Haziran 2020
Günümüzde büyük insanlığın, burjuva demokrasisine biat etmesi için yoğun demagojik (lâfazanlık) bir algı operasyonu yürütülmektedir. Bu demagojik propaganda ile kitleler, öyle bir gündemin etkisine sokulmuştur ki, her türden muhalif, karşıtını, demokrat olmamakla, demokrasiye saygılı olmamakla suçluyor. Burjuva demokrasisini, yere, göğe sığdıramayan kimi çevreler de onu, her derde deva, her şeye çare olarak ifade ediyor. Daha kafatasçı olanlar ise burjuva demokrasisinin, yeterince yürürlükte olmadığı için kapitalist sömürü ve zulmün, ekonomik, siyasi ve toplumsal krizlerin, işsizlik ve yoksulluğun meydana geldiğinden dem vurarak, kapitalizmi masum, katlanabilir olmasını dillendiriyor. Aslında tüm bu belli çevrelerin, burjuva demokratik demagojiden murat ettiği şey, kapitalist mülkiyete dayalı, üretim biçiminin tarihsel gayri meşruiyetini gözden kaçırmak, reel tahkimini sağlayıp, kapitalizmi büyük insanlığa onaylatarak, burjuva demokrasisine sabitlemektir.
Sol-Sosyalist, Marksist Reel Sosyalist ve onun nüanse edilmiş türevi çevrelerden kimileri de kapitalizme karşı mücadele adı altında, tarihi toplumsallaşma süreci boyunca, insanlığın, değişik biçimlerde yaşadığı demokrasinin [[1]], tarihi ve tarihselliğinin altyapısını, görmezden gelerek, “demokrasinin kapitalizme aykırı olduğunu. Demokrasi diye bir durumun yaşanmadığını”. Ne i düğü belli olmayan bir demokrasiyi, adeta “öbür dünyadaki cennet” ile ilişkilendirip, “ahrette” yaşanabilirliğine hükmediyorlar.
Oysa 18oo Sanayi Devriminden itibaren kapitalizm, sürecinin karmaşık (kaotik), gerici olgu ve çözünme aşamasını girmiş ve yaşamaya başlamıştır. Bu tarihten bugüne, alet ve makinelerin, üzerinde taşıyıp geliştirdiği ‘Tarihsel Toplumsal Eşitçi ÖZ’ [[2]] ile kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkileri biçimi arasında, uzlaşmaz çatışma dönemi yürürlüktedir. Bu çatışma döneminin toplumsal göstergesi olarak kapitalizm, hem altyapı düzeyinde, hem de bu altyapının toplumsal varlık biçimi olan toplumsal üstyapıdaki tüm burjuva siyasal yönetim biçimlerinin aşılması düzeyinde, tarihsel olarak, gayri meşru konuma sokulmuştur. Onun yerine, her ülke gerçeğinde, cari emek gücüne teşmil, eşit paylı, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyet biçiminin nüvesini, kapitalist toplumun ana rahmine düşürmüştür. Dolayısıyla bu gelişme temelinde, kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkileri ve onun varlığının izdüşümü olan siyasi iktidar ve yönetim biçimlerinden biri olan, burjuva demokrasiyi de tarihsel olarak gayri meşru konuma düşmüştür. Ama reel olarak aynı demokrasiyi, sosyalist demokrasiye dönüştürmek için devrimci demokratik sınıf mücadelesi temelinde, ele alıp çalışmayı ve aşmayı, zorunluluk haline getirmiştir.
Yaşanan maddi gerçekliğin temeli budur. Kapitalizme bu temel üzerinden, doğru bir müdahale yapılamadığı için bugünkü kaos (kargaşa), 1800’lerden itibaren süre gelip yaşanmaktadır.
Bu belirleme ve kavrayış temelinde, mesele ele alınıp mücadele edildiğinde, yukarıdaki burjuva demagoji ile burjuva demokrasiyi “cennete öteleme çabası” yerle bir olmaktan kurtulamaz.
İlke düzeyinde, esas mesele şudur:
Toplumsal birer altyapı öğesi olan, mülkiyet ve üretim ilişkileri biçimi, kendine uygun toplumsal bir üstyapı kurumu olan, siyasal iktidar ve yönetim biçimlerini belirleyip geliştirerek, yaşamsal kılar. Bu ilke, her toplumsal üretim biçiminde olduğu gibi kapitalist toplum üretim biçiminde de burjuva demokratik yönetim biçiminin belirlenmesinde temel bir rol oynamıştır. Ama geçmeden hemen belirtmek gerekir ki, burjuva demokrasisinin (ve melezi demokratik monarşi ve demokratik oligarşi gibi siyasal yönetim biçimlerinin); köleci demokrasiden, feodal monarşi ve aristokrasiden, önemli bir farkı, özel mülkiyet sahiplerinin sınıfsal tabanının, görece daha geniş ve kapsamlı olduğu görüntüsüdür.
Ama bu durum, önemli bir yanılsamadır.
Çünkü kapitalizmde, işçi-emekçinin de kapitalistin metası gibi satacak bir metası vardır. Bu meta da geniş emekçi kitlelere ait satılık soyut emek gücü mülkiyetinin, yaygın toplumsal varlığıdır. İşte bu metanın yaygın varlığı nedeniyle, kapitalist özel mülkiyet sahiplerinin sınıfsal tabanı, görece daha geniş ve kapsamlı görünmektedir. Dolayısıyla, kapitalist toplumun altyapı öğeleri olan özel mülkiyet ve üretim ilişkileri biçimi ile bu ilişkilerin varlığının kapitalist toplum üstyapısındaki iz düşümü ve siyasi iktidar ve yönetim biçimlerinden biri olan çağdaş burjuva demokrasisi, tarihi ve tarihselliği temelinde anlaşılmadan, demokrasi hakkında tutarlı bir fikir sahibi olmak asla mümkün değildir.
Yukarıda söz konu edilen ilkenin, tarihsel gelişmesi şöyle olmuştur:
‘Tarihi Toplumsallaşma Süreci’ boyunca mülkiyet, üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makinelerin, hâkim sınıflar (efendi, toprak beyi ve burjuvazi) tarafından, özel mülkiyet edinmesi üzerinden yürütülmüştür. Bu temelde, her özel mülkiyet biçimi, kendine uygun üretimi biçimini; her üretim biçimi de toplumsal altyapı teşekkülünde kendine uygun özel mülkiyet, bölüşüm, değişim, yatırım ve tüketim biçimlerini geliştirmiştir. Bu konuda John Lock’un da işaret ettiği gibi her toplumsal özel mülkiyet biçimi de kendini kollayıp korumak [[3]] için farklı siyasal iktidar ve yönetim (devlet) biçimlerini belirler. İşte bu tarihsel toplumsal gelişme boyunca, belirli tarihsel dönemlerde, köleci, feodal ve kapitalist toplum üretim biçimleri ve onlara uygun monarşi, aristokrasi, demokrasi ve oligarşi gibi siyasal iktidar ve yönetim biçimleri oluşmuştur.
Neden?
Çünkü ‘Tarihi Toplumsallaşma Süreci’ boyunca insanlık, belli üretim ve tüketim süreçleri sarmalından geçerken, kendi yaşam biçimine uygun ve ona temel teşkil eden, iki türlü alet üretip, onları teknolojik olarak geliştirerek ilerletmek zorunda kalmıştır:
(Birincisi) Toplumsal altyapıya ait maddi üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makineler: Kürek, kazma, balta, çekiç, makine, kepçe, bilgisayar, endüstri robotu vs’dir.
(İkincisi) Toplumsal üstyapıya ait manevi üretim aletleri: Devlet, hukuk, felsefe, sanat, edebiyat, ahlak, adalet, siyaset, din, demokrasi, monarşi, oligarşi, kültür vs’dir.
