Taliban‘ın Afganistan’ın başkenti Kabil‘e girmesiyle birlikte Orta Asya ve Ortadoğu’da uluslararası dengeler hızla değişmeye başladı.
Buradan hareketle, Taliban ve Afganistan meselesinde fazlaca bilinmeyen ve göze çarpmayan bazı noktalara değinerek belli tespitler yapmaya çalışacağız.
Taliban vilayetleri zorlanmadan ele geçirirken yaptığı ilk iş Bagram ve Pul-e-Çarkhi hapishanelerine tıkılmış El Kaide ve Tehrik-e Taliban Pakistan (Pakistan Taliban Hareketi-TTP) üyelerini bırakmak oldu.
TTP lideri Nur Veli Mehsud, “Bu mübarek zafer üzerine TTP mücahitleri adına müminlerin emiri Hibatullah Ahundzade’yi tebrik etmek istiyorum” dedi.
TTP’nin iki numaralı kurucu ismi Mevlevi Fakir Muhammed hapishaneden salındıktan sonra Kunar’da taraftarlarına seslenirken zaferden dolayı Allah’a hamd ediyor, mücahitlerin yaşadığı problemlerin sona erdiğini söylüyordu.
El Kaide lideri Eymen el Zevahiri’ye yakınlığıyla bilinen Muhammed ayrıca “Dünya çapındaki bütün mücahitlerin birleşme zamanı” mesajını veriyordu.
Pakistan elleriyle yarattığı canavarın kendisine nasıl bir şiddetle döneceğine kafa yorabilir.
Ki bunu bertaraf etmek için TTP liderleriyle temasa geçtiği de söyleniyor. Pakistan’ın en büyük İslamcı partisi Cemiyet Ulema-e İslam da Taliban’ın Kabil’e girmesini tarihi zaferi olarak selamlıyordu. 1
Bilhassa Ortadoğu’yu yakından takip eden ve elverdiğince nesnel olmaya çalışan tecrübeli gazeteci Fehim Taştekin, yukarıdaki analizden yola çıkarak Orta Asya ve Ortadoğu coğrafyasında farklı İslamcı oluşumların müşterek bir zeminde hareket edebilme ihtimali üzerinde duruyor.
Kanımca, bu ihtimali hesabı katmakta yarar var. Zira Türkiye ile arası iyi olan İdlib’deki Hareket-ü Tehrir-il Şam (HTŞ) ve ona yakın bazı silahlı cihatçı örgütler Taliban’ı zaferinden ötürü kutladılar.
Filistin’deki HAMAS (Müslüman Kardeşler hareketine bağlı) temsilcileri, Taliban heyetiyle Katar’da görüştüler, Filistin’de ise bu hareketi kutlayan demeçler verdiler.
Lübnan merkezli Hizbullah, örgüt olarak Taliban’a özel bir övgüde bulunmamakla birlikte, onun işgalci batılı güçlere karşı kazanımına vurgu yaptı.
Irak’ta ise İran paralelinde faaliyet gösteren Şii Haşdi Şabi ve benzeri silahlı birimler, Amerikan askerlerini ülkeden çıkarabilmek için Taliban’ın mücadele yöntemini tartışmaya başladılar.
Kuzey Afrika’daki El Kaide uzantıları heyecanlarını gizlemiyorlar.
Türkiye’de olaya ilişkin bir açıklama yapan HÜDA-PAR, Taliban olayı münasebetiyle daha çok İslami yönetim ve adalet temelinde temennisini dile getirdi.
Görülüyor ki, Arap Baharı‘ndan bu yana başarısızlığa uğrayıp giderek kitlelerle bağları gevşeyen/kopan İslamcı örgütler, Taliban galibiyetiyle birlikte yeniden moral kazanıp hareketlenmeye başladılar.
Bu rüzgârdan Pakistan, Orta Asya ve Güneydoğu Asya bölgelerindeki İslamcı örgütlerin de bir şekilde etkileneceğini tahmin etmek zor olmasa gerek.
Taliban, muhtemelen El Kaide ile bağlarını yeniden gözden geçirebilir ancak çözüp bitiremez.
Çünkü geçmiş 30 yılda El Kaideciler ile Talibancılar Afganistan-Pakistan hattında fazlaca iç içe geçmiş; evlilikler yapıp biyolojik akrabalıklar yoluyla birbirlerine bağlanmışlardı.
Ancak Taliban, daha önce çatışıp mensuplarını öldürdüğü IŞİD ve benzeri örgütlerle en azından kısa dönemde uzlaşıp barışamaz.
Hem uluslararası durum uygun değildir, hem de iki örgüt arasında ciddi yöntem, uygulama ve ideolojik fark bulunmaktadır.
Bu noktadan itibaren Pakistan-Afganistan ilişkisinin geçmişine göz atmakta yarar var:
Pakistan güvenlik çevreleri, öteden beri gerek Hindistan gerek Afganistan yönetimlerini, “kendilerine yönelik” komplo kurmakla suçlamışlardır.
