Salı , 19 Mart 2024

Toplumsal Çelişkiler Sisteminin Kuruluş Ve İşleyiş Biçimi -9-


Notice: Undefined index: tie_hide_meta in C:\inetpub\WpSites\ozguruniversite.org\wp-content\themes\sahifa\framework\parts\meta-post.php on line 3

Nazım Can

Gerekli Açıklama

‘Toplumsal çelişkiler sisteminin kuruluş ve işleyiş biçimi’ adlı yazı serinin 8’cisinde, kapitalist toplum İşçi-MakÇa Ana Mekanizmasının kuruluş ve işleyiş biçimini tartışırken, Asya Tipi Feodalizmden (ATF) [[1]] Batı Avrupa Tipi Feodalizme (B-ATF) geçişle ilgili yıllardır çözümsüz duran önemli bir soruna cevap olmadan, anlaşılır olamayacağımı anladım. Çünkü bu konu ile ilgili her türlü çevreden, hemen her kes, Marks’ın Asya Tipi Üretim Tarzı (ATÜT) kavramı etkisi altında kalarak –Marks öyle kavramlaştırdığı için- ATF’yi feodalizm olarak analiz edip nitelemekten özellikle kaçınmıştır. Bu nedenle, İlkel Topluluk incelemelerinden başlayarak, Marksist tarih toplum incelemelerinde rol oynayan kavramların geliştirdiği idealizmi aşmak, onları yeniden ele alıp incelemek, bilince çıkarmak, tarihsel toplumsal bağlamlarındaki anlamları temelinde netleşmek için geriye dönmek zorunda kaldım.

M.S. 13. Yüzyılın sonundan (1291 son Haçlı Savaşından) itibaren, geriye dönüp tarihi tekrar gözden geçirdiğimizde, dünya feodal sisteminin kendi iç geçişlerinde, ana hatları ile göreceğimiz manzara şudur:

Asya Tipi Feodalizmi (ATF) yaşayan ülkelerde bilim, teknoloji, üretim, ticaret, kültür, sanat, edebiyat ve yaşam standartları düzeyi; Batı Avrupa Tipi Feodalizmini (B-ATF) yaşayan ülkelerden daha ileri bir düzeyde olmasına rağmen, feodalizmden kapitalizme geçiş, Asya’da değil, Batı Avrupa’da gerçekleşmişti.

Neden?

Neden sorusu, önemle sorgulanıp cevaplandırılması gereken, tarihi bir görevi önümüze koymuştur. Bu görevi açık ve anlaşılır bir biçimde yerine getirebilmek için konu ile ilgili bazı kavramları, ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’ temelinde ele alıp incelemek, tarihi bir zorunluluk haline gelmiştir. Dolayısıyla ilgili kavramları, tarihsel toplumsal bağlamları temelinde var oluşsal (yaşamsal) süreçleri ve aşamalarında, 4’lü diyalektik yöntem gerçekliği temelinde ele alıp inceleyerek, idealist yanlarını eleyip atarak netleşmemiz şarttır. Başka türlü insanlığının tarihi toplumsallaşma süreci ve aşamalarını, maddi gerçekliği ve tarihsel bağlamı temelinde anlamamız ve başkalarına da anlatmamız mümkün olmayacaktır. Bugüne kadar olmadığı gibi…

Bu tartışmadan sonra, diğer bir yazıda da Asya Tipi Feodal (ATF) sistem ile Batı Avrupa Tipi Feodal (B-ATF) sistem biçimlerini tartışacağız. Bu tartışma kapsamında, ATF ile B-ATF’nin ortak ve ayrı yanlarını açığa çıkarıp ortaya koyduktan sonra, sorunlu ATF’den, B-ATF’ye geçişleri bilim ve teknolojik nedenleri ile birlikte tartışıp, ATF’nin neden kapitalizme geçemediğini, ama buna karşın B-ATF’nin neden kapitalizme geçebildiği sorusuna cevap arayıp bulmaya çalışacağız.

Ancak bu görevi yerine getirdikten sonra, esas konumuz olan kapitalist İşçi-MakÇa Ana Mekanizmasının toplumsal varlık biçimi olan Kapitalist Toplum Temel Çelişkisine ait kapitalizmin farklı AŞAMALARINA dönüp tartışmaya, kaldığımız yerden devam edeceğiz.

Zorunlu Kavram Analizleri:

İLİŞKİ

Tıpkı bilinç gibi dil de ancak, öteki insanlarla ilişkiler gereksinmesi (ihtiyaçlar) zorunluluğuyla ortaya çıkar. Bu ilişkinin mevcut olduğu yer, benim için mevcuttur. Hayvan, hiçbir şeyle ‘ilişki içinde değildir’, kısaca hiçbir ilişki bilmez. Hayvan için öteki hayvanlar ile ilişkileri, ilişki olarak mevcut değildir” diyor Marks. [[2]] (abç) (pba).

Neden? Çünkü hayvanlar BİLİNÇSİZDİR. Hayvanlar, olaylara karşı genetik alışkanlıkları ve güdüleri ile etki ve tepkisel cevaplar verirler.

Materyallerin bir bölgeden diğerine transferi (ki bir ilişki biçimidir), Taş Devrinden bu yana arkeolojik açıdan tanımlanmış bir olgudur” diyor Gordon Childe. [[3]] (abç) (pba).

