Mescid-i Nebevî veya Peygamber Mescidi (Arapça المسجد النبوي), Hicret’ten sonra Medine şehrinde, İslam peygamberi Muhammed ve arkadaşları (sahabe) tarafından önce mescit tarzında inşa edilen, daha sonra camiye dönüştürülen ibadethanenin adıdır.
Mescid-i Nebevî, “Peygambere ait” veya “Peygamber Camisi” manasına gelir. Müslümanlara göre kutsallık açısından Mekke’de bulunan Mescid-i Harâm birinci, Mescid-i Nebevî ise ikinci sırada yer alır.
Diğer adıyla Mescid-i Nebi ilk inşaatında sıradan bir yapıydı, Türkçe anlamıyla gerçek bir mescit niteliğindeydi.
Hurma kütüklerinden sütunları, hurma dallarından çatısı, taştan duvarları vardı. Minberi, mihrabı yoktu. Peygamber Muhammed, Cuma konuşmalarını bir ağaç kütüğünün üstünde yapardı.
Bitişiğindeki ev (müştemilat) kerpiçtendi ve peygambere aitti. Günümüzde Hz. Muhammed’in kabri olarak işlev görüyor. Mescidin Suffa denilen bölmesi ise, fakirlere ayrılmıştı.
İslam peygamberi, 24 Eylül 622’de Medine’ye vardığında, Ensar (Medine yerlileri) ve Muhacirlerden (Mekkeliler) oluşan Müslümanlar, onu şehrin girişinde karşıladı.
Kendisini çok sayıda davet eden oldu ve O, kimseyi kırmak istemedi. Şöyle buyurdu:
Kasva’yı (bindiği devenin adı) serbest bırakın, onun çöktüğü yere en yakın evde konaklayacağım. Deve, Malik b. Neccaroğulları’nın evlerinin önünde, hurma kurutulan bir düzlükte yere çöktü. Peygamber, oraya en yakın evin sahibi olan Ebu Eyyub’ul Ensari’nin misafiri oldu.
Hz. Ebubekir, Kasva’nın çöktüğü boş araziyi, 10 dinar karşılığında sahipleri olan iki yetim çocuktan (Sehl ile Süheyl) satın aldı.
Burada namaz kılınacak ve toplantı yapılacak bir mescit yapılmasına karar verildi. Eylül 622’de temeli atılan bu yapı, Nisan 623’te tamamlandı.
İlk haliyle yaklaşık 35 metre eninde ve 30 metre boyunda (yaklaşık 1022 m²) idi. Taş temel üzerine pişirilmemiş kerpiçten örülüydü. Peygamberin de taş ve kerpiçlerin taşınmasında Müslümanlara eşlik ettiği rivayet edilir.
İlk yapıldığında batıda Babürrahme, doğuda Babücibril ve güneyde Babülcenubi olmak üzere Mescit’in üç kapısı vardı.
Müslümanların kıblesi, Kudüs şehrinden Mekke’deki Kâbe’ye çevrildikten sonra, güney kapısı kapatılarak kuzeye başka bir kapı açıldı.
Hicret olayından sonra Medine şehrine giden Müslümanların sayısında artış olunca, bu ibadethane namaz kılanlara dar geldi.
Peygamber, mescidi genişletmeye karar verdi. Başlangıçta, Mescid-i Nebevî’nin kapılarından hiçbiri kadınlara tahsis edilmemişti.
Camiye giden kadınlar çoğalınca, kapılardan biri de (Bab’ul Nisa) kadınlara ayrıldı ve erkeklerin buradan girmesi yasaklandı.
628 yılında Hayber’in alınmasının ardından, yaklaşık olarak 20 metre en ve 15 metre boy eklemesiyle mescit iki misli genişletildi, böylece 50 x 50 metrekarelik bir kare şeklini aldı. Tavanı 3,5 metreye yükseldi ve toplam 35 sütuna sahip bir yapı oluştu.
654 yılında mescit, yanmış; Emevi, Abbasi, Memluk ve Osmanlı hükümdarları dönemlerinde ara sıra yeniden yapılmış ve onarılmıştır.