‘Tarihi Toplumsallaşma Sürecinde’, her toplumsal üretim biçimine ait altyapıyı belirleyen maddi üretim aletleri, kendilerine uygun ve kendilerinin toplumsal varlık biçimleri olan manevi (düşünsel) üstyapıya ait üretim aletlerini geliştirip toplumu birlikte biçimlendirmektedirler.
İşte demokrasi de farklı toplumsal üstyapılara ait manevi (düşünsel) üretim aletlerinden biridir.
Demokrasinin yeşerebileceği toplumsal arazi:
1. Özel mülkiyet üretim biçiminin var olması gerekir.
2. Şehirlerin ve şehirsel uygar yaşam biçiminin gelişmesi gerekir.
3. Asgari düzeyde toplum ve devlet örgütlenmesinin varlığı gerekir.
4. Özel mülkiyetin gelişme ve çoğalma imkânlarının herkes için açık tutulması, hukuki olarak teminatı altında olması gerekir.
5. Yurttaşların (mülkiyet sahiplerinin) siyasal yönetime katılma, seçme seçilme iradesinin varlığı, hukuki olarak desteklenip korunması gerekir.
İşte bu kriterler temelinde, köleci demokrasiden itibaren, genel olarak demokrasi: bir birine yakın ama eşitsiz özel mülkiyet sahibi, varlıklı hâkim sınıf ve tabakaların, şehir ve şehir uygarlıklı “demosun/halkın” veya “yurttaşların”, kapitalizmde ise “vatandaşların” siyasi iktidar ve yönetim biçimi olarak, var olup gelişmiştir. Ancak, hemen belirtmek ve not düşmek gerekir ki, komünist toplum demokrasisi için şehir kuralının gereksizliğini şimdiden kestirmek mümkündür. Çünkü komünist toplumda, üretim araçları özellikle üretim aletleri ve makinelerin teknolojik düzeyi ve üretime girme tarzları ve dağılımı, şehir-kır ayrımını ortadan kaldıracak düzeyde olacağı için farklılık arz edecektir.
Tarihsel hareketinde özel mülkiyet, şöyle sarmal döngüler yapıp gelişmiştir:
Mülkiyet, şimdiye kadar, üretim aletleri ve makineler üzerinden, basitten karmaşığa, aşağıdan yukarıya doğru sarmal bir hareket ile körük gibi genişleme büzüşme, büzüşme genişleme periyotlarını takip ederek ilerlemiştir. İlkel topluluğun mülkiyetsizliğini genişleme kabul edersek, körük; köleci özel mülkiyet biçimi ile kentsel devletlerde büzüşerek köleci demokrasiyi (köleci Sümer demokrasisini, köleci Atina demokrasisini) geliştirmiştir. Feodal özel mülkiyet biçiminde, geniş topraklara yayılarak genişlemeyi ve esas olarak anti demokrasiyi geliştirirken; Roma İmparatorluğuna ait merkezi şehirlerde, köleci demokratik Roma Cumhuriyetini [[4]] geliştirmiştir. Kapitalist özel mülkiyet, kentlerde büzüşerek burjuva demokrasisini geliştirirken; sosyalist toplum ise geçiş toplumu olduğu için sosyalist demokrasiyi, esas olarak kentlerde, büzüşme ile sürdürecektir. Ama (kestirim düzeyinde), her ülke toprakları gerçeğinde, tüm vatandaşlara eşit paylı, kolektif komünal komünist özel mülkiyet biçimi de genişleme periyodunda, tam komünal komünist demokrasiyi belirleyip geliştirmiş olacaktır.
Demokrasinin genel ve temel kriterleri ise şunlardır:
a) Hukukun üstünlüğü ve eşitçe uygulana bilirlik anlayışının varlığı ve yasal teminat altında olması.
b) Yeterli düzeyde, hukuki kurum ve kurumsallaşmanın varlığı ve işler düzeyde olması.
c) Herkes için örgütlenme, kendini geliştirme ve ifade özgürlüğünün varlığı ve yasal güvence altında olması.
d) Ülke vatandaşlarının (işin gerçeği maddi özel mülkiyet sahiplerinin), toplumsal yönetim için özgür iradelerini, özgür seçimler ile dile getirebilecekleri seçme ve seçilme ortamının varlığı.
e) Toplumun, kuvvetler ayrımı (yasama, yürütme ve yargı) ilkesi temelinde, gerekli hukuki kurum ve kuruluşların örgütlü varlığıdır.
Bu kriterler, nüans farkıyla, her tarihsel toplumsal üretim biçiminin yarattığı demokratik sistem için geçerlidir. Yukarıdaki soyut genel birkaç ilkenin yarattığı genel yanılsama dışında, ezen, ezilen her sınıf ve tabakayı kapsayan, demokrasi diye bir şey henüz yaratılamamıştır. Böyle bir şey şimdiye kadar yaşanmamıştır. Çünkü insanlık, tüm sınıf ve tabakaları kapsayan bir mülkiyet ve üretim biçimi yaratamadığı gibi onun düşünsel üstyapı formu olarak, hemen herkesi kapsayan demokrasi diye bir şey de yaratıp yaşayamamıştır.
Nasıl ki her üretim biçimi, kendine uygun mülkiyet biçimini yaratırsa; her mülkiyet biçimi de kendine uygun toplumsal sınıfları ve toplumsal örgütlenmeyi yaratır. Bu temelde, her hâkim veya varsıl sınıf da kendine uygun siyasi iktidar ve yönetim biçimini geliştirir. Böylece, ‘Tarihi Toplumsallaşma Sürecinde’, sınıflar temelinde ancak köleci demokrasi, çağdaş burjuva demokrasisi denen siyasal yönetim biçimleri gerçekleşebilmiştir. Sosyalist demokrasi ise teorik olarak insanlığın gündeminde, siyasal pratikleşmeyi beklemektedir.
Dolayısıyla demokrasi:
En geniş anlamıyla, maddi özel mülkiyet sahiplerinin, en geniş biçimde temsil edildiği, siyasal iktidar ve yönetim biçimi demektir.
Toplumun ve toplumsal bir varlık olarak insanın, kendini yönetme (temsil) ihtiyacı, esas olarak özel mülkiyetini korumak, kollamak ve geliştirmek içindir. Tek tek her insanın ve toplumsal sınıfın, kendisini yönetmesi amacı altında, ihtiyaç ve ihtiyat saikıyla mülkiyet edinme arzusu yatar. Bu arzu ile var olan insanın, başkasını yönetme eğilimi, elde etmiş olduğu ‘fazladan mülkiyet’ [[5]] üzerinden kamçılanır. Bu temelde, fazla mülkiyet edinme arzusu, bir başkasını sömürme isteğine, sömürme isteği de gerçekleşmek için bir başkasını yönetmeye zorunlu olarak yol açar. Bu durum, ‘fazla mülkiyet’ sahibi kişinin, doğumdan gelen iyi veya kötü niyetli olmasıyla alakalı bir durum değil; tamamen tarihi koşulların ve tarihsel gelişmesinin ürünü bir gelişmedir.
Kişi, ‘fazla mülkiyeti’ koruyup kollayayım derken, bir başkasını sömürmeye devam ederek, zapturapta altına almak zorunda kalır. Demokratik sistemler dâhil, şimdiye kadar yaşanan tüm siyasal yönetim biçimleri bu zorunluluktan kaçınamamıştır. Bu zorunluluğun aşılmasına kafa yoran J. J Rousseau, “amacım bireysel mülkiyeti, mutlak olarak kaldırmak değildir; çünkü bu imkânsızdır.” Esas olarak yapılması gereken şey “onu dar sınırlar içine almak, bir ölçü ve bir kaideyle bağlamak, zapt edilebilecek, idare edilebilecek, itaat altına alabilecek ve her zaman çoğunluğun çıkarına bağlı bulundurulabilecek bir fren bulmak” [[6]] gerekir diyor. İşte bu saptama temelinde, burjuva özel mülkiyetine, müdahale edip, onu, ülke toprağı gerçeğinde, cari emek gücüne teşmil, eşit paylı, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyet biçimine dönüştürüp, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı ile sosyalist demokrasiyi geliştirmek gerekir.