Demek ki İLİŞKİ, insanın evrensel bir hareketidir. İlişki, alet ile bilinç etkileşimi ve sarmal gelişimi temelinde, insanın ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla, başka insanlar ile zorunlu geliştirdiği toplumsal bir bağdır. Bu bağ, bilincin ürünü olmakla beraber, tarihsel toplumsal ve çok çeşitlidir. İlkel toplulukta bu ilişkinin ÖZÜ taş, kemik, boynuzdan; ağaçtan ok, yay ve mızrak gibi aletler eşliğinde, kıt kanat beslenmek için doğa ile ilişkiye geçerek, avcı toplayıcı göçler temelinde, yaşam ve geçim biçimi olarak gelişmiştir. Uygar toplumlarda ise aynı ilişki, farklı üretim aletleri ve basit makinelerce üretilen toplumsal zenginliğin bölüşülürken, esasının hâkim sınıflar tarafından, tarihsel toplumsal özel mülkiyet edinme biçimleri temellinde gelişmiştir. Örneğin: köleci ve feodal toplum İLİŞKİLERİ, farklı gruplar, sınıflar, aşiretler, etnik yapılar ve ülkeler arasında gelişmiştir. Çıkar ve menfaat için yapılan TOPRAK İŞGALLERİ, GANİMET savaşları, göçler, zorbalık, gasp faaliyetleri, köle ticareti temelli ticari alış verişler, seyahatler, edebiyat, sanat, kültür ve iş alış verişleri vs. ilişki çeşitlerine yol açmıştır. Kapitalist toplum İLİŞKİLERİ ise üretim aletleri ve makinelerin, kapitalist ve kapitalist emperyalistler tarafından özel mülkiyet edinilmesi ile sömürü temelinde, etnik yapılar ve sınıflar, çıkar ve menfaat grupları arasında kurulan ilişkiler ile genel geçer hale gelmiştir. Kapitalizmin kuruluşundan itibaren insanlar arası ilişki: ülkelerarası saldırı, savaş, işgal ve sömürge savaşları, mal-meta değişim biçimleri, tefecilik ve finanssal kumpaslar, emperyalist zorbalık ve uzayda hegemonya kurma faaliyetleri, turistik seyahatler, edebiyat, sanat ve kültürel alış veriş vs. ilişkileri biçiminde devam etmektedir.

Kapitalizm, serbest rekabet döneminde, kendisinden önceki toplumlara ait ilişki biçimlerinin bazılarını devralıp kullanarak, özellikle sömürgelerde bir döngü yapıp ‘İthal Kapitalist’ ilişkiler biçimi ile bir “DÜNYA PAZARI” geliştirmişti. Aynı “Dünya Pazarı” bağrında, tekelci iç dönüşümler geçirip gelişen aynı kapitalist ilişki biçimleri, tekelci döneminden itibaren söz konusu ilişkileri, “DÜNYA EKONOMİSİNİN” kuruluşuna vardırmıştı. 1980’lerden sonra ise neoliberal söylem ile kapitalist emperyalizm, yeni bir döngü yaparak sömürge ve yeni sömürge ülkelerde, daha önceki ‘İthal Kapitalist’ köklerini “doğrudan sermaye yatırımları” ile besleyip aşılayarak; onları, ‘İthal Aşılı Kapitalist’ gelişme biçimine vardırarak, “DÜNYA EKONOMİSİNİ”, küresel çapta gelişme sınırlarının sonuna vardırıp evrenselleştirmiştir.

Bu nedenle, tespit ediyoruz ki, dünyada yaşayan insanlığın, her türlü tarihsel toplumsal ilişkilenme biçimleri bir bütündür. “İnsanların bütün yeryüzüne yayılması, sanayi devriminin yayılmasını da hızlandırmıştır. Tıpkı Neolitik çağın çiftçilerinin, göç ettiği yerlere Ziraat Devrimi’ni götürdükleri gibi.” [[4]] Dolayısıyla batılının doğuluyu, kuzeylinin güneyliyi, zencinin beyazı vs. küçümsemesi, tek bir tarihsel toplumsal sürece ait farklı aşamalarda geliştirilen tarihsel hâkim sınıf demagojisidir. 1960’larda Bertrand Rusell’in ifade ettiği gibi neoliberal kapitalist emperyalizm ile “dünya artık, sadece astronomi bilgini için değil, sokaktaki adam (insan) için de tek bir bütün haline gelmiştir.” [[5]] (pba). 

Günümüzde süregelen kapitalist toplum yapısal İLİŞKİ tarzı, gerçek ‘Burjuva Etnik Milliyetçiliği’ temelinde işlem görmektedir ama gel gör ki ‘Burjuva Etnik Milliyetçiliğinin’ bu yapısal ilişki biçimi, “hayali burjuva ulus” [[6]] etiketi adı altında, dünya ‘Büyük İnsanlığına’ satılmaktadır. Kapitalizm, 1775 sanayi devrimi buhar makinelerinden itibaren, çözülme aşamasına geçip, sosyalist uluslaşma ve ‘sosyalist dünya ekonomisine’ geçişi öngören bir İLİŞKİ biçiminin doğum sancılarına yakalanıp devam etmektedir. Dünya ‘Büyük İnsanlığına’, sosyalist özel mülkiyet temelinde, ‘Burjuva Etnik Milliyetçiliğini’ ‘Sosyalist Emekçi’ özne ile aşıp, SOSYALİST TARZDA ve gerçek manada ULUSLAŞMAK zorundadır. Bunun dışında, başka türlü kurtuluş yolu yoktur!

‘TÜREV İNSANLIK’ veya ÜRETİM ALETLERİ VE MAKİNELER

Doğa, tecrübe edilebilir evren fenomeninin temel niteliklerinin bütünlüğüdür. (…) Bilim, doğanın keşfi ve açıklanmasıdır. (…) Teknoloji, insani amaçlar için doğayı yönlendirmenin (değiştirip dönüştürmenin) bilgisidir.” [[7]] “Her aletin, bilimin bir somutlaşması olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. (…) Alet bir toplumsal ürün, insan bir toplumsal hayvandır”. [[8]] (pba.)

Teknoloji, insan tarafından üretilmiş, alet ve makine yapma bilgisidir. Bilgi, insanın doğa, toplum ve bilinç yasalarının keşfi ile yaşamına ait ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve ruhsal (bilişsel) davranış biçimlerini, anlama ve kavrama yeteneğinin ürünüdür. Dolayısıyla teknoloji bilgidir ama HENÜZ alet ve makine değildir. Bu noktanın farkında olmak oldukça önemlidir. Çünkü bu noktada kapitalistler, hararetli bir biçimde, bilinç bulandırmaya çalışmaktadırlar. Farkında olmak gerekir ki, teknoloji ayrı, alet-makine ayrı kavramlardır. Teknolojik bilginin, alet ve makine haline gelebilmesi için insan tarafından taş, tahta, kemik, metal ve plastik üzerine işlenip, bilgibiçim olarak somutlaşması şarttır. Bilgi, ne kadar insanın ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve ruhsal (bilişsel) yaşamının bir ürünü ise üzerine teknolojik bilgi işlenen taş, tahta, kemik, metal ve plastikten yapılmış alet ve makine de o kadar insanın ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel ve ruhsal (bilişsel) yaşamının bir ürünüdür.

