Filistin Yönetimi Başkanı Mahmud Abbas‘ın, ABD’deki yeni yönetim ile Ortadoğu’daki son gelişmelere ayak uydurmak maksadıyla birkaç hafta önce alelacele seçim kanunlarında değişikliğe gitmesini derinlemesine ele almak gerekiyor.
Bize göre mesele, Filistin-İsrail hattında son zamanlarda gözden kaçan bazı haberleri özetleyip değerlendirerek anlaşılabilir hale gelecektir.
6-11 Şubat tarihli haberlerin birkaçı şöyle:
* İsrail Cezaevlerindeki Esir Filistinlileri Savunma Heyeti, 6 Şubat tarihli bildirisinde, 1948’de işgal edilmiş Filistin topraklarında kurulmuş olup İsrail genel seçimlerine de katılan İslami Hareket Blok’u Başkanı Mansur Abbas’ı, tutsaklara “terörist” diyen İsrail resmi söyleminin peşinden sürüklenmekle suçladı.
İsrail merkezli “Kanal 12” televizyonunda İbranice söyleşi yapan Mansur, şöyle demişti:
İsrail (Yahudi) kamuoyundan biz Arap siyasetçilere yöneltilen esas suçlama şudur: Güya bizler, Filistinli terörist örgüt (Hamas ve İslami Cihad gibi) mensuplarıyla temas halindeymişiz; onları cezaevlerinde ziyaret edip, kendileriyle sarmaş dolaş oluyormuşuz!’ Benim, teröristlerle buluşup görüştüğüm hususu karalamadır, tezvirattır ve kesinlikle yalandır. Çünkü cezaevi idaresi, 2015’ten beri, benim gibi Arap milletvekillerinin Filistinli tutsaklarla yüz yüze görüşmesini yasaklamıştır.
Bu arada hatırlatalım: Mansur’u eleştiren Filistinliler, onun, Başbakan Binyamin Netanyahu ile işbirliği içinde çalıştığını iddia ediyorlar.
* Batı Şeria’daki Yahudi yerleşimci, silahsız bir Filistinliyi katletti. Filistin Yönetimi, “İşgal kuvvetlerinin saldırılarına karşı uluslararası himaye” istedi.
* Merkezi Hollanda Lahey’de bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi, “1967’den beri işgal altındaki Filistin topraklarında, özellikle 2014’te Gazze şeridindeki ahaliye karşı insanlık suçu işlemekte olan İsrail hakkında dava açması için”, yetkili başsavcısına bu hususta soruşturma başlatma izni verdi. Aynı mahkeme, Gazze’deki İslamcı direniş örgütü Hamas’ın da sivil İsraillilere karşı aynı suçu işlediğini açıkladı.
* İsrail merkezli WALLA iletişim ağında 11 Şubat tarihli yazısı yayınlanan Barak Rabid’e göre; İsrail ile Amerikan temsilcileri Lahey Mahkemesi’nin bu kararını ele alıp görüştükten sonra, ABD Dışişleri Bakanlığı, mahkemenin İsrail-Filistin sorunuyla ilgilenme yetkisi bulunmadığını açıkladı. Zira Filistin sorunu henüz Biden’in öncelikleri arasında olmadığından, ilgili karar Amerikan yönetimini bir an önce bu meseleye el atmasını zorlamaktaymış!
İsrail hükümeti, Lahey kararının “Filistin’de trajik gelişmelere yol açabileceği” konusunda Beyaz Saray’ı dolaylı biçimde uyarmış. Çünkü Başbakan Binyamin Netanyahu, dört gözle beklemesine rağmen Biden, kendisine henüz telefon etmemiş.
İsrail’in eski Birleşmiş Milletler temsilcisi ise, Twitter üzerinden Netanyahu’nun özel telefonunu yazarak, Biden’ın “bir an önce onunla konuşması lazım” diye alay etmiş.
İsrail gazetesi Haaretz, 10 Şubat tarihli nüshasında bu twitter paylaşımını, “İsrail üst yönetim kademesinde ihtilaf ve kriz var” şeklinde yorum yapmıştı.