İhtiyaçlar, günlük yaşamak için tüketime, mülkiyete ise ihtiyat nedeniyle gelecekteki üretime, kazanca ve veya ‘fazla mülkiyet’ ile sömürü mekanizması kurup işletmeye yol açar. Aklından zoru olmayan her insanın, doğal, meşru günlük bireysel ihtiyaçlarını karşılayacak kadar mülkiyet edinmeye hakkı vardır. Bu doğal ediniminde insan, günlük yaşamak ve mülkiyet edinmek için kendi toplumsal çabalarını başkaları ile paylaşmak, ortaklaşmak zorundadır. Bu fonksiyonunu icra eden insan, yaşam biçiminde mülkiyet edinme, edindiğini koruma ve geliştirme zorunluluğu altında çaba sarf eder. Demek ki insan, irade koyarak, direk günlük çıkarını ve mülkiyetini yönetmek zorundadır. Ama ne yazık ki insanlık, bugüne kadar mülkiyetini yönetme ve geliştirme zorunluluğuna, büyük insanlık lehine irade koyarak, onu eşit bir biçimde geliştirememiştir.
Bugüne kadar, mülkiyet ile ilişkilenen insan, demokrasilerde direk, diğer siyasal yönetim biçimlerinde dolaylı olarak yaşamını ve kendini yönetebilmiştir. Gelmiş, geçmiş tüm siyasal iktidar ve yönetim biçimlerinin amacı, özel mülkiyeti korumak, kollamak ve geliştirmek olmuştur. Gelecekte de böyle olacaktır. Bu nedenle, farklı toplumsal üretim biçimlerinde, farklı mülkiyet biçimleri üzerinden, monarşi, aristokrasi, demokrasi ve oligarşi vs. gibi iktidar ve yönetim biçimleri gelişmiştir. Mülkiyet sahiplerinin iradesi dışındaki yönetim biçimleri, monarşi, aristokrasi ve oligarşi gibi adlar alırken, tüm mülkiyet sahiplerinin (varsıl sınıf ve tabakaların) iradesine başvurularak oluşturulan yönetim biçimleri de köleci demokrasi, burjuva demokrasisi gibi adlar almıştır. Bu nedenle demokrasiyi söz konusu ederken, sosyal demokrasi, özgürlükçü demokrasi, temsili demokrasi, doğrudan demokrasi, radikal demokrasi, eşitlikçi demokrasi, yenilikçi demokrasi, halkçı demokrasi, liberal demokrasi, çoğulcu demokrasi, barışçı demokrasi vb. süslü kavramlar ile ifade edildiği gibi DEĞİL, köleci demokrasi, kapitalist burjuva demokrasisi ve sosyalist demokrasi diye çağırmak gerekir.
Bunun dışındaki bütün söylem biçimleri sahte, aldatıcı, “renkli” ve yönlendirici propaganda amaçlıdır. Çünkü demokrasi, toplumsal özel mülkiyet biçimi temeline dayanır. Özel mülkiyet biçimi hangi karakterde ise ona ait demokrasi de onun siyasal üstyapıdaki izdüşümüdür. Bu nedenle mevcut demokrasi, mevcut özel mülkiyet sahibi olanlar için demokrasidir. Mevcutta, maddi mülkiyet sahibi olmayanlar için bir “ninnidir“. Dolayısıyla tekrar vurgulamak gerekir ki, demokrasinin temel biçimleri, köleci demokrasi, burjuva demokrasisi ve sosyalist demokrasi diye çağrılmalıdır.
Şimdiye kadar, hemen her yerde ve her zaman tekrarlan, genel geçer demokrasi tanımı şöyledir.
“Demokrasi, halkın özyönetimi demek, halkın kendi kendini yönettiği, siyasal sürecin öznesi olduğu durum demektir.” [[7]].
Bu tanımda, köleci demokrasilerde, anahtar kelime, mülkiyet sahibi “yurttaşları” kapsayan HALK kavramıdır.
Birazdan soruya dönmek üzere bir soru soralım:
Halk kimdir?
Bu soruya verilecek cevapta netleşmeden, demokrasiyi konusundaki kafa karışıklığından kurtulmak mümkün değildir.
Köleci Sümer demokrasisi [[8]], Köleci Atina demokrasisi ve köleci Roma Cumhuriyeti demokrasilerinde HALK; kapitalist toplumlarda ise burjuvazi, “özyönetiminde, kendi kendini yönetmiş, siyasal sürecin öznesi olup” YAŞAMIŞTIR. Tarihselliği temelinde, aynı demokrasiyi nüans farkıyla, kapitalist burjuvazi hala yaşamaya devam etmektedir. Demek ki, demokrasi denen siyasal iktidar ve yönetim biçimi, farklı özel mülkiyet ve üretim ilişkileri biçiminin var oluş şekline tekabül eder. Bu temelde, farklı özel mülkiyet ve üretim ilişkileri biçimi, hâkim sınıflara hizmet ede ede günümüze kadar süre gelmiştir.
Dolayısıyla yukarıdaki demokrasi tanımı, gerekli ancak yetersizdir. Çünkü esasa ilişkin, toplumsal bir altyapı öğesi olan mülkiyet ile aynı mülkiyet altyapısına uygun ve onun üstyapısal izdüşümü ve yansıması olan demokrasi ilişkisini, gözden kaçırmaktadır.
Yukarıdaki demokrasi tanımına şöyle bir soru daha soralım:
İnsan kendi kendini neden yönetir?
En makul ve kestirme cevap: esas yüklem olan “kendi kendini yönetme veya özyönetim” kavramları altına gizlenmiş olan mülkiyet edinme ve bu mülkiyeti çoğaltarakkorumak ve kollamak için olacaktır. Dolayısıyla tanımı şöyle yazmak mümkündür:
‘Demokrasi, belirli bir üretim biçimini yaşayan “halkın” (varsıl sınıf ve tabakaların veya komünizmde toplumun), seçme seçilme ile doğrudan veya temsilcileri aracılığıyla, günlük çıkarlarını ve mülkiyet haklarını koruyup kollamak, geliştirmek için siyasal sürece katılıp, özgür iradelerini ortaya koyarak, siyasal iktidar ve öz yönetim biçiminin oluşturulması demektir.’
Bu anlayış temelinde:
Mülkiyetin tarihi ve tarihselliği ele alındığında, gelmiş geçmiş toplumsal demokratik sistemlerde, demokrasinin öznesi olarak “halk” kimdir? “halk” olmayan kimdir? Sorularını incelemek, anlayarak bilince çıkarmak şarttır:
(a) Köleci toplumda, “halk” ve demokrasi ilişkisi.
Köleci Sümer Demokrasisinde, Köleci Atina Demokrasisinde ve Feodal Roma Cumhuriyetinde HALK, nüans farkıyla aynıdır. Mülkiyet sahipleri olarak HALK, köle sahipleri, bilginler, din ve devlet adamları, toprak sahipleri, ticaret erbabı, zanaatkârlar, askeri komutanlar ve savaşan askerlerdir. Kısacası halk, özel mülkiyet sahibi olup yurttaş kabul edilenlerdir. Toplumun büyük çoğunluğunu temsil eden köleler ve kadınlar, mülkiyetten yoksun oldukları için yabancılarla birlikte halktan sayılmazlar. Sayılmadıkları için de köleci demokraside, demokrasinin tabanı, kapitalist demokrasiye nazaran daha dardır.
