AKP, ABD’nin İslam coğrafyasında otokratik rejimlerin yerine ‘Ilımlı İslam’ modelini ikame etme projesinin bir parçası olarak peydahlandı. Asla “yerli ve milli” değildi. Başlarda gerçek yüzünü açık etmemeye özen gösterdi. Devlete hakim oldukça da artık niyeti açık etmekten çekinmedi. Başta Orta-Doğu olmak üzere İslam ülkelerinde “Ilımlı İslam’ rejimleri oluşturulacak, Türkiye de model olacaktı…
2011 de Tunus ve Mısır Devrimleri, ABD ve bir bütün olarak ‘kollektif emperyalizmin’ projesi için bir fırsata dönüştürülmek istendi. Mısırda Müslüman Kardeşler [İhvan-ı Müslimin] iktidara taşındı. Bu durum, Müslüman Kardeşlerin Türkiye versiyonu olan AKP’nin ve liderinin iştahını kabarttı… Artık II. Abdülnamit’in yapamadığını yapabilecekleri kuruntusuna kapılmışlardı. Nitekim, II. Abdülhamit, imparatorluğun çöküşünü, bir İslam Birliği [İttihad-ı İslam] oluşturarak engelleyebileceğini düşünüyordu. AKP’nin Abdülhamit hayranlığının gerisinde yatan bir neden de odur… Aslında ‘İttihad-ı İslam projesinin bir karşılığı olmadığının anlaşılması için fazla zaman gerekmedi. İttihatçıların ‘Panturanizm’ saplantısı sonucunda da imparatorluk çöktü… Esasen çöküş kaçınılmazdı, zira İmparatorluk ömrünü doldurmuştu…
Fakat, emperyalistlerin ve Tayyip Erdoğan’ın hesap edemedikleri bir şey vardı: İktidar yapılmak istenen ‘Politik İslam’ın’ [Ilımlı İslam- ki, ılımlısıyla radikali, yumuşağıyla serti arasında kayda değer bir fark yoktur] alternatif bir ‘toplum projesi’ yoktur. Nitekim, iktidara taşıdıkları Müslüman Kardeşler bir yıl bile dayanamadı. Büyük bir halk ayaklanmasının ardından ve bir askeri darbeyle denklem dışına atıldı… Geniş halk kitlelerini bezdirmesi için bir yıldan az bir zaman yetti… Politik İslamcıların tüm renklerinin alternatif bir toplum projesi yoktur. Çözümü geride arıyorlar ve fakat ‘tarihte geriye dönüş mümkün değildir. Yaptıkları ve yapabilecekleri yegane şey, neoliberal politikaları gözü kara uygulamaktır. Bildikleri yegane şey ülkenin varını yağmalamak, talan etmek, yağmayı ve talanı din sosuna batırmaktır… Dolayısıyla İslam’la ‘Politik İslam’ı’ aynı şey saymamak gerekir… Politik İslam’da dine yapılan göndermeden amaç, iktidarı meşrulaştırmak, kitleleri aldatmak, oyalamaktır… ‘Kutsalın’ iktidar için araçlaştırılmasıdır… Politik İslam’da din bir ‘şov aracına’ dönüşür…
Türkiye’de siyasetçilerin asıl amacı, bütçeyi ve hazineyi yağmalamak, yağmalatmaktır… Her iktidar kendi sermaye gurubunu oluşturur… Her dönemim kendi zenginleri vardır… AKP ‘İslamcı’ olduğunu söyleyen/sanılan kesimi palazlandırdı… Tarikat/cemaat taifesini servete ve zenginliğe, daha doğrusu yağma ve talana ortak etti… Her halde Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca yağma ve talanı AKP kadar ‘başarıyla yapan’ başka bir iktidar görülmemiştir… Gerçi ekonominin temeli ünlü “24 Ocak Kararlarından [1980]” beri aşınmaya devam ediyordu ama AKP süreci hızlandırdı ve ekonomiyi çökertmeyi ‘başardı…’ Fakat, AKP ve lideri Tayyip Erdoğan çöküşü büyük bir başarı olarak sunmayı da başardı… Bu konuda hakkını teslim etmek gerekir… Ekonomiyi uçurduklarını, ‘Türkiye’ye çağ atlattırdıklarını söylediler ve buna inananların sayısı az değildi. Aslında AKP’nin bir başarısı daha var: Bu güne kadar hiç bir iktidar yalanı AKP kadar ‘yetkinlikle’ kullanamamıştı… AKP ve lideri bu alanda tüm rekorları kırdı. O kadar ki, Türkiye artık tam bir ‘yalan cumhuriyeti’… Rakamlara, istatistiklere söyletemeyeceğiniz yalan yoktur…