* Amerikan Foreign Policy dergisinde yayınlanan bir makaleye göre; ABD Kongresi, Filistin-İsrail barış programını destekleme çerçevesinde, beş yıl içinde Filistin halkının ekonomisine 250 milyon dolar verilmesini kararlaştırdı. Bu karar, 1993 Oslo Anlaşması’ndan beri ilk ciddi ve somut Amerika desteği olarak kabul ediliyor.
* 7 Şubat tarihli Ray El Yom gazetesinin El Nasıra (Nazaret) şehrindeki muhabiri Zuheyr Andrawas, bölgedeki dramatik jeopolitik değişimlere eşlik eden Türkiye-İsrail yakınlaşmasının muhtemel kurbanının “Hamas olabileceği; bu örgütün Türkiye’deki faaliyetlerinin kısıtlanabileceği veya ülkeden tamamen çıkarılabileceği” yolunda haber-yorum yaptı.
Benzer bir yorum da aynı gazetenin Genel Yayın Yönetmeni Abdulbari Atwan’dan geldi:
İsrail Havayolları EL AL uçağının, 10 yıldır kesilmiş olan diplomatik ilişkilerden sonra İstanbul havaalanına iniş yapması, iki ülke arasında yeni ve hızlı bir yakınlaşmanın delili sayılabilir. MİT müsteşarı Hakan Fidan’ın Kudüs’e gidip mevkidaşı ile görüşmesi de bu çerçevede değerlendirilebilir.
Şantaj yapma hususunda gayet marifetli olan İsrail yönetimi, Türkiye’nin normalleşme talebine bedava karşılık vermez; görüşme masasına şartlı oturur. Mesela, direniş örgütü Hamas’ın İstanbul’daki bürolarının kapatılmasını, örgüt elemanlarının siber saldırı ve benzeri faaliyetlerinin durdurulmasını ister.
* Son güncel haber Mısır‘dan geldi: Geçtiğimiz hafta başkent Kahire’de uzlaşmak üzere toplanan Filistin örgütleri arasında anlaşma sağlanınca, Mısır yönetimi, şimdiye kadar tek yanlı olarak kapattığı Refah sınır kapısını açma ve geçişler sırasında Filistinli yolculara zorluk çıkarmama kararı aldı.
Daha da önemlisi, Hamas’ı cezalandırma kabilinden önceleri azlettiği Filistin Masasına bakan istihbarat sorumlularını tekrar görevlerine iade etti. Hamas ve İslami Cihad örgütleriyle bağlantılı tutukluların salıverilmesini onayladı. Bundan böyle bütün örgütlere eşit muamele etme sözünü verdi.
Esas konuya geldiğimizde şu tür sorunlarla karşılaşıyoruz:
Filistin Devlet Başkanı Mahmud Abbas tarafından onaylanan milletvekili seçimleri, ardından da başkanlık ve sonrasında Filistin Kurtuluş Örgütü’ne (FKÖ) bağlı Milli Meclis seçimlerinin yapılmasıyla ilgili kararname çerçevesinde gerçekleşecek.
Seçimlerin, 22 Mayıs-31 Temmuz tarihleri arasında yapılması öngörülüyor.
Seçim yasalarıyla yasama, yürütme ve yargı sistemlerinde yapılması tasarlanan değişikliklerden ne umulduğuna bakalım:
Bir: Niyet düzeyinde Filistin örgütleri arasında yapılacak görüşmeler ve varılacak mutabakat sonucunda ulusal birliğin sağlanması.
İki: Müşterek adayların seçilmesiyle birlikte milli koalisyon hükümetinin kurulması.
Üç: ABD, Rusya, Fransa ve Almanya gibi Filistin sorunuyla yakından ilgilenen ülkelerle temasa geçilmesi.
Dört: Bu çerçevede İsrail ile kesilmiş bulunan müzakerelere yeniden başlanılması ve bu hususta dört büyük ülkeden destek alınması.
Gelgelim Abbas’ın bu değişikliğe ilişkin kararları, herkesi memnun etmemişe benziyor. Seçime katılma konusunda Filistinli örgütler üç kesime ayrılmışlar: Boykotçular, şartlı kabul edenler ve bekle gör politikası izleyenler.