İnsan, bilinç ile bilgi üretebilen biyolojik ve ölümlü bir varlıktır. Ama insana kıyasla her türlü alet ve makine, inorganik, bilinçsiz, bilgi (günümüzde algoritmik veri tabanına dayalı zekâ ve akıl üretimini) içselleştiren dayanıklı ve bu anlamda “ölümsüz” varlıklardır. Bu nedenle, arkeolojik kazılarda elde edilen bulgulardan, ilgili dönemin toplumsal yaşamının özünü ve biçimlerini öğrenebiliyoruz. Marks bu bilgilenme sürecini “insan, önce yaşar sonra da bu yaşadıklarının bilgisini elde eder” diyerek zamanında ifade etmişti.

Alet ve Makine, bilinçsiz ama sınırlı ve spesifik (özellikli) bilgi ile yoğrulup vücut bulduğu için insan, Alet ve Makineye Uyum Yasası (AMUY) gereğince, ona uymak zorundadır. Alet ve Makinelerin, hazır insan bilgisi ile ondan oluşan algoritmik veri tabanını kullanması dışında anlama, kavrama, keşfetme ve yaratıcı yetenekleri yoktur. Onun için Alet ve Makineler, onlara yüklenen bilgi kadar bilir ve iş yaparlar. Örneğin bir kazma veya bir ful otomatik insansız çalışabilen bir kepçe, 5 m uzunluğunda, 0,5 metre genişliğinde ve 1 metre derinliğinde bir kanal kazmayı, insansız veya ful otomatik algoritmik veri tabanı kullanmadan kendiliğinden bilemez. Dolayısıyla tarihsel toplumsal kümülatif varlıkları ile alet ve makineler, toplumu biçimlendirip geliştirme ve kendini aşma yetenekleri üzerinden, toplumu kendine uydurma ve toplumu aşıp ileriye taşıma yetenekleri vardır. [[9]] Onlar, “veri tabanı” temelinde, insan bilincinin ürünü olan zekâ ve aklı, yapay algoritmalar temelinde kullanıp geliştirerek, tıpkı insan “gibi” ama onun türevi biçiminde, spesifik (özellikli) düşünme işlemi geliştirerek iş yapar, mal ve hizmet üretebilirler. Nitekim ürettiler, üretiyorlar ve üretmeye devam edecekler. Dolayısıyla alet ve makineler, biyolojik olmayan ama tıpkı insan gibi geçmişten geleceğe yürüyen türev, tarihsel toplumsal insanlıktır. Binlerce yıldır onlara bilgi, yapay zekâ ve akıl yürütme biçimlerini yükleyip, üretim süreçlerinde kullanarak, makine (türev) artı değer elde ediyoruz. Dolayısıyla nasıl ki, “bir kum tanesinde evreni görebiliyorsak”, aynı şekilde, alet ve makinede de geçmiş ve bugünü görebilir, geleceği kestirebiliriz.

Zaten bilim, bu “görebilmenin ve kestirimin” ürünü ve yöntemi olarak vardır.

İlkel topluluk dâhil, her toplumu oluşturan bir altyapı, birde bu altyapının belirlediği bir üstyapısı vardır. Bir toplumsal olgu, bu iki öğenin birliği ve senkronize (eşgüdüm) işleyişi tarafından belirlenir. Bu belirlemede altyapı esastır. Üstyapı, altyapının yansıması ve tali öğesidir. Karşılıklı bir birini etkileyerek, toplumsal yapıyı oluşturup işleterek geliştirirler. Altyapı Üstyapıyı belirler, ama üstyapı altyapıyı belirleyemez. Dolayısıyla üstyapı, altyapıya öncelenemez. Üstyapı, etkileri ile altyapının kendini aşamasını ortadan kaldıramaz, ama engelleyerek, onun gelişmesini geciktirebilir. İlkel topluluk dâhil, her toplumun altyapısını oluşturan ESAS ÖĞE üretim araçları, özellikle üretim alet ve makinelerdir. Örneğin ilkel topluluk için bunlar taş keski, taş balta, mızrak, ok ve yay, topraktan yapılmış çanak çömlek, çapa ve tahta karasabandır. Hepsinin üretiminin temelinde insan emek gücü ile az da olsa alet yaparken kullanılan aletin “türev emek gücü” vardır. İnsan, aletsiz daha gelişkin alet yapamaz. İlkel toplulukta, insan emek gücü ile “türev emek gücünün” birlikte belirleyip geliştirdiği her bir iş ve geçim aracının özünde, “kullanım değeri” vardır. İnsanlık, ürettiği bu kullanım değerine sahip çıktığı kadarıyla, iş ve geçim araçlarını MÜLKİYET (başkasının da kullanımına açık ama henüz özel mülkiyet olmayan sahiplenme biçimi) edinmiştir. Böylece insan, hayvandan farklı olarak insani bir yaşam biçimi geliştirebilmiştir. İlkel aile örgütlüğü biçimi ve geleneği, klan, aşiret örgütlenmeleri, sihirsel düşünme ve toteme tapınma, ilkel sanat ve kültürel varlıkların hemen hepsi topluluğun altyapısı tarafından belirlenip gelişen üstyapısına ait düşünsel (manevi) yaşam araçlarıdır. Bu ilkel altyapı ve üstyapı araçlarına sahiplik temelinde, M.Ö. 12 bin yıllarından itibaren Mezopotamya’da, ilkel topluluk neolitik tarım devrimi çözülme ve uygarlığa geçiş aşaması koşullarında geçiş başladı. Binlerce yıla yayılı 7,8 bin yıllık geçiş yılarında, üretim araçları gelişip güçlenerek çeşitlendiler. M.Ö. 3 bin yıllarına gelindiğinde, Kurd Sımer (Sümer) çoban ve çiftçi aşiretleri [[10]] tarafından üretilen “kullanım değerine” bir de dünyada ilk kez “artı ürün” ile “artı değer” üretimi eklenince, “değişim değeri” üzerinden, ilkel mülkiyet biçiminden toplumsal özel mülkiyete geçiş başladı. Böylece köleci toplumun altyapısı temelinde, ilkel topluluktan uygarlığa geçiş başarılmış oldu. İşte bu başarı temelinde, Kurd Sımeri’lerin ülkesinde, dünyada ilk olarak oluşan toplumsal altyapıya uygun biçimde, yazılı tarihin uygar “İLKLERİ”, toplumsal üstyapı öğeleri olan devlet, dünyanın bir ilki olan iki meclisli demokrasi, siyaset, hukuk, vergi sistemi vs. gibi yönetim ve kültürel biçimler gelişip biçimlenmiş oldu. [[11]]

