Türkiye’de toplumu, devleti düzenleme veya yeniden yapılandırmaya aday olanlar, bir kesime egemenlik isteyen milliyetçi, müslüman cemaatlerden (günümüzde Fetocu olmamak kaydıyla) ya da “eski rantiyeci” Atatürkçü çevrelerden değilse (ki artık bu çevrede bulunmak -CHP’yi dışarda tutarsak- bir değer -para, statü getirisi- ifade etmemektedir), devlet kurum ve kademelerinde yer alma şansı da azalmaktadır. Türkiye’de yönetime gelenlerin ve gelecek olanların artık bu türden kendi yaklaşımlarına uygun kadrolaşma ve kurumlaşma yaklaşımlarından, demokrasi, özgürlükler ve çalışma alanında liyakatın gerçekleşmesi amacıyla, kaçınmaları gerekmektedir.
Her dönemde yükselme meraklılarının yönelimi; devleti yönetenler gibi düşünmeseler, yaşamasalar ve olmasalar da, devleti yönetenler gibi düşündüklerini hükümet edenleri kandırarak, devlet ve bürokrasinin sunduğu, özellikle de yönetenlere biat edildiğinde ulufe gibi dağıtılan nimetlerden, yani statü, rant ve maddi kaynaklardan faydalanmayı amaçlamaktır. Bu gerçeği herkes bilir, söyler, eleştirir.Ama ne hikmetse, iktidar olanın, hükümet edenin güç zehirlenmesi geçirmesi nedeniyle ve yağcılığa tamah etmeleri nedeniyle, gözleri bir şey görmez olmaktadır. İktidarın taleplerine uygun olma eğilimi göstermeye hazır olanlar ve her dönemde yönetenlere yakın olma becerisi göstermeye çalışanlar o denli çoktur ki, neredeyse kimliksiz ve kişiliksiz yönetici ilanı vermeye başlanacak memlekette aday o denli çoktur ki, basına haber ve gülünçlük konusu olmuştur. Bu sebeple ne yazıktır ki, toplumun başına yönetici olarak atananlar, bu toplumun en basiretsiz, belkemiksiz olan yalakalarıdır.Bunu şuradan anlıyoruz ki, her dönemde atanan bu yöneticiler, iktidara uygun olarak davranırlar ve bir şekilde milliyetçi, muhafazakar, liberal, demokrat ya da sözde yazar ya da gazetecileridir.
Şimdi bir noktaya dikkat çekilmelidir: Bu mevki olanakları sunan cemaatlerde değil de, devletin talan edilmesi ve toplumsal yararın zarara uğratıldığı sonuçlar doğuran gelişmeleri eleştiren tarafta olmanın anlamı nedir? Bu toplumda bir kısım insanın egemenlik anlayışına karşı gelmek, toplumun tümünün kendisini temsil etmesini savunmak, devleti keyfiyetle yönetenleri karşısına almak anlamına gelmez mi? Böylesi bir tercih ile devleti keyfiyetle yönetenleri karşısına alan, bırakın devlet memurluğunu, ticaret bile yapamayacak kadar bürokraside baskı altına alınmaz mı?
O zaman hangi “deli”, “aklı evvel” ya da “saf-salak” kendini bireysel çıkarlarından uzaklaştıracak düşünce ve eylemliliklere girerek, kendini mağdur edecek tercihte bulunur sizce? Toplumsal hayatta yönetici kesimlerce baskı altına alınacağını bile bile yaşamını karartacak, bürokratik işlerde veya ilerlemelerde hayat boyu engelleyecek bir yaşam biçimini kim seçer? Böylesi bir tercihle, devletin ve hükümetin her türlü şiddeti ve baskısıyla karşılaşmayı kim ister?
İşte bu kadar yoksun kalmaya, devleti keyfiyetle yönetenlerin baskıcı ve saldırgan tutumlarına rağmen; bu ülkenin duyarlı insanları, başta komünistleri, aydınları ve entelektüelleri ile nihayet kapitalizme karşı çıkarak gerçek müslümanlığın yaşanabileceğini kavrayan ve umut verici şekilde genişleyen tabanıyla (aramıza hoş geldiler) Antikapitalist Müslüman Hareketinin mensupları, kendilerine ve toplumun emekçi kesimlerine yaşatılan ve yaşatılma ısrarında olunan eşitsizlik, adaletsizlik, acı, baskı, şiddet ve zulme karşı; devlet, hükümet, medya, yönlendirilmiş kültür ve bu kültürün güttüğü kitlelerin baskısına rağmen, topluma yaşatılan anlamsızlık ve değersizlikleri, düşük ücret ve güvencesiz çalışmayı, yoksulluğu ve yoksunluğu ve köleliği dile getirip halka anlatmaya çalışmaktadırlar.
