Suriye askeri kuvvetleri Palmira’yı kurtardığında, Cumhurbaşkanı Esad, ülkesine sundukları önemli destekten dolayı Vladimir Putin ve Rus halkına teşekkür etti. Suriye ve Rusya,IŞİD ve bölgede faaliyet yürüten diğer terörist gruplara karşı omuz omuza savaşıyor – ağırlıklı olarak, Batının sadık müttefikleri tarafından yerleştirilenler: Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye.
Suriye’deki en son zaferlerden sonra, terörizmin yenilmezliği miti de çöktü, tuzla buz oldu.Eğer samimi bir şekilde ve tam bir kararlılıkla savaşılırsa en fanatiklerinin bile yenilebileceği açıkça görüldü.
Ayrıca, Batının, bu grupların bozguna uğratılması konusuyla pek alakadar olmadığı da ortaya çıktı. Bir: Bunlar – en azından fikirsel olarak – Batının başkentlerinde yaratıldı. İki: Dünyanın çeşitli bölgelerinde, sayısız amaca hizmet ediyorlar; Orta Doğunun asi ülkelerini zalimleştiriyorlar ve Avrupa yurttaşlarına hayal kırıklığı ve korku salarak, bu ülkelerin, insanları gözetleme amacıyla aldıkları tuhaf önlemlerin yanında, ‘savunma’ ve istihbarat bütçelerini artırmalarının da bahanelerini üretiyorlar.
Orta Doğuda Suriye ve Rus güçlerinin bu muazzam başarısından Batının hiç hoşnut olmadığı çok açık. Bu yüzden, Batının tek yapığı bu başarının altını oymak. Ayrıca Batı bu durumu küçümsüyor ve hatta propaganda aygıtlarını kullanarak üzerine çamur atıyor.
*
IŞİD, Suriye içindeki kilit, stratejik bölgelerden çok çok uzağa atıldığı için akla şu soru geliyor: IŞİD nihayetinde yenilirse, sonrasında nereye gidecek?
Elbette ki savaşçılar Irak civarlarında bulunuyor ancak, Bağdat da Rusya ile çok yakın ilişkiler geliştiriyor ve terörist gruplar yakında orada da güvende olmayacaklar.
Söylenenlere bakılırsa, IŞİD’in yayılabileceği en kolay yer Lübnan.
Çünkü IŞİD zaten orada! Uyuyan hücreler; Bekaa Vadisinden, Beyrut’un lüks mahallelerine ( ve ayrıca Müslüman olmaları da gerekmiyor ) kadar ülkenin her tarafına yayılmış durumda.
Tarihsel olarak Suriye ve Lübnan bir bütün. Bu iki ülke arasında nüfus hareketliliği mevcut ve daimi. Suriye’de savaş başladıktan sonra, zengin ya da yoksul yüz binlerce mülteci küçücük Lübnan’a giriş yaptı. Kimi Bekaa Vadisindeki geçici kamplara yerleşti kimi de Beyrut’un Corniche bölgesinde pahalı daireler kiraladı.
Lübnan ( yalnızca 4.5 milyon nüfusa sahip bir ülke ) resmi olarak, çoğunluğu Suriyeli olmak üzere Irak ve başka ülkelerden de gelen yaklaşık 1.5 milyon mülteciyi ‘ağırlıyor’. Bu, UNRWA ( Birleşmiş Milletler Filistinli Mültecilere Yardım Kuruluşu ) tarafından oluşturulan çeşitli kamplarda yaşayan 450 000 ‘Filistinli daimi mülteciye’ eklenen sayıdır.
Savaşın çok acımasız olduğu bazı durumlarda Lübnan’daki Suriyeli mülteci sayısı 2 milyonu aştı ( resmi olmayan rakamlar ).
Yıllardan beri Suriye ve Lübnan arasındaki sınır oldukça geçirgendi ve hatta sınır kontrolleri de görece gevşekti. Bu durum değişmeye başladı ancak bu değişim daha çok yeni.
Çoğunluğunu savaştan ve savaşın getirdiği olağanüstü zor koşullardan kaçan ailelerin oluşturduğu mültecilerle beraber; IŞİD, El Nusra ve Suudi ve Türk destekli diğer terörist grupların önemli sayıda cihat hücreleri ve savaşçıları da geldi. Meşru göçmen akını esnasında grupların içine sızarak bu durumun avantajlarını sonuna kadar kullandılar.
