Söyleşi: Doğan Baran Tüfekçi.
Doğan Baran Tüfekçi: Paradigmanın İflasının yayınlanmasından bu yana 30 yıl geride kaldı. Bu arada çok sayada kitabınız ve makaleniz yayınlandı. Sadece eleştirmiyorsunuz, aynı zamanda çıkış yollarına dair de yazıyorsunuz. Geleceğe dair iyimser misiniz?
Fikret Başkaya: Eleştiri bir amaç değil. Şeylerin gerçeğine nüfûz etmek için gerekli. Tabii radikal olmak kaydıyla. Yoksa ekseri yapıldığı gibi eleştiriyormuş yapmak değil. Radikal olmayan eleştiri şeylerin etrafında dolanmaya, kendini ve başkalarını aldatmaya, sömürü düzenini meşrulaştırmaya yarar… Radikal olmak, sorunları kökeninden ele almaktır…
Mesele, iyimserlik-kötümserlik meselesi değil. Bunların ikisi de realiteden uzaklaşmaktır… Biri bir tarafa öteki diğer tarafa doğru abartır… Önemli olan umutlu olmaktır. Umut da ‘mümkün olanla muhtemel olan arasında bir yerlerdedir’…
Doğrusu umutluyum. Umutluyum çünkü insan irade sahibi bir varlıktır. Bu da şeylere, olaylara müdahale edebilme yeteneğine, potansiyeline gönderme yapar. Eğer araç yürümüyorsa, patinaj yapıyorsa, tamir edersin, değilse yenisini yaparsın… O halde mesele ne? Kapitalizm sosyal kötülükleri azdırmadan, ekolojik yıkım ve iklim krizi peydahlamadan yapamıyorsa, insanlığın ve uygarlığın geleceği riske girmişse, bütün bu olup-bitenler, saçmalıklar, akılsızlıklar da bir takdir-i ilahinin eseri değilse, ki değildir, o zaman sen de başkalarının bozduğunu yapmaya talip olursun… Aracın direksiyonunu “iyi yaşamdan” tarafa çevirirsin… Bazı insanların bozduğunu başka bazı insanlar neden yapmasın? Dar bir küresel oligarşi, dünyayı yaşanmaz bir yer haline getirmişse, bu süreçten zarar gören Büyük İnsanlık neden bu kepazeliği kabullensin… Olup-bitenleri seyretmekle yetinsin?
DBT: Ekolojik sorun çalışmalarınızda önemli bir yer tutuyor. Son kitaplarınızdan birinin başlığı, ‘İklim Krizi ve Ekolojik Yıkım’. Bu ikisiyle yüzleşmek, süreci tersine çevirmek mümkün mü?
FB: Vakitlice harekete geçmek kaydıyla bu güzel gezegeni hala yaşanabilir bir yer haline getirmek mümkün… Aksi halde belirli bir eşik aşıldığında -ki, maalesef o eşiğe hızla yaklaşılıyor- artık kurtarılacak bir şey kalmayabilir… Geri dönüş mümkün olmayabilir… Aslında yapılması gereken de bir sır değil. Vakitlice silkinip ayağa kalkmamız, üretim, tüketim ve yaşam tarzımızı değiştirmemiz gerekiyor ki, bu da insan iradesini aşan bir şey değil… İnsan kendi ölümünü engelleyemez ama insanlığın ölümünü engelleyebilir… Saçma bir üretim ve tüketim almış başını gidiyor… Üstelik bu kepazelik, büyüme, kalkınma, ilerleme adına meşrulaştırılıp, dayatılıyor… Kapitalizm sınırsız büyüme eğilimine ve dinamiğine sahip bir sistemdir. Fakat bu dünyanın kaynakları sınırlı… Bir zaman geliyor sınırsız büyüme, kaynakların sınırına dayanıyor…
Bu kör gidişi durdurmak süreci tersine çevirmek de ekonomik, politik, ekolojik ve etik bir radikal devrimi gerektiriyor. Fakat yerel ve küresel oligarşiler (mülk sahibi sınıflar), burjuva siyasetçileri, kendilerinin ve başkalarının ‘aydın’ dediği zevat, sömürü düzeninin akıl hocaları, “kanaat önderleri” hala bu aracın bu rotada yol alabileceğinden şüphe etmiyorlar. Esasen radikal eleştiri zaafı var ki, şeylerin, süreçlerin bilince çıkarılmasını zorlaştırıyor…
DBT: Geniş halk kitleleri ayakta, önemli bir itiraz da var…