Neyse ki Mısır’ın başkenti Kahire’de iki ana örgütün katılımıyla El Fetih–Hamas arasındaki seçim mutabakatı sorunu büyük ölçüde aşıldı.
Radikal İslami Cihad, “Bu toplantı, 1993 Oslo Anlaşması’nın onaylanmasıdır” gerekçesiyle Kahire’ye gitmedi. Marksist Halk Cephesi ise, önerilerinin sonuç bildirgesine yansımaması yüzünden uzlaşmaya şerh koydu.
Filistin Başkanı’nın genel hoşnutsuzluğa yol açan şu türden kararları da söz konusudur:
- Yargı sisteminin bünyesini, özellikle Yüksek Mahkeme’nin oluşumunu değiştirmeye yönelik müdahalesi;
- Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) gövdesi sayılan milliyetçi El Fetih hareketinin Merkez Kurulu ve Devrim Konseyi içinde politika değiştirip dönüştürme sürecini başlatması;
- El Fetih üyelerinden kimilerinin gelecek başkanlık ve milletvekili seçimlerinde aday olmalarını engellemek maksadıyla yeni uygulamalara imza atması.
Bahsedilen bu üç değişikliği de onaylayan Mahmud Abbas, hem Filistin Yönetimi Başkanı hem de El Fetih hareketi önderi sıfatına dayanarak bu uygulamaları yapıyor ki, bu da hareket içindeki taraftarlarla muhalif kanatlar arasında gerginlik ve çekişmelere yol açabiliyor.
FKÖ’nün 40-50 yıl önceki politikası gereği oluşturulmuş örgütsel bünyesi ve idari kurumları, mevcut anayasada yer almadığından şu anda meşrulukları tartışmalı hale gelmiştir.
Şimdiki siyasi ortam ise yepyeni yapısal kurumlara ihtiyaç duymaktadır.
Buradaki esas soru şudur:
Abbas başkanlığındaki Filistin Yönetimi, bilinen tutuculuğuyla yeni siyasi iklime ayak uydurabilecek dinamiğe, kitle desteğine, ulusal ve uluslararası meşruluğa sahip midir?
Abbas’ın Filistinli siyasi oluşumlarla kesimler arasında eşitsizliği gidermeyi hedefleyen son kararnamelerinden geri dönmeyeceği söyleniyorsa da satır aralarına bakıldığında onun bizzat başında bulunduğu El Fetih hareketi içindeki yerini sağlamlaştırmak ve hayli yaşlanıp fiziksel/zihinsel açıdan yıpranmış olmasına rağmen gelecek seçimlerde tekrar başkan olmak için çalıştığı görülmektedir.
Değilse, alternatifi nedir?
Abbas’a göre; Mısır ve Ürdün‘ün desteğiyle başkent Kahire’de toplanan Filistinli örgütlerin, aralarındaki kritik ve hassas ihtilafları tartışmadan “milli birlik” içinde müşterek adaylar göstermek suretiyle seçimlere katılma hususunda genel bir mutabakat sağlaması gerekliydi.
Geçen hafta, bu gerçekleşti. Kahire Diyalogu için Mısır istihbaratının şartı şuydu: Kendisi arabulucu değil, tam anlamıyla müzakerenin tarafı olacaktı. Talep kabul görünce iki gün süren görüşmeler yapılabildi.
Hemen belirtelim: Bir süre önce Rusya‘nın girişimiyle Hamas ile FKÖ heyetleri arasında başkent Moskova’da farklı zeminde görüşmeler yapılmıştı.
Kahire’deki toplantıda tarafların vardıkları uzlaşma gereği, milletvekili seçimi önündeki eski engeller kaldırıldı. Kesinlik kazanması için Mahmud Abbas’ın buna uygun bazı değişiklikler yapması gerekiyor.
Mesela seçimde aday olacakların yatıracakları harç miktarının indirilmesi, bulunduğu resmi görevden istifa etmesi, kadın kotası, aday yaş sınırının aşağı çekilmesi vb.