Oysa Ağustos 1947’de Hindistan ayrılıp bağımsız bir devlet kuran Pakistan’ı ilk tanıyan Afganistan’daki Kabil hükümeti idi.
Ancak aynı Afgan yönetimi, İngiltere’nin iki ülke arasında çizdiği Durand sınır hattını 1976’ya kadar kabul etmemişti.
Üstelik Pakistan’a karşı Hindistan ile dostluk anlaşmaları yapmıştı. Dolayısıyla bu iki devleti, sınır bölgelerindeki “Belucistan ve Kybyer Pakhtunkhwa (Hayber Pahtunhuva) eyaletlerini koparmak”la suçlayan İslamabad yönetimi, her ikisine karşı İslamcı (Keşmir ve Afganistan kökenli) kesimlerin sahneye çıkmasına göz yumdu, icabında teşvik etti.
Soğuk Savaş döneminde, özellikle Sovyet birliklerinin 1979-1989 yılları arasında işgal ettiği Afganistan’daki varlığı sürecinde, ABD ile Pakistan işbirliği halinde başta Afganistanlı savaş ağaları sayılan farklı İslamcı hareketleri (hepsine mücahit yani cihatçı deniliyordu) desteklediler.
Para, silah, hatta savaşacak insan, siyasi ve mali gereksinimleri Amerika, Avrupa ve İslam devletleri tarafından karşılanırken, General Ziya-ul Hakk yönetimindeki Pakistan da cihatçılara kendi topraklarında barınma ve eylem üsleri kuruyordu.
11 Eylül 2001’de ABD ile NATO koalisyon güçleri Afganistan’a girdiğinde, Pakistan iktidarları veya istihbaratı, bir yandan bu devletlerle birlikte hareket ettiler; öte yandan Taliban ve benzeri cihatçılara el altından destek vermekten de geri durmadılar.
Eski askeri istihbarat görevlisi General Hamit Gul, 2014’teki bir televizyon konuşmasında açıkça şöyle diyordu:
ABD, El Kaide’nin peşine düşmüş olduğundan Taliban hareketini görmezden geliyordu. Biz de Amerika’nın gönderdiği paraların bir kısmını Taliban’a veriyorduk. Tarih bir gün şunu yazacaktır: Pakistan istihbaratı ISI, Amerika yardımıyla Sovyetler Birliği’ni Afganistan’da bozguna uğrattı. Aynı ISI, bu kez ABD’yi de Amerika yardımıyla çökertmiş oldu.
Eski Pakistan Dışişleri Bakanı Asaf Ali ise, “Ülkesinin Taliban ile ilişkisinin sadece Afganistan’daki siyasi bir gücün varlığını kabul etmekle sınırlı olduğunu” söylerken, bu hareketi yenemeyen Amerikan yönetiminin Pakistan’ı “günah keçisi” olarak görmesini eleştiriyordu.
Taliban’ın baş imalatçısı sayılan Pakistan istihbarat teşkilatı, baş rakibi Hindistan’a karşı vurucu dinamik gücü kudreti, yine Taliban hareketinde görmektedir.
Çünkü Taliban yüzünden Pakistan’ın ABD ve batılı devletlerle arası bir hayli soğumuştur. Neredeyse tek stratejik dostu Çin kalmıştır.
Bunlardan yola çıkarak şöyle bir tespitte bulunabiliriz:
Taliban’ın zaferi, aynı zamanda Pakistan istihbaratının gizli operasyonlarının/faaliyetlerinin zaferi olarak da kabul edilebilir. 2
Taliban’ın bu zaferine soğuk ve şüpheyle bakan Pakistanlı siyasi çevreler, bu olayın ülkedeki “Dini çevreleri ve çeşitli İslamcı hareketleri cesaretlendirip İslamabad yönetimine karşı isyana teşvik etmesinden” endişeliler.
Buna karşılık askerler ve istihbarat kesimleri, Taliban’ın Hindistan’a karşı kullanılabileceğinden yola çıkarak, destekleme siyasetinin sürdürülmesinden yanadırlar. 3
Donald Trump döneminde Milli Güvenlik Müsteşarı olan John Bolton, The Washington Post‘ta yayımladığı makalesinde Taliban’ın arkasındaki gizli güç sayılan Pakistan’ı şöyle eleştiriyordu:
“Amerikan askerinin çekilmesinden sonra nükleer silah sahibi Pakistan devleti, Afganistan’ın geleceğine göz dikmek ve İslamcı terör örgütlerini fütursuzca/gelişigüzel desteklemek suretiyle bölgeye, bilhassa ABD politikalarına zarar vermektedir. Bu tehlikeli gidişatın önü ciddi biçimde alınmalıdır.