FB: Elbette söylediğin doğru, zira sömürü düzeni artık insanların asgari ihtiyaçlarını bile karşılayamıyor. Dolayısıyla önemli bir itiraz var ama o kadarı taşı yerinden oynatmak için yeterli olmaz. Sorun ne kadar büyük, kriz ne kadar derin olursa olsun, insanları kendiliğinden sistemin özünü sorgulamaya itmez… İnsanlar sistemin, kapitalizmin belli yönlerine karşı mücadele ederler, işte, ücretlerin düzeyi, pahalılık, çalışma koşulları, işsizlik, doğa tahribatı, gündelik yaşama dair sıkıntılar, vb. Kapitalist sistemin niteliğinden, yıkıcı-yok edici karakterinden ve işleyişinden haberdar olmadıkları için, sistem dahilinde sorunların çözülebileceği, durumlarının iyileşebileceği yanılsaması içindedirler… Daha iyi bir kapitalizm, tabir caizse, güler yüzlü kapitalizmin mümkün olduğu yanılsaması içindedirler… Oysa, kapitalizm ne reforme edilebilir ne de insafa gelebilir. Esasen hiçbir üretim tarzı, hiçbir uygarlık modeli reforme edilebilir değildir. Belirli bir mantığa göre işler ve o mantığın dışına çıkıldığında sistem olmaktan çıkar… Dolayısıyla, sürece politik öznenin etkili bir şekilde müdahale etmesi gerekir… Radikal bir devrim olmadan şeylerin seyrini değiştirmek, insanlığın ve uygarlığın geleceğini kurtarmak mümkün değildir… Dolayısıyla ne ile cebelleştiğini bilmek önemdir…
Haklı tepkiler ve hareketler var ama bunların iki zaafı var: Birincisi, ortak bir perspektife endeksi değiller. Başka türlü söylersek bir ütopya zaafı var; ikincisi, söz konusu hareketler bölük-pörçük… Oysa duruma acilen etkili bir müdahale gerekiyor… İnsanlığın ve uygarlığın geleceği bu çelişkinin aşılmasına bağlı görünüyor…
DBT: İklim krizinin insan eliyle ortaya çıkmış bir şey olmadığı, doğanın kendi olağan döngüsünün bir sonucu olduğunu ileri süren ‘iklim şüpheciler’ var. Bu konuda ne söylemek istersiniz?
FB: Bugün ortaya çıkan durum, ister iklim krizi (atmosferin ısınması), isterse ekolojik yıkım olsun, esas itibariyle sanayi kapitalizminin yarattığı bir şey… Sürecin eni-sonu 250 yıllık bir geçmişi var. Geride kalan 70 yılda yıkımın hızı ve yoğunluğu arttı. Bu, uzun insanlık tarihinde çok küçük bir parantez ama işlerin sarpa sarmasına yetti maalesef… Kapitalizm öyle bir sistem ki, her seferinde daha çok üretme, tabii tüketme zorunluluğu var. Sınırsız büyüme dinamiğine sahip. Aslında bu dünyada sınırsız büyüyen hiçbir şey yoktur… Mesela bir civciv yumurtadan çıkar büyür ve bir yerde durur. Bir çocuk doğar belirli bir yaşa kadar büyür ve durur… Sürekli büyüyen bir insan düşünebiliyor musun? Bir sonraki üretimin hacmi, bir öncekinden büyük olmak zorundadır… Üretmek doğadan bir şey çekmekle, yani eksiltmekle mümkün… Kapitalizm dahilinde üretirken de tüketirken de kirletmek de kaçınılmazdır. Zira, kapitalistler üretimin ekolojik ve sosyal sonuçlarıyla ilgili değillerdir. Atmosfer ısında zira aşırı enerji yakıldı. Atmosfere karışan gazlar bir sera etkisi yarattı. Aslında senin ‘ikim şüphecileri’ dediğin taife, yıkımın-yok etmenin faillerinin sözcüleri…
Fakat nüanse edilmesi gereken bir şey var: İster iklim krizi, isterse ekolojik yıkım olsun, bunda her dünyalının eşit sorumluluğu yok. Sorumlular bu dünyanın varını-yoğunu sömüren, yağmalayan, talan eden kapitalist oligarşiler, mülk sahibi sınıflar, yeryüzünün efendileri… İşçi sınıflarının, mütevazı bir yaşam süren geniş emekçi kitlelerin, yeryüzünün lânetlilerinin bu işte bir dahli yok… Yemenli yoksul bir kadının sorumluluğuyla mülti-milyarderlerin sorumluluğu aynı sayılabilir mi?