Amaçları son derece yalın ve apaçık ortada: Lübnan’da yeniden toparlanmak, güçlü ve etkili hücreler oluşturmak ve sonrasında şartlar olgunlaştığında darbeyi indirmek. IŞİD’in ‘hayali’, Lübnan’ın kuzeyinde, tercihen Akdeniz’e tam olarak nüfuz edecek, büyük bir halifelik kurmak.
Yakın tarihte Lübnan son derece zayıf bir ülke haline geldi, ülke mezhebi olarak bölündü. Neredeyse iki yıldır Cumhurbaşkanını seçemiyor. Şu ana kadar hükümet işlevsizleşti, neredeyse felç oldu. Ülke sayısız ölümcül sorundan muzdarip: vatandaşlara su sağlamada yaşanan sorunlar, bitmez tükenmez ‘çöp krizinden’ daimi elektrik sıkıntısına varıncaya kadar çeşitli problemler. Toplu taşıma yok, kamusal eğitime yeterli maddi kaynak olmadığı gibi, eğitim de yetersiz ve nüfusun yalnızca en yoksul kesimlerine sağlanıyor. Yolsuzluk her yere yayılmış vaziyette.
Zaman zaman İsrail’in saldırı tehditleriyle yüz yüze kalınıyor. En az beş farklı sebepten saldırıda bulundu; en sonuncusu 2006’da meydana geldi.
Ülkenin kuzeydoğusunda, Suriye sınırında, hem Lübnan ordusu hem de Hizbullah IŞİD’le mücadele ediyorlar.
Fakat Lübnan ordusunda personel ve silah yetersizliği var ve ayrıca ordu da yeteri kadar eğitimli değil. Neticede, Lübnan’da Hizbullah, mevzii tutan, en önde gelen askeri, toplumsal ve ideolojik güç. Muazzam bir şekilde savaşıyor. Çok kayıp verdiği, 2006’daki en son İsrail işgalinde karşı kahramanca bir savaş yürüttü.
Şu ana kadar Hizbullah’ın terörist gruplara karşı savaşı başarılıydı. Şu anda savunmanın yanında aynı zamanda mezhepsel olarak bölünmüş grupların tümüne hitap etmek isteyen tek politik güç. Ayrıca, yüz binlerce yoksul Lübnan vatandaşına ihtiyaçları olan toplumsal desteği sunmayı teklif ediyor.
Lübnan’da ve aslında tüm Orta Doğu’da Hizbullah çok saygı duyulan bir örgüt. Fakat Hizbullah Şii ve İran ve Suriye’ye yakından bağlı. Ayrıca, Batıyla ve Batının Orta Doğu ve Körfezdeki ölümcül eylemleri ile taban tabana zıt bir pozisyonda olduğu biliniyor. Suudi Arabistan, Katar ve Türkiye tarafından silahlandırılan ve desteklenen bu terörist gruplarla kusursuz bir savaş yürütüyor.
Sonuç olarak Hizbullah düşman haline getiriliyor.
Lübnan hükümeti; Hizbullah’ın, birçok Batı ülkesinin ve Arap Birliğinin Batı yandaşı üyelerinin çoğunluğu tarafından çoktan dahil edildiği ‘terörist örgütler listesine’ yerleştirilmesine ısrarla karşı çıkıyor.
Suudi Arabistan’ın canını sıkacak şekilde, hem Irak hem de Lübnan, Hizbullah’ın terörist ilan edilmesine ret oyu verdi. Suriye de ret oyu verecekti ama tahmin edilebileceği gibi Suriye oylamaya davet edilmedi.
Lübnan her geçen gün Batının, uluslararası kuruluşların ve Arap Birliği ülkelerinin daha çok tepkisini çekiyor. ‘Mülteci krizi’ diye adlandırdıkları duruma ilişkin uygulanan çifte standarda karşı öfke duyuyor. Aynı zamanda, hiç alışılmadık bir şekilde de dobra dobra konuşuyor.
Lübnan’ın önemli gazetelerinden Daily Star’da 26 Mart 2016 tarihinde aşağıdaki haber yer alıyordu:
“Cumartesi günü Lübnan Dışişleri Bakanı Cebran Basil, uluslararası toplumu, Suriyeli mülteci krizine karşı çifte standart içeren bir tutum sergilemekle suçladı; saatler sonra BM genel sekreteri Ban Ki-moon iki günlük ziyaretin ardından Beyrut’tan ayrıldı.