Tabii sadece ekonomiyi çökertmekle kalmadılar, dış politikayı da bir çıkmaza soktular, sınırlı demokrasinin, hakların ve özgürlüklerin, sınırlı hukukun da köküne kibrit suyu döktüler… Bu gün Türkiye 780 bin kilometrelik büyük bir hapisane sanki… Sadece hukuku değil, kuralları, değer ölçüsünü, nirengi noktasını da yok ettiler. Tabii ahlâk da erozyona uğradı… Çökertilmemiş kurum bırakmadılar… Aslında XXI’inci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunu ihya etmeye heveslenirseniz, olacağı budur. Eğer tarihte ‘geriye dönüş mümkün olsaydı, işler ne kadar da kolay olurdu. Kırk yaşındaki adama sekiz yaşındaki çocuğun ceketini giydirmek mümkün müdür? Siz bu iktidarın saray saplantısının gerisinde ne var sanıyorsunuz? Padişah demek saray demektir, kışlık saraylar yazlık saraylar… Fakat ölçüyü kaçırdılar. Padişahların vezirleri olurdu ve vezirler yönetimin vazgeçilmezleri sayılırdı… Tam bir ucube olan ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ dediklerinde başbakan yok… Bu ‘saf bir tek adam rejimi’, tuhaf bir otokrasi… Parlamento da çoktan by-pass edilmiş durumda…
Bir de ‘Büyük Proje” saplantıları var… Bu büyük projeler neden gündeme geliyor? Aslında ‘Büyük Proje’ demek, daima büyük sömürü, büyük yağma, büyük vurgun büyük talan demektir. Bir proje ne kadar büyükse vurgun da o kadar büyüktür. Fakat hepsi o kadar değil. Büyük Projeler aynı zamanda rejimin ideolojik meşrulaştırma araçlarıdır. Eski çağlarda inşa edilen büyük yapılar, iktidarın gücünün, yıkılmazlığının, ‘yenilmezliğinin’, ‘ebediliğinin’ simgeleriydi… Dolayısıyla, işte büyük köprüler, devasa binalar, camiler, hava alanları, vb. iktidarın meşrulaşma araçları işlevi de görüyor. AKP yeni bir ‘resmi tarih’ oluşturmak da istiyor. Bu amaçla yakın dönemi unutturmaya, Osmanlı dönemini yüceltmeye çalışıyor ama bunu becermesi mümkün değil… Gerçi resmi tarih, yalana, tahrifata, yok saymamaya, adıyla çağırmamaya dayanır ama yine de ‘asgari bir geri planı’ varsayar… Onun için AKP’nin ‘resmi tarih’ zorlamasının bir karşılığı yok. Beyhude bir çaba… AKP, Cumhuriyet döneminde yapılanları unutturmak, önemsizleştirmek için yoğun bir çaba harcıyor… “Her şey benimle başladı, ne yapıldıysa biz yaptık”! demek istiyor.
Din soslu bağnaz neoiberalizmle buraya kadar…
Türkiye’de neoliberalizmin yaklaşık 40 yıllık geçmişi var ama geride kalan dönemde hiç AKP iktidarındaki kadar ‘gözü kara’ uygulanmamıştı. AKP sınır tanımaz, utanmaz bir sömürü, yağma ve talan düzeni kurdu… Her şeyi özelleştirdi, paralılaştırdı, metalaştırdı. Dışardan aldığı kredileri münhasıran inşaata gömdü… Yandaşlara peşkeş çekti… Zaten ithalat bağımlısı olan sanayiyi çökertti. Tarım da ithal girdiyle yol alabilir hale getirildi ve artık insanları doyuramaz durumda. Devlet aygıtından ‘liyâkatı’ kovdu… Oysa bir sistem, bir rejim var olabilmek, işleyebilmek için kurumlara, kurallara, etiğe ihtiyaç duyar… Şimdilerde kuralların ve etiğin yerinde yeller esiyor… Dış politika hiç bu kadar yerlerde sürünmemişti… Kürt sorunu tam bir ‘çözümsüzlük’ girdabına hapsolmuş durumda… Oysa, Türkiye’nin vakitlice çözmek zorunda olduğu en temel sorun Kürt sorunudur… Zira, doğrudan toplumun geleceğini angaje ediyor… Velhasıl, tüm gösterge ışıkları kırmızıda, tam bir iflas tablosu söz konusu.
Lakin önemle hatırlanması gereken bir şey var: Artık muhalefetin ‘eski kafayla’ ‘yeni duruma’ müdahale etme, şeylerin seyrini değiştirme şansı yok. Kitleleri aldatma, oyalama şansı yok… Artık zemin kaymış, insanlık ve uygarlık tehlikeli bir türbülansa girmiş bulunuyor… İnsan ve toplum yaşamını tehdit eden riskler hızla artmakla… Sistemin ürettiği sosyal kötülüklere ekolojik yıkım eşlik etmekte ve bunak kapitalizm çözdüğünden daha çok sorun yaratır halde… Kapitalist dünya sistemi çökmekte ve Türkiye çöküşte ön sıralarda… Dolayısıyla radikal bir perspektif değişikliğine yeni bir paradigmaya ihtiyaç var. Önceki dönemin yöntem ve araçlarının bir işe yaraması artık mümkün değil… Geçmişte yapılandan radikal olarak farklı politikalar, farklı yöntem ve araçlar, farklı anlayışlar ve perspektif gerekiyor... Keynezciliğe, 1980 öncesi politikalara, vb. dönerek aracı bataklıktan çıkarmak mümkün değil… Velhasıl ne ile cebelleştiğini bilmek büyük önem taşıyor… Durum profesyonel politikacılara bırakılmayacak kadar önemli… Zaman, insanları bilinçli ‘politik özneler’ olmaya davet ediyor… “Tarihi sadece halk yaptığına göre…”