Hakan Yurdanur
Bugün yaşananlar, insanın doğayı toplumsal düzen ve var olan sistem üzerinden önce uyuma sonra da boyun eğmeye zorladığıdır. Bu zor yöntemi toplumun büyük çoğunluğu tarafından kabul gören bilimsel yasalara dayanır. Her ne kadar bulunan bu yasalara doğa yasaları da dense sonuçta doğa yasaları denilenler doğanın kendisi için değil , insan içindir. İnsan kavramı soyuttur. Bunu cisimleştirmek gerekirse , egemen sınıfın egemen yöneticileri demek daha uygun olacaktır.
Doğa bilimlerinde ki gelişmelere egemenin gözü ve sözü ile bakmaz isek şunu net görüp söyleyebiliriz : doğa bilimlerinin gelişiminin amacı , doğanın gerçekten tüm doğallığı ile kavramasından önce onun hesap edilmesidir. Bu noktayı biraz daha derinlemesine inceleyelim. Doğa yasaları bizlere doğal olayların ne zaman , nerede ve nasıl gerçekleşeceğini tam olarak garanti edemez . Burada ki asıl amaç , doğa yasaları üzerinden düzenliliğin ve değişmezliğin kurallarını icat edip bunları çıkarlara uygun şekilde formüle etmektir. Çıkarlar , sınıflar arası çatışmaların olduğu bir zeminde sınıf çıkarları olacaktır elbette. Bu anlamı ile doğru yasalar diye bir şeyden söz edemeyiz. Doğa yasaları üzerinden amaçlanan da , olan değil olması istenilendir.
Doğa yasalarının dili matematik olarak kabul edilir. Unutmamak gerekir ki matematik insan ürünüdür , insanın icadı ve onun yararınadır. İnsan kavramından ne anlatmak istediğimizi göz önünde alırsak matematiğinde sınıfsal bir araç haline dönüştürüldüğünü görebiliriz. Sınıfsal araçsallaştırma bir süre sonra matematiğin insana yabancılaşmasını doğuracaktır. Matematiğin yabancılaşması , doğa yasalarının yabancılaşması ile eş zamanlı ilerleyecekti. Sonuç malûm : insan üstü , ulu , kudretli , her şeyi gören ve bilen yasalar…
Matematiğin içsel yapısına derinlemesine giremesekte şu önemli tesbitle devam edelim . Matematiğin motor güçlerinden birisi matematiksel sabitlerdir. Bu sabitler en nihayetinde birer zorunluluk sonucu doğmuş ara çözümler yani uydurmalardır. Çözülemeyen ama çözülmesi gereken ve bundan dolayı oluşan boşlukları doldurmanın adıdır matematiksel sabitler. Zorlamanın , olmayanı olan gibi sunmanın dayatmasıdır. Doğa yasalarının formülasyonu ve dili olması anlamında matematiğin rolü bunlarla sınırlı değildir. Matematik , toplumsal benzerlikleri yaratma da önemli bir işleve sahiptir. İnsanları , yetenekleri , kabiliyetleri , biyolojik kökenleri üzerinden aynılaştırma , sınıfsal ve diğer toplumsal ayrımları gizleme görevlerini dolaylı yada direk yerine getirir. Toplum sınıflara bölünmemiştir der matematiksel düşünce. Aksine toplum birbirine benzer ve benzemezler arası statüko , konum vd. geçişlerden ibarettir. Bu benzeme ve benzememe durumlarını formülleştirir. Formülleştirme sonuçta doğa yasalarının ideolojik bir dille ifadesidir. Matematiksel kesinlik denilen de bu ideolojik dili meşrulaştırmaktır.
Matematiğin şifreler üzerinden karmaşık hale getirilmesi bilinçli bir ürünün sonucudur. Karmaşıklaştırma , hayranlık üzerinden yabancılaştırmadır. Toplumun çoğunluğunun dilinden düşürmediği “ matematiği bilmek dünyayı bilmektir “ sözü bu yabancılaşmış hayranlığın ifadesidir. Yabancılaşmış hayranlık , bilerek yada bilmeyerek artan itaatinde anlatımıdır.
Bilimsel araştırma ve doğurduğu sonuçlara içinde yaşanılan toplumsal düzenin işleyiş mantığından ayrı ele almak sanırım mümkün değildir. Bunun böyle olamayacağının bir göstergeside bilim insanının bilime kendi sınıfsal yapısının penceresinden bakıyor oluşudur. Bu anlamı ile , bilimsel yasaları değişmez ve evrensel kabul ederken bu yasaların içinde bulunduğu dönemin üretim ilişkileri ve biçimini de göz önünde bulundurmalıyız derim. Aksi takdirde bu yasalara evrensel değişmezler olarak bakarsak o vakit dönemininde aynı statüde olduğunu kabul etme yanılgısına düşebiliriz. Yasalar, gizli yada açık biçimde değiştirilemezliği savunur , değişimi dondurarak komuta etmeye çabalar. Bu uğurda kurduğu söylemi nettir ; gerçeği arıyoruz , bulduğumuz gerçek var olandır. Var olan gerçek değişmezdir !
