6 Haziran 2019
Sudan’da güvenlik güçleri, Pazartesi erken saatlerde, başkent Hartum’daki savunma bakanlığının dışında beş ayı aşkın süredir devam eden oturma eylemini sona erdirmek için gerçek mühimmat kullanarak bir katliam gerçekleştirdi. On binlerce Sudanlı, ordu yönetimine son verilmesi ve iktidarın demokratik olarak seçilmiş bir hükümete aktarılması talebiyle düzenli olarak toplanıyordu.
Sudanlı Doktorlar Komitesi, Pazartesi günü akşam saatlerinde, 30’dan fazla ölü olduğunu doğruladı ve en az 116 yaralı olduğunu söyledi. Öldürülenlerin en az biri, silah ateşi ile vurulan sekiz yaşındaki bir çocuktu. Birçok protestocu hala kayıp olduğu için, ölü sayısının çarpıcı biçimde artması bekleniyor. Güvenlik güçlerinin cesetleri Nil Nehri’ne attığına ilişkin haberler var. Sudan başkentinin dışındaki protestoculara karşı da benzer öldürücü saldırıların gerçekleştiği bildiriliyor.
Pazartesi günkü katliamın kurbanları
Protestocuların kamp yerine, Hızlı Destek Gücü’nün (RSF) çöl kamuflajı giyen askerlerinin önderlik ettiği çeşitli ordu ve polis birlikleri hücum etti. RSF, Hartum rejiminin Darfur’daki ve ülkenin doğusundaki bölgesel isyanları bastırmak için kullandığı son derece acımasız bir paramiliter birlik. RSF’ye, ülkenin mevcut askeri cuntası olan Askeri Geçiş Konseyi’nin başkan yardımcısı ve geleceğin diktatörü olarak görülen Korgeneral Hamdan Dagalo (halk arasında “Hemeti” olarak biliniyor) komuta ediyor.
Birlikler, göz yaşartıcı gaz, ses bombası ve gerçek mühimmat kullanarak baskın düzenlediler. İnternette yayınlanan video, aralarında yaşlı erkeklerin ve kadınların da olduğu silahsız göstericileri çevreleyip döven kırbaçlı askerleri gösteriyordu.
Ayrıca, protesto alanını gören yüksek binalara yerleştirilmiş keskin nişancılara ilişkin fotoğraflar yayınlandı. Keskin nişancılar, olayları cep telefonu kameraları ile kaydetmeye çalışanlara ateş açıyordu.
Bir protestocu şunları anlattı: “Başından kurşun yarası olan birini taşıdığım için beni sağ kalçamdan vurdular… Bir subay, beni silahıyla vurdu ve taşıdığım kişiyi düşürdüm. Sonra biraz geriledi ve onu kafasından vurup, bana, ‘şimdi onu gömebilirsin,’ dedi.”
Askerler, protestocuları vurup dövmelerinin yanı sıra, oturma eylemi alanına dikilen çadırları yaktılar ve alanı makineli tüfekli kamyonlarla kapattılar.
Silahlı güvenlik güçlerinin, yaralıların götürüldüğü hastaneleri kuşatma altına aldığı, hastanelerin içinde ateş açtığı ve gönüllülerin ve doktorların içeriye girmesini engellediği hakkında da haberler vardı. Doktorlar tarafından paylaşılan bir video, güvenlik güçlerinin Hartum’daki Royal Care Hastanesi’ndeki sağlık çalışanlarını dövdüğünü gösteriyordu.
Savunma bakanlığı bölgesinden çıkarılan protestocular, gösteri yapmayı ve Hartum ile komşu Omdurman’nın sokaklarında barikat kurmayı sürdürdüler. Hartum genelindeki mahallelerde, halk, cuntanın yaptıklarını protesto etmek için sokaklara döküldü ve taşlarla, yakılmış lastiklerle barikatlar kurup köprüleri kapattı. Omdurman’da da benzer seferberlikler görüldü. Bu iki kentte ve Sudan’ın başka şehirlerinde güvenlik güçlerinin ateş açmayı sürdürdüğü bildiriliyor.
Hartum sokaklarında barikatlar kuran protestocular
Gösterilerde duyulan sloganlar arasında, “Oturma eylemini dağıtırsanız, her sokakta protesto düzenleriz” ve “Hepimizi öldürmeniz gerekecek,” vardı.
Yönetim, ordunun protestoculara yönelik saldırısından kısa süre önce, bölgede elektriği kesti. İnternet de ülke genelinde kesildi.
İktidardaki Askeri Geçiş Konseyi (TMC), baskının yalnızca protesto alanına komşu bir mahalleden gelen, “Colombia” takma adlı ve yüksek suç oranıyla ünlü “azılı unsurlar”ı hedef aldığını iddia eden akıl almaz bir açıklama yaptı.
TMC sözcüsü, şunları söyledi: “Burada olan şey, oturma eylemi bölgesinin bitişiğindeki Colombia’nın hedef alınmasıdır; oturma eyleminin değil. Oturma eylemi bölgesindeki protestocuların arasında tehlikeli unsurlar sızdı.”
Sözcü, “sorunu çözmenin en hızlı yolu olarak”, cunta ile Özgürlük ve Değişim Bildirgesi Güçleri (FDFC) çatısı altında örgütlenen muhalefet grupları arasındaki “görüşmelere geri dönülmesi” çağrısı yaptı.
TMC, kitlesel protestolar karşısında, 11 Nisan günü, Sudan’ın otuz yıllık egemeni olan Devlet Başkanı Ömer El Beşir’e karşı önleyici bir darbe ile iktidara el koymuştu. TMC’nin hedefi, önderini yerinden ederek ordunun egemenliğindeki yönetimi muhafaza etmekti.
