Fikret Başkaya, Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto adlı kitabıyla kalkınma mitini eleştirmeye ve insanlığa bir çıkış yolu göstermeye devam ediyor. Başkaya’nın eleştiri oklarının hedefinde teknoloji de var: “Kapitalizm dahilinde ‘teknolojik ilerleme’ çözümün anahtarı değil, bizzat sorunun kendisi. Artık teknoloji bir yıkım, yok etme ve kirletme aracına dönüşmüş durumda. Onun için şu teknolojiye tapınma aymazlığından, teknoloji fetişizminden kurtulmak gerekiyor.”
Nasıl bir ihtiyaçlar hiyerarşisine tabiyiz? İleri teknoloji toplumsal ve bireysel olarak bizi ne kadar ilerletti? Geçerli üretim, tüketim yaşam tarzı, doğa-toplum metabolizmasını nasıl bozdu? Tarım ve gıda dünyasını kimler rehin aldı? Enerji sorunu ve iklim krizi insanlığı nereye götürüyor? Bir yıkım ve katliam aracı olarak otomobiller, hayatımızı nasıl kuşattı? Başka Bir alternatif mümkün mü? İşte bu soruların cevabı Özgür Üniversite’nin kurucusu Fikret Başkaya’dan. Başka Bir Uygarlık İçin Manifesto (Nasıl Üretmeli, Nasıl Tüketmeli, Nasıl Yaşamalı) isimli kitabında. Kitap, Yordam Kitap tarafından yayınlandı. Fikret Başkaya, kitabına ilişkin soruları yanıtladı.
Niçin bir uygarlık manifestosu yazdınız?
FB: “Şeylere dair genel algıyla şeylerin gerçek seyri ve mahiyeti arasında müthiş bir uyumsuzluk var. Gerçek durum tevatür edildiği gibi değil. İnsanlara anlatılan, insanların bildiği, bildiğini sandığıyla gerçek dünyada olup bitenler arasında bariz bir fark veya ‘uyumsuzluk var’. İnsanlar ‘büyüme’, ‘kalkınma’, ‘ilerleme’ gibi kavramlarla aldatılıyor. Başka türlü söylersek, aracın bu rotada, bu hızla ilerlemesi halinde insanlığın ve uygarlığın geleceği karanlık. Şeyler, olgular ve süreçler yanlış bir zemin üzerinde, tehlikeli bir rotada yol alıyor. Bu günkü haliyle üretim, tüketim ve yaşam tarzı sürdürülebilir değil. Bu sürecin duvara toslaması kaçınılmaz.”
-Biraz açar mısınız, mesela nasıl?
FB: “Mesela insanlara diyorlar ki, üretim, tüketim, zenginlik artacak ve bu dünya güllük gülistanlık olacak! Oysa kapitalizm söz konusuyken, üstelik onun neoliberal versiyonu geçerliyken, üretimin artmasıyla bırakın sorunların çözülmesini, sorunlar daha da büyüyor ve büyümek zorunda. Başlıca iki nedenden ötürü: Birincisi, üretim kâr etmek, sermayeyi büyütmek amacıyla yapılıyor; ve ikincisi, üretimin insanî, sosyal ve ekolojik sonuçları dikkate alınmıyor. O zaman üretim, tüketim ve zenginlik artışına yoksulluk ve sefalet artışı eşlik ediyor ve doğa tahribatı derinleşiyor. Sonuç sürdürülemezlik, yani uygarlık krizi.”
-İyi de teknolojik ilerlemenin tüm bu sorunların çözümünün anahtarı olduğu söyleniyor?
FB: “Kapitalizm geçerliyken ‘modern teknoloji’ insanlar daha kolay üretsinler, daha iyi üretsinler, rahat etsinler diye üretilmiyor. Daha çok kâr etmek için üretiliyor. Dolayısıyla, kapitalizm dahilinde ‘teknolojik ilerleme’ çözümün anahtarı değil, bizzat sorunun kendisi. Artık teknoloji bir yıkım, yok etme ve kirletme aracına dönüşmüş durumda. Onun için şu teknolojiye tapınma aymazlığından, teknoloji fetişizminden kurtulmak gerekiyor. ‘İleri teknoloji’ denilen bu dünyanın beşeri ve doğal zenginliğinin dar bir oligarşinin elinde toplanmasını sağladığı için yüceltiliyor, yere-göğe konmuyor.”
– Solda ve toplumda iyi gitmediğini düşündüğünüz bir şeyler mi var?
