Araplar kitlesel olarak, beş yıl önce, herhangi bir organizasyon, plan, program ve hazırlık olmaksızın, Marks’ın deyimiyle “Cennete baskın düzenlediler”. Sivil Toplum Kuruluşlarının, iyi niyetli olup, ancak başarısızlıkla sonuçlanan toplumsal reformcuların çabasıyla on yıllar boyunca sosyal gelişmelerde çok az mesafe alınırken, isyan eden Arap halkları birkaç haftalık zaman zarfında başlarındaki yönetimleri devirdiler. Devasa devlet aygıtları, yüzbinlerce elemanı olan casusluk ağları, polis ve askeri güçleri olan Arap ülkeleri yönetimleri sokaklara dökülen insan seline yalnızca baka kaldılar.
Kitlelerin “düşük bilinç düzeyi” üzerine gözyaşı dökenlere, devrim hareketinin her bir aşamasında, kendi kaderini tayin eden emekçi sınıfı, gençlik kuşağı, yoksul toplum kesim ve yönetimin baskısına maruz kalan sosyal katmanların yer alması gerektiğini hatırlatmakta fayda var. Arap ülkelerinde bu gelişmeler devam ederken, sözüm ona “uzman yorumcular”, profesyonel siyaset adamları ve diğer şarlatanlar bu sosyal hareketler karşısında şok geçirip, terörize olmuş durumdaydılar.
Bununla birlikte, beş yıl sonra, şimdilerdeki bölge durumu, devrimin ilk başlarını karakterize eden iyimserlik, umut ve mücadele ruhuna taban tabana zıt bir havayı arz ediyor. Hal böyle olunca, bölgede yaşanan devrim dalgasında neden böylesi bir yön değişikliği yaşandı? sorusu gündeme geliyor.
Çelişkiler devam ediyor
Bu satırların kaleme alındığı sırada, Tunus’ta, Kassarin kentinde, daha iki gün önce genç bir işçinin intihar etmesiyle birlikte, 50 günden beri sürmekte olan protesto gösterileri devam ediyordu. İlan edilen sokağa çıkma yasağı ve askeri güçlerin sokağa inmesiyle birlikte şimdiye kadar 14 kişinin yaralandığı haberleri veriliyor. Gençlik kuşağı iş imkânı talep ederken, protesto gösterileri Güney Tunus’taki diğer şehirlere de yayıldı.
Tunus’ta 2011’de başlayan hareketin ani kıvılcımı her ne kadar Muhammed Buaziz’in kendini kurban etme şeklindeki trajik durumu olduysa da, Arap ülkelerinde sokakları saran devrim dalgasının asıl nedeni insanların yıllardan beri yönetimlerinden gördükleri adaletsizlik, aşağılanma, güvenin kalmayışı ve ekonomik yoksulluk idi. Diktatörlüklerin muazzam düzeylerde mal varlığına sahip olmalarının aksine, Arap Âlemi nüfusunun % 40’ı günde 2 dolardan daha düşük bir gelirle yaşamaya çalışıyordu. İşsizlikten mustarip genç nüfus oranı yaklaşık olarak % 40, hatta bazı bölgelerde bu oran % 80’nin bile üzerine çıkıyordu.
Tunus’ta, Zeynel Abidin bin Ali’nin devrilmesi üzerinden beş yıl geçmesine rağmen hiçbir soruna çözüm yolu bulunamadı. Ülkede yaşanan işsizlik durumunda düşüş olması bir yana, resmi işsizlik oranı % 12’den % 15,3’e yükseldi. Kassarin kentinde işsizlik oranı % 30’un üzerinde seyrediyor. Bazı demokratik haklar teorik olarak güvence altına alındıysa da, bu durum insanların hayata kalma uğruna verdiği mücadele anlamında çok az bir konfora tekabül ediyor. Protesto gösterilerine katılan bir Tunuslu geçen hafta AP’ye verdiği demecinde “Özgürlük hoş bir duygudur”, ancak, ailemin geçimini bu duyguyla sağlama imkânım yok” diye ifade etmişti.
Tunus’taki bu durum, işsizlik oranının % 12,7 olan Mısır’daki duruma benziyor. Bu oran 2011’deki işsizlik oranının üzerindedir. Sözde “devrimci” General Sisi rejimi aslında karşı protesto hareketlerini önlemeye ve aktivistleri bir arada tutmaya çalışırken, sözüm ona devrimin yıl dönümü kutlama hazırlıklarını yapıyor. Diğer yandan da, devrik diktatör Hüsnü Mubarek’i de serbest bırakma niyetinde.