Pakistan istihbarat teşkilatı ISI, ordunun yüksek mertebelerine kadar sızıp etkili olan bir köktenci (radikal) kurumdur. 1979-1989 yılları arasında Sovyet birliklerinin Afganistan’ı işgal etmesi üzerine bu kurum, ABD ve Arap ülkelerinin desteğiyle Mücahitleri (Cihatçıları) örgütleyip direnişi teşvik etti.
Amerikan yönetimi o zaman büyük bir hata yaptı. Zira hem El Kaide, hem de Cihatçılar o savaşın bitişinden sonra ABD’de, Batı ve İslam devletlerine yönelik düşmanca terör eylemlerinde bulundular.
Şimdi ise Pakistan, bu Taliban ve başka terör örgütlerini Hindistan’a karşı kullanacaktır. Pakistan devletinin elinde muhtemelen 150 kadar nükleer silah mevcuttur. İslamcı teröristler, bir şekilde bunu elde edip kullanırlarsa felaket olur.
Biden, Barack Obama’nın yardımcısıyken şunu söylemişti: ‘Pakistan lehine olan şey, bizim de faydamızadır.’ Acaba, o günkü hatasını sürdürmek mi istiyor, yoksa Pakistan-Taliban-terör hamlesine karşı Hindistan’ı desteklemeyi mi?”
Aynı konuda yorum yapan The New York Times gazetesine göre; Taliban unsurları on yıllar boyunca Afganistan-Pakistan sınırının iki yanında da ahaliyle iyi ilişkiler kurmak suretiyle güvenilir sığınma ve barınma yerleri temin etmişler.
Bu gerçeği dolaylı biçimde kabul eden bazı Pakistanlı yetkililer var. Mevcut Başbakan Umran Han’ın da, Taliban’a sempati duyan o yöre ahalisine karşı açıkça tavır almıyor.
Pakistan-Taliban ilişkisin hakkında 16 Ağustos tarihli National Interest dergisine yazan Michael Rubin’in görüşüne bakalım:
“Amerika, yanlış politikası sonucu bu feci darbeyi almadı. Tersine, Pakistan’ın Taliban’a şu yahut bu şekilde arka çıkması neticesinde başarısız olduk. Üstelik güya ABD ve NATO güçlerine yardımcı olması karşılığında toplam 23 milyar dolar almıştı.
İslamabad hükümeti bir yandan Beyaz Saray yönetimini Taliban ile buluşturmaya çalışırken, diğer yandan Taliban’ı Afganistan devletini ele geçirmeye teşvik ediyordu.
Ortadaki boşluk Çin-Pakistan ikilisi tarafından doldurulacaktır. Zira Çin, Pakistan üzerinden Hint ve Pasifik Okyanus sahillerine inecektir.
Çinli uzmanlar Pakistan istihbarat görevlilerini eğitmekteler. Çin ile Pakistan ordusu arasında sıkı ilişkiler oluşmaya başladı. Dolayısıyla Amerika, bu noktada Pakistan’dan hesap sorulmalıdır.” 4
Biden, Taliban’ın başkenti alması için “sürpriz gelişme” diyor. Ancak bu görüşme ve pazarlıklar 2013 yılından beri vardı. Trump çerçeveyi imzaladı; Biden da bunu uygulamış oldu.
İslamabad’daki planlama ve gizli operasyonlardan sorumlu Robert L. Greenier, 2005 yılına kadar Kuzey İttifakı’na simgesel yardımla işe koyulmuştu.
Ancak onların yersiz kibirleri ve özgüvenleri sonuç vermeyince, ABD daha farklı olarak aktif müdahale yolunu tercih etti.
Hindistan ait Goa adasında düzenlenen Kasım 2013’teki uluslararası kültür konferansı sırasında Greenier, Pakistan’daki Taliban temsilcisi Molla Abdulselam Zaif ile buluştu.
Pakistan istihbaratı ISI, Zaif’i, 2001 yılındaki Afganistan işgali sırasında tutuklayıp CIA’ye 5 bin dolar karşılığında satmıştı.
Zaif, 4,5 yıl meşhur Guantanamo zindanlarına konulmuştu. O devirde eski Afganistan Cumhurbaşkanı Hamid Karzai, milli uzlaşma temelinde Taliban hakkında genel af çıkardığında, ABD bu kararı dondurdu.
Böylece muhtelif ihtilaflı Afgan tarafların uzlaşması kesintiye uğradı.
Görüşmenin kokusunu alan Hint gazetesinin (Yeni Delhi çıkışlı Tehelka) baş editörü Shoma Cahaudhury (Şoma Çahauzuri), düşman (terörist) sayılan Taliban temsilcisi Abdulselam Zaif’in, yasak olmasına rağmen Hindistan topraklarına girdiğini yazınca kamuoyunda kıyamet koptu.