Bu münasebetle seçimle ilgili olmayan ihtilaflı konuların tartışılmasının ertelenmesinde de mutabık kalındı. Bu nokta, ileride çekişme ve sürtüşmeye yol açsa da, şimdilik rafa kaldırılmış oldu.
Seçime dair anlaşmazlıkların çözümü mart ayında yapılacak toplantıya bırakıldı. 22 Mayıs’ta yapılması kararlaştırılan seçim için şimdiden onay alınmış olduğu için, mart ayındaki toplantılarda tam anlaşma olmasa ve Hamas bunu boykot etse bile seçimler yapılmış olacak.
Tarafların seçim bölgelerinde ortak aday çıkarmaları genel kabul gördü ancak bazı El Fetih yetkilileri bu noktayı, baş kendilerinin baş rakibi Hamas ile işbirliği diye anlarken; diğerleri Hamas yerine, ikincil önemdeki Filistin örgütleriyle gerçekleşeceği görüşündeler.
İster Hamas yönetimindeki Gazze‘de, isterse Filistin denetimindeki Batı Şeria‘da olsun, hangi taraf kazanırsa kazansın, meşruluğunun tanınması kararı alındı.
Emniyet güçlerinin hiçbir şekilde seçim sandığında oy atmaya ve sayım konusuna müdahale etmeyeceği, sadece güvenliği korumakla görevli olması gerektiği de kararlaştırıldı. Tarafların gönderdikleri sandık görevlisi ve müşahitlerin engellenmeyeceğine dair güvence verildi. İsrail cezaevlerinde tutuklu esirlerin de aday gösterilmesi şart koşuldu.
Kararlaştırılan seçimlerin tartışılması ağırlık noktası olsa bile, varılan uzlaşma aynı zamanda “milli birlik” zemini yaratmayı hedefliyordu.
2007’de Gazze’yi silah zoruyla El Fetih yönetiminden devralan Hamas örgütünün idari makamlarda çalıştırdığı memurların kendi taraftarlarından oluşturduğu biliniyor.
Bu yüzden El Fetih’in Gazze’de kazanması halinde, onları işten çıkarmayacağı taahhüt edildi.
Kısacası: Hamas taraftarları Batı Şeria’daki resmi dairelerde, El Fetih memurları da Gazze’de aynı makamlarda çalışabilecek. Müzakereci tarafların ellerinde bulunan tutuklular, karşılıklı olarak serbest bırakılacak.
Herkes, kendi denetimi adlında bulunan bölgelerdeki muhaliflerin demokratik hak ve özgürlüklerini temin edip koruyacak.
Milli birliğe zemin hazırlayan bu anlaşmanın hedefi şudur: Hamas, eskiden karşı çıktığı 1993 tarihli Oslo Barışı’nı (İsrail-Filistin Çerçeve Anlaşması) adı konulmadan örtülü biçimde kabul etmiştir.
Buna karşılık Filistin Yönetimi, Hamas ile ortak bir hükümet kurma yoluna girerek İsrail ile yenileyeceğini düşündüğü barış müzakerelerine örgüt olarak değilse bile Hamas mensubu şahsiyetlerini katabilecektir.
Bu konuda öncelikle Avrupa Birliği, ardından ABD’nin ön onayını alma çalışmaları yürütülecektir.
Peki, Hamas onca tavizi niçin verdi?
Üç ihtimalli bir yanıtı var bu sorunun:
Ya Hamas, kendisine fazla güveniyor; nasıl olsa seçimi kazanacağından emin görünüyor.
Yahut Gazze’ye uygulanan kuşatma nedeniyle hem ekonomik hem de idari bakımından çok sıkışıp bitkin düşmüştür ve bundan öyle Gazze ahalisinin hoşnutsuzluğunu giderecek yönetim mekanizmasına sahip değildir.
Ya da hem bölgesel hem uluslararası baskı ve teşvik (havuç-sopa politikası) sonucunda bu tavizleri vermek zorunda kalmıştır.
Milli Birlik meselesine zemin hazırlamak iyidir güzeldir de, mutabık kalınan seçim meselesinin hem Hamas örgütü hem de Başkan Mahmud Abbas’ın başında bulunduğu milliyetçi El Fetih hareketi içinde çekişme ve çatlaklara yol açması kuvvetle muhtemeldir.