Suriye, Irak, Yemen ve Libya devletlerini de facto olarak savaşan karşıt hizipler haline getiren, devrim sürecinin ilk başlarındaki yaygın protesto hareketleri yerini barbarca iç savaşlara bıraktı. Bu bağlamda, bölgede gelişen olaylara uzaktan bakanlara bazı kötümser gelişmeler ilginç gelebilir. Marksistler bu durum karşısında gözyaşı dökmeden ve umutsuzluğa kapılmadan, her şeyden önce, Arap halklarını böylesi bir duruma sürüklenmeye yol açan faktörlerin neler olduğunu anlamaya çalışırlar.
Mısır
Kitlesel hareketlerin kendiliğinden gelişme gösteren güçlü yanları olup, potansiyel büyük güçleri ortaya çıkara bilirlerken, diğer yandan bu hareketleri romantik göstermek yanlış bir değerlendirme olur. Arap ülkelerinde yaşanan devrimci isyan hareketlerinin herhangi bir hazırlık süreci olmaması bugün bölgede yaşanan en büyük felaketin nedenini teşkil ediyor.
Bir diktatörlük yönetimini iktidardan indirmek devrim hareketinin başlangıcı olabilir. Ancak, söz konusu hareket yeni gelişmeler karşısında kendini yenilemeden hareketsiz kalıp, yerinde saymaya başlarsa, kitlesel hareketin muazzam enerjisi en nihayetinde boşuna harcanmış olur. Mısır’da, önceden herhangi bir program olmaksızın, sokağa dökülen kitleler büyük bedeller ödeyerek bu deneyimi edindiler. Mısırlılar, 2011’den beri, üç isyan hareketi yaşadılar, üç cumhurbaşkanı ve dört de başbakan devirdiler, yine de gündelik yaşamlarında değişen hiç bir şey olmadı. On dört milyon Mısırlı, 30 Haziran 2013’te, en azından göreceli de olsa, insanlık tarihinin en büyük protesto gösterilerini düzenleyerek sokağa döküldüler.
Mısırlı isyancı kitlelerinden daha başka ne beklenebilir ki? Mücadele etme iradelerini gösterdiler ve devrim hareketinin her bir aşamasında ellerinde yeterli güçleri de vardı. Ancak, 30 Haziran 2013 hareketinin arkasında olan liderlerden birisi, The Guardian gazetesine yaptığı açıklamada, “General Abdul Fettah El-Sisi 48 saatlik süre tanıyan ültimatomu verdikten sonra, zaman kaybetmeksizin hemen bir toplantı yaptık. Çok kaygılanmıştım; çünkü ordunun bu kitlesel hareketi bastıracağını, durumdan avantaj sağlayacağını ve iktidarı ele geçireceğini düşünüyordum. Aynı zamanda, şayet bir askeri darbe olacaksa, General El-Sisi’nin askeri düzen içerisinde itirazla karşılaşacağını bekliyordum. Harp Okulunda okudum, aynı devre mezunu eski meslektaşlarımın birçoğu, son zamanlarda, bize destek verecekleri konusunda beni ikna etmişlerdi” diye ifade etti.
Mısırdaki yönetici sınıfının orduyu devrim hareketine karşı seferber etmesi nedeniyle, verilen sınıf mücadelesi hattında kırılmalar meydana geldi. Yönetici sınıf mensupları yine devrim hareketi sayesinde bu avantajı elde ettiler. Hareketin liderleri, ellerinde bulunan güç potansiyelini ne şekilde kullanacaklarını bilemediklerinden, bu imkân Abdul Fettah El-Sisi komutasındaki askeri gücün eline geçti. General El-Sisi baş gösteren sosyal hareketin içini boşaltarak devrimin savunucusu rolüne soyundu. Oysa El-Sisi de, Mısır yönetici sınıfın temsilcisi sıfatıyla Muhammed Mursi durumunda olduğu gibi, ülke ekonomisinin % 25 ile % 40’ını kontrol eden aynı yönetici tabakanın başka bir kanadını temsil ediyor.