Bu aydınlar, erdem ve hakikat peşinde olmaya inanarak, bilgi ve cesaretle toplumun aydınlanması uğraşı hareketine katıldıkları için, egemene boyun eğmediler diye hükümet ve yetkililerce uygulanan kısıtlama ve baskılara uğramaktadırlar. İyi, güzel, doğru, hakikat, adalet, eşitlik ve özgürlükten yana olan bu adalet takipçileri, ülkemizi azınlık bir grubun yağma ve çapuluna terk edenleri halka şikayet etmekten vazgeçmeyecek gibi görünmektedir.
Para kaynaklarına, ekonomiye, medyaya ve her türden yaşam alanına kendini dikte eden, sosyal düzenin yaratıcıları ve sürdürücüleri olan devlet yöneticileri ve hükümetlere, bu düzen böyle gitsin diyen egemenlere karşı çıkarak, bu düzen böyle gitmez, gitmemeli; fakire, fukaraya, mazluma sahip çıkılmalı, memleketin zenginliklerini herkes eşitçe paylaşmalı, birileri mal, mülk, zenginlik ve yemekleri istediği gibi alıp yer içer ve paraları israfla saçarken, aynı topraklar üzerinde yaşayan üretici ama yoksun ve yoksul insanlar neden güvencesiz, sigortasız, aç, sefil, işsiz ve yoksulluklarla utanç içinde yaşasın?
Yoksul insanlar, zengin ya da yüksek gelirli insanlara bakarken neden utansın?diyen kitleler, bu adaletsiz gidişe dur deme cesareti gösterenler, artık her türlü zenginliğin paylaşımında doğan eşitsizlik ve adaletsizliğe isyan etmektedirler. Bıçak kemiğe dayanmıştır! Bu toplumun, eşitsizlik, adaletsizlik, ayrımcılık ve şiddete tahammülü kalmamıştır.
Toplumun kazancı olan milli geliri daha adil paylaşmak istemekte ne kötülük vardır?Siz doymak bilmez misiniz? Tokluklarla aç gözünüz! Aç gözlüler doyamaz! Yetinmeyi bilmeyenler, her zaman aç gözlü olur ve adaletsizliğe boğulurlar.
Sözümüz zenginlere ve yöneticileredir, daha az kazançlı günlerinize ve bugününüze bakın! Kendinizi mutlu ve haklı buluyor musunuz? Neden, başkalarını yoksulluk ve yoksunluklarla karşı karşıya bırakan, kıran, inciten, aşağılayan, döven, söven, eziyet eden, öldüren insanlarsınız siz! İnsan, zengin biri, başbakan ya da bakan, vali ya da emniyet müdürü de olsa, insandır ve yaptıklarıyla anılır. Sizin çocuklarınızı da polislerin dövdüğünü düşünün ve azıcık empati duyun halkla, ümmeti müslümanla!
Basit bir bedenin rahatlatılması için, çocuklarınızın geleceğine kirli ve kara bir miras bırakmayın! Sizi gelecekte de adınızla yaşatacakları aşağılatmayın ve yedi göbeğinize lanet okutmayın! Şu kısa dünya hayatında yuhalanmayın, küçülmeyin dünya malına heves ederek. Para ve gücün kandırıcı ve ruhu kirletici albenisine kanmayın!
Hoşgörüsüzlük, kendini yeniden yaratır.Yalan, fitne ve çok bilmişlik, sizin cehaletinizi gösterir.Herşeyi bilmek olanaksızdır.Çok bilmek çok yanılmak demektir de aynı zamanda.Çünkü bireysel bilinç ve irade ancak toz parçası bile olamaz genel irade karşısında.Densizliktir mağrurluk, fazla mağrur olmayın.İnsanların seslerine kulak verin.Sizden farklı olanlarla uzlaşmayı da düşünün.Herşey egemenlik, güç ve iktidar değildir. Biraz da bilgelik ve erdemden pay almaya bakın. Bilgelik ve erdem, size hoşgörüyü, paylaşmayı, yetinmeyi, saygı ve sevgiyi, yani insanlığı gösterecektir.