Şehir uygarlıkları temelinde, halk sayılan tüm bu sınıf ve tabakalar, eşitsiz de olsa ülke mülkiyetini aralarında paylaşmışlardır. Varsıl sınıf ve tabakaların, sınıfsal çıkarlarını ve mülkiyetlerini demokrasilerde korumak ve çoğaltmak için siyasal sistemin öznesi olan halk da toplumsal inşa süreçlerine katılır. Halk sayılanların bu istisnasız katılımıdır ki, siyasal yönetim biçimine o sistemin demokrasisi adı verilmiştir.
Köleci ve feodal toplumlarda, Köleler ve kadınlar, üstyapının toplumsal inşa süreçlerine katılamazlar. Çünkü mülkiyetten yoksun olmaları bir yana, nüans farkıyla kendileri mülkiyet nesnesidirler. Dolayısıyla toplumların tarihsel gelişiminde, siyasal yönetim ve iktidar biçimlerine, insan olduğu için değil, mülkiyet sahibi olduğu için katılmaya hak kazanılıyor, HALKTAN sayılabiliyor.
Mülkiyet, en önemli ve en kudretli toplumsal güçtür. Kim ona sahip olmuşsa, köle olmaktan kurtulmuştur. Dolayısıyla mülkiyetsiz ve mülkiyet nesnesi olmayan insanın, yönetilmesinin hiçbir anlamı yoktur. Örneğin: Onun içindir ki, barbarlık sonrası ilkel topluluk dönemlerinde insanlık, mülkiyet edime bilincinden yoksun olduğu için tutsaklar (savaş esirleri) ve yabancılar sofraya ortak olmasınlar diye öldürülüp atılıyorlardı. Üretim aletleri ve bilincin gelişmesi temelinde, tutsak ve yabancıların, artı ürün üretebilme yeteneklerinin farkına varıldı. Böylece tutsak ve yabancılar öldürülüp atılmaları yerine, köle olarak istihdam edilip, ölümden kurtuldular. [[9]] Bu temelde insanlık, ‘birbirini yiyen ve öldürüp atılan, sözde “ilkel toplum demokrasisi ve eşitliğinden”; birinin, diğerlerini köleleştiren demokrasisine’ geçiş başladı. Dolayısıyla öğreniyoruz ki, tarihi toplumsallaşma sürecinde, köleci statünün, ilkel topluluğun sözde “eşitçi, komünal toplum” statüsünden ne kadar daha ileri, toplumsal bir statü olduğu, köle olacak tutsak ve yabancı insanların hiç olmazsa, ÖLÜMDEN kurtulmasından bellidir.
Köleci her türlü siyasi iktidar ve yönetim biçimlerinden ve bu arada köleci demokrasilerden itibaren, uğruna irade konulup yönetilmek istenen insan değil, aynı insanın sahip olduğu maddi mülkiyet ve soyut emek gücü mülkiyetidir.
(b) Kapitalist toplumun tarihi ve tarihselliğinde, çarpıtılıp ters çevrilen “halk” kavramının hazin hikâyesi.
Köleci ve feodal toplumların tam tersine:
Burjuva demokrasilerindeişçiler, memurlar, emekçi köylülük, alt seviye din ve devlet çalışanları, alt rütbeli askerler, bilim adamları, istisnalar hariç kadınlar, yaşlılar HALK SAYILIR.
Büyük kapitalistler, toprak ağaları, yüksek bürokratlar, yüksek rütbeli askerler HALK SAYILMAZ.
Toplumda, böyle bir kanıksama ve algı biçimi yerleşmiş bulunmaktadır.
Görüldüğü gibi köleci ve feodal demokrasilerdeki halk gerçeği ile kapitalist demokrasilerdeki halk gerçeği; tepe takla, tam tersine çevrilmiştir. İşçi-emekçi sınıf ve tabakalar “HALK” OLMUŞ, dünün mülkiyet sahibi halkı yerine, varlıklı hâkim sınıf büyük burjuva kesimleri ise HALK OLMAKTAN ÇIKMIŞTIR.
Tarihin şu cilvesine bakın ki, tekelci burjuvazi, toprak ağaları, yüksek bürokratlar, yüksek rütbeli subaylar, halk sayılmadıkları halde, demokrasi onların adına işlem görmekte, BURJUVA DEMOKRASİSİ olarak yaşam bulmakta, ifade edilmektedir.
Yukarıdaki tanımda belirtildiği gibi kapitalizmde demokrasi, halk tanımı üzerinden devam etmekte, ama “halkı” olmayan ve “halka” rağmen siyasal bir yönetim biçimi olarak yaşam bulmaktadır.
Bu tarihi çarpıtma neden, nasıl yaratıldı ve kanıksatıldı?
Bir de ona bakalım:
Demokrasilerde, demokrat olabilmenin temel koşulu, tarihsel koşulların belirleyip geliştirdiği, maddi özel mülkiyet sahibi olmaktır. Söylemde değil, gerçek yaşamda, esas olarak özel mülkiyet sahibi sınıf ve tabakaların siyasal yönetime katılmaya ve sistemden nemalanmaya hakları vardır.
Aksi saçma ve demagojidir [[10]].
Saçma olduğu için realitede, emekçi kitlelerin böyle bir hakları pratik olarak gerçekleşmez. Aksine sömürülmeye maruz kalırlar.
Kapitalistler tarafından, işçi-emekçi büyük insanlığın, sömürülme biçimi üç çeşittir:
1) Canlı emek gücünden sızdırılan artı değer sömürüsüdür.
2) Üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makineler üzerinden elde edilen, makine (türev) artı değer sömürüsüdür. Yaşayan her bir insana, insanlık atasından kalma, maddi üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makineler üzerinden yürüyen tarihsel toplumsal mülkiyet hakkı mirasından yoksunluktan dolayı gerçekleşen sömürü biçimidir.
3) Yaşamda kalmak için canlı sindirim sistemine dayalı sömürü biçimidir. Çalışma gücü ve iktidarında olmayan engelliler, çocuklar, yaşlılar ve işsizler üzerinden fiili olarak gerçekleşen sömürü biçimidir. Çünkü tüketimiyle bu kesimler, kapitalist üretim ve tüketim döngüsüne hizmet etmiş oluyorlar.
Burjuva demokratik sistem, somut özel mülkiyete bağlı çalıştığı için somut özel mülkiyete sahip olmayan sınıf ve tabakalar için veya “halk” için çalışmaz.
Öyle ise burjuva demokratik siyasal sürece “halk” neden katılır veya katılımına müsaade edilir? “Halk” siyasal yönetimin oluşturulmasına katıldığı halde, oluşacak yönetim biçiminin, burjuva demokrasisi olarak gerçekleşmesinin nedeni nedir?
Bu sorulara cevap arandığında, kapitalist mülkiyetin iki biçimi karşımıza çıkar. Bunlar, somut (maddi) kapitalist burjuva mülkiyeti ile satılık soyut emek gücü mülkiyetidir.
Somut kapitalist burjuva mülkiyeti:
Üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makinalar üzerinden taşınan, ‘Tarihsel Toplumsal Mülkiyettir’. Bu mülkiyet biçimi, makine (türev) artı değer sömürü biçimi kaynağıdır.