Mısır yönetici sınıfı bir yandan ülkeyi yönetme yetkisini General El-Sisi’ye devrederken, diğer yandan da, kendi gücünü de yeniden konsolide etmiş oldu. Müslüman Kardeşler Teşkilatına aman vermeyerek güç kazanmış kitlelerin nazarında El-Sisi’ye devrimci otorite devredilmiş oldu. Yıllarca süren mücadeleden sonra, bugün gelinen bu aşamada, kitlelerde yorgunluk hali baş göstermiş, devrim hareketinde zayıflama ve aşınma meydana gelmiştir. El-Sisi’de devrim hareketinin önüne geçmek üzere kitlelerin bu psikolojik durumundan faydalandı. Müslüman Kardeşler Teşkilatına karşı mücadele verme kisvesi altında sayıları binlere varan genç devrimcileri ve emekçi sınıfından bazı aktivistleri tutuklama yolunu gitti.
Suriye
Suriye’nin Arap Devriminde en zayıf halka olduğu anlaşılıyor. Suriye’deki devrim hareketi, bir anlamda, prematüre olarak doğdu. Bölgede baş gösteren hareketlerden (Tunus, Mısır…) gelen itici güç olmasaydı, Suriye’deki hareket belki de, birkaç yıl daha sonra yaşanacaktı. Esad rejimi, daha önce uygulamaya konulan planlı ekonomiden uzaklaşarak, daha yakın zamanlarda kapitalizme doğru yol almaya başladı. Bundan dolayı, rejimin bir kısım kentli nüfus ve emekçi sınıfı arasında hala da destek rezervi bulunuyor. Geçmişten gelen bazı sosyal kazanımlar – belirli düzeyde toplumsal refah, yaygın parasız eğitimden kaynaklı yüksek kültür düzeyi vs. – yavaş yavaş kaybedilmeye başlandı. Ancak, bu sürecin daha çok erken aşamaları yaşanıyor.
Bu durum ülkede yaşanan demokrasi dalgasının devrimci gençliğe yönelik çağrısının emekçi kesim arasında neden yeterince yankı bulmadığı konusuna yeterli bir açıklama getiriyor. Mısır’da Hüsnü Mübarek ve Tunus’ta da Abidin Bin Ali yönetiminin kısa sürede alaşağı olmasına tanıklık eden Suriye devrimci gençliği kitlesel sokak hareketleri marifetiyle aynı şekilde hedefe varacağına inanıyordu. Suriye devrimci gençliği başarısızlık yaşayınca, Batı destekli askeri müdahale yardımıyla Libya’da Kaddafi yönetiminin düşmesinden sonra, aynı sürecin Suriye’de de yaşanabileceğine inandı. Suriyeli devrimci gençlik hareketinin bu tutumu, Batı destekli bir müdahaleden sonra nasıl bir “demokrasi” gelebileceğini iyi bilen emekçi sınıfın desteğini almaktan uzak kalmasına neden oldu. Suriye devrim hareketine emekçi sınıfının katılımı olmamasından kaynaklı eksiklik, Mısır ve Tunus devrim hareketleri ile Suriye’deki hareketin arasındaki esas farkı ve bu hareketlerin sonuçlarının neden farklı olduğuna dair nedenlerini gösteriyor.
Suriye devrim hareketi siyasi bir cephede konumlanma aşamasına gelince “silahlı mücadele” yönüne doğru direksiyon çevirdi. Bir devrim hareketi şayet organize bir işçi sınıfı hareketinden destek almadan yola çıkmışsa, söz konusu devrim hareketi ölümcül bir darbe almakla sonuçlanabilir. Kentlerdeki işçi sınıfının tam desteğini almadan, salt askeri bir çatışmaya dayanan devrim hareketinin her zaman zayıf/eksik kalan bir yanı olur. Bir devrim hareketinin böylesi bir yola girmiş olması, o hareketin en nihayetinde, savunmasız kalacağı ve emperyalist yabancı güçlerin kontrolü altına girmeye sürükleneceği gün gibi açıktır.
Batılı ve Ortadoğulu diğer devletlerin istihbarat örgütleriyle birlikte CIA Teşkilatı da Suriye hareketine müdahale etmede yarar gördü ve çıkarları bölgede faaliyet gösteren emperyalist güçlerin çıkarlarıyla çakışan gerici grupları teşvik etmek üzere milyarlarca dolar parayı pompalamaya başladı. Hareketin İslami dejenerasyon yaşayan bir yönü olması da genellikle laik olan halk arasındaki Esad yönetimine desteğin güçlenmesini sağladı. Bu aşamada gündeme gelen sorun; Esad yönetiminin, ABD ve bölgedeki müttefik yönetimlerinin Suriye’deki devrimci unsurlara destek verip, vermemeleri konusunda karar vermek olmuştu.