İşte o an, CIA Şefi Greenier, Amerikan yönetiminin, Taliban ile diyalog kurmaya niyetli olduğunu açıklamak zorunda kaldı:
“Maksadımız çatışma yerine diplomatik bir zemin hazırlamaktır. Zira ABD’nin askeri yöntemle Afganistan’a demokrasi getirmesi başarısız oldu. Elektronik iletişim araçlarıyla Afgan toplumuna ‘İslam demokrasisi’ni dayatmak makul değil.
Bunun toplum içinde kendine has yöntemlerle benimsenip kabul edilmesi gerekir. ABD, kaçınılmaz olarak bu ülkeden çekilecektir. Ancak mesele gayet çetrefillidir. Çünkü Afganistan’ın jeopolitik konumu şudur:
Bir yandan Çin, Rusya, İran ve Pakistan ile çevrilidir; diğer yandan Amerikan müdahalesi, Irak’ta yaşandığı üzere, karşı tarafın milis düzenine göre direnme şekline bürünecektir.” 5
Müzakereler, Taliban siyasi bürosunun Katar’ın başkenti Doha’ya taşınması üzerine bu ülkede sürdü.
ABD temsilcisi Zalmay Halilzad (Son olarak ABD’nin BM Daimi temsilcisi olmuş Afganistan doğumlu Amerikan diplomat) ile Taliban temsilcisi Molla Abdulgani Bradar arasında 29 Şubat 2020’de varılan anlaşmanın ek protokolündeki gizli maddelere göre; Amerikan yönetimi, Taliban’ın ülkeyi hükmü altına almasını engellemeyecek; ABD ileAvrupa devletleri de aşamalı olarak Taliban yönetimini tanıyacaklardı.
Belli ki, aynı anlaşma gereğince Amerikan yetkilileri, bir noktadan sonra Afgan ordusunun Taliban ile çatışmasını bir şekilde istemediler.
Diğer yandan Taliban hareketinin 2013’ten beri 5-10 kadar ülkede zaten temsilcisi vardı: Japonya, Fransa, Çin, Rusya, Norveç, Özbekistan, Endonezya gibi.
Katar’ın başkenti Doha’daki son müzakere oturumuna ABD’nin yanı sıra Çin ile Pakistan da izleyici/dinleyici olarak katılmışlardı.
Taliban, bu oturumda kendini anlatmaya gayret etmiş, bu arada “terörist” olmadığını özellikle vurgulamıştı.
ABD’nin geri çekilmekteki bir hesabı da şuydu: Çin yönetimindeki Uygur Özerk Bölgesi çıkışlı Türkistan İslam Partisi ile diğer cihatçı örgütleri, baş düşman saydığı Çin’e karşı kışkırtarak Taliban ve Çin yönetimleri arasına çomak sokmak!
Ayrıca İran ile Taliban’ın arasını bozmak için, özellikle Afganistan’daki bazı Sünni cihatçılar aracılığıyla (mesela Beluciler) İran’a yönelik taciz eylemleri yaptırmak.
ABD Harp Akademilerinde stratejik araştırmalar ve askeri strateji konusunda dersler veren emekli profesör Dr. Max G. Manwaring, 2008’de şöyle bir teori geliştirmişti:
Amerika devasa ordusu ve savaş makinesiyle dışarıda verdiği savaşlarda beklenenden fazla zayiat vermiştir. Dördüncü nesil savaşlarda buna gerek yoktur. ABD, hasım ve düşmanlarını birbirine düşürüp çatışmalarını sağlarsa, en az hasarla ve hiç zayiat vermeksizin mücadelesini sürdürebilir.
Nitekim CIA şefi William Burns, Ağustos 2021’de İsrail’i ziyaret ettiğinde, “Afganistan’ın iç çatışmalar nedeniyle ikinci bir Somali olacağı” kehanetinde bulunmuştu.
Bu düzlemde batılı medya ve siyaset çevreleri Pençşir’e (Beş Aslan Vadisi’ne) yönelik haberleri ön plana çıkarıyorlar. Buraya dikkat edip yakından takip etmek lazım…
Kabil’den kaçıp Pençşir’e sığınan Afganistan eski başkan yardımcısı Emrullah Salih, anayasa maddesine dayanarak kendisini ülkenin “başkanı” ilan etti.
Çözülen Afgan ordusundan çok sayıda er ve subayın da kaçıp barındığı bu mıntıkanın doğal önderi Ahmed Mesud (Sovyet işgali döneminde ülkenin efsane direniş önderi ve sonradan El Kaide tarafından katledilen Tacik kökenli Ahmed Şah Mesud’un oğlu), gelişmelerden sonra yazdığı makalede, “Geçilmez sıfatıyla bilinen Pençşir eyaletinde Taliban ile ya görüşüp uzlaşacaklarını yahut sonuna kadar direneceklerini” yazarak, bu mücadelede batılı devletlerden silah ve lojistik yardım istedi.