Şimdiki haliyle İslam dünyasının en büyük camileri arasında yer almaktadır. Çevresiyle birlikte yaklaşık 700 bin kişilik kapasitesi vardır. Minare yüksekliği 103 metredir; 41 ana giriş ve çıkış noktası bulunmaktadır.
Başta peygamber olmak üzere, ilk iki halife olan Ebubekir ve Ömer’in kabirleri de bu mekândadır.
Antik dönemden beri kurulu bulunan Kâbe merkezli Mekke şehri, “harem” olarak adlandırılmıştır. Hicret olayından sonra Medine şehri de “harem” sayılmıştır.
Böylece Mescid-i Harâm ile Mescid-i Nebevî yani “Haremeyni Şerifeyn” deyimi, Müslümanlarca kutsal olan ve her sene hac veya umre niyetine ziyaret edilen iki şehirdeki mukaddes mekânlar manasına gelmektedir.
Bu kısa tanıtımı şunun için yaptık: Afrika kökenli belli bir zümre, yüzyıllardan beri Medine’deki Mescid-i Nebi ile Mekke’deki Mescid-i Harâm isimli bu iki kutsal mekânın hem hizmetçileri, hem bekçileri hem de belli ölçüdeki yöneticileri durumundadırlar.
Ağalar (Arapça Ağavat الأغوات) unvanıyla anılmaktadırlar.
Malum, Arapça “Ağavat” şeklinde yazılıp okunan bu kelime “Ağa” sözcüğünün çoğulu olup Kürtçe, Farsça ve Türkçede hâlâ kullanılmaktadır. Kökünü Farsça-Kürtçeden almaktadır.
Osmanlı devrinde bu unvan; yaşını başını almış kişi, itibarlı şahsiyet, efendi/bey, büyük toprak sahibi, aile reisleri ile devlet dairelerinin ve özellikle Yeniçeri Ocağı gibi askeri kurumların üst düzey yöneticilerine veriliyordu.
Osmanlı’da padişah hareminden sorumlu kimseye, “harem ağası” denilirdi. Mekke ve Medine’de ise bu isimlendirme, “iki kutsal mekândaki hizmetli/görevli” lakabıyla sınırlıydı.
“Ağa” kavramı, Suudi Arabistan’daki bir üniversitenin adlandırmasıyla yayılmış ve esas olarak “hadım edilmiş” anlamında kullanılagelmiştir.
Haremeyni Şerifeyn’de görevlendirilen bu Ağalar (Ağavat) zümresinin tarihine ilişkin kaynaklar hayli çoktur, ancak bir o kadar da çelişkilidir.
Araştırmacı Abdulrahman El Ensari’nin “Tuhfetul Muhibbin ve ve’l Eshab” (تحفة المحبين والأصحاب) adlı kitabına göre; hizmetliler, Emevi devletinin kurucusu sayılan Muaviye bin Süfyan (602-608) iktidarı döneminden beri kutsal mekanlarda bulunuyorlar.
Medine Müzesi Müdürü Hasan Tahir de, bunu teyit eden bir hikâyeden bahsederek; Muaviye’nin oğlu Yezid (647-683) zamanında, “Mekke ve Medine’deki kutsal hizmetler için ilk kez hadım edilmiş Afrikalı kölelerin alındığı” yolundaki bir rivayete yer veriyor.
Başka bir kaynakta, ikinci Abbasi halifesi Cafer Mansur (714-775), Mescid-i Harâm için bunları istihdam ettiği zikredilmektedir.
Üçüncü bir rivayete göre ise Peygamber Mescidi’ne hadım edilmiş Ağa zümresini tayin eden Selahaddin Eyyubi (1138-1193) olmuştur.
Son dönemlerde yapılan araştırmalar, bu Afrikalıların, Halep ve yöresi hükümdarı Sultan/Atabey Nureddin Zengi tarafından 1162 yılında getirilip hizmete koşulduklarını gösteriyor.