İşçi sınıfının soyut emek gücü mülkiyeti (veya soyut kapitalist burjuva mülkiyeti):
Bu mülkiyet biçimi, canlı emek gücünden sızdırılan artı değer sömürüsü biçimindedir. Üretim araçları özellikle üretim aletleri ve makinalar üzerinden taşınan tarihsel toplumsal mülkiyeti ele geçiren burjuvazi, toplumun geri kalan kısmını mülkiyetsizleştirir. Bu mülkiyetsizlik koşuluna dayanarak burjuvazi, toplumun büyük bir kısmını, emek gücü ile geçinen ücretli köleler durumuna düşürür. Soyut bir meta olarak sistem koşullarında emek gücü, işçi-emekçiye ait bir mülkiyet nesnesi olarak, burjuvazinin hizmetine girmek zorunda kalır. Çünkü üretim yapabilmesi için üretim aracı mülkiyetinden yoksundur. Kapitalist toplum şartlarında, “özgür emek gücü”, kapitalist mülkiyetin soyut ikinci temel öğesidir. Yani satılık emek gücü, kapitalist mülkiyetin soyut ve türevi bir mülkiyet biçimidir.
Dolayısıyla kapitalizmde, köleci ve feodal toplumlara nazaran, burjuva demokrasisinin, toplumsal tabanını genişleten esas neden, işçi sınıfının satılık soyut özel mülkiyetinde bulunan, “özgür emek gücü” mülkiyetidir. Emek gücü mülkiyetinden dolayı, köleci ve feodal toplumların aksine kapitalizmde, ezilen sömürülen sınıf olarak işçi sınıfı da demokratik yönetime ve işleyişe “ortak” olur. Vatandaş sayılır. Ama işçi sınıfının mülkiyeti, somut değil, soyut olduğu için onun demokratlığı ve demokrasiden faydalanması ve “vatandaşlığı” soyut düzeydedir. İşçi sınıfının soyut emek gücü ve “demokratlığı” dışında kişi, maddi mülkiyet olarak, eğer bir şeye sahipse, kapitalist sistem için bir şeydir, yoksa köleden nüans farkıyla bir hiçtir. Maddi mülkiyet sahibi olma şartıyla ancak burjuva demokratı olunabilir, kapitalist düzenin nimetlerinden faydalanılabilir. Ücretlilik ve maddi mülkiyetsizlik koşulu, burjuva demokratlığının şartlarını sağlamaz.
Kapitalistler, “özgür emek gücü” mülkiyeti ve sahipliği nedeniyle, işçi-emekçiden seçimler yoluyla muayyen sürelerde “demokratik” iradesine başvurur. Aslında bu seçimler, ücretlilik sistemini işçi-emekçiye onaylatmak ve burjuva demokratik sistemin meşruluğunu sağlamak, toplumsal muhalefeti, kapitalist toplum “meşruiyeti” ile derdest etmek, kelepçeye vurmak içindir. Burjuva demokrasisinde seçimler, büyük insanlığı kapitalist sömürü sistemine hapsetmenin, sistem içi reformlarla da boğmanın ön çalışmasıdır.
Burjuva demokrasisinin özgün özelliği, burjuva mülkiyet ve üretim ilişkileri sistemini tahkim edip sürdürmektir. Bu şu demektir: Mülkiyet sahibi kapitalisti korumak, kollamak, güçlendirip geliştirmek, kapitalist özel mülkiyetin sürekliliğini sağlamaktır. Bu amaç temelinde hukuki, yasal müeyyide, kural ve kaide geliştirmek, gerekirse, istenilen biçimde, yasayı ve hukuku ihlal etmek, burjuva illegal örgütlenmeler yaratmaktır. Tüm bunların yanı sıra, geniş çaplı kitleleri mülkiyet edinmekten men etmek, onları kullanılabilir kiralık emek gücü olarak el altında tutmaktır.
Demokratik yönetimler dâhil, mülkiyete dayanmayan hiç bir siyasal yönetim biçiminden bahsedilemez. Onun için demokrasiden bahsederken, toplumsal mülkiyet ilişkilerini hesaba katarak, hangi sınıf veya Toplumsal Üretim Biçimin demokrasisinden bahsettiğimizi asla unutmamalıyız. Her zaman ve her koşulda demokrasiyi yürürlükteki ADIYLA çağırmalıyız.
Her derde derman, demokrasi ezberciliğinden, demokrasiyi farklı kavramlar ile süsleme marifetinden vazgeçmeliyiz.
Tarihte mülkiyet temeli olmayan, hiçbir siyasi iktidar ve yönetim biçimi yoktur. Sınıflar üstü veya herkes için bir demokrasi söylemi, şimdiye kadar adamakıllı bir çarpıtmadır. Köleci demokrasi, köle sahiplerinin mülkiyet biçimini ve çıkarlarını kollayıp koruyan, geliştiren bir siyasal iktidar ve yönetim biçimidir. Kölenin değil. Burjuva demokrasisi, kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerine hâkim olan burjuvazi için demokrasidir. Diğer sınıflar için bir “hayal” ve hâkim sınıfa bağımlılığı sağlayan demokrasidir. Bu nedenle, burjuva demokrasisi, “soyut bir hak” olarak, seçimden seçime, işçi-emekçi sınıf ve tabakalara onaylatılıp güncelleştirilir. Bu temelde demokrasi için mücadele, demokratikleşme denilen söylem, işçi-emekçi kesimlerin soyut hakkı olarak manipüle edilir. Saint Simon, “Mülkiyet ilişkilerinde değişim olmadan, toplumsal düzende hiçbir değişiklik olmaz” dediği gibi burjuva mülkiyet biçimine dokunmadan, sosyalist demokrasiden bahsetmek, kapitalist burjuvazinin “değirmenine su taşımaktır”.
Köleci Sümer toplumundan bugüne demokrasi, özel mülkiyet edinme biçimi ve yaygınlığı temelinde gerçekleşip, yaşam ve yönetim biçimi olarak belirlenmiş, sınıfsal, siyasal karaktere bürünüp kurumsallaşmıştır. Demokrasi, ‘sübjektif bir alettir’. Genel olarak demokratik siyasal iktidar ve yönetim biçimi, her tarihsel toplumsal üretim biçiminde, tıpkı devlet, hukuk, ahlak, adalet vb. gibi insanlığın düşünsel, tarihsel bir kazanımıdır. Burjuva demokrasisi, diğer burjuva siyasal iktidar ve yönetim biçimlerine nazaran; sosyalistlerin, sosyalist çalışma ve sosyalist inşa için yürüttüğü, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesinde tercih edeceği, reel ve karşıt siyasal iktidar ve yönetim biçimidir.
Genel olarak demokrasisi, her toplumsal üretim biçiminde, yürürlükteki üretim ve mülkiyet ilişkileri temelinde kurumsallaşıp, özgün özellikler kazanmıştır. Bu sebeple toplumsal üretim biçimleri, özgünlükleri bazında, köleci demokrasi, burjuva demokrasisi ve sosyalist demokrasi gibi adlar alır. Dolayısıyla teorik temeli ile demokrasi, mümkün en geniş toplumsal tabana oturabilmesi için mevcut toplumun mümkün olan en geniş özel mülkiyet biçiminin varlığını şart koşar.
Bugüne kadar, varlıklı hâkim sınıflar, demokrasi söylemi ile devleti, her zaman kendi lehlerine, büyük çoğunluğun aleyhine kullanmışlardır. Bu tarihsel olarak, köleci demokrasi, demokratik Roma Cumhuriyeti ve kapitalist demokrasilerde böyle olmuştur.