FB: “Solun bu süreci tersine çevirebilmesi için, bir alternatif sunabilmesi için artık tartışma zeminini değiştirmesi gerekiyor. Bunun için de kendini yenilemesi gerekiyor. Mesela, ilerleme ideolojisiyle hesaplaşması gerekiyor. Aynı şekilde modernitenin kapitalizm tarafından iğfal edilmiş olmasını sorun etmesi gerekiyor. Devlet hakkında ‘yeniden düşünmesi’ gerekiyor. Bunları yapabilmek için de XX. yüzyıl devrimlerinin neden başarısız olduğuna dair bir düşünce açıklığına ulaşması gerekiyor. Velhasıl radikal bir yenilenmeye ihtiyaç var. Zira, iktidarı ele geçirip, üretim araçlarını devletleştirmekle sorun çözülmüş olmuyor. İşçi sınıfının ‘üretim araçlarına yabancılaşmışlık hali devam ediyor. Bir de demokrasi sorununa dair de alışılmış olanın ötesine geçmek gerekiyor. Zira sosyalist/komünist toplum için demokrasi, özyönetim, gibi kavramlar büyük öneme sahip.”
– Uygarlık krizi neden ortaya çıktı?
FB: “Bir uygarlık krizi ortaya çıktı zira kapitalizm demek, öküzün arabanın arkasına koşulması demektir. Araçlarla amaçların ters-yüz olması demek! Bir uygarlık krizi ortaya çıktı zira, kapitalizm insanlığın normal hali değil bir sapmaydı. Kapitalizm demek meta fetişizmi demektir. şeylerin insandan daha önemli sayılmasıdır. Kapitalizm demek mülksüzleştirerek sermaye biriktirmek demektir. Kutuplaştırıcı bir temel eğilime ve dinamiğe sahip olması demektir. Sınırsız büyüme dinamiği ve eğilimi demektir. Kullanım değerinin değil, değişim değerinin esas olması demektir, doğa-toplum metabolizmasında kırılma demektir.”
– Sapmaydı derken neyi kast ediyorsunuz?
FB: “Kapitalizm dahilinde üretimin birinci amacı ihtiyaçları karşılamak değil, kâr etmek, sermayeyi büyütmektir. Birincisi bu. İkincisi, üretimin insanî-sosyal ve ekolojik sonuçları dikkate alınmıyor. Dolasıyla sürecin her ileri aşaması daha çok sosyal kötülük (açlık, yoksulluk, sefalet, işsizlik, iğretilik…) ve ekolojik bozulma demek. Başka türlü söylersek insanî-sosyal kötülüklere ekolojik bozulma, doğa tahribatı eşlik ediyor. İşte bu ikisinin kesişme noktasında da bir uyarlık krizi, bir sürdürülemezlik durumu ortaya çıkıyor.”
– Yabancılaşma olgusunu açar mısınız?
FB: “Kapitalizm dahilinde yabancılaşmadan söz edildiğinde bunun iki veçhesi var: Birincisi, insanların üretim ve yaşam araçlarına yabancılaşması. Üretim ve yaşam araçları kapitalist sınıfın ve kapitalist devletin elinde toplandığında, insanlar üretmek ve yaşamak için gerekli araçlardan mahrum oluyorlar. Varlıklarını, yaşamlarını ancak emeklerini satarak sürdürebilirler ama bunun da bir garantisi yoktur. Zira mülksüzleşme arttıkça, proleterleşme büyüdükçe, müşterekler (commons) alanı daraldıkça, işsizlik de artmak durumunda. Yabancılaşmanın ikinci veçhesi de meta yabancılaşması. Kapitalizm dahilinde insanla eşya arasındaki ilişki dejenere oluyor. Tuhaf bir meta fetişizmi ortaya çıkıyor. İnsanla eşya (şeyler) ilişkisi ters-yüz oluyor. Şeyler insanı yönetir hale geliyor ve bu tam bir saçmalık. Bu insanın insanlıktan çıktığının resmidir.”
– İnsanın insana yabancılaşması, kendi emeğine yabancılaşması nasıl aşılır?
FB: “Şeyleri asıl bulanmaları gereken zemine çekerek, tersliği aşarak.”