Ahmed Mesud, İngiltere’de askeri akademinde eğitim görmüş ve İngilizceyi iyi bilen Batı yanlısı yerel bir şahsiyettir.
Rastlantıya bakınız ki, Fransız-İngiliz birliklerinin Libya’ya müdahalesinin teorisyeni sayılan Fransız filozof Siyonist Bernard Henry Levi de bir süre önce Ahmed Mesud ile görüşmüştü.
Sovyet karşıtı tutumundan ötürü 1970’li ve 1980’li yıllarda da Afganistan cihatçılarının birkaç kez askeri karargahlarında ziyaret etmiş olan Levy’nin hareketlenmesi, ABD ile müttefiklerinin bu kez orduyla değil ama istihbaratçıları aracılığıyla Afganistan’daki çeşitli kavim ve kabileleri birbirine vuruşturmak suretiyle hem Taliban’ın hem de Orta Asya Cumhuriyetleri, Rusya, Çin ve İran’ın başına çorap örmeye çalışacaklar. Böylece külfet ve bedel ödemeden hasımlarını saf dışı etmeye veya yan çatışmalarda boğarak güçten düşürmeye bakacaktır. 6
Firari Cumhurbaşkanı Eşref Gani‘nin siyasi danışmanı Muhammed Muhakkik, temenni ve nasihat babından şunları söylüyor:
Taliban’ın, 2002 yılından önceki yönetim sistemi kimse tarafından kabul görmeyecektir. Yeni hükümette Afganistan’da yaşayan tüm milliyetler temsil edilmelidir. Yoksa ayaklanmalar başlayabilir.
Pençşir’deki muhalefetin öncüsü sayılan Ahmed Mesud da benzer bir tespitte bulunuyor:
“Artık en iyi çözümün, ülkenin genel toprak bütünlüğüne zarar vermeden adem-i merkeziyetçilik ve bölgesel güçlendirme olduğu ortaya çıktı. Taliban’ın tek bir milliyeti temsil ettiği doğru ama ülke tek merkezden yönetilmemeli.
Tıpkı İsviçre gibi Afganistan’da da farklı milliyetler ve diller var. İsviçre’de tek bir devlet olduğu doğrudur ancak onların da İskoçya ve Britanya’dakine benzer bir şekilde özel meclisler kurmaya ihtiyaçları var.
Çünkü Ortadoğu ile ilişkilerimiz çok önemli ve Suriye ve Libya gibi Ortadoğu ülkelerinden ve Orta Asya’dan pek çok aşırılıkçı gelebilir. Pençşir, herhangi bir aşırılığa karşı ilk savunma hattı olmaya devam edecektir.” 7
ABD, eski Afganistan hükümetinin ülkedeki banka hesaplarını dondurarak Taliban’ın bu hesaplara ulaşmasının dışında IMF nezdinde bulunan 500 milyon doların da onların eline geçmesini ve Afganistan’a petrol gitmesini engelliyor.
Pek çok bölgedeki elektrik santralleri çalışmıyor… Western Union bankasının, ülkeye havaleleri durdurması ise geçim derdindeki Afganistanlı ailelerin aç kalmasına neden oluyor. 2020’de onlara gönderilen yardım miktarı 789 milyon dolar idi.
Bu arada batılı devletlerle bölgedeki bazı yönetimler, bir yandan El Kaide ile Taliban’ın arasını bozmaya çalışıyor, diğer yandan Taliban saflarındaki ihtilaf ve çekişmeleri istismar ederek bu hareketi bölerek, bazılarını yanına çekip işbirliği yapmaya gayret ediyor.
Milli Direniş Cephesi adı altında Pençşir ve çevresinde bir araya gelen siyasi ve silahlı muhalefeti harekete geçirme planları yapılıyor.
Taliban’ın iktidarı tekeline almasına karşı çıkan Mesud, ya uzlaşma ya da çatışma yoluyla adem-i merkeziyetçiliğe dayalı bir idari sistem istiyor.
Görünen o ki batılı devletler, ellerindeki bütün kozları Taliban’a karşı kullanıp istedikleri tavizleri koparma yoluna gidecekler.
Onu küresel kapitalist sistemin çarkı içinde dönmeye mecbur edecekler. Kısacası Afganistan uzun süre rahat-huzur göremeyecek.
Middle East Eye sitesindeki bir makalesinde Peter Oborn yazıyor:
ABD’nin Afganistan’da aşağılanması, dünya tarihinde bir dönüm noktasıdır. Taliban’ın zaferi, Amerika ve Batı İmparatorluğu’nun da sonudur! Devasa istihbarat servisinin (CIA) fiyaskosu, dostlarını ürkütecek, hasımlarını sevindirecek türdendir. 8
Bu noktada siyasi ve diplomatik açıdan ABD’nin gelmiş geçmiş en acımasız ve sinsi Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in şu acı sözü aklıma geliyor:
Amerika’nın düşmanı olmak hayli tehlikelidir; ancak dostu olmak ölümle eşdeğerdir, öldürücüdür.