Bassil; Suriye’nin silahlı isyancılarını destekleyen ülkelerin, Lübnan hükümetinden ilk önce insan haklarını yerine getirmesini isterken, söz konusu ülkelerin büyük çoğunluğunun mültecileri zor kullanarak kapı dışları ederek – Beyrut’un hiç bir zaman yapmadığı hamle- sergiledikleri tutarsızlığa işaret etti.
Batroun’daki konutunda gerçekleşen basın toplantısında Bassil; “Savaşı kendileri yaratıyor ve ardından diğer ülkelerden, mültecilere insan hakları sözleşmelerine uygun bir şekilde ev sahipliği yapmalarını istiyorlar,” dedi.”
Dışişleri Bakanı Gebran Bassil ve partisi aslında Hizbullah ile koalisyon halinde. Bu yüzden, yakın zamanda Lübnan’ı mahveden en rütbeli ziyaretçilerin şimşeklerini üzerine çekti: BM Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Dünya Bankası Grup Başkanı Jim Yong Kim ve AB Dış İlişkiler temsilcisi Federica Mogherini.
Bassil Ban Ki-moon’la şahsen görüşmeyi bile kabul etmedi.
Ban Ki-moon, Jim Yong Kim ve BM’nin Beyrut temsilcilerinin katıldığı basına kapalı toplantıya katılan haber kaynaklarımdan biri yorumladı: ” orada yeni, somut ya da motive edici neredeyse hiçbir şey konuşulmadı.”
Türkiye ve Ürdün’ün, topraklarında mültecileri barındırmalarının karşılığında milyar dolarları müzakere edebildiği, Lübnan’a ise AB ve uluslararası toplumun geri kalanı tarafından yalnızca boş vaatler verildiği, Beyrut’ta sıklıkla dile getiriliyor. Aynı zamanda, sığınmacıları zor kullanarak ülkeden kovmaya karar verdikleri takdirde bunun hukuki sonuçları olabileceği konusunda tehdit ediliyorlar ( Batı’nın Tayland gibi müttefikleri düzenli olarak sığınmacıları kapı dışarı ediyor, hatta bazen öldürüyor, fakat bunlara rağmen hiç sahici bir tehditle karşılaşmıyor. Kimi Avrupa ülkeleri de sığınmacıları kovuyor ).
4.5 milyonluk bir ülkenin 1.5 milyon göçmenle nasıl başa çıkacağı meçhul. Kesin olan Lübnan’ın altyapısının çöküyor olması ya da bazılarının dediği gibi çoktan çökmüş olmasıdır.
*
Görünen o ki; Lübnan’ı boğmak için bir plan ve bir neden var.
Kimi Beyrut kökenli uzmanlar ülkenin çok kısa bir süre içinde savunmasız hale geleceğini iddia ediyor.
Suudiler daha önce Lübnan askeri kuvvetlerine vermeyi vaat ettiği 4 milyar doları aşan yardımı iptal ettiler.
Robert Fisk 2 Mart 2016 tarihli Independent için aşağıdaki satırları yazdı:
“Şimdi, budalaca Yemen’deki iç savaşa dalan, maaşı yüksek ama eğitimi zayıf askerlerini Suriye’ye göndermekle tehdit eden Suudi Arabistan, Lübnan’a sadakatsizliği ve on yıllar sonra cömertliğine karşı minnet duymadığı için intikam duygusuyla dönüyor.
Suudi Arabistan iyi eğitimli, ama silah açısından yetersiz olan Lübnan ordusuna sözünü verdiği Fransız silahları için 3.2 milyar sterlinlik harcamasından birdenbire vazgeçti – ABD tarafından can atarak desteklenen ve elbette daha açgözlü amaçlar için de Paris tarafından desteklenen proje. Diğer Körfez ülkeleriyle beraber Riyad da vatandaşlarına Lübnan’a gitmemeleri konusunda uyardı ve eğer ülkedeyseler ayrılmaları çağrısında bulundu. Suudi Arabistan’ın Beyrut’a tüm uçuşları iptal etmesi bekleniyor. Suudilere göre Lübnan ‘terörün’ merkezi.”