– Sizin de içinde bulunduğunuz 68 kuşağının bir kısmı ‘Kalkınmayı kutsadı, kalkınmanın her derde ilaç olacağını söyledi. Bugün de bazı kesimler aynı görüşü hala savunuyor…
FB: “Kalkınma diye bir şey yok ve hiç bir zaman da olmadı. Söz konusu olan kalkınma değil sermayenin büyümesiydi. Kalkınma kavramı emperyalizm tarafından ideolojik manipülasyon amacıyla peydahlanmış bir şeydi. Yeni sömürgecilği (neokolonyalizmi) dayatmanın bir aracıydı. Zaten şimdilerde çoktan kullanımdan düştü zira amaç hasıl oldu.”
– Tüketimin ivedilikle kısılması gerektiğinin altını kalın çizgilerle ifade ediyorsunuz. Neyi, nasıl kısacağız? Saçma bir ihtiyaçlar hiyerarşisi orta çıktığını söylüyorsunuz, nedir bunlar?
FB: “Geçerli paradigma dünyanın kaynaklarının sınırsız olduğu varsayımına dayanıyor. Oysa bu dünya da kaynakları da sınırlı. Dolayısıyla sınırsız büyüme aymazlığının bir karşılığı yok! Üretimin de tüketimin de vakitlice kısılması gerekiyor. Lüzumsuz ve zararlı onca şey üretiliyor bundan hemen vazgeçilmesi gerekiyor. Amaç daha çok üretmek ve tüketmek olmamalıdır. İnsanca yaşamak olmalıdır. Oysa şimdilerde tüketim başlı başına bir amaç haline gelmiş bulunuyor. İnsanlar artık ‘tüketiyorum o halde varım’ diyor. Bu sürdürülebilir değil. Üretmek demek doğadan bir şey çekmek, eksiltmek demektir ve üretirken de tüketirken de kirletmek kaçınılmazdır. Yapılması gereken çok basit: zararlı şeylerin üretimi durdurulacak, kaynakların lüks şeyler üretimine yönelmesi engellenecek, Kaynaklar kişileri zengin etmek için değil, herkesi insanca yaşatmak için kullanılacak. O halde üretimi ve tüketimi acilen durdurulması gereken şeyler var, üretiminin sınırlandırılması gereken şeyler var ve üretiminin artırılması gereken şeyler var. Tabii gelirin olabildiğince eşit bölüşülmesi de gerekiyor. Başka türlü söylersek, müştereklerin ihya edilmesi gerekiyor ki, bu da mülksüzleştirenleri müksüzleştirmeden mümkün değil… Aksi halde tüketim, zenginleri taklide endeksli hale geliyor ki, bu lüks tüketim demek. O halde üretimin yönünü ‘gerçek ihtiyaçlara’ çevirmek gerekiyor ve bu mümkün… Velhasıl saçma ihtiyaçlar hiyerarşisini aşmak gerekiyor.”
– Doğrudan demokrasi ile temsili demokrasi arasındaki ince çizgi nedir?
FB: “Batı Demokrasisi’ veya ‘Temsilî demokrasi’ denilenin demokrasi kavramıyla bir ilgisi yok. Batı Avrupa’da Eski Rejimler [ Ancién Regime] yıkılınca, ‘bundan sonra kim yönetecek’ sorusu gündeme gelmişti. İşte Batı demokrasisi veya temsilî demokrasi denilen böylece peydahlandı. Amaç işçi sınıfını, ezilenleri, yeryüzünün lânetlilerini denklemin dışına atmaktı. Aslında oligarşilere demokrasi deniyor ve bu yalana nerdeyse herkes inanıyor. Oysa doğrudan demokrasi değilse asla demokrasi değildir. Bu dünyada temsil mümkün değildir. Senin iradeni kimse temsil edemez. Kaldı ki, ‘İrade’ devredilebilir bir şey de değildir. Onun için neden söz ettiğini bilmek önemlidir. Bir de tabii Cumhuriyet kavramıyla ilgili de sorun var. Cumhuriyet [Res Publica] herkesin olan demektir. Siz bir rejimin adını cumhuriyet koydunuz diye cumhuriyet olması gerekmiyor. Mesela Türkiye’deki rejimin, tabii başka yerlerdekinin de cumhuriyetle bir ilgisi yok. Ama öyle deniyor ve insanlar da ona inanıyor. Aynı şey yurttaş kelimesi için de geçerli. Sana bir nüfus cüzdanı verilince veya bir kimlik numarası verilince yurttaş olmazsın. Yurttaş olmanın koşulu bilinçli özne olmaktan, aktif özne olmaktan geçer. 4-5 yıl arayla sandığa bir oy atmak yurttaş olmak için yeterli koşul değildir.”