Kısacası, başta ABD olmak üzere Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Almanya gibi büyük devletlerle bir şekilde yolu kesişen, onlarla müttefik olan ve işbirliği yapan çevrelerin son derece dikkatli olmalarında yarar görüyoruz. Buna bölgemizdeki Kürtler ve Türkler de dâhildir.
Tecrübeli İngiliz gazeteci yazıyor:
“Taliban’ın iktidarı ele geçirişindeki en çarpıcı özellik, bunun çok az çatışmayla gerçekleşmesidir. Ancak Taliban’ın Tacik, Özbek ve Hazara bölgelerini onlara yüksek derecede özerklik vermeden yönetmesi de zor olabilir.
Taliban’ın zaferi askeriden çok siyasi bir zaferdir. Taliban’ın siyasi zaferi, gücü elinde tutan Afganların (askeri komutanlar, sivil yetkililer, aşiret liderleri, yerel savaş ağaları) ABD’nin Taliban’la anlaştığına inanması ve kendilerinin de mümkün olan en kısa sürede aynı şeyi yapmasının akıllıca olacağına karar vermesiyle gerçekleşmiştir…
Şu an için, hiçbir yabancı güç veya komşu devlet, Taliban karşıtı direniş hareketini silah ve parayla destekleyecek gibi görünmüyor. Fakat Taliban’ın artık El Kaide’nin yardımına ihtiyacı yok ve ittifakın yenilenmesini reddetmeleri için her türlü sebep mevcut.” 9
Gelinen noktada ABD ve Batı, şunu anladılar:
“Taliban tarafından değil, Afgan toplumu tarafından yenildiler. Demek ki, halkları güç ve zor yoluyla yenmek çoğu zaman mümkün olmuyor.
Şiddet ve güç, tek tek çatışmalarda tayin edici olabilir, lakin uzun süreli savaşlarda tayin edici değildir. Hele hele orta yerde kuvvet kullanmaya alternatif daha barışçıl siyasi-sosyal alternatifler varsa, güç ve zorun önemi ikinci dereceye düşer.
Afganistan, Irak, Yemen, Libya’ya donatılmış rambolar, tanklar, füze ve uçaklarla girmekle, bu ülkelerin gönüllerini açacak sihirli anahtarı elde edemedi.
Daha barışçıl yöntemler her zaman vardır. Mesela Çin, devasa ekonomik ve mali projeleriyle; Rusya batılı devlet ve müdahalelere karşı caydırıcı askeri gücüyle, İran ise başarılı olduğu dinsel, sosyokültürel ve psikolojik kudretiyle Afganistan’daki boşluğu doldurmaya hazırlanıyorlar. Bu maksatla Taliban ile daha kolay ilişki kurabiliyorlar.” 10
16 Nisan 2021 tarihli Amerikan istihbarat raporu verilerine bakılırsa, 1970’lerin sonlarından itibaren istihbarat servisi ISI aracılığıyla Taliban hareketi ve sınırdaki kabilelerle derin ilişkiler kuran Pakistan, şu anda en kazançlı ülke konumunda.
Elinde Taliban gibi joker ayarında bir koz var. Ancak gazeteci F. Taştekin’e göre ortada şöyle bir acı gerçek de var:
“Pakistan, ABD ve Suudi Arabistan’la birlikte mücahit gruplar ve daha sonra Taliban’ın mimarı olsa da daha çok ‘Birleşik Peştun’ projesini öldürmek için Afganistan’ı felce uğratacak Peştun vekilleri tercih ediyordu.
Taliban’ın iktidarını perçinlemesiyle güç kazanacak TTP de Pakistan için daha fazla bumerang çağrışımı yapıyor. Tabi İslamcıların gündemi sınırın iki yakasında da aynı: Ne kadar mümkünse o kadar koyusundan şeriat devleti.
Pakistan siyasetinde epeyce Usame bin Ladin sever olduğunu da not edelim. Taliban’ın Güney Asya merkezli Leşker-e Cangvi, Sipah-e Sahabe Pakistan, Ceyş-e Muhammed, Leşker-e-Tayyibe, Hareket’ül Cihad-e İslami ve Hareket’ül Mücahidin gibi örgütlerle de içli dışlıdır.”
Taliban Siyasi Büro Sözcüsü ve siyasi müzakereler heyeti üyesi Dr. Muhammed Naim, Şark’ul Avsat gazetesine internet yoluyla verdiği demeçte şunları söylüyor:
“Hareketimiz, iç kamuoyuna, bölgesel ve uluslararası camiaya gönderdiği mesajlarında, bu ülkenin diğer devletleri tehdit edecek unsurlara izin vermeyeceği konusunda teminat vermiştir.