Kendi iradenizi başkasına dayatmayın.Bu ayıpların en büyüğüdür.İnsanların tercihlerini yaşamalarına karışmayın.İsteyen inanır, istemeyen inanmaz.İsteyen içki içer isteyen içmez. Bir eylem ya da düşüncenin size zarar veriyor olduğunu düşünüyorsanız, size ya da başkasına zarar vereni cezalandırmak için hukuk yok mu? Siz kendinizi hukuk yerine de koyuyorsunuz?Hak’kı siz mi belirliyorsunuz? Kimin kendine ne kadar zarar verdiğinden size ne? Kimin ne yaptığı, nasıl yaşadığı sizi neden ilgilendiriyor ki?Siz, yalnızca insanların karnını doyurun, iş bulun ve onlara yardım edin diye göreve çağrıldınız. Eziyet edin diye değil!
Siz derseniz ki, şu ya da bu hareket müslümanlığa aykırıdır. Müslümanlığa uygun olarak denebilir ki, bırakınız, onların belasını Allah versin! Kendinizi Allah’a eş koşmayın! Siz kendinizi cezalandırıcı merci, toplumun yaşamına her yönüyle karışan ve ortalığı bulandıran değil, devlet olarak, hükümet olarak kim olursa, ne düşünür ya da neye inanırsa inansın, yurttaşına hizmet eden, yani yurttaşının yaşamını kolaylaştıran olmalısınız. Özgürlükle ve demokrasiyle toplumun düzenlenmesi, ortak iradeye ve azınlığın iradesinin varlığına saygı göstermeyi gerektirir. Adalet ve eşitliğin gerçekleştirilmesi demek, hayatı azınlıklar için zorlaştıran, azınlık olanlara ne yapacağını söyleyen değil, onların yapmak istediklerini destekleyen ve yaşamlarını eğlenceli, mutlu, bolluk içinde, güvenlikle yaşamalarına olanak sunmayı amaçlamak anlamına gelir.
Demokratik hükümet demek (ileri kısmını istemeyelim şimdilik), kargadan başka kuş tanımam misali, kendinden başka kimseyi tanımamak, herkese zorla kendi isteklerini dikte etmek değildir.Aynı zamanda uzlaşmak, uzlaştırmak, farklılıkları korumak, değişme ve gelişmeyi korumak için, sosyal ve ekonomik olarak özenilen toplumları kültürel olarak da takip etmek demektir.Demokratik yaklaşım, kendini seçenleri değil, seçmeyenleri de dinlemeyi, azınlıkların yaşamlarını güvencelemeyi ve tüm toplumun adalet eşitlik, özgürlüklerini korumayı geliştirmeyi gerektirmektedir. Seçilmiş ve hükümet ediyor olsa da, demeokratik uygulama, kendi çevresine olanak ve rant, başkalarına şiddet ve cebir uygulamak anlamına gelmez…
Lakin siz yasakoyucu olarak başka yoldasınız!
Türkiye’de sorun, işi ehline verme değil, adam kayırma ve taifesi ile iktidara atılmaktır. Dert egemenlik olunca, yapılacak toplumsal düzenlemelerle, her türden çıkarları ve rantları kendi çevrelerine-adamlarına vererek olumlu olabilecek her gelişmenin de önü tıkanmaktadır. Sonra da müslüman ya da milliyetçi-demokrat olarak sorarsın; bu memleket neden gelişmiyor diye! Hatta memleketin hali yaptıklarının sonucu değilmiş gibi, tüm gelişmelerin engellenmesinin ve ilerleyememenin faturasını, onyıllardır muhalefette kalmakla muzdarip binde üç oy bile alamayan komünistlerin üstüne atarsın. Sanki bu toplumu ve devleti onlarca yıldır yönetenler komünistler ve demokratlarmış gibi!
Bu memleketi siz yönetiyorsunuz, düzeni, kuralı, gelişmeyi (!) ya da kanunları siz çıkarıyor, dünyanın en acımasız vergilendirmesiyle, halkı, yaşam gereksinmesi olan tüketim ve gıda maddelerine yüksek vergi koyarak inim inim inletiyorsunuz.Sonra da milliyetçi ve müslüman oluyorsunuz.Bu nasıl milliyetçilik nasıl müslümanlıktır diye sormazlar mı? Ortadoğu yıllardır, katliam, baskı, işkence, kötü muamele ile kan gölüdür. Ortadoğudan (yani İran, Irak, Afganistan, Suriye, Ürdün, Pakistan, Türkiye, Mısır) onlarca yıldır insanlar kafir Batı’ya kaçarlar da, müslüman ülkelere kaçmazlar. Bunun tek nedeni vardır!