İlk başlarda, kendisine Afrika‘dan gönderilen bu siyahîlerin kutsal mekânlarda görevlendirilmesi fikrine pek sıcak bakmıyor ve sadece 12 kişiyi istihdam ediyor.
Zaman içinde bu sayı, henüz bilinmeyen nedenlerle yüzlerce ifade edilecek kadar çoğalıyor.
Medineli yazar Hayreddin İlyas’ın 300 yıl önce kaleme aldığı “Felah-ul Fellah” ( فلاح الفلاح ) isimli elyazması esere bakılırsa, hükümdar Nureddin Zengi’nin zifiri karanlık bir gecede rüyasında gördüğü Muhammed Peygamber, uzun boylu ve sarışın iki kişiyi eliyle göstermiş.
Zengi’nin aniden uyanması yüzünden rüya kısa sürmüş. İki kez daha aynı rüyayı gören hükümdar, hemen divanı toplayarak müneccim, rüya tabircileri ve danışmanların yorumlarını dinlemiş. Tavsiye üzerine Hz. Muhammed’in Medine’deki kabrini ziyarete gitmiş.
O arada Zengi, Medine ahalisinden karşılaştığı insanların simalarına, yüz hatlarına bakıp rüyadaki tarife uyan birilerini bulabilir miyim umuduyla dolaşıp durmuş.
Esnafa ve halka bu hususta sorular sormakla yetinmemiş; tarife uyan şahısları bulabilenlere ödül vaat etmiş. Şehir halkı, etrafında toplanmış ve kendisiyle görüşmüş. Lakin tarife uygun iki şahıs bulunamamış.
Zengi, “Ödül vaadim için benimle görüşmeye gelmeyen var mı” diyerek sorup soruşturmuş. Nihayetinde, kendisini ziyaret etmeyen iki kişiden bahsedilmiş.
Vakit kaybetmeden, iki şahsın evine baskın düzenlenmiş. Evin mahzeninden Peygamber Mescidi’nin altına kadar uzanan bir tünel bulunmuş.
İz sürücüler, adamları bulup kimliklerini tespit etmişler. İtiraflarına göre, kendileri, Hıristiyan imişler. Zengi, katledilmelerini emretmiş. Bu arada açılan gizli tünelin içine kurşun döktürüp tümüyle kapatmış.
Kurşun yetmeyince, tünel tam kapanmamış. Bunun üzerine Nureddin Zengi, “Mescidi Nebi ve çevresindeki kutsal yerleri korumak amacıyla bekçilik ve diğer hizmetleri yapabilecek insanları istihdam etmeye karar vermiş.”
Göreve getirilenlerin iki temel özelliği şöyleymiş: Afrika kökenli ve hadım edilmiş siyahî köleler olmaları!
Esasen bu hizmet erlerinin çoğu, Habeşistan’ın şehir ve daha çok kırsal alanlarından gelmedir. Bu hadım edilme olayı, asıl memleketlerinde gerçekleştirilmektedir.
Kimisi inanca dayalı âdet/gelenek icabı, kimisi de bulundukları bölgelere yapılan baskın ve istilalar sonucunda muhtemelen eziyet kabilinden kısırlaştırılmışlardır.
Yakın dönem örneklerinden biri ise şudur: İtalyan askerleri, Habeşistan’ı işgal ettiğinde (1935-1936 yılları) kendilerine direnen bölgelerde yakaladıkları Habeşistanlı erkeklerin cinsel organlarını kesiyor ve testislerini çıkarmak suretiyle hadım ediyorlardı. Ölen ölüyor, kalan hadım olarak hayatını devam ettiriyordu.
2010 yılında Ağalar Bölüğü yöneticilerinden olan Muhtar Ağa da, bu vahşeti yaşamış biriydi ve ayrıca iki bacağından kurşunlanmıştı. Hayatta kalmayı başarınca da kaçıp gittiği kutsal topraklarda, hizmete talip olmuştu.