Bu değiştirilemez gerçek ilkesi insan ve toplum üzerinde de etkili bir şekilde hüküm sürmektedir. Doğa yasaları toplumsal düzeni makinaya benzetmez , bizzat makina olarak görür ve kabul eder. Yasaların himayesinde , akla uygun , makina nizamında çalışan en mükemmel toplumsal düzen içinde yaşanılan düzendir !
Doğa yasaları çok önemli bir ayrıma daha imza attı. Doğal insan yasalar üzerinden insan doğasına dönüştürüldü. Her tür eşitsizliğin , tahakkümün , ele geçirmenin , saldırının kaynağı olarak insanın iflah olmaz doğası gösterildi. Doğal insandan insanın doğasına geçiş , doğa ile insan arasında ki organik ve bütünsel bağları koparmak , yabancılaştırmak demekti. İnsanı merkeze, doğayı da onun çevresine koyan bu anlayışa göre insanın çevresinde ki herşey insana hizmet etmeliydi. İnsan ve doğa arasında ki sınırlar çok kalın çizgilerle ve aşılamayacak düzeyde çizilmeliydi.
Bu aşamada insan için ikili doğa kavramıyla karşılaşırız . Birincisi insanın iç doğası , ikincisi dış doğası. Belirleyicilik yönü içerden dışarıya doğrudur. Aklın yasalarına göre iç doğa , dış doğanın her tür tehdidinden korunmalıdır. Dış doğa denilen , insan bedenini de içine alan devasa bir yabancıdır. Bu yabancının kontrol altına alınması , ıslah edilip uyumlu hale getirilmesi şarttır. Beden , iktidara tabidir.
Burada ciddi bir benzerlik göze çarpar. Oda İktidarın bedeni ve doğayı ele geçirmede ki yöntemleridir. Her ikisi de insanın iç doğasına zarar vermektedir denilir ve eklenir ; beden ve doğa , insanın yaşadığı tüm sapkınlıkların , heveslerin , dürtülerin , merhametlerin kısacası tüm insani duyguların bir numaralı suçlularıdır. Bu suçlardan uzak durmak için insan , öncelikle doğal olan herşeyden uzaklaşmalıdır. Bu uzaklaştırmayı da akıl sahibi yasalarla yönetilen iktidar yapabilir. İktidarın kuralı nettir : Doğayı ve bedeni yasalar ve yasaklar üzerinden ele geçirip bilirsek , insanın iç doğasını da ele geçirmiş oluruz. Yasa ile yasak arasında ki ilişki ilgi çekicidir. Çünkü her yasa yasak koyucudur !
Doğa yasaları , doğada ki sürekli değişimi anlama çabası olarak başladı ama orada durmadı. Bir süre sonra değişimi anlama değişimi kontrol altına almaya dönüştü. Bu uğurda değişim önce dengeye , denge de değişmezse indirgendi. Değişmezse karşı değişimi savunanlar karşısında da yasalar , yasaklara dönüştürüldü.
Doğa yasalarının keşfi üzerinden bilimin gelişimi , bilgi toplumunu yaratmaz. Bilgi toplumu efsanesi , sermayenin bilgi üzerinden genişlemesidir. Bu nedenle bilgi toplumu , toplumun bilgi sahibi olduğunu göstermez. Burada devreye rasyonel insan ve rasyonel toplum uydurmaları girer. Rasyonel insan doğruyu bulan, bilen insan değil , doğru denilene boyun eğen insan demektir. Rasyonel gerçeklik aslında gerçeğin ( kapitalizmin ) rasyonalize edilme çabasından başka bir şey değildir.
Bugün , insan ve doğa arasında ki ilişkileri toplumun örgütlenme biçiminden bağımsız ele alamayız. Bilimin ve tekniğin iktidarla uyum içinde genişlemesine karşı , örgütlenme biçimlerine ihtiyacımız var. Bizim karşı çıktığımız noktada , bilimin ve tekniğin iktidar için ve iktidardakilerin hizmetinde oluşudur. O nedenle toplumsal düzene karşı çıkarken , yasalar üzerinden örgütlenmiş bilim ve tekniğin uygulamalarına da karşı çıkıyoruz. Karşı çıkmanın yetmediğini , bunun örgütlenmesi gerektiğini , sınıfsal perspektifte tüm ezilen ve sömürülülenlerin bir araya gelmesi gerektiğini söylüyoruz.
Bu gün yaşatılanlar doğayı yasalaştırma adı altında her tür yasayı ve yasağı doğallaştırma çabalarıdır.