Şu husus asla unutulmamalıdır: Reel Sosyalistlerin yaptığı gibi siyasal üstyapıdan hareketle, yeni bir toplumun altyapısı asla inşa edilemez. Reel Sosyalist deneyden öğrendik ki, üstyapı oluşumu, altyapı oluşumuna ASLA öncelenemez. Onun için önce altyapı oluşumu için ‘Sosyalist Emekçi Özel Mülkiyet’ geliştirip kurmalıyız ki, kurulan sosyalist özel “mülkiyet, herkesin yerini kabaca belirleyen” [[12]] bir biçimde bize, onu koruyup kollamak ve geliştirmek üzere, kapitalist özel mülkiyet ve üretim biçimini değiştirip dönüştürmek için siyasal üstyapıda ne yapacağımıza dair yol göstermiş olsun. Dolayısıyla 4 veya 5 yılda bir seçimler ile yenileyip onaylayarak kurduğumuz, vergi verdiğimiz, askerlik yaparak koruduğumuz devleti, özünde değil, ama biçimsel olarak kapitalist karakterler taşıyor diye yıkmanın, “parça pençik etmenin, havanda su dövmenin, parça kırmanın” ne anlamı var. Devleti, her seçim ile hem kuruyoruz, hem de dönüp yıkmaya çalışıyoruz. Hem “parçalayıp yıkmaktan” bahsediyoruz! Hem de dönüp kapitalist özelleştirmelere karşı çıkarak, aynı devlete ait olacak şekilde “kamulaştırmayı, devletleştirmeyi” savunuyoruz! Peki, insana sormazlar mı, ”sana mı düşmüş kapitalist devlete mal mülk edindirmek”?

Bu ne yaman bir çelişkidir arkadaş?

Bu nasıl bir tezgâha gelmedir be kardeşim!

Doğa, kullanalım diye eşitlik ve özgürlük üretmez. Doğa, sana bana, ona buna aldırmadan, doğasında akar, akar, akar… [[13]] Doğa, sadece insan bilinci üzerinden, alet ve makine geliştirerek eşitlik üretebilir. Eşitlik düşüncemizin var olma, gelişme biçimi ve dozu, maddi kaynağı ve kökenidir. Alet ve makinelerin taşıdığı bilgibiçimleri, onları özel mülkiyet edinen sahipleri tarafından manipüle edilmezse onlar, her halükarda insan farkı gözetmeksizin, toplumsal eşitlik üretmeye devam ederler. Örneğin manipüle edilmediği müddetçe bir saati, kim koluna takarsa taksın o saat, kişiye göre değil; kendi bilgibiçim oluşumuna göre çalışır. Keza bir su musluğu, akıllı bir telefon, yapay zekâ teknolojisi kullanan zeki ve akıllı herhangi bir dijital üretim alet ve makine, kişiye göre değil; bilgibiçim ve algoritmik “veri tabanına” göre her kes için eşit çalışır, eşit hizmet üretir. Ama gel gör ki bu eşitlik, kapitalist özel mülkiyet ve üretim biçimi altyapısına uygun olarak manipüle edildiği için kapitalist eşitsizlik üreterek işlemeye devam etmektedirler. Özetle, toplumsal altyapı öğelerinin yaratılış özleri toplumsal; özel mülkiyet edinme ve üretime sürülme biçimleri ise özeldir. İşte böyle olduğu için şimdiye kadar onlar; köleci, feodal ve kapitalist özel mülkiyet biçimleriyle üretime sürüldükleri için eşitsizlik üreterek işlemeye devam etmişlerdir.

Eğer alet ve makineler, kapitalist sınıf özel mülkiyet ve üretim biçimi engelinden kurtulup, ‘Sosyalist Emekçi Özel Mülkiyetine’ geçerse, özgürce gelişip eşitlik üretmeye devam edecekler. Bu husus, onların kendilerine “özgü bilinç” geliştirebildiği döneme kadar devam edecektir. Ancak onlar, bilinçsiz halleri ile mülkiyetinde bulundukları kişi ve sınıflar tarafından manipülasyona açık oldukları için özel mülkiyet edinme biçimine göre “eşitlik veya eşitsizlik” üretebilirler. Alet ve makinelerin özel mülkiyet edinme biçimleri, kapitalist özel mülkiyet biçiminde ise eşitçi karakterlerine rağmen, kaçınılmaz olarak eşitsizlik üretecekler. İşte tam da bu nedenle, kapitalistlerin insanlığı TEHDİT etmesini önlemek için yapay zekâ teknolojisi kullanan zeki ve akıllı dijital üretim aletleri ve makinelerin gelişmesini engellemek değil, tam tersine onların, özgürce gelişmelerini sağlamak için ‘Sosyalist Emekçi’ özel mülkiyet biçimi ile kontrol ve denetim altına alınmasını ŞART koşuyoruz.

Sanayi devrimi makinelerini tartışan Fernand Braudel, “sanayi her zaman çevremizdedir, her zaman devrimcidir ve her zaman tehdit eder” [[14]] diyerek adeta kapitalist toplum sürecine ait kuruluş, olgunluk ve çözülme aşamalarına dikkat çeker gibidir. Dolayısıyla yapay zekâ teknolojisi kullanan, zeki ve akıllı dijital üretim aletleri ve makineler, bir yandan kapitalist özel mülkiyet ve üretim biçimini aşarak, kapitalizmi TEHDİT ediyorlar. Ama öte yandan da ‘Sosyalist Emekçinin’ onları, ‘Sosyalist Özel Mülkiyet’ biçimi ile kontrol ve denetimi altına alması zorunluluğunu şart koşarak ‘Büyük İnsanlığa’ dayatmada bulunuyorlar.    

Tarihi toplumsallaşma süreci boyunca, her üretim biçimi sürecine ait her çözülme aşamasında, hâkim sınıf oligarşisi, Alet ve Makinelerin kendini aşan kısımlarını gözden kaçırıp engellemeye çalışmıştır. Bu çabalarında hâkim sınıf oligarşileri, ezilen ve sömürülen sınıf ve tabakaların aklını çelip sulandırarak sistemlerinden çıkış yapmalarını engellemek, sömürü ve zulme karşı itirazlarının bir yerlere varmasını önlemek için pratik ve teorik, her türlü aracı ve çabayı devreye sokmuşlardır.

Neden?