DBT: O zaman gelirin eşit paylaşılmasıyla sorun çözülmüş olmaz mı demek lâzım?
FB: Elbette gelir eşitsizliği sorunu son derecede önemli. Mutlaka üstesinde gelmek gerekiyor ama üretileni eşit bölüşmekle sorun çözülmüş olmaz… Mesele daha çok üretip eşit paylaşmak değil. Bir kere üretimin yönünü ihtiyaçlara döndürmek gerekiyor… Kapitalizm dahilinde üretimin birincil amacı insan ihtiyaçlarını karşılamak değil, kâr etmektir… Sorunun çözümü için iki şey yapmak gerekiyor: Üretimi kısmak ve kompozisyonunu değiştirmek. Zira envai çeşit lüzumsuz ve zararlı şey üretiliyor… Korona virüs o saçmalığı açık etti, önceliklerin önemini hatırattı… Her hane sanki bir çöp fabrikası… Böyle akıl dışı, mantık dışı bir sistemde iklim krizi, ekolojik yıkım neden şaşırtıcı olsundu?
DBT: Manavgat’ta başlayıp bölgeye yayılan yangınların ve sellerin ekolojik duyarlılığı artırdığını söylemek mümkün mü?
FB: Bir başına büyük yangının ve sellerin bir bilinç sıçramasına neden olduğunu söylemek abartı olur ama mutlaka bir etkisi olmuştur. Eğer insanları sistemi (kapitalizmi) sorgulamaya iterse orada gerçek bir bilinçlenmeden söz edilebilir… Dikkat edersen kimse kapitalizmi ağzına almak istemiyor… Her şeyi bilen uzmanlar havanda su dövmekle meşgul… Eğer bir sorunu çözmek gibi samimi bir niyetiniz varsa, şeyleri adıyla çağırarak başlamak gerekir…
DBT: Türkiye’de ekolojik bilinç düzeyi dünyanın başka yerlerine göre ne düzeyde?
FB: Aslında oldukça hızlı bir farkındalıktan söz etmek mümkün. İnsanlar yaşayarak, yüzleşerek öğreniyor ama henüz taşı yerinden oynatmanın uzağında… Kapitalizm radikal olarak hedef alınmadığı sürece işlerin yoluna girmesi mümkün değildir… Hala kapitalizm dahilinde çözüm umudu canlı…
DBT: Türkiye bugüne kadar Paris Anlaşmasını neden imzalamadı?
FB: Eğer anlaşmaya dahil olurlarsa, doğa yağma ve talanının aksayacağını düşündükleri içindir herhalde… Türkiye’yi yaklaşık 20 yıldır yöneten dinci iktidar dünyayı anlamaktan aciz. Esasen Politik İslam’ın hiçbir sorun çözme yeteneği yoktur. Onların iyi bildikleri, yaptıkları yegâne şey, bütçeyi, hazineyi, müşterekleri, doğayı yağmalamak, talan etmektir. Dikkat edersen, yağmalanmamış, talan edilmemiş pek bir şey bırakmadılar… Eğer vakitlice bunlardan kurtulunmazsa, geriye kurtaracak bir şey kalmayacak…
DBT: Hocam, son olarak eklemek istediğiniz bir şey var mı?
FB: Özetle, kapitalizmden çıkma perspektifi olmayan hiçbir siyasi hareketin, hiçbir iktidarın sosyal kötülüklerle olsun, ekolojik yıkım ve iklim kriziyle olsun baş etmesi asla mümkün değildir… Ekolojik olanla sosyal olanın uyumumu sağlamadan hiçbir sorun çözülemez…
DBT: Sorularıma sabırla cevap verdiğiniz çok çok teşekkür ediyorum hocam…
FB: Ben de sana…