Mekke ve Medine tarihi uzmanı Mansur El De’cani’nin anlatımına göre: Habeşistan ve Sudan’ı işgal eden sömürgeciler (İngiliz ve İtalyan) yüzünden, oradan getirtilen Ağalar Bölüğü mensupları, geçmişe ilişkin hafızalarını da unutmuşlar; sözgelimi, her iki şehre nasıl getirildiklerini hatırlamıyorlar. Çünkü kiminin ailesi, bunları henüz çocuk yaştayken para karşılığı zenginlere satmış; kimileri de din uğruna evlatlarını kutsal mekânlara bağışlayıp feda etmişler.
Öyle ya da böyle, hadım edilmiş olmaları, ortaçağdaki bölge hükümdarlarının onları yeğlemesinde ve Haremeyni Şerifeyn bölgesinde istihdam etmesinde geçer rol oynamıştır.
O devir yöneticilerinin nazarında; hadım olanların, kadın ve cinsellik, çoluk çocuk derdi olmazmış. Bu halleriyle daha temiz, diri ve sadık kalırlarmış.
Nedeni ne olursa olsun, fiiliyatta cinsel hayatı olmayan bu “Hizmet Ağaları”nın soyu artık tükenmek üzere.
İstisnai bir durum olsa bile, Afrika kökenli bu Ağalar arasında farklı diyardan ve milletten kişiler de vardır.
Örnek verelim: Malezyalı bir Müslüman, “Hizmetli Ağa” olmak için aranan çalışma prensipleri, dini ve sağlık şartlarının kendisinde mevcut olmasından hareketle Mekke’ye gidip, başvuruda bulunmuş.
Baş Ağa, ilkin bu başvuruyu reddetmiş. Gelgelelim dayanılmaz ısrarı karşısında bu talebi kabul etmiş ama kendisine Suudi Arabistan kimliği verilmemiş.
Malezyalı Ağa, altı yol boyunca Kâbe’de resmi “Hizmet eri” olarak çalıştıktan sonra, memleketine dönmek üzere görevinden ayrılmış.
Öte yandan hadım olmaları, bu Ağa takımının 100-200 yıl öncesine kadar parayla cariye satın alıp evlerine almalarına engel değilmiş.
Bu nedenle hanelerinde iki üç cariye bulunabiliyorlarmış. Bazıları ise sadece Afrikalı siyahî cariyeler satın alıp haremine koyuyorlarmış.
Yakın dönemlerden itibaren Ağa takımı, kimi kadınlarla nikâhlanabiliyorlar. Eski kocalarından boşanmış (çocuk doğurmuş yahut doğurmamış olsalar bile) veya dul kalmış kadınları nikâhlarına alıyorlar.
Her iki halde de, cinsellik olmadan kadınlarla baş başa kalıp hoşça vakit geçirebiliyor; bir aile kurmanın hazzını yaşayarak tatmin olabiliyorlar.
Hasan Tahir’e bakılırsa:
Bu tür evlilikten kasıt; cinsellikten ziyade, bir yandan ev işlerini ve diğer hizmetlerini nikâhlı hanımlarına yaptırmak; diğer yandan aile duygusunu yaşamak anlamında manevi tatmindir.
Günümüzde Hizmet Ağaları’ndan bazıları anayurtlarında zaten evli veya çocuklu olmaları hasebiyle, Suudi Arabistan yönetimi onlara aile birleşimi kapsamında kocalarının yanlarına gelme izni veriyor.
Kadınlardan isteyenler olursa, onlar da belli sınavlardan geçtikten sonra kutsal mekânlarda “kadın hizmetli” olarak çalışabiliyorlar, ancak Suudi kimliği alamıyorlar.
Aynı Ağalar, gerektiğinde yıllık izinlerini kullanıp memleketleri Habeşistan’a (Etiyopya’ya) gidip tatil yapabiliyorlar.
Bu arada muhtemel “ağa adaylarını” bulabilmek için çevrelerini araştırıp soruşturuyor; bu konuda yetkililere rapor gönderiyorlar.