Günümüzde, burjuva demokrasisinin dünya çapında pratikleşmiş iki biçimi vardır:
(Birincisi), Kapitalist emperyalist merkez ülke demokrasisidir:
Bu ülkelerdeki burjuvazi için mesele yok, ama işçi-emekçiler için burjuva demokrasi:
İşsizlik, gelir düşüklüğü, kazanılmış sosyal hakların budanması, taşeronlaştırma ve “part time” işçilik, sendikal hükümsüzlüğün yaygınlaşması, finansal manipülasyonlar ile borçlandırma, işi ve çalışmayı metalaştırma, ekonomik baskı kurma, yetişkin nüfusa finansal borsalarda kumar oynatmak ve ücretli kölelik sistemini sürdürmektir. Arada bir, “ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” için de açlıktan ölen Afrikalıları görsel basın yoluyla afişe edip “biz size iş vermezsek, böyle açlıktan ölürsünüz” diye bu ülke büyük insanlığını korkutup derdest etmektir. İşsizlik ve borsa manipülasyonu ile yarınına güvensiz, birbirine saygısız ve acımasız, sinsi, fırsatçı, menfaatperest, ırkçı, fiziki ve ahlaki çürüme ile yozlaştırılan ve yalnızlaşan bir toplum yaratmaktır.
Günümüzde, burjuva demokrasisi, ABD, İngiltere, Norveç, Kanada, AB ülkeleri, Avustralya ve Japonya’da demokratik kural ve kaideleri ile yaşamaktadır.
Nerden biliyoruz?
Yukarıdaki demokratik kriterlerin, bu ülkelerde yürürlükte olduğundan dolayı biliyoruz. Çünkü bu ülkelerde, burjuva demokrasisi, hukukun üstünlüğü ve mevcut yasalar düzeyinde olabildiğince ülke içinde (dışında değil) işletilmektedir.
Bu ülkelerde, burjuva demokrasisi işleyince ne olmaktadır?
Mevcut kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkileri biçimi korunup geliştirilmektedir. Ülkede üretilen zenginlik için sınıf mücadelesi kapışması yürürlüktedir. Yürütülen sınıf mücadelesinde, bazen işçi-emekçi sınıflar, mücadele ile burjuvaziyi zorlayıp, sistemden daha çok nemalanıp kazançlı çıkmasına, tavizler koparmasına yol açmaktadır. Ama genelde, her zaman burjuvazi kazançlı çıkıp, sistemin devamını sağlamaktadır.
Peki, bu arada, sol-sosyalist, Marksist Reel Sosyalist ve onların nüanse edilen türevi söylem sahipleri arkadaşlar için sorun nedir?
Onlar için sorun:
Batı Avrupa’da, 1689 İngiliz burjuva devriminden itibaren, işçi-emekçi sınıf ve tabakaların, kapitalist sömürü biçimine karşı geliştirdiği sınıf mücadelesi kavrayışındadır. Bu arkadaşlar, emekçi sınıfların mücadele ile elde ettiği ekonomik, siyasi ve sosyal (toplumsal) hakların, geri alınması ve budanmasına karşı başlayan kitlesel sınıf mücadelelerine, burjuvazinin karşılık vermesine ve sert saldırısına, akıl sır erdirememektedirler. Çünkü bu arkadaşların, genel olarak demokrasi, özel olarak da burjuva demokrasisi hakkındaki anlayış ve kavrayışları sorunludur.
Bu ülkelerde burjuvazi demokrattır ya, bu arkadaşlara göre işçi emekçi taleplerine karşı burjuvazi ve hükmettiği devlet düzeneği “taş kesilmelidir”. Değilse, bu arkadaşlara göre burjuvazi saldırırsa kötü. Çünkü bu durumda ırkçı ve faşisttir! Saldırmazsa iyi. Çünkü bu durumda sömürücü ama demokrattır!
Gel gör ki, sorun iyi kötü meselesi, demokrat olma, olmama meselesi değil. Sorun, tarihsel toplumsal koşulların belirlediği, konjonktürel sınıf çıkarına dayalı sınıfsal tutum alıştadır. Her ülkede büyük insanlık, burjuva demokratik yönetimler tarafından vergi artışları, ücret kısıtları, sosyal hakların kırpılması, işten çıkarma; işsizlik, yoksulluk, ayrımcılık ve ırkçılık gibi yaptırımlara maruz kalmaktadır. Buna karşı kitleler, burjuva demokratik zeminde mücadele başlatınca; bu eylemlerden siyasi ÇIKARIM devşirme amacıyla, ülke hâkim sınıf burjuvazisi, güvenlik güçlerinin yersiz ve yasadışı asimetrik güç kullanımını manipüle edip, işi şirazesinden çıkararak, kitleleri terörize edip, yakıp yıkmaya, yaralama ve ölümlere yol açmaktadırlar.
İşte bu gelişmelere karşı, sol-sosyalist, Marksist Reel Sosyalist ve onların nüanse edilen türevi söylem sahibi arkadaşlar köpürerek, “bu mudur demokrasi? Bu ülkelerde demokrasi diye bir şey yoktur. Bunlar ırkçı ve faşisttir. Demokrasilerde böyle bir şey olmaz” diyerek bu ülkelerdeki burjuva demokrasilerinin “yokluğuna” hükmetmektedirler.
Oysa bu arkadaşların her zaman gözden kaçırdığı reel gerçeklik şudur:
Bu ülkelerde burjuva demokrasisi yürürlüktedir. Neden şaşırıyorsunuz? Yani kapitalist sömürüye evet, ama kapitalistlerin ırkçı, faşist saldırganlığına hayır mı diyorsunuz? Ya da burjuva demokrasisini “cennetlik” bir şey veya burjuva demokratlığını kasaplık koyun mu sanıyorsunuz?
Kapitalistin devşirdiği artı değer ve kar miktarına dokunup, zorladığınız oranda, duruma göre, burjuva demokrasisi de vaziyet alır. çıkarını koruyup kollamak için masadaki tüm mücadele seçeneklerini devreye sokar. Bu tutum, demokratik olduğu gibi anti demokratik ve ırkçı, faşist seçenekler biçiminde de olabilir, olabilmektedir.
Zaten burjuva demokrasisi, doğası itibariyle böyle bir şey değil midir?
Burjuva demokrasisi, tüm toplumun veya bu arada, işçi-emekçilerin demokrasisi değildir. Bu demokrasi altında, işçi-emekçi sınıflar, kapitalist tarafından, soyulup soğana çevrilmektedir.
‘Sosyalist Emekçi’, burjuva demokrasisine karşı mücadele eder, “yelkenlerini suya indirmez”. Çünkü o bilir ki, Burjuva demokrasi, burjuva özel mülkiyet sahiplerinin en geniş biçimde temsil edildiği bir demokrasidir. O her zaman özel mülkiyet sahibi hâkim sınıf ve tabakalar için demokrasidir. Mülkiyetsizler için değil.
(İkincisi) Sömürge, yeni sömürge ve çevre ülkelerdeki burjuva demokrasi:
Bu ülkelerdeki işbirlikçi burjuvazi için mesele yok, ama işçi-emekçiler için burjuva demokrasisi adamakıllı sorunludur:
Bu ülkelerde burjuva demokrasisi, “düşük yoğunluklu ve kontrollü burjuva demokrasisi” biçimindedir. Orijinallikten yoksun, merkez ülke burjuva demokrasisinin türevi, yoz bir biçimidir. Geliştiği sömürge ve yeni sömürge ve benzeri çevre ülkelerde, ilkin meta ihracı üzerinden ‘İthal Kapitalist’ mülkiyet ve üretim ilişkileri temelinde zuhur etmiş. 1980’lerden itibaren de finanssal sermaye ve doğrudan sermaye yatırımları ile ‘İthal Aşılı Kapitalist’ özel mülkiyet ve üretim ilişkileri temelinde var olup debelenmektedir.