Protestoya yönelik saldırı, cunta ile sivil muhalefet arasındaki görüşmelerin çökmesinden sonraki günlerde açıkça hazırlanıyordu. Görüşmeler, devlet başkanlığı seçimlerine hazırlık olarak teklif edilen iki yıllık geçiş dönemindeki yönetime ordunun mu, yoksa sivillerin mi başkanlık edeceği üzerinden kesintiye uğraşmıştı.
Uzun süreli geçişi reddeden ve cunta yönetiminin derhal sona ermesini talep eden göstericiler sokaklarda kaldılar.
İktidardaki TMC, Cumartesi günü, “oturma eyleminin ülke için bir tehdit haline geldiğini” ilan eden bir açıklama yaptı.
Washington, formalite gereği, Dışişleri Bakanlığı’ndan bir müsteşar aracılığıyla, Hartum’daki “eşgüdümlü ve hukuksuz şiddet”i kınayan bir açıklama yapıp, muğlak bir şekilde, Sudan halkı “onlara karşı çalışan otoriter bir askeri konseyi değil, halk için çalışan bir sivil hükümeti hak ediyor” diye belirtse de, gerçekte, bu askeri baskı, ABD’nin bölgedeki başlıca müttefikleri ile en sıkı işbirliği içinde hazırlanmıştı.
Demir yumruk baskısına doğru yöneliş, TMC’nin başındaki General Abdülfettah Burhan ile yardımcısı Korgeneral Dagalo’nun, askeri yönetimin başlıca destekleyici olan üç ülkeye yaptığı ziyaretlerin hemen arkasından geldi. Söz konusu ülkeler, aynı zamanda, Washington’ın Arap dünyasındaki başlıca müttefikleridir: Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri (BAE).
Kahire, Riyad ve Dubai yönetimlerinin, katliama, Washington’ın örtülü onayıyla yeşil ışık yakmış olduğu açıktır.
Oturma eylemine yönelik saldırı, Mısır’ın askeri diktatörü General Abdülfettah El Sisi’nin 2013’te Kahire’nin Rabia Meydanı’nda gerçekleştirdiği daha da kanlı katliamı hatırlatmaktadır. O saldırıda, Mısır’ın seçilmiş cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’yi deviren askeri darbeyi protesto eden kadınlar, erkekler ve çocuklar dahi en az 1.000 kişi öldürülmüştü. Hüsnü Mübarek’in ABD destekli 30 yıllık diktatörlüğünü devirmiş olan Mısır devrimini kanda boğan El Sisi’nin, Mısır’ın güney komşusu Sudan’da benzeri bir devrimci ayaklanma mücadelesinin gerçekleştiğini görmeye hiç niyeti yoktur.
Kahire yönetimi, “Sudan’ın tüm taraflarını kendine hakim olmaya ve görüşme masasına dönmeye” çağıran bir açıklama yayınladı.
Suudi Arabistan’a ve BAE’ye gelince, bu ülkelerin hükümdarları, Sudan’daki cunta yönetimini desteklemeye 3 milyar dolar ayırma sözü verdiler. Bunun karşılığında, Sudan ordusu, Suudi Arabistan’ın ve BAE’nin Yemen’e karşı soykırımsal savaşını desteklemek üzere asker gönderiyor.
BAE’nin iktidardaki Veliaht Prensi Muhammed bin Zeyd, Sudanlı generallerin “Sudan’ın güvenliğini ve istikrarını korumasına” yardımcı olma sözü verdi.
Suudi Arabistan’ın fiili hükümdarı, geçtiğimiz yıl Cemal Kaşıkçı’nın arsızca öldürülmesinin ve onlarca siyasi muhalifin boynunun vurulmasının arkasındaki kişi olan Veliaht Prens Muhammed bin Salman da, büyük olasılıkla benzer bir destek teklif etti.
Korgeneral Dagalo, Riyad’daki görüşmenin ardından, “Sudan, İran’dan ve Husilerden gelen her türlü tehdide ve saldırıya karşı krallığın yanındadır,” diye belirtiyordu.
Bu tür bir bağlılık, kuşkusuz, Washington’daki tüm diğer değerlendirmeleri gölgede bırakmaktadır. Washington’ın Ortadoğu politikasının odak noktası, ABD’nin bölgede yeni ve çok daha tehlikeli bir emperyalist saldırı savaşına hazırlık olarak İran karşıtı bir eksenin sağlamlaştırılmasıdır.
Aynı zamanda, hem ABD’deki emperyalist çevrelerde hem de Ortadoğu ile Kuzey Afrika genelindeki egemen tabakalar arasında, Sudan’daki halk isyanının, Cezayir’de, Tunus’ta, Fas’ta ve bölge genelinde büyüyen grev ve kitlesel protesto dalgasını besleyeceği korkusu var.
Sudan’ın işçi ve yoksul kitleleri için ileriye giden yol, burjuva ve küçük burjuva önderliğe sahip muhalefetin sivil bir geçiş hükümeti çağrılarından geçmemektedir. Bu, yalnızca, Sudan’daki bir avuç varlıklı seçkinin ve onların ordudaki yandaşlarının egemenliğinin sürmesi için bir makyaj işlevi görecektir.
Washington’ın, onun bölgesel müttefiklerinin ve Sudan’daki egemen kliğin karşıdevrimci komplolarını yenilgiye uğratmanın tek yolu, işçi sınıfının iktidarı almak ve ülkenin servetini kendi denetimi altına almak üzere önderlik edeceği bağımsız bir mücadeleden geçmektedir. Bu, bölge ve dünya genelindeki işçi sınıfının kapitalizmi ortadan kaldırma ve sosyalist bir toplum kurma yönündeki daha kapsamlı mücadelesinin bir parçasıdır.
* wsws.org’dan