Şöyle ki:
El Fetih‘in radikal ulusalcı ve mücadeleci kanadını oluşturanlar, uzun süreden beri İsrail cezaevinde tutsak olan (rehine tutulan) önderleri Mervan Barğusi’nin aday gösterilmesi için baskı yapıyorlar.
Barğusi’nin başkan seçilmesi, Mahmud Abbas’ın ve şimdiye kadar devam eden uzlaşmacı/teslimiyetçi politikasının sahibiyle birlikte saf dışı edilmesi anlamını taşıyor.
Radikallere göre tutsak Barğusi yeni başkan seçilirse, üç yaşamsal adım atılmış olacak:
Bir: Tutsak bir başkanın hapiste kalmaması için uluslararası kamuoyu ve devletler harekete geçecek, böylece onun özgür bırakılarak başkanlık koltuğuna oturmasının zemini hazırlanacaktır.
İki: Saygın ve militan bir kişiliğe sahip Barğusi’nin kazanması, çokça arzulanıp bir türlü gerçeklemeyen El Fetih hareketine canlılık kazandıracaktır.
Üç: Filistin halkı ve örgütleri böylesine dirayetli bir kişilik etrafında toplanarak İsrail ile dişe diş mücadele edebilecektir.
Barğusi’nin gelmesini kendileri için tehlikeli sayan teslimiyetçi ve uzlaşmacı M. Abbas yanlıları, onun bizzat Filistin başkan adayı olması yerine, milletvekili seçimlerinde liste başı gösterilerek daha sonra parlamento başkanı olmasını öneriyorlar.
Nitekim El Fetih Merkez Komitesi Üyesi Hüseyin El Şeyh, 11 Şubat günü Barğusi’yi cezaevinde ziyaret ederek, “hareketin bölünmemesi uğruna” onun M. Abbas’a karşı bağımsız bir aday listesi çıkarmaması için dil dökmüştü.
Yabancı diplomatlarla Arap politikacıların bile Barğusi ile görüşmesini hep engelleyen İsrail’in, bu son ziyarete müsaade etmesi dikkatlerden kaçmadı.
Barğusi’nin, “Örgütün bütünlüğü için, ulusal düzeyde çoğulculuk temelinde herkese temsil imkânı sunacak şekilde liyakatli adaylardan oluşan ortak listesi çıkarılması ve gerçekten demokratik sistem kurulması şartıyla” öneriyi kabul ettiği basına yansıdı.
Muhtemelen başka çaresi de yoktu, zira kendisi hapiste tutsaktı.
Ayrıca M. Abbas, El Fetih içinde bağımsız liste çıkaracakları zor kullanarak engelleyeceğini açıkladı.
Taraftarlarına göre; şimdiki başkan M. Abbas, önümüzdeki seçimlerde hem başkan adayı olmalı hem de bu işler onun nezaretinde gerçekleşmeli. Zira o, El Fetih hareketinin “kurucu babalarından” sayılıyor.
Dolayısıyla örgüt ve ülke içindeki muhtemel çatışmalardan kaçınıp milli birliği sessiz sakin bir şekilde sağlamak suretiyle başta ABD (Biden yönetimi) olmak üzere uluslararası onay ve destek almanın biricik güvencesi Abbas’tır deniliyor.
Filistin Yönetimi Başkanı Abbas yandaşlarının geçici uzlaşma formülü şöyle:
Başkanımız, vakti zamanı gelince görevini gönüllü terk eder. Ardından erken seçim kararı alınır ve meclis başkanı (olması düşünülen) Barğusi, bu kez Abbas’ın şimdiki başkanlık makamına oturur.
Barğusi yandaşları ile diğer muhalif kanadın temsilcileri, bu formüle şu nedenle pek sıcak bakmıyorlar:
Mevcut Başkan Abbas, yaşı ilerlemiş bir şahsiyet. Yaşından ötürü düşünme yetileri eskisi kadar canlı değil. Üstelik de hasta. Daha kötüsü, kendisi halktan kopmuştur ve El Fetih mensupları da ondan hoşnut değiller. Böyle bir şahsiyetin ömrü, süreci götürmeye yeterli ve münasip değildir. Yaşlı başkanlarla kriz çözülemeyeceğine dair pek çok örnek görülmüştür.