Örnek aldığınız Avrupaya bakıldığında hemen anlaşılır bu gelişmelerin nedenleri: Orada isteyen istediğini söyler, istediğini içer ya da içmez. Batı’nın bilimsel başarılarının sırrı Hrıstiyan olmaları değildir. Demokrasiye inanmalarıdır. Batı’da, toplumun üyelerinin tümü, dilsel, dinsel, yönelimsel farklılıklarına bakmaksızın herkes yasalarca korunur.Amsterdamda uyuşturucular serbestçe özel kahve evlerinde satılır ama Hollanda toplumu kültürde olduğu denli bilim ve teknolojide dünyanın en önde toplumlarındandır. Orada herkes keş değildir! İsteyen gider, başkalarına zarar vermeden istediğini içer ya da yapar.İnsanların yaşamlarına müdahale edilmediği, herkesin kendi sorumluluğunu yaşadığı, farklılık ve çeşitliliğin zenginlik olarak algılandığı toplumlar, ileri toplumlardır.En ileri bilim ve toplumsal yaşam da bu yönelimli toplumlardadır.
İnsanlar; tehdit, baskı, şiddet, işkence ve terörle yaşamak istemezler.Özgürlükle, toplumsal ayrımcılığın olmadığı, gerilimden uzak, uyum, mutluluk ve güvenlikle yaşamak isterler.İster Hrıstiyan (Almanya) ister Yahudi (İsrail) ister Şin Taoist (Japonya) olsun, gelişmenin, kalkınmanın, aydınlanma ve demokrasinin dini inançla bağlantısı yoktur.Önemli olan dünyevi yaşamın gerekliliklerinin bağnazca, bencilce hükmedici, otokratik, totalitarist ya da faşistçe baskı altına alınmamasıdır. Artık bunu anlamak gerekiyor!
Birinci ve ikinci emperyalist paylaşım savaşının sonunda Avrupa’da Marksist demokrat ve aydın birçok düşünür Üniversitelerine Rektör olarak seçilebiliyor.Ancak Türkiye’de sözde rektörlük seçimlerinde en çok oyu alsalar da, seçim kazanan adaylar rektör olarak atanmıyorlar.Bunun sebebi nedir?İkinci Dünya savaşının ardından Almanya’da Yahudi kökenli Marksist olan Max Horkheimer rektör olabiliyor. Avrupa üniversitelerinde, kendi devletlerinin ve kapitalist sistemin eleştirisini yapmakta dünyanın önde gelen filozofları (Althusser, Deleuze, Badiou, Zizek, Sandkühler, Habermas, …), tümüyle olmasa da hem çalışmaları bakımından hem de düşüncelerini yazmak ve yaymak bakımından genellikle aşırı bir ayrımcılığa uğramadan (A. Negri bir istisna sayılırsa!) çalışmalarını sürdürebiliyorlar.
Türkiyenin hangi üniversitesinde komünist bir rektör var?Oysa kapitalizm içi rekabet için bile olsa, bunca üniversitenin birinin, farklılığı yaşatmak adına bile olsa, komünistlerin özgürce çalışabildiği, yönetime gelebildiği, diğer üniversitelerle yarışabildiği bir üniversite olması gerekmez mi? Siz ise Türkiye’de Komünist Manifesto’yu okutan üniversite hocasına soruşturma açıyorsunuz! Sizden ayrı düşünenleri ötekileştirip, asıl sizin utanmanız gerekecek şekilde cezalandırıyorsunuz!
Bu ülkede valiler, emniyet müdürleri, genel müdürler, rektörler milliyetçi olabiliyor, cemaatçi olabiliyor, liberal olabiliyor ama komünist olamıyor. Neden? Burada bir ayrımcılık yok mu?Hani komünizm düşüncesi ifade edilebilir ve yayılabilirdi? Bir yönetim, komünist olanları toplumsal süreçlerde cezalandırır, her adımını engellerse, onun kendini ifade etmesine olanak tanımazsa, nerede kalır özgürlük!
Türkiye’de toplumsal, politik, hukuksal alanlarda yıllardır olup bitenler, en hafif adlandırmayla, tutuculuktur, ayıptır, zalimliktir, kıyıcılıktır!