Faslı Ortaçağ gezgincisi İbn Batuta, bu kutsal mekân hizmetlilerinin vasıflarını şöyle tasvir ediyor:
Çoğunlukla Habeşistan ve benzeri diyarlardan getirtilen bu zümre arasından seçilmiş iyi görünüşlü ve temiz yüzlü kimseler, şık/zarif elbiseleriyle de dikkat çekiyorlardı. En yaşlıları, ‘Baş Hizmetkâr’ (Baş Ağa) diye biliniyordu ki, giysi ve davranışlarıyla adeta emirler (Prens-Bey) kategorisinde yer alıyordu. Kendilerine ayrılan yıllık ödenek (ücret vs) Mısır ile Şam diyarından gönderiliyordu.
İsviçreli seyyah Johann Ludwig Burckardt (1784-1817) da, Ağa bölüğünün giysilerinin gayet şık ve nakışlı ipekten yapılmış, İstanbulî diye bilinen kesim ve biçki stiline göre dikildiğini belirtiyor.
Osmanlı devrinde bu Ağalar, “İstanbuliye” cinsi kaftan (üste giyilen, kumaştan yapılmış uzun, süslü veya düz astarsız elbise, entari) giyerlermiş.
Onun üstüne konulan cübbe (yanları geniş, düğmesiz ve boynundan ayakucuna kadar uzanan ince çuhadan yapılmış elbise) isimli giysiye bürünürlermiş.
Her ikisi de tek parça, ince ve zarif ipekliden dikilmiştir. Farklı renklerde olmakla birlikte daha çok krem, beyaz ve kahverengi olanları tercih edilmiştir.
Bazen cübbe üzerine “biniş” denilen bir parça daha giyilebiliyor. Kaftanın bel kısmındaki parlak renkli pamuktan veya has kumaştan yapılmış kuşak, çoğu zaman siyah veya yeşil olabiliyor.
Ellerinde, yürürken dayandıkları bir asa/baston bulunuyor. Bastonun tutamak kısmı parlak, nakışlı ve süslü madeni ince plakalara kaplı oluyor.
Başlarında ise kıvrımları iyice ölçülüp biçilmiş ve doğru sarılmış beyaz ince muslinden sarık ile fes tarzında takke bulunuyor. Fes’in tepe kısmı nakışlı garip geometrik desenlerle süsleniyor.
Genelde yeşil ve kırmızı rengin hâkim olduğu silindir şeklindeki fesin yüksekliği 15-20 cm arasındadır. İç kısmı pike edilmiş beyaz pamuktan dokunmuş düzgün hasse bezindendir…
Müslinden yapılmış ince düz beyaz bez, baştaki fesin etrafına sarılıyor ancak son kıvrımı ya omzun üstüne düşecek ya da sarığın üstüne konacak şekilde ayarlanıyor.
Ağaların giydikleri kıyafetler, onların rütbe ve makamlarının da işaretidir. Rivayete göre 16. yüzyılda Kanuni Sultan Süleyman, onların bu şekilde giymelerini sağlamıştır.
Yalnız, Osmanlı’dan önceki eski kıyafetleri çok bol değil, beden hatlarını belli edecek ölçüdedir. Giysinin boyun kısmındaki düğmeler tamamen kapatılıyor. Düğmesini açık bırakan hizmetlilerin dövüldüğü söyleniyor.
Fotoğraflarda görüldüğü üzere, ufak tefek değişikliklere rağmen bu giyim tarzı günümüzde de devam ediyor. Kıyafetleri genellikle şunlardan oluşuyor:
El Recbe isimli örtü, omuza atılan şal (Arapça el hızam: kuşak), başa takılan kavuk, kol saati ve yüzük. Lakin onlar asla şemsiye taşımıyorlar.
Ayrıca cübbenin sarkıp yerde sürüklenmemesi maksadıyla kullanılan iç yelek (bir çeşit cepken) de giysileri arasında bulunuyor.