Çünkü kendi dönemlerindeki özel mülkiyet ve üretim biçimini aşan üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makinelerin yeni gelişen biçimlerinin, yeni ortaya çıkaracağı yeni devrimci sınıf tarafından özel mülkiyet altına alınmasını, kendileri için TEHLİKE olarak görmüşlerdir. Onun için üretim araçlarının, özellikle üretim aletleri ve makinelerin gelişmelerine engel olmaya çalışmışlar. Kapitalist üretim süreci kuruluş aşamasının öncülü 1215 Magna Carta’dan itibaren bu güne kadar, Anglosakson Siyonist Finans Oligarşisi (ASFO), dünya kapitalist sınıfı temsilen, bu gerici engellemeyi dünya çapında hala sürdürmektedir. Kapitalist özel mülkiyet sistemine dayanan kapitalist tekeller, bir yandan kapitalist üretim tarzını aşıp algoritma temelli çalışan, yapay zekâ teknolojisi kullanan, zeki ve akıllı dijital üretim aletleri ve makineleri üretime sokmamak için onların mevcut eski biçimlerini “doğrudan yatırımlar” yolu ile merkez kapitalist ülkelerden sömürge, yeni sömürge ülkelere kaydırdılar. Öte yandan da aynı hâkim sınıflar, eski çağlardan beri süregelen alışkanlıklarını devam ettirerek, din ve devlet gibi iki kamusal kurumun gücünü yedeklerine alıp kullanarak, “Yapay Zekâ” ile insanlığı TEHDİT edip korkutmaya, onlara istediğini yaptırmak için boyun eğdirmeye, ortalığı manipüle edip velveleye vermeye çalışmaktadırlar. Örneğin: kapitalizmin kuruluş aşamasından itibaren, Anglosakson Siyonist Finans Oligarşisi (ASFO), kapitalist hâkim sınıfları temsilen, 16. Yüzyıldan beri, bilinç bulanıklığı yaratıp gerçeği saptırarak, geleceği karartmak için akademik camia ve bilim insanlarına, ideolojik üretim siparişi vermiş, hala devam etmektedir. Bunlardan bir kaçı şunlardır: Thomas More “Utopia  (1516)” adlı eseriyle, [[15]] Tommasso Campanella Güneş Ülkesi (1602)” [[16]] adlı eseriyle, L. H. Morgan’ın “Ancient Society (1868)” (İlkel Toplum) adlı eserinde “ilkel topluluğun komünal eşitliğini yaratıp” işleyerek geliştirmiştir. Günümüzde de Neil Postman, “Teknopoli (1992)” adlı eseri ile yapay zekâ teknolojisi kullanan, zeki ve akıllı dijital üretim aletleri ve makinelerin gelişmesine açıkça karşı çıkarak, hâkim sınıflara ideolojik hizmet sunmaya devam etmektedirler.

Son örneklerinden biri olduğu için Neil Postman’nın “Teknopoli (1993)” adlı “eserine” kısaca bir göz atalım:

Neil Postman, sipariş üzerine, algoritma temelli çalışan yeni dönem yapay zeka teknolojisi kullanan, zeki ve akıllı dijital üretim aletleri ve makinelerin “tehditlerinden” bahsederken, aslında kapitalist emperyalist sistem lehine ideolojik yönlendirme yapmaktadır. Postman, teknoloji ile alet ve makineler ayrımını yapmadan, aklımız ile “oynamaya” çalışmaktadır. “Teknopoli (1993)” adlı eseri ile Postman, teknolojik bilginin geliştirilmesini engellemeye çalışırken, aslında üretim araçları, özellikle yapay zeka teknolojisi kullanan zeki ve akıllı dijital üretim aletleri ve makinelerin gelişmesine karşı, ideolojik savaş açmıştır.

Neil Postman, “teknopoli” kavramını şöyle tanımlamaktadır:

Teknopoli terimi, daha çok kendine ait kurumların, ahlaki alanda işlevsiz kaldığı kültürlere verilen isimdir. [[17]] (…) Ve ya “Teknopoli, teknolojinin tanrılaştırılmasından ibarettir. Kültür, salahiyeti teknolojide aranmaktadır, duyumu teknolojide bulmaktadır ve teknolojiden emir almaktadır”. [[18]]Postman’a bu siparişi verenler, “uluslararası ve ulus üstü” kapitalist emperyalist TEKNOPOLİ şirketleri, yani teknolojik bilgi üretimini ve bu bilginin makineleşmesini engelleyip kontrolleri altına alan şirketlerdir. İşte Neil Postman ve benzerlerinin asıl patronları bu şirketlerdir.

Devamla kitabında Neil Postman, şunları yazmaktadır:

Bugünün sıradan insanı, orta çağda yaşayan sıradan insanları kadar SAFTIR. İnsanlar, ortaçağda ne olursa olsun dinin otoritesine inanırlardı. Bugün ise insanlar, aynı şekilde BİLİMİN otoritesine inanmaktadırlar. (…) TEKNOPOLİ, bizleri neyin inanç ötesi olduğuna dair var olan sosyal, siyasal, tarihsel, metafizik, mantıksal veya dinsel temellerden YOKSUN bıraktı”. [[19]] (abç)

İşte kafa bulandırmanın, akıl çelmenin, ideolojik saptırmanın yol haritası budur.

Bu cümleler, bir bilim adamının kurabileceği cümleler olamaz!

Yeni yapay zekâ teknolojisi kullanan, zeki ve akıllı dijital üretim aletleri ve makineleri üretime uygulamaktan korkan Anglosakson Siyonist Finans Oligarşisi (ASFO), kendini merkeze alıp gizleyerek liderliğinde, dünya kapitalist hâkim sınıflarının otorite ve yönetim biçimini gözden kaçırtmak. Dünya büyük insanlığının aklı ile oynayıp gelecek hedefini karartmak için teknolojik bilgi ile üretim aletleri ve makineleri manipüle edip kullanmak için yoğun çaba sarf etmektedir. Bu çabaları ile ASFO, “kendini merkeze koyup gizleyerek” kripto para (şifreli soyut para) kumpası ile internet üzerinden Blockchain teknolojisini test etmektedir. Bir başka yolla da dünya ‘Büyük İnsanlığını’, YAŞAM GERÇEKLİĞİNDEN KOPARIP fiziki olarak rüya âlemine çekip çürütmek, aklını çelmek, fiziki ve ahlaki olarak çökertip zayıflatarak teslim almak için internet üzerinden “avatarlı” Metaverse (hayali dünya) teknolojisi denemelerine başlamıştır. Dolayısıyla dünya ‘Büyük İnsanlığının’ asıl meselesi, yeni teknolojili üretim aletleri ve makinelerin gelişmesine karşı çıkıp engellemek değil; tam tersine kapitalistlerin teknolojik tehditlerine karşı, onların önünü açıp engel bariyerlerini ezip geçerek, özgürce gelişmelerin sağlamak için onları, ‘Sosyalist Emekçi Özel Mülkiyet’ biçimi ile topluma yayıp, dünya Büyük İnsanlığının kontrol ve denetimine almak ZORUNDADIR.