Ayrıca daha önce bizimle çatışanlar veya düşmanlarımızla ittifak halinde olup işbirliği yapanlara yönelik genel af ilan etmiştir. Bu kesimleri öldürmek ve cezalandırmak isteseydik, şimdiye kadar yapardık. Kadınlara gelince, çalışma hayatına atılma hakkı olmakla birlikte bunu şeriat kuralları çerçevesinde gerçekleştirebilir.
Taliban’ın ülkeyi denetim altına alması, Afganistanlı kadınlar açısından dünyanın sonu demek değildir. Her durumda, bizim yönetimimiz İslami bir rejime dayalı olacaktır. Bu, Afgan halkının da istek ve beklentisine uygundur. Daha önceki iktidarda yönetim şeklimiz İslam Emirliği idi. Ancak ondan çıkardığımız dersler var ve 20 yıllık süre içinde edindiğimiz idari tecrübelerimiz de oldu.
Hareketimizin fikri temeli dindir, İslam’dır. Dolayısıyla bağımsız ve şeriata dayalı bir İslami rejim kuracağız. Bu çerçevede herkesin hakkına hukukuna riayet edeceğiz.
Siyasi, sosyal, ekonomik, eğitim ve idari tarzımız da şeriatı referans alarak uygulanacaktır. Şeriat sistemi; içki içen, hırsızlık yapan, cinayet işleyen ve zina yapan kimselere hemen hadd (İslami cezalar) uygulamak değildir.
Evet, şeriatta bu da vardır. Gelgelelim biz İslam dinini kutsal bir öğreti ve rehber olarak toplumsal hayatın her yanını (akide, ibadet, muamelat, maslahat, ahlak, davranış biçimi) kapsayacak biçimde yaygınlaştırıp egemen kılmak durumundayız. ‘Herkes kendi sürüsünden (topluluğundan) sorumlu çobandır’ ilkesinden yola çıkacağız.” 11
Bu noktayı da gazeteci ve akademisyen Berrin Sönmez değerlendiriyor:
“Taliban’ın ‘demokrasi söz konusu değil şeriatla yönetilecek’ açıklaması bizdeki hilafetçiler ve benzerlerinden pek farklı değil ki, zaten ‘uzak değiliz’ açıklaması da bunu ortaya koymaktadır…
İnsana nefsiyle mücadeleyi emreden dinden siyasi ve dini liderin nefsini/güç tutkusunu yücelterek biat etmeye zorlayan yönetim anlayışı oluşturulması, ortaçağın karakteristiği.
Ama kendine ‘İslami Cumhuriyet’ gibi isimler veren kimi Müslüman ülkeler, insanlık tarihinin bu kesitinde oluşmuş zihin evrenini ‘İslami Devlet Modeli’ zannederek günümüzde yeniden inşa etmeye çalışıyor…
Ülkemiz yönetiminde de Taliban zihniyetinin izdüşümünü görmek için 13 sivil toplum örgütünün ortak açıklaması, Adalet Bakanlığı’nın (Boğaziçi öğrencileriyle ilgili olarak) Anayasa Mahkemesi’ne sunduğu (İslami referansla savunma gönderdiği-FB) cevabi gerekçede ‘haram’ kavramına yer yerilmesinin hukuka ve laik devlet kurallarına aykırı olduğu ana fikri etrafında hazırlanmış.
Doğrudur, laiklik ilkesine aykırı. Hukuka aykırı. Ancak hukuku tersine çevirdikleri gibi laiklik ilkesini de tersine çevirdiler. Sadece İslam’ın geleneksel Sünni yorumuna mahsus kılındı inanç özgürlüğü.” 12
Afganistan Vahdet İslami Partisi lideri ve ülkeden kaçan Cumhurbaşkanı Eşref Gani’nin Siyasi İşleri Danışmanı Muhammed Muhakkik, “Taliban’ın kuracağı yeni hükümet için Türkiye’nin önemli rol oynayabileceğini” söylüyor.
Kanımca Türkiye, çekilmenin yol açtığı boşluğu birçok yönüyle doldurma hevesi ve gayretindedir. İktidar yanlısı bazı şirketlerin yatırım projeleri şimdiden hazır gibi görünüyor.
Bu arada Ankara, Taliban’ı, özellikle batılı ülkelerle resmi ve ekonomik ilişkiler kurmaya teşvik edecektir. Diğer yandan da “ehlileştirilmiş Light Taliban”ı, batılı yöneticiler nezdinde makbul hale getirmeye çalışacaktır.
Erdoğan’ın Putin, Merkel, Johnson ve AB temsilcileriyle telefonla görüşme amaçlarından biri de budur.
Stratejik ve jeopolitik devletler oyunu uyarınca Türkiye, bir kere Kâbil ve Afganistan’da yer edinebilirse, Taliban kozunu bölge ülkelerine (Orta Asya, Çin, Rusya, Hindistan, İran, Pakistan vs.) karşı hem olumlu hem de olumsuz yönde kullanmayı tahayyül edebilir.