Ağaların rütbe ve mevkileri, neredeyse askeri hiyerarşiyi andırıyor. Bu ast-üst ilişkisi şöyle sıralanabilir: Baş Ağa, onun yardımcısı, Ağa bölüğü şeyhi (sorumlusu), sekreter (özel kalem), disiplin sorumlusu, yetkin, deneyimli, yarı deneyimli, hizmet eri, müteferrik işlerde çalışanlar.
Onları hem sarıkları hem de bağladıkları renkli kuşaklardan (Arapçası şal) birbirinden ayırmak mümkün. Üst makamdakiler, bu kuşağı (şalı) bele bağlamak yerine omuza atabiliyor.
Bahsedilenlerin hepsi, iş kıyafetidir. İş çıkışında Ağalar, normal sokak giysileriyle evlerine gidiyorlar.
Osmanlı zamanında yayımlanan fermanlar sayesinde Hizmet Ağaları’nın davranış, hareket, faaliyet, gelenek ve yönetme tarzlarına serbestlik tanınmıştır.
Bu özerklik, küçük değişikliklerle günümüzde de geçerlidir.
Suudi Hanedanı devrinde, Kral Abdulaziz El Saud, 1927’de yayınladığı bir kararnameyle Ağavat bölüğünün vazifesini “kimsenin müdahale edemeyeceği özel bir hizmet olarak” belirlemişti.
Onun ölümünden sonra yerine geçen Saud bin Aldulaziz, babasının bu düzenlemesini olduğu gibi muhafaza etti. Suudi hükümeti, bunu 1971 yılında yasa haline getirdi.
Kral Fahd ise, 1982’de her yıl kendilerine önemli bir ödeme bütçesi ayırdı; Vakıf gelirlerinin bir kısmının Ağalar bölüğüne verilmesini kararlaştırdı.
Bu münasebetle belirtelim: Söylentiye göre, kimi babalar, kutsal mekânlarda görevli olabilmeleri umuduyla oğullarından birini hadım ettiriyorlarmış.
Zira Ağaların aylık maaşları, 3300 ile 4700 Suudi riyali (yaklaşık 538 ile 775 Amerikan doları) arasında değişmektedir.
Bu yüzden de dönemin Suudi Arabistan baş müftüsü Abdulaziz bin Baz, 1978’de Ağa tayin edilme kuralının durdurulması yolunda bir fetva vermişti.
Maaşlar dışında Ağalar Bölüğü’ne ilaveten gelen akar ve gelirleri ise şöyle sıralanabilir: Yaklaşık 100 kadar vakıftan elde edilenler ile ticari faaliyetten sağlanan kazanç.
Ayrıca yerli ve yabancı devlet adamlarından verilen hibe, ödül, ikramiye kabilinden paralar…
“Ağalar Bölüğü” orta tabakanın zenginleri içinde sayılmaktadır. Vakıf gelirleri ise, küçümsenecek cinsten değildir. Suudi Arabistan, Yemen ve Fas gibi ülkelerde onlarca farklı vakıfları bulunmaktadır.
Yalnız Mekke ve Medine Ağaları, ortak vakıf kurmamış; her cemaat, bulunduğu şehirde özel vakfını tesis etmiştir.
Bir cemaat, diğerinin işlerine karışmaz. Bu vakıf gelirleri, sadaka ve diğer harcamalar çıkarıldıktan sonra makam-rütbe farkı gözetmeden cemaat üyeleri arasında eşit olarak dağıtılmaktadır. Bu haliyle bakılırsa, bir hayli zenginleşmiştir Ağalar Bölüğü.
Daha önceleri Ağalar, Haremeyni Şerifeyn’de tam 42 farklı hizmeti yerine getirirlermiş: Kutsal yerlerde ziyaret ve tavaf edilen mekânlar, bilhassa Haremeyni Şerifeyn alanları ile tuvalet, abdesthane gibi ihtiyaç giderme yerlerini temizlemek, Mescidi Nebi’nin içini gülsuyu, misk ve amberle yıkamak, tütsü ve buhurla güzel kokmasını sağlamak, kandilleri, mumları yakmak; şimdiki zamanda elektrik tesisatını açıp kapamak ve benzeri hizmetlerdir bunlar. ”
42 hizmet, artık verilmiyor. Teşrifat ve rehberlikle ile ilgili başlıca dört vazifeleri var: Kral ile refakatindekileri karşılamak, yabancı devlet adamlarına eşlik ve rehberlik etmek, onların namaz kılabilmeleri için seccade sermek, zemzem suyuyla ellerini yıkamalarına yardımcı olmak.