Yapay zekâ teknolojisi kullanan, zeki ve akıllı dijital üretim aletleri ve makineler, kapitalist özel mülkiyet ve üretim biçimini “TEHDİT” etmektedirler. Bu doğrudur ve tarihsel bir olgudur! Kötü bir gelişme de değildir! Yaşanan kapitalist kaos, kapitalist toplum özel mülkiyet biçiminin çözülmesinin kaosudur. Yapay zekâ teknolojisi kullanan, zeki ve akıllı dijital üretim aletleri ve makineler ile kapitalist özel mülkiyet, üretim, bölüşüm ve değişim biçimleri artık örtüşmemektedir. Bu nedenle, ‘Sosyalist Emekçi Özel Mülkiyet” biçimi, bu kaotik biçimin çözümü, tek ilacı ve tek çaresidir. Bunun dışında, dünya ‘Büyük İnsanlığı’ için başka hiç bir çıkış yolu yoktur!

İşte bu nedenle dünya ‘Büyük İnsanlığını’, kapitalist emperyalist saldırılara, teknolojik tahribatlara karşı korumak, insanlık türünü selamete çıkarmak için yapay zekâ teknolojisi kullanan, zeki ve akıllı dijital üretim aletleri ve makineleri, mutlaka ama mutlaka, ‘Sosyalist Emekçi Özel Mülkiyeti’ altına alıp kontrol ederek, onları kapitalistlerin vahşi hezeyanlarından korumamız gerektiği zorunluluğundan bahsediyoruz. Yoksa bu gidişle ASFO’nun önderliğinde kapitalist tekeller, “sermayeyi kediye yükleyip” kendileri de dâhil, insanlığın “defterini” makinelere “dür dürecekler”!

İnsan türünün devamı için iş çok ciddidir!

İşte bu maddi gerçeklik bilinci ile kapitalist toplumsal altyapıdan hareketle, dünya ‘Büyük İnsanlığı’, ‘Sosyalist Emekçi” önderliğinde, ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’ temelinde çıkış yapıp, sosyalist özel mülkiyet inşası ile faaliyete geçerek, geleceğimizi “Kazanacağız, Mutlaka Kazanacağız!”

‘Sosyalist Emekçi’ olmaya çalışan bir birey olarak, tarihi sorumluluğum, dünya ‘Büyük İnsanlığına’ karşı saygı ve sevgim gereği gündemdeki gelişmeyi:

Marksist-Leninistlerin, Reel Sosyalistlerin, Ekolojik-Sosyalistlerin, Toplumsal Ekolojistlerin ve her türden Sol-Sosyalistlerin, sosyal demokratların, aydın ve ilericilerin, feminist ve Yeşilci arkadaşların eleştirel dikkatlerine, ilgi ve bilgilerine saygı, sevgi ve umutla sunuyorum…

Evet arkadaşlar! Benjamin Franklin, “insan, araç yapan hayvandır” [[20]] diyordu. Thomas Carlyle de “insan alet kullanan hayvandır” diyor ve devam ediyor, “Öyle ki (insan), ALETLERİ OLMASA BİR HİÇTİR. Ama ALETLERİ İLE OLUNCA DA HER ŞEYDİR” [[21]] diyor.  (abç), (pba). Dolayısıyla ALET VE MAKİNELER, teknolojik bilgi halleri ile değil; ama yapay zekâ teknolojisi kullanan zeki ve akıllı dijital üretim aletleri ve makineler, sosyalist özel mülkiyet edinme halleri ile HER ŞEYDİR! [[22]]

Sosyalist gelecekte üretim ALETLERİ VE MAKİNELER, ‘Sosyalist Emekçi Özel Mülkiyet’ edinme biçimleri ile bizi çekip çevirerek her şey olmaya devam edecekler! Çünkü insan iradesinin dışında, doğal olarak özel “mülkiyet, herkesin yerini kabaca belirleyen bir kavramdır, kutsaldır, dokunulmazdır”. [[23]]

SAHİPLİK

Bilindiği gibi bütün canlılar yaşamak için beslenmek zorundadır. Bu zorunluluk ile bütün canlılar, yaşamak ve yaşamda kalmak için ekolojik beslenme zincirine zorunlu bağlanmıştır. SAHİPLİK, ekolojik besin zincirinde, canlılar için gerekli ısı, ışık, besin, giyim, barınma ve diğer yaşamsal ihtiyaç maddelerini, kişisel veya topluca edinmeyi ve ondan faydalanmayı ifade etmektir. Ekolojik besin zincirinde, işi romantize etmeden, sahiplenme biçimine çıplak gerçekliği temelinde bakılınca, her canlının bir diğeri için av olduğu gerçeği görülecektir. Çünkü doğa, ne çöp üretir ne de duraklayıp savsaklayarak “eşitlik” üretir. O sadece akar… Akarken bütün canlılar, yaşamak ve yaşamlarını sürdürebilmek için bu akıştan, kendine vazife çıkarmak zorundadır.

Bu akışta bitkiler, fotosentez yaparak yaşamlarını sürdürürler.

Hayvanlar, bitkilerden farklı olarak bir yere sabit olarak bağlı olmadıkları için serbest ve hareketli bir biçimde, çeşitli besinleri avlama ve toplamaya çalışırken, ekolojik besin ve yaşam zincirinde, beslenme zorunluluğunu aşmaya çalışırlar. Bu serbestlik ve hareketli yaşamda hayvanlar, ekolojik besin ve yaşam zincirinde, beslenip yaşarken, biyolojik ve duygusal hiyerarşik sahiplilikleri temelinde, “Sürü Liderleri” marifetiyle beslenme ve yaşam eğilimi temelinde, otlama ve yaşam alanlarının kendisine ait olduğunu rakiplerine bildirmek için koku ve dışkıları ile çevreyi işaretleyip sahiplenirler. Hatta “Sürü Liderleri”, işaretlediği av alanlarını savunmak için rakiplerine karşı, kavgayı bile göze almaktadırlar. İşte bu güdüsel eğilim, maddenin kendini her bir katmanda, farklı biçimlerde örgütleyerek gerçekleme eğiliminin hayvanlardaki biçimidir.  