Geçen yıl Lübnan’ın, özel jetle Suudi Arabistan’a götürülmek üzere iki ton Captagon amfetamin hapıyla yakaladığı Suudi Prens’ini Rafik Hariri havaalanında gözaltına alma cesaretini göstermesi de durumu değiştirmedi. Prens ayrıca kokain de kaçırıyordu, ancak o muhtemelen kendi kişisel tüketimi içindi. ‘Savaş hapı’ da dedikleri Captagon amfetamin büyük ihtimalle Yemen’de Suudiler için savaşanlar yola çıkmıştı.
Lübnan ordusu yeni silah temin edemezse ne olacak? Belki İran yardım edecek, fakat ya etmezse?
O zaman, Suriye’nin kurtarılmış şehirlerinden çok kısa zaman sonra her yöne dağılacak olan ama özellikle de Lübnan kıyılarına yönelecek IŞİD ile karşılaşacak tek güç Hizbullah olacak.
Gelgelelim Hizbullah, Batı ve Körfez tarafından aforoz edildi, nefesi kesildi ve şeytanlaştırıldı.
Küçük bir İsrail saldırısında Hizbullah’ın neredeyse bütün kuvvetleri güneyde sıkışacak, IŞİD kuzeyden saldıracak, uyuyan hücreler Beyrut, Trablusşam ve diğer şehirlerde uyanacak ve Lübnan birkaç gün içinde yıkılacak. Plan bu mu acaba? Neticede, ‘Şii düşmanlar’ söz konusu olduğunda, İsrail ve Suudi Arabistan en yakın müttefiklerdir.
Sonrasında, esasen bu küçük, gururlu ve yaratıcı ülkenin varlığı ortadan kaldırılmış olacak.
Körfez ülkeleri ( yönetenleri, halkları değil ) bu duruma sevinecek: bir kale daha gidecek. Ve bir Şii kalesi daha – Lübnan’ın içindeki Hizbullah bölgeleri – yağmalanıp yok edilecek.
Batı, resmi olarak belki bu durumdan ‘kaygı’ duyduğunu ifade edecek, ama bu senaryo Batının asıl planıyla birebir örtüşecek: bir asi ülke daha ortadan kaldırılacak ve Suriye yıllar boyunca Batı istikameti doğrultusunda tehdit edilecek. Nihayetinde, Şam, Lübnan sınırına arabayla otuz dakikalık mesafede.
“Orta Doğu’nun Paris’i” olarak nitelendirilen Beyrut, artık IŞİD’in korkunç kara bayraklarıyla ‘süslenecek’. Lübnan bir bütün olara toplu bir çöküşe sahne olacak, yıl sıfır ve bitiş.
Bu hayali bir senaryo değil. Bütün bunlar bir yıl, hatta birkaç ay içinde gerçekleşebilir.
Hemen şimdi, Lübnan’ın yardım ve koruma isteyebileceği sadece iki yer var: Tahran ve Moskova. Vakit kaybetmeden her ikisine de yaklaşmalı!
Andre Vltchek filozof, romancı, film yapımcısı ve araştırmacı gazetecidir.Sayısız ülkeden savaş ve çatışma haberleri yaptı. Son kitapları: “İmparatorluğun Yalanlarının İfşası” (Exposing Lies Of The Empire) ve“Batı Emperyalizmine Karşı Savaş” ( Fighting Against Western Imperialism). Noam Chomsky ile tartışma: Batı Terörü Üzerine. Çok beğenilen politik romanı Point of No Return ( Geri Dönüş Yok. Oceania –Güney Pasifikteki Batı Emperyalizmi üzerine bir kitap. Endonezya üzerine kışkırtıcı bir kitap: “Indonesia – The Archipelago of Fear”( Endonezya – Korku Adaları ). Andre, teleSUR and Press TV için film yapıyor. Uzun yıllar Latin Amerika ve Okyanusya’da yaşadıktan sonra Vltchek şu anda Doğu Asya ve Orta doğu’da ikamet edip çalışmaktadır.Kendisine web sitesinden ya da Twitter hesabından ulaşılabilir.
Bu metnin orijinali New Eastern Outlook sitesinde yer almaktadır.
Copyright © Andre Vltchek, New Eastern Outlook, 2016
Çeviri: Özgür Girişen