Diğer görevleri ise şunlar: Tavaf esnasında kadınlar ile erkekleri birbirinden ayırmak ve ezandan sonra kadınların tavaf etmelerinin önüne geçmek. Peygamber odasını temizlemek ve ihtiyaç halinde misafirlere açmak. Selamlık kapısında karşıladıkları yerli-yabancı devlet ricalinin anlık ihtiyaçlarını gidermek ve Peygamber Mescidi’nden çıkana kadar kendilerine eşlik etmek.
Ağalar Bölüğü’ne katılmaya talip olanların aşağıdaki şartlara uymaları mecburidir:
Hadım olmak ve Ağavat sisteminin bütün kurallarını kabul etmek. Peşi sıra yedi yıl boyunca kutsal mekânlarda çalışmaya razı olmak. Çalışma süresince vardiya (dönerli nöbetleşme) yöntemini benimsemek ve iş planına uymak. Görevini en iyi biçimde yerine getirmek. Üstlerinin emirlerini itiraz etmeden uygulamak ve sağlıklı bir bedene sahip olmak…
Ağalardan herhangi biri kusurlu, kabahatli veya suçlu bulunduğu takdirde Baş Ağa, onu, diğer hizmetlilerin önünde falakaya yatırıp ayaklarını kırbaçlar. Cezalandırma, ağaların özel oturma ve sohbet odalarında infaz edilir. Şikâyet edilip suçlanan veya emirlere uymayan Ağa, verilecek cezaya itiraz ederse, ilgili makamlara bildirilir.
Baş Ağa, böyle birini, derhal azledip işten kovabilir. Affedilip işe dönmesi istenirse, Baş Ağa önce diğer yetkililere danışıp cezanın fiziksel (falaka) kısmını uyguladıktan sonra tekrar işe alınmasına izin verebilir.
İşe alma süreci şöyle işlemektedir:
Üst mevkideki bazı ağalar, geçmiş yıllarda bu şartlara uyabilecek yeni hizmetkârları bulabilmek için farklı şehir ve ülkeleri dolaşır, bulduklarını, Baş Ağa’ya bildirirler. O da ülkedeki en yüksek yetkiliyi yazılı olarak durumdan haberdar eder.
Hac ve Vakıflar Bakanı, onay verdikten sonra yeni hizmetkârlar “Ağa” sınıfına alınır, kendisine Suudi Arabistan kimliği verilir. Bulunduğu ülkedeki Suudi Arabistan Büyükelçiliği, acemi ağaların Mekke ve Medine’ye gitmelerini sağlar.
Ülkeye ayak basar basmaz sağlık muayenesi ve testlerden geçirildikten sonra, kendisine Ağalar Nizamı (Kuralları) anlatılır. Bundan sonra hakkında açılan bir personel dosyası, Hac ve Umre Bakanlığı’na gönderilir.
Ancak yeni krallık kararnamelerine göre, artık ağa adayı bulabilmek için başka yerlere gitmeye pek hacet kalmadığı görülmektedir.
Peygamber Mescidi’nde ağaların bulunduklar oturma yeri; Kadınlar Kapısı ile Cibril Kapısı arasındaki asma katta kurulu sedir ile perdeli bölmeden ibarettir.
Baş Ağa’nın bürosu da oradadır. Bu camide, sadece nöbetçi Ağa ile bir asker ve bir de ahlak zabıtası geceyi geçirebilirler.
2010 yılında Haram-ı Şerif’te 14, Mescid-i Nebevî’de 17 ağa görevliyken; bu sayı Mekke’deki kutsal mekânda aynı kalırken, Medine’deki zaman içinde 12’ye, 2021 yılında ise 4 kişiye kadar düşmüştür.