M. Abbas’ı tedirgin eden, örgüt içinde ikilik çıkaracağını düşündüğü siyasi bir şahsiyet daha var: Muhammed Dahlan.
Kendisi 2007’ye kadar Gazze’deki Filistin yönetiminin baş görevlisiydi. Adı bir dizi yolsuzluğa ve İsrail ile gizli ilişkilere karıştı.
Gazzeliler kendisinden hoşnut değildi. Bundan istifade eden Hamas, silahlı ayaklanma düzenleyerek Dahlan yönetimini devirdi ve onu destekleyen El Fetih yanlılarını ya öldürdü ya da tutukladı.
Firar eden Dahlan, Abbas denetimindeki Batı Şeria’ya sığındı. O dönemde El Fetih hareketinin başkanı olmak için Abbas’a rakip oldu.
Bu nedenle deşifre edilip örgütten atıldı. O da Katar ile Birleşik Arap Emirlikleri’ne (BAE) iltica etti. Mevcut durumda BAE ile Suudi Arabistan tarafından destekleniyor.
Bu şahsiyet, seçimler vesilesiyle Demokratik Reform Hareketi’ni kurdurarak, bazı bağımsız adayları destekleyeceğini ilan etti.
Özellikle Doğu Kudüs ve Batı Şeria’da hatırı sayılır taraftarı bulunuyor; olmayanları da para ve benzeri yardımlarla kazanmak istiyor.
Dış bağlantıları açısından bakıldığında özellikle Hamas’ın İran ve Türkiye ile ilişkisi dikkat çekiyor. Hamas, her ikisine de güvenip sırtını dayamış durumdadır.
Kahire Diyalogu yoluyla büyük bir hamle yapan Mısır yönetimi, Hamas ve Filistin kozunu neredeyse hem AKP iktidarının hem de İran yönetiminin elinden almasını bildi.
Mısır Başkanı General Abdulfettah Sisi ile istihbarat şefinin ekrandan naklen izledikleri Kahire Diyalogu’na ne kadar önemli verdikleri biliniyor.
Ankara ile Tahran’ın, bu durumu nasıl karşılayacakları ise merak konusudur!
Gelelim konuyla bağlantılı İsrail’in tutumuna:
Telaviv Üniversitesi bünyesindeki İsrail Güvenlik Araştırmaları Merkezi, Filistin yönetimi Başkanı Mahmud Abbas’ın, seçim yasalarına ilişkin aldığı kararların maksadı konusunda şu sorulara cevap aramaya çalışıyor:
Abbas, onca uzlaşma/anlaşma girişiminin sürekli ertelenmesinden sonra kendisini sıkışmış mı hissediyor? Kararları almakla, başında bulunduğu El Fetih hareketi içindeki bölünme ve ayrışmalardan hiç mi çekinmiyor?
Aynı kurum, sorulara kendi yanıtını veriyor:
Abbas, eşzamanlı olarak iki çelişkili adım atmış durumda: İlkin, güvenlik alanında İsrail ile işbirliği yapabileceğini belirtti; İsrail ile uluslararası kurallar çerçevesinde ve AB’nin de arabulucu olarak katılabileceği görüşmeler yapmaya hazır olduğunu söyledi. İkinci olarak, Gazze’yi yöneten Hamas ile uzlaşabileceğini ve gelecek aylarda genel seçim yapılabileceğini açıkladı.
Problem şu ki; ABD, Rusya, Almanya ve Fransa’nın Hamas ile İsrail’in diyalog kurmaları için öne sürdükleri şu üç önemli şart hâlâ yerine getirebilmiş değildir:
İsrail devletini tanımak, silahlı direnişi bırakmak ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) İsrail ile yaptığı Anlaşma (Oslo) şartlarını kabul etmek.
Bunları kabul etmeyen Hamas, Filistin yönetimiyle ortak hükümeti kurduğunda, Abbas böyle bir hükümetin meşruluğunu başta İsrail olmak üzere diğer yabancı ülkelere nasıl kabul ettirecektir?