Suriye’de yaşanan bu kanlı yenilgi (Libya’da da buna benzer bir süreç yaşanmıştı), sarmal halini alan bu kan gölü, önceden hesaplandığı gibi, bölgede gelişen birçok hareket üzerine kırılma etkisi yarattı. Çok sayıda insanın, bir “devrim hareketi” baş gösterdiği ülkede yalnızca barbarlığı ve kaosu yaratacağı sonucunu çıkarmasına neden oldu.
Liderlik sorunu
Mısır ve Tunus’ta meydana gelen devrim hareketi yarı yolda kaldı ve gelişme kaydedemedi. Hareketin bu halde kalması, bölgede faaliyet gösteren gerici güçlere devrimi hareketini yolunda saptırma ve karşı devrim yönüne sevk etme fırsatını verdi. Mısırda ekonomi çarkı eski yönetici sınıfın elinde kalmasıyla birlikte, devlet aygıtı da hiç bir şekilde zarar görmedi. Suriye muhalefet güçleri demokratik hakları talep etmekle yetindiler, ekonomik ve sosyal konularda özelleştirme ve sosyal refah düzeyinde meydana gelebilecek kısıtlamalar üzerinde durdular. Muhalefet güçlerinin Esad yönetimiyle benzer programları vardı, sadece bir az acele etmekle yetiniyorlardı.
Devrim hareketi liderleri, her iki durumda da, etkisi en yaygın bir hareket için “ılımlılığın” gidilebilecek en iyi yol olduğunu düşündüler. Elde ettikleri şey, trajik sonuçlarıyla birlikte, daha iyi manevra yapabilme yeteneğini kazanan karşı devrim hareketine zemin hazırlamış oldular. Benzer bir durum bölge genelinde de gelişme kaydetti. Devrim hareketi böylelikle tükenişini yaşadı. Bölgede yaşanan devrimci ayaklanmaların sebebi olan sosyo-ekonomik konulara da hiçbir çözüm yolu bulunamadı.
Mısırda iktidarı elinde bulunduran General El-Sisi diktatörlük rejimi son derece kırılgan bir durumda olup, kitlelerin yorgun düşmesi ve yıllarca devam eden devrim mücadelesinin yolundan saptırılmış olması gerçeği üzerinde ayakta duruyor. Mısır devrim hareketi açık bir mücadele sırasında yenilgiye uğramış değil. Kitleler Mısırda, üç yıllık bir zaman zarfında, dört yönetimi nasılda iktidardan indirdiklerini daha unutmadılar. Mısır halkı, gelecekte nasıl bir durumla karşılaşacağı bilincinde olarak, 2014 baharında General El-Sisi ilk hükümetini de devirmişti. Dipten gelen dalga, bu halkın gücü, er ya da geç, yine yükselişe geçecektir elbette.
Devrim hareketinde gerileme olduğu sürece gerici reaksiyon güçlerinin çirkin yüzü ülke gündemine hâkim olabilir. Ancak, yüzeysel olarak görünen bu baskı altına alınmış sükûnetin arkasında, bölge devrim hareketlerinin doğmasına neden olan aynı toplumsal çelişkiler hala da var olmaya devam ediyorlar. Suriye ve Libya gibi ülkelerdeki devrim hareketleri gerilere, uzak gelecekte başka bir bahara ertelendi. Ancak, emekçi hareketlerinin nispetten güçlü olduğu Mısır, Türkiye ve İran’da yeni toplumsal dalgalar doğal olarak kozalarını örüyorlar. Bu durumda, kilit noktada önem arz eden konu, geçmişte yaşanan hatalardan ders alınacak şekilde, bu türde sosyal hareketlerin meydana gelmesi halinde, gerekli zamanda müdahale edebilecek liderlik iradesinin inşa etmeye başlaması konusudur.
Kapitalizm, bölgede yaşanan bütün gelişmelere rağmen, Arap ve Ortadoğu halklarının karşı karşıya bulundukları hiçbir soruna çözüm yolu getirmedi. Aksine, her şey daha da kötü bir hal aldı. Bölge ülkelerinde yaşanan adaletsizlik, yoksulluk ve barbarlığa karşı verilen mücadele kaçınılmaz olarak yeniden canlanacak. Her türlü sosyal sorunun kök kaynağını teşkil eden çürümüş kapitalist sistemin alaşağı edilmesiyle ancak zafere ulaşılabilir…
Çeviren: Nizamettin Karabenk
Herkese İş!
Yaşayan Herkese Yaşama Ücreti!
Krizlerine ve Savaşlarına Karşı Devrim!
Kapitalizme Karşı Sosyalizm!