Aslında Ağaların da sayısı azaldı; soyları tükenmek üzere. Medine bulunanların en genci 90 yaşında, en yaşlısının ömrü 110 sene.
Baş Ağa da bu durumu onaylıyor, “Savaş ve istilalar sonucunda ne yazık ki sülalemizin sayısı giderek azalıyor” diyor.
Son zamanlarda Suudi Arabistanlı fotoğrafçı Adil El Qureyşi, özel hayatları topluma kapalı olan “Ağalar Bölüğü” mensuplarının fotoğraflarını çekmiş; ardından Mescidi Nebevî’nin içindeki hemen her yeri ayrıntılarıyla görüntülemiş.
Peygamber Muhammed’in yaşamında kaldığı ev ile şimdiki kabrini çekme şansını yakalayamamış; zira Baş Ağa, buna müsaade etmemiş. İkna süreci hayli uzun sürmüş. Nihayetinde, tek şartla muradına ermiş: Çekilen fotoğraflardan sonra Baş Ağa’nın görüşü ve açıklaması eşliğinde bunlar yayınlanabilecekmiş.
Fotoğrafçı El Qureyşi, 10 yıl boyunca çektiği fotoğrafları hem yerli yabancı sergilerde sergilemiş; hem de televizyon belgeseli haline getirmiş, ayrıca Ağalar ile yapılan röportajlarla birlikte bir kitapta toplamış. Kitabın Arapça başlığı: El Ağavat.
Biz de El Ağavat (Ağalar) kitabından ilham alarak ve başka kaynakları da araştırarak bu bilgileri derleyip size sunmuş olduk.
2010 yılında Suudi “El Yemame” dergisi, Ağalar Bölüğü işlerinden sorumlu ve (mutemetlik dâhil) kanuni vekili olan Salim Ferid Yemeni’yle yaptığı röportajda, bu hizmet ehli hakkında bilinmeyen soruları yanıtlamıştı. Yararlandığım ilginç kaynaklardan bir de budur.
DÜZELTME: Kürt-Ermeni ilişkileri hakkında geçen hafta yayınlanan makalemde, teyit edemediğim bir anlatım neticesinde Muşlu Hacı Musa Beg için, “Hamidiye Alayı komutanı” diye yazmıştım ki doğru değildir.
Nahiye Müdürlüğü yapmasına ilaveten Rus-Osmanlı Savaşı sırasında Mutki ve çevredeki bazı aşiret milislerinin (tahmini 2-4 bin kadar) başına geçerek Rus birlikleri ve Ermeni komitecilerine karşı çatışmıştır.
Onun, “Ermenilere zulmettiği” yolundaki iddialar, Patrikhane kayıtlarıyla yabancı devlet temsilcilerinin raporlarında bolca bulunmakla birlikte, konu hayli tartışmalıdır. Bu hususu ele alma imkânım olduğunda, ayrıntılı bir değerlendirme yapacağım.
Kaynakça:
ويكيبيديا, الاغوات Wikipedia Arapça, “Ağavat” maddesi
الأغوات.. الظاهرة والتاريخ – جريدة الرياض نسخة محفوظة 04 أغسطس 2017 على موقع
هل يوجد سجن للأغوات في المسجد النبوي الشريف,…, https://www.youtube.com/watch?v=x5cPaD_NxsI.
معرض عادل القريشي أغوات المدينة المنورة في لندن, El Ğad El Arabi TV, Kasım 2015.
أول فيلم يتحدث عن أغوات المسجد النبوي
أغوات المدينة المنورة ينثرون رائحة الوفاء وحب الخدمة في أرجاء المسجد النبوي, El Arabiye TV kanalı
أربعة رجال فوق التسعين- من تبقى من -أغوات- الحرم النبوي, independent arabia, 15 Nisan 2021.
مجله اليمامه, الأغوات, Suudi El Yemame dergisi, 20 Şubat 2010.
© The Independentturkish