Kendisine kalırsa, onun Filistin’de milli mutabakat, birleşme ve seçim için aldığı son kararlar aslında Trump’ın (dayatmış olduğu Asrın Barışı) planını boşa çıkarmayı ve Joe Biden yönetimiyle iyi ilişkiler kurmayı hedefliyor!
Filistin Başkanı Mahmud Abbas, kendince seçim kararları almasına rağmen ikili taktik peşinde: O, seçimleri kaybedeceğini hissettiğinde, oyunbozanlık yapabilir. Aynı zamanda bu tutumuyla İsrail ile aynı noktada duruyor.
Zira Abbas’ın başında bulunduğu Filistin yönetiminin seçimi kaybetmesi, İsrail’in güvenliği için büyük bir risk oluşturacaktır.
Şu anda İsrail; ABD, Fransa, Almanya, Mısır ve Ürdün gibi meseleye taraf olan bazı Arap ülkelerinin hem yetkilileri hem de istihbarat sorumlularıyla istişare halindedir.
Burada gaye M. Abbas’ın bu kararları alırken maksat ve meramının tam anlamıyla ne olduğudur!
Acaba kendisince İsrail ile FKÖ arasında 1993 yılında imzalanmış olan Oslo Çerçeve Anlaşması artık hükmünü yitirmiş ve geçersiz mi sayılıyor yoksa Abbas taktik icabı bir hamle yaparak Filistin sorununu uluslararası gündeme mi taşımak istiyor?
Sözü edilen araştırma şu tespitlerle bitiyor:
Abbas’ın maksadı şayet ikinci şık ise, İsrail zaten Filistin yönetiminin güçlendirilmesi için Amerikan yönetimi ve Ortadoğu’daki ortaklarıyla birlikte sıkı bir işbirliği içindedir. Körfez’deki Arap devletleriyle ilişkiler normalleştikçe, Filistin halkının ekonomisi de iyileşecektir!
Tel Aviv Üniversitesi’ne bağlı kuruluşun görüşü bu yöndedir. Bizim söz konusu araştırmadan anladığımız ise şudur:
İsrail, kendisiyle sıkı işbirliği yapan Abbas iktidarını tercih ediyor ve seçimi kazanacağını varsaydığı Hamas’tan çekiniyor.
Malum, Hamas ile İslami Cihad isimli iki büyük örgütün dışında Gazze bölgesinde faaliyet gösteren Halk Direniş Komiteleri, Halk Cephesi-Genel Komutanlık, El Saiqa, Halk Direniş Hareketi, Özgürlükçüler Hareketi, Mücahitler Hareketi, Ulusal Mücadele Hareketi gibi örgütler de İsrail devletini tanımıyorlar. Dolayısıyla onların Batı Şeria’da bulunmaları hem İsrail hem de Filistin yönetimi tarafından yasaklanmıştır.
Kaotik seçimler yapıldığında İsrail’in tutumu ne olacaktır? Bu gelişmeleri onaylayacak mı, yoksa sadece Doğu Kudüs’teki seçimleri kabul veya reddetmekle kalmayıp, herhangi bir ilerleme kaydedilmesini de engelleyecek midir?
Yoksa İsrail, Trump’ın dayattığı “Asrın Barışı” anlaşması gereğince, Filistin halkının siyasi haklarını tanımak yerine, onu sadece ticari ve ekonomik bir kalkınma meselesi olarak ele alarak dolar gücüyle işi kafasına göre halletmeye, daha doğrusu menfaatine uyan bir şekilde sonlandırmaya mı bakıyor?
Son söz:
Karmaşa ve istikrarsızlığın hüküm sürdüğü bir ortamda keşmekeş içinde geçeceği sanılan Filistin seçimleri, umulanı verebilecek mi?
İlgili büyük devletler, Hamas’ı hizaya getirip İsrail’e kabul ettirecekler mi yoksa gidişat İsrail’in istediği yönde mi seyredecek?
Cevabını, zaman içindeki gelişmelerde bulacağız.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independentturkis