Bu ülkelerde burjuva demokrasisi, yeni bir din gibi propaganda edilmekte, kitlelere, kurtarıcı bir araç olarak servis edilmektedir. Her derde dava demokrasi korosu söylemi eşliğinde “demokrasi elden gidiyor”, “demokrasimizi kimseye kaptırmayız”, “demokrasimizi çok seviyoruz”, “demokrasiyi elbirliği ile yaşatmalıyız” gibi sıradan sloganlarla geliştirilen kapkara propaganda, hileli, amaçlı ve “uyuşturucudur”!
Bu ülkelerde, kısmi burjuva demokratik yapının geliştirdiği sendikal örgütsüzlük; işyeri kapanmasın diye her türlü sömürüye katlanan emekçi talepleri gelişmektedir. Taşeronlaşma, işsizlik, açlık, yoksulluk ve yolsuzluk, adam kayırma, rüşvet, adalet ve hukuksuzluk, devlete sızıp yasadışı gizli faaliyet ve örgütlenmeler geliştirme, savaş ve kırılma, yarınına güvensiz, fırsatçı, acımasız, menfaatperest, kelimenin tam anlamıyla güdülen bir insanlık tipi yaratılmaktadır. Çünkü bu ülkelerde, kapitalist emperyalist tekelci burjuvazi, sermaye ve doğrudan sermaye yatırımları ile “iç olgu” [[11]] halindedir. Ülkenin ekonomik, siyasi ve toplumsal kaderini belirlemede en etkin ve yönlendirici kapitalist sınıfsal gücü temsil etmektedir. Bu güçler, emperyalist hegemonya kurma ve geliştirme faaliyetine, “demokrasiyi kurma, geliştirme ve yerleştirme” adını takmışlardır. Emperyalistler, iş ortakları ve işbirlikçileri hegemonya kurdukları yerlere demokrasi getirip kuracaklarını vazederek, müdahale hakkı “meşruiyeti” elde etmektedirler. Örneğin: bu propaganda ile büyük insanlığın gözü önünde, BM üyesi olan Afganistan, Irak, Suriye, Yemen ve Libya’ya müdahale edip, yakıp yıkmışlardır.
(c) Sosyalist demokrasi:
Sosyalist demokrasisinin kurulabilmesi için önce, kapitalizmin bağrında, toplumsal altyapı düzeyinde, sosyalist emekçi özel mülkiyet ve üretim biçiminin kuruluşu şarttır. O da her ülke toprağında, cari emek gücüne dağılmış, eşit paylı, kolektif komünal işletilen sosyalist özel mülkiyetli işletmelerin kurulmasıdır. Bu mülkiyet biçimi kurulmadan, onun toplumsal üstyapı varlığının biçimi olan sosyalist demokrasinin kurulması mümkün değildir. Bu konuda, ilk elden siyasal iktidarı hedefleyen, Fransız Jakoben ve türevi, Sol-sosyalist ve ‘Marksist Reel Sosyalist’ kafayı değiştirmeliyiz. Çünkü Jakoben ve türevi kafayla, bugüne kadar insanlık, toplumsal altyapıdan hareketle sosyalizasyona tabi, tüm emekçi sınıf ve tabakaları kapsayan, eşit paylı, kolektif komünal işletilebilen, sosyalist altyapıya ait özel mülkiyet ve üretim ilişkileri biçimini kurup yaşayamadığı için onun toplumsal üstyapı biçimi olan sosyalist demokrasiyi de kurup yaşayamamıştır. Bu konuda Reel Sosyalizm yenilgisi, yığınca deney ve tecrübeye sahiptir.
Ancak sosyalist demokrasi başarılsa bile, O, henüz tam ve gerçek manada, toplumsallaşmış demokrasi biçimi değildir. Çünkü O, her ülke çapında, mevcut cari emek gücü bazında, sosyalizasyonu tabi, eşit paylı, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyet biçimine dayanmaktadır. Bu tarz mülkiyet biçiminde, kamu çalışanları, emniyet ve güvenlik personeli, gençler (öğrenciler), emekliler, sakat ve engeliler mülkiyetten yoksundur. Yoksundur ama bu insanların tümü, sosyalist demokrasinin sosyal güvencesi ve teminatı altındadır.
Sosyalizmde mülkiyetin, eşit paylı, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyet biçiminde, cari emek gücüne dağıtımlı olması, tekno-sosyolojik bir zorunluluğun sonucudur. Çünkü alet ve makineler az da olsa hala canlı emek gücüne ihtiyaç duymaktadır. Dolayısıyla, tüm toplumun demokrasisi, ancak toplumsal her bireye ait kolektif komünal komünist özel mülkiyet biçiminde başarılabilecektir. Çünkü komünist toplumda üretim, canlı emek gücü gerektirmeyen ful otomasyonlu (yapay zekâ kullanan tam otomatik dijital ve nano teknolojili), sıfır üretim gücü insan ile yürütülecektir. Sosyalist Emekçiye ait toplumsallaşmış kollektif komünal sosyalist özel mülkiyet, kişiye özel, cari emek gücü tabanına dağıldığı için yaklaşık olarak nüfusun 18 yaş ile 65 arasına tekabül eder. Dolayısıyla sosyalist emekçi mülkiyeti temelinde biçimlenen sosyalist demokrasi, tarihin o ana kadar göreceği, en geniş mülkiyet tabanlı demokratik sistemine varmak için toplumsal sistemi işletmeye başlar.
Lenin, özel mülkiyet ve demokrasi ilişkisini hesaba katmadan “burjuva demokrasisine nazaran, proleter demokrasinin bin defa daha demokratik” olduğunu söylemişti. Ne yazık ki, Reel Sosyalizm pratiğinde görüldü ki, “bin defa” orda kalsın, bir defa dahi demokratik olamadı. Neden? Çünkü Reel Sosyalizm, özel mülkiyet kurumundan yoksundu. Reel Sosyalizm, özel mülkiyeti ret ederek, sıfır özel mülkiyeti ve dolayısıyla sıfır demokratlığı yaşadı. Bir toplum, sınıf veya çevrede, özel mülkiyet yürürlükte değilse, orada demokrasi değil; tıpkı askeri ordu örgütlenmelerinde olduğu gibi hiyerarşi ve bürokrasi yeşerir. Reel Sosyalizmin toplumsal pratiğinde, Komünist Partinin, devlet düzeyinde elinde tuttuğu, emir komuta zinciri, bu tespitin çarpıcı örneğidir.
Sosyalist özel mülkiyet, ülke çapında, mevcut emek gücüne dağıtımlı hedefte, eşit paylı ve kişiye özel olduğu için her sosyalist işletme, otomatik olarak demokratik denge denetleme mekanizmasına sahiptir. Bu temelde eli güçlenen sosyalist emekçi, demokrasi eylemini, işletmeler ve yerleşim alanları temelinde yükseltip, hayatın her alanına taşırır. İşyeri ve işletmelerden yükselen sosyalist demokratik eylem, yerleşim birimleri demokratik eylemlerini de sarıp sarmalayarak, Sosyalist Pazar Ekonomisinin temeli, tüm toplumsal yaşamın öncüsü ve yaşam biçimi olacaktır. Dolayısıyla sosyalist işletmede ve toplumsal düzeyde, kimsenin kimseye minnet borcu yoktur. Her birey, diğeri kadar özgür ve aktif, demokratik eylem, söz ve karar sahibidir. Her sosyalist işletmeden hareketle, tüm toplumsal yapı: insanın insana saygı ve sevgi duyduğu, sömürü ve baskının, işsizlik kaygılarının olmadığı, bilgi, tecrübe ve yeteneklerinin gerçek itibar gördüğü, burjuva bireyciliğin kırılıp aşıldığı, dost ve kardeşçe dayanışma ve yardımlaşmanın gerçekten ortaya çıkıp içselleşerek, demokratik bir kültür haline geldiği, reel yaşam alanları olacaktır.