İnsanlar ise avcılık, toplayıcılık, devşiricilik ile yiyecek, giyecek ve barınma gibi insani ihtiyaç maddelerine, ilkel biçimde kullanım değeri üreterek, ondan yararlanmak, beslenme ve yaşamlarını sürdürebilmek için ateş, taş keski, el baltası gibi yaşam ve geçim araçlarına sahiplik ederler. Görüleceği gibi insanlar, hayvanlardan faklı olarak, doğayı ihtiyaçlarını göre dönüştürerek, doğada olmayan bir iş ve işlem yaparak, ilkel toplulukta kullanım değeri ve uygar toplumlarda da değişim değeri yaratmak üzere doğayı ihtiyaçlarına uydurabilmektedirler. Bu farkı geliştiren tek şey, insan içgüdülerinin iş ve alet sarmalında gelişip teknolojik bilinç-bilgi ile alet ve makinelere dönüşmesidir.

Bu değiştirici ve dönüştürücü fark ile genel olarak İLKEL İNSANİ SAHİPLİK, tarihi toplumsallaşma sürecinin ilkel topluluk aşamasında oluşum (paleolitik dönem), olgunluk (mezolotik dönem) ve çözülme (neolitik dönem) gibi faklı aşamalardan, geçmiştir. Uygar toplum aşamalarında ise köleci, feodal dönemlerden geçmiş, kapitalist dönemden geçip devam ederken, sosyalist döneme varacaktır.

Demek ki, ana hatlarıyla canlılarda üç çeşit sahiplik biçimi vardır. Bitki sahipliği, hayvani sahiplik ve insani sahipliktir.

Esas konumuz insani sahipliktir. İnsani sahiplik, tarihsel ve toplumsallığı ile şu farklı özellikler temelinde iki biçimde somutlaşıp devam etmektedir:

(I) İLKEL TOPLULUĞA ait İNSANİ SAHİPLİK biçimleri şunlardır:

(Birincisi), İlkel İnsani Sahiplik (veya ilkel MÜLKİYET ki,başkasının da kullanımına açık, ama henüz özel mülkiyet olmayan) insan sahipliğindeki taş balta, keski, ok, yay, çanak, çömlek, silah ve süs eşyalarıile

(İkincisi), İlkel Mülk Sahipliği (İlkel Liderin otoritesi)şeklinde gerçekleşmiştir.

İlkel Mülk Sahipliğinin taşıdığı potansiyelin (gizil gücün), uygar topluma GEÇİŞTE artı ürün ve artı değer üretimi ile değişip dönüşerek, kullanım değerine ek olarak, değişim değeri üretmekle ikizlerine ayrışmıştır.

(II) UYGAR TOPLUMA ait İNSANİ SAHİPLİK biçimleri şunlardır:

(Birincisi), Özel Mülkiyet Sahipliği (taş balta, keski, ok, yay, çanak, çömlek, silah ve süs eşyalarına ek olarak hayvan sürüleri, tarlalar, araziler, evler, savaş araçları, tarım araçları özellikle karasaban vs.),

(İkincisi), Kamusal Mülk Sahipliğidir (müşterekler).

Kamusal Mülk Sahipliği (müşterekler) alt bölümünde ikiye ayrılır:

(Birincisi), özelleştirilemez Kamusal Mülk Sahipliği (müşterekler) ile

(İkincisi), özelleştirilebilir Kamusal Mülk (veya mülkiyet) Sahipliğidir.

Özel Mülkiyet Sahipliği alt bölümünde olanlar da:

Köleci, feodal ve kapitalist özel mülkiyet sahipliği biçimleri olarak gerçekleşip yaşanmıştır. Diğer bir biçimi ise ‘Sosyalist Emekçi Özel Mülkiyet’ sahipliğibiçimi olacaktır. 1775 yılından itibaren, ‘Sosyalist Emekçi Özel Mülkiyeti’ biçimi, 247 yıldır gerçekleşmek üzere, dünyadaki sınıf mücadelesinin odağında işlem görmektedir.    

İLKEL İNSANİ SAHİPLİK veya ilkel MÜLKİYET biçimi

İlkel insani sahiplik, diğer canlıların (bitki ve hayvan) sahipliğinden farklıdır. Var oluşundan itibaren insan, bilinç sahibi olduğu için doğayı değiştirip dönüştürerek, kendi ihtiyacına uydurmaya çalışmıştır. Bu faaliyeti ile insan, yüz binlerce yıla yayılı paleolitik aşamanın başlarında itibaren ateşi evcilleştirip, taş keski, el baltası gibi yaşam ve geçim araçları üretip sahiplenirken; kullanım değeri üretebildikleri için bu aletleri ilkel MÜLKİYET (başkasının da kullanımına açık ama henüz özel mülkiyet olmayan sahiplenme biçimi)edinmiştir. Ama buna karşın avcılık ve toplayıcılık yaptığı alanları, balıkçılık yaptığı deniz, nehir ve gölleri sahiplenip MÜLK bilmiştir. Çünkü bu alanlar, doğaları itibariyle hem mülkiyet edinmeye uygun değiller; hem de genel olarak bu alanlarda, avlanmaya bir kişinin gücü yetmediği için takım-grup halinde işbirliği yapıp avlanarak besin elde etmiş, kendi aralarında “paylaşılıp” yemişler.

