’in de yüzlerce gün tutuklanıp hüküm giydiği rejim, demokrasi mi yoksa bir “korku” rejimi midir? İnsanların ne söylediğinden, ne yazdığından, ne yaptığından bağımsız olarak işlerinden, yetmedi, içeri atılabildiği, akılla takip edilemeyeceği şekilde…
Korku rejimi aslında “terör” kelimesinin kullanılmasıyla başlar; zira bu Fransızca kelimenin bire bir Türkçe karşılığı vardır: Dehşet/tedhiş. İnsan ayıdan korkar, ama şehirdeki evinin yatak odasında ayıyla karşılaşırsa dehşete kapılır. Yani,insanın aklını başından alan korku. Oysa insan aklıyla insandır; daha doğrusu kendisinin akıllı olduğunun farkına vardığı ölçüde insan. Ama devlet terör kelimesini tercih eder , bu kelimeden kalkarak da teroristi: Terorist ise, son 30 yıldır, yargılanmaksızın cezaya -neredeyse tümüyle ölüm- uğratılmış ve uğratılacak olan vatandaşlara yakıştırılan sıfattır.
Deve, ayı, fil ya da mamut hepsi bizden güçlü, ama onlara aklımızla egemen olmuşuz. Siyasal islamcının bizi götürmek istediği de tam tamına aklı devreden çıkartıp inanca sarılmak zorunda kalacağımız noktadır. İşte bu noktada, sadece hayvanlara değil, cansız nesnelere dahi huy, niyet, kısacası ruh (anima) atfeden, yani tarihin sıfır noktasındaki bir insanla karşı karşıyayızdır; ki, bazı nesnelerin haram, bazılarının da helal ilân edilmesi tam tamına bu düzeydeki bir zihniyetin tezahürüdür. Haram-helal karşıtlığı üzerinden de giderek sigara, içki ve uyuşturucuları aynı kategori içinde ele almak ise cahillikten beslenen bir yobazlıktır: Sigara hepten, belirli bir miktarın üzerinde de içki sağlığa zararlıdır; ama uyuşturucu, insanı insan yapan akıldan/şuurdan/iz’andan yoksun kılar. Vakıa şu da vardır ki, şehrin hastanelerini kapatıp, şehre 20-30 kilometre uzaklıkta kırsal alana taşırken bunlara ‘şehir hastanesi’ adını verenler illaki uyuşturucu müptelasıdır diye bir şey yoktur.
3-5 yaşındaki çocukların bilmedikleri bir dildeki upuzun bir metni tek kelimesini bile anlamadan ezberledikleri kuran kursları insanlığı tarihinin sıfır noktasına geri götürmeye matuf tasarruflardır. Hele bu kurslara katılan kız çocuklarının başlarının kapatılması kendilerini cinsiyet temelinde erkek türdeşlerinden koparırken aynı zamanda birer cinsel nesne konumuna da hapsetmiş olmaktadır.
Esas sorgulanması gereken bu kız çocuklarının büyüklerinin, yani kadınların başlarını niye örttükleridir. Biz insanlar birbirimizi yüzümüzden tanırız. Kim olduğumuz yüzümüzden tanınır ve de simamıza saçımız, saç modelimiz de dahildir; ancak daha beteri yüzünü peçe veya burkayla örtüp kendi kendilerini hiçkimseleştiren kadınlar da vardır ki bunların artık bir insan bireyi, yani belirli bir kişi olarak kabul edilmeleri, dolayısıyla insan haklarından istifade etmeleri söz konusu olmamalıdır: Kendi istekleriyle ya da kendilerine rağmen insan türünün kadınıyla erkeğiyle tekliğini, dolayısıyla ‘insan’ kavramını fiilen inkar etmiş olmaktadırlar: Ya ben de insanım diye ortaya çıkmalı ve bu karşı çıkış başta olmak üzere hepimiz tarafından desteklenmeli, ya da insanlık dışı canlılar olarak muameleye tâbi kılınmalıdırlar.
Başını örtmek kadın için bir özgürlük olmayıp, erkek karşısında bir alt sınıftan olduğuna rızasını sergileme serbestliğinin tanınmasına işaret eder.