Sosyalist işletme ve yerleşim alanlarında gelişen ‘Sosyalist Emekçi’ insan, tarihin yeni devrimci bir kimlik ve kişiliğidir. Sosyalist mülkiyet ve üretim ilişkilerinin ürünü olan bu yeni kimlik ve kişilik, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesinde çoğalıp yayıldıkça, burjuvaziye karşı sınıflaşacak, siyasal sürece katılıp, sosyalist demokrasiyi siyasal iktidara taşıyacaktır.
‘Sosyalist Emekçi’ siyasal iktidar olduktan sonra, tarihin en son toplumsal sınıf olma özelliğini kendiliğinden yitirecek, sınıf-ulus çakışmasında eriyip yok olurken, tüm topluma hizmet eden, komünist demokrasi yaşamaya başlayacaktır.
NOT: Bu yazı 2013 Aralığında, özgür üniversite ile özgür medya sitelerinde yayınlanmıştı. Orijinaline sadık kalmak koşuluyla yazı, Haziran 2020 tarihinde gözden geçirilmiş, gerekli ek ve düzeltmeler yapılıp güncellenmiştir.
DİPNOTLAR:
[1] Lison, Leslie (1964), Demokratik Uygarlık, Türkiye İş bankası Yayl. Ank. (1984), S. 15 ve 47-48.
[2] ‘TARİHSEL TOPLUMSAL EŞİTÇİ ÖZ’: ‘Tarihi Toplumsallaşma Süreci’ boyunca, üretim araçları, özellikle üretim alet ve makineleri üzerinden taşınan, her bir kişiye insanlık atasından ortak miras olarak intikal eden bir haktır. Bu hak, 18. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren otomatikleşip, üretim süreçlerinde işçiyi eleme trendine sokarak, üretim süreçlerinin hâkim üretim gücü olmuştur. Bu nedenle, sanayi devrimi makinesi, EŞİTÇİ KOMÜNAL TOPLUM biçiminin, yaratıcı ve biçimlendirici gücüdür.
[3] Lison, Leslie (1964), Demokratik Uygarlık, Türkiye İş bankası Yayl. Ank. (1984), S. 43.
[4] A.g.e, S. 37 ve 49.
[5] ‘Fazla mülkiyet’: emekçinin, canlı emek gücüne dayalı olarak ürettiği ürünü aşan miktar ile aynı emekçi kişiye, insanlık atasından miras olarak tekabül eden, tarihsel toplumsal mülkiyet miras payını aşan kısımların toplamından oluşur. ‘Fazla mülkiyet’ biçimi, haksız, sömürü ve sömürme kökenlidir. İnsanın mülkiyet edinme egosu, fazla mülkiyete; fazla mülkiyet edinme egosu, aşırı mülkiyet edinme egosuna yol açar. Çünkü mülkiyet, insan için bireysel ve toplumsal bir güçtür.
[6] Challaye Felicien, Mülkiyetin Tarihi, Düşünen Adam yayınları (1994), S. 99.
[7] Fikret Başkaya, (2013), “Nice paketler gördüm boştular!”, Özgür Üniversite, Web Site, 2013.
[8] Adı konmamış dünyanın ilk demokrasisi, Sümer demokrasisidir. Sümer demokrasisi, Atina demokrasisinin öncülü, ilham kaynağı ve köleci demokrasinin ilk örneğidir.
Bakınız: (a) Lison, Leslie (1964), Demokratik Uygarlık, Türkiye İş bankası Yayl. Ank. (1984), S. 16. VE (b) Kramer, S. N. (1956), Tarih Sümer’de Başlar, Yönetim ve İlk Meclis, Kabalcı Yayl. İst. (1999), S. 52-58.
[9] Hançerlioğlu, Orhan, (1972), Ekonomi Sözlüğü, Köle, Remzi Kitabevi, 5. Baskı (1981), S. 240.
[10] Lison, Leslie (1964), Demokratik Uygarlık, Türkiye İş bankası Yayl. Ank. (1984), S. 52-53.
[11] Kavram Mahir Çayan’a aittir. Bakınız: Mahir Çayan, Bütün Yazılar, Emperyalizmin III. Bunalım Dönemi, Boran Yayınevi, 3. Baskı, S. 387.
KAYNAKLAR:
- Bakır Es-Sadr, Muhammed (1977), İslam Ekonomi Doktrini, Şelale Yayınları, İst.
- Boochin, Murray, Toplumsal Ekoloji ve Komünalizm, Sümer Yayıncılık, İstanbul (2013).
- Canton, James(2006), The Extreme Future, The top Trends That Will Reshape the Wold for the Next 5, 10, and 20 Years, Dutton Publisher, U.S.A. (2006).
- Çkredov, Vladimir . Sovyetler Birliği Seçmeler 2, (Sovyetler Birliğinde Mülkiyet), Değişim Yayınları.
- Denis, Henri, Ekonomik Doktrinler Tarihi, Sosyal Yayınları, cilt 1, 2 (1973).
- Engels, F. (1878), Anti-Dühring, Sol Yayınları, (1975).
- Engels, F. (1880), Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, Sol Yayınları (2008).
- Engels, F. Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları (1990).
- Felicien Challaye, Mülkiyetin Tarihi, Düşünen Adam Yayınları (1994).
- Gorz, André (1988), İktisadi Aklın Eleştirisi, Ayrıntı Yayınları (1995).
- Güriz, Adnan (1969), Teorik Açıdan Mülkiyet Sorunu, Ankara Üni. Hukuk Fak. Yayınları (1969).
- Işıklı, Alpaslan, Kuramlar Boyunca Özyönetim ve Yugoslavya Deneyi, Alan Yayıncılık (1983).
- Kramer, Samuel Noah (1956), Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınları, İst. (1999).
- Lenin, V. İ. (1913), Karl Marks ve Doktrini, Bilim ve Sosyalizm Yayınları (1980).
- Lenin, V. İ. (1914), K. Marks Kısa bir Biyografi Taslağı, Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, Bilim ve Sosyalizm Yay. (1977).
- Lenin, V. İ. (1917), Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, Bilim ve Sosyalizm Yay. (1977).
- Lipson, Leslie (1964), Demokratik Uygarlık, Türkiye İş bankası Yayl. Ank. (1984).
- Marks, K. – Engels, F. (1845), Alman İdeolojisi, Sol yayınları (1987)
- Marks, K. (1844), El Yazmaları, Birikim Yayıncılık, (2009).
- Marks, K. (1859), Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, Sol Yayınları (2005.
- Marks, K. ve Engels, F. (1848), Komünist Partisi Manifestosu, Bilim ve Sosya. Yayınları (1976).
- Marks, K. (1847), Felsefenin Sefaleti, Sol Yayınları (1979).
- Nekriç, Aleksandr, Sovyetler Birliği Seçmeler 2, (NEP’ten Perestroyka’ya) Değişim Yayınları.
- Proudhon, P. J. Mülkiyet Nedir? Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları ( 2010).
- Şenel, Alaeddin (1982), İlkel Topluluktan Uygar Topluma, Ank. Üni. Yay. (1982).
- Şenel, Alaeddin (1982), Siyasal Düşünceler Tarihi, Bilim ve Sanat. Yay. (1982).
- Wallerstein, Immanuel (1974), Dünya Sistemleri Analizi, Bir Giriş, Aram Yayıncılık (2004).
- Wood, Ellen Meiksins, Özgürlük ve Mülkiyet, Yordam Kitap, 1. Basım İst. (2012).
- Zhisheng, Zeng (2007), Geleceğin Sosyalizmi, Sosyalizm ve Demokrasi için Arayışlar, Kalkedon Yayınları (2013)
- Zubritski, Mitropolski, Kerov. İlkel, Köleci ve Feodal Toplum, Eriş Yayınları (İnternet baskısı 2006).