Aynı şekilde Afganistan üzerinden Orta Asya ile Kafkasya hattında, kendine bir etki ve nüfuz alanı yaratma yoluna gidebilir.
Ayrıca Türkiye’ye akın akın gelen Afganistanlı göçmenler meselesini batılı ülkelerle pazarlık konusu edip elverdiğince parasal, siyasal ve diplomatik destek almayı deneyecektir.
İçeride ise, mevcut yönetimin göçmenlere ilgisi yalnız insaniyet düzeyinde olmayacak gibi görünüyor. Zira oradan kaçıp gelenlerin azımsanmayacak bir kesimi geçmişte Amerikan ve NATO askerlerinin yanında veya Kuzey İttifakı (özellikle General Raşid Dostum çevresindekiler) çatısı altında silahlı eğitimden geçmiştir.
Bilhassa Kürtlerin yoğun yaşadıkları bölgelerde dolaşan söylentiler şu yöndedir:
Bunlar, demografik yapımızı bozmak üzere kullanılacaktır.
Türkiye’deki işveren ve resmi çevrelerde sığınmacıların ucuz iç gücü olarak istihdam edilmeleri övünülerek anlatılıyor. Kimi muhalif siyasi çevrelerdeki (CHP ve İYİ Parti saflarındaki) iddialar ise şu mealdedir:
Savaş eğitimi görmüş olanlar, bazı kuruluşlarca tekrar eğitiliyorlar. Muhtemel bir iç kargaşada, muktedirler mevcut konumlarından olmamak için bunları devreye sokabilirler!
Son olarak Orta Asya’daki devletler göz atabiliriz:
Bölgeyle ilgilenen ülkeler de kendilerine göre tavır alıyorlar. Mesela Çin hem farklı çevresindeki cihatçıların (bilhassa Türkistan İslam Partisi’nin) Uygur bölgesindeki eylemlerine karşı tedbir alıyor; diğer yandan Amerika ve NATO’nun bıraktığı boşluğu özellikle ekonomik-ticari yatarımlar yoluyla doldurmak istiyor.
Çin basını, yeni Afganistan yönetimi devrinde olabilecek yatırım projelerine ilişkin ayrıntılı analiz ve haberler yayımlıyor.
Aynı şekilde Rusya, İslamcı eylem tehlikesinin kendisine ve Orta Asya Cumhuriyetlerine sirayet etmemesi konusunda yeni savunma-işbirliği anlaşmaları imzalıyor.
Bu arada “boşluğu doldurmak” üzere başta hareketen geçen İran, Taliban ve Pakistan’la çok yönlü iyi ilişkiler kuruyor. 13
Kaynakça:
- Fehim Taştekin, “Cihatçının düşü: HTŞ-Taliban-Pakistan ekseni”, Gazete Duvar, 24 Ağustos 2021.
- The Times of India, “Pakistan intel agency played key role in Taliban takeover of Afganistan: US Congressman”, 23 Ağustos 2021.
- https://www.independentarabia.com/node/252601/سياسة/تحلیل/باكستان-ستندم-على-دعمها-عودة-طالبان
- عمر-نجيب-بداية-جديدة-لأفغانستان-مع-نها/ 24 Ağustos 2021, Ray-ul Yom.
- Hifa Zengene, https://arabi21.com/story/1380449/, إذا-كانت-أفعال-طالبان-هي-المقياس-ماذا-عن-أمريكا-في-العراق, 23 Ağustos 2021.
- Suriyeli siyasi araştırmacı ve öğretim görevlisi Prof. Dr. Evs Nizar Derviş,
- https://www.raialyoum.com/…ما-هي-الحلقة-المفقودة-في-السيطرة-السري/. Ayrıca bkz, Hindustan Times, 23 Ağustos 2021.
- Independent Türkçe, 23 Ağustos 2021.
- https://www.middleeasteye.net/opinion/us-afghanistan-taliban-humiliation-turning-point-world-history, 20 Ağustos 2021.
- Patrick Cockburn, independent türkçe, 23 Ağustos 2021 tarihli yazısı.
- https://www.alquds.co.uk/….دروس-للعالم-من-مقبرة-الغزاة/, 23 Ağustos 2021.
- https://www.aljazeera.net/news/politics/2021/8/17/ , طالبان-للجزيرة-نت-لا-نطمع-في-السلطة.
- Berrin Sönmez, “Afganistan’a Barış Gücü talebi ve Kâbe resmi davası”, Gazete Duvar, 24 Ağustos 2021.
- https://tr.euronews.com/2021/08/23/cin-hindistan-ve-pakistan-ikinci-taliban-doneminde-karl-c-kmak-icin-pozisyon-al-yor, 23 Ağustos 2021.
© The Independentturkish