Varlıklarının üretimlerinde, emek gücü emip, kullanım değeri yaratan el keskileri (çakmak taşlı bıçaklar), taş baltalar, taş veya ucu sivriltilmiş ilkel mızraklar gibi aletler ile süs eşyaları, ilk ilkel MÜLKİYET (başkasının da kullanımına açık ama henüz özel mülkiyet olmayan sahiplenme biçimi) nesneleridir. İlk ilkel biçimleri ile bu araçlar, İlkel toplulukta İnsani Sahiplenmenin temelini teşkil etmiştir. [[24]] Gordon Childe’in işaret ettiği gibi iş, geçim ve yaşam araçları, ilk ilkel mülkiyet nesneleridirler ama henüz “özel mülkiyet” nesneleri değildirler. İş ve geçim araçlarının, “özel mülkiyet” nesneleri olabilmeleri için KULLANIM DEĞERİ olarak üretilmeleri ve üretilmiş olmaları yetmez, ek olarak DEĞİŞİM DEĞERİ üreten alet ve makine haline gelmeleri de gerekir ki, bir başkasının benlik, üretme ve elde etme duygusunu kızıştırıp uyandırarak, “özel mülkiyet” özelliği kazansınlar. Dolayısıyla MÜLKİYET edinme ile ÖZEL MÜLKİYET edinme biçimi arasında, tarihsel KULLANIM DEĞERİ biçimi ile tarihsel DEĞİŞİM DEĞERİ biçimi kadar fark vardır. Ve bu fark, ilkellikten uygarlığa, topluluktan topluma geçişte oldukça önemli bir farktır. İşte bu fark, ‘Tarihi Toplumsallaşma Süreci’ boyunca, insan yaşamını karmaşıklıktan kurtarıp, toplumsal düzene sokmak için İlkel MÜLK sahipliği (müşterekler) temelinde, ilkel toplulukta İlkel Lider kültü otoritesi geliştirirken; KAMUSAL MÜLK sahipliği (müşterekler) de uygar toplumlarda, üstyapı kurumu olarak yurttaş/vatandaş sayılanların ortak aklını ve iradesini temsil eden DEVLETİ [[25]] geliştirmiştir.

Sonuç olarak:

İlkel toplulukta:

İlkel mülkiyet (başkasının da kullanımına açık henüz özel mülkiyet olmayan sahiplenme) edinme biçimi, zayıf olduğu için ilkel topluluk lider mülkü (müşterekler) ile eşleşipbirlikte, ilkel lider kültünü (ve otoritesini) biçimlendirirken,

Uygar toplumlarda ise:

Özel Mülkiyet edinme biçimi ile Kamu Mülk Sahipliğinin (müşterekler) eşleşmesi ile ortak insan aklını ve iradesini temsil eden DEVLET gelişip biçimlenerek, toplumun kendini örgütlemesini sağlamıştır.

(Devam edecek)

Düzeltme notu:

Toplumsal Çelişkiler Sisteminin Kuruluş ve İşleyiş Biçimi -8- adlı yazıda, SEHVEN yanlış yazılan cümle şudur: “Değişim değeri üretmeyen veya kullanım değerini değişim değerinin baskısı altına sokan her eğilim; tutucu, gerici ve muhafazakâr bir eğilim olup, geriye öykünmeye yol açar.” Doğrusu ise şöyledir: “Değişim değeri üretmeyen veya değişim değerini kulanım değerinin baskısı altına sokan her eğilim; tutucu, gerici ve muhafazakâr bir eğilim olup, geriye öykünmeye yol açar.”

Düzeltir özür dilerim.

D İ P N O T L A R:


[1] Bizim Asya Tipi Feodalizm (ATF) dediğimize Marks, Asya Tipi Üretim Tazı (ATÜT) demiştir. Peki, biz neden Marks’ın ATÜT kavramını gerekli ve yeterli bulmadık da onun yerine, ATF gibi yeni bir kavram geliştiriyoruz? Şunun için: Marks, “tarihin çarkını çevirmek” için tarih toplum analizlerinde, her zaman yaptığı gibi “üretim tarzını”, özel mülkiyet edinme biçimine öncelemiştir. İşin gerçeği, ilk ilkel alet kullanımından sonra, ilk ilkel alet yapım ve kullanımından itibaren bu kural ters yüz olmuştur. Yani özel mülkiyet, üretim tarzının önüne geçmiştir. İlkel topluluğun ilkel mülkiyet sahipliği (uygarlıkta özel mülkiyet) biçimi altyapısı, geçim ve yaşam (uygarlıkta üretim) altyapısını önceleyip kendine uydurmaya başlamıştır.  Marks, bu ters yüz olma kuralına dikkat etmemiştir. Tarihselliği koşullarında, her zaman özel mülkiyet edinme biçimi; üretim, bölüşüm, değişim, tüketim ve toplumsal örgütlenme biçimlerini önceleyip belirlemiştir. Marks, bu kural gereğince özel mülkiyet temelinde, birinin diğerinin dayanağı ve varlık koşulu olama özelliğini “gözden” kaçırmıştır. Tarih toplum analizlerinde, özel mülkiyeti inceleyip geliştireceğine, “üretim tarzı” kavramı üzerinden işçi (emekçi) sınıfına atlayıp; ona, tarihsel toplumsal üretici gücünün ötesinde Anti-Tez gibi bir giydirme yapıp, onu “terörize” ederek sistem içi siyasal devrime sürmüştür. Oysa “tarihin çarkını çevirmekten” sorumlu toplumsal ana öğe, emekçi-işçi sınıflar değil, alet ve makinelerin sürekli ve kesintisiz gelişmesi ile mevcut sistemi aşan kısımlarını özel mülkiyet edinen köle sahibi, toprak sahibi ile kapitalist sınıflar olmuştur. Gelecekte de eşit özel mülkiyet temelli ‘Sosyalist Emekçi’ olacaktır. Dolayısıyla emekçi-işçi sınıfların, her hangi bir topluma ait özel mülkiyet edinme biçimi ile onun belirlediği üretim ilişkilerinin niteliksel değişim dönüşümünde, köle sahibi, toprak sahibi ile kapitalist sınıflara tabi olmanın dışında, hiçbir tarihi önderlik eylem biçimleri yoktur. Olmamıştır ve yaşanmamıştır! Olması da saçmadır! Diyalektik Tarihi Materyalist işleyiş, şimdiye kadar emekçi-işçi sınıfların önderliğinde gelişip, sistemi AŞAN devrimci bir eylem biçimine şahit olmamıştır. Dolayısıyla Marks-Engels, 4’lü Diyalektik Tarihi Materyalizme –keşfedemedikleri için- ters düşüp, çok ciddi bir yöntem hatası işleyerek, 3’lü Diyalektik Tarihi Materyalizm yöntemi ile işçi sınıf önderliğini idealize edip, onu sistem içi siyasal devrime sürdükleri için Reel Sosyalizm içten çökmüştür. İşte bu nedenle, Asya Tipi Feodalizm (ATF) gibi özel mülkiyeti önceleyen yeni bir kavram geliştirmek zorunda kaldık.

[2] Marks-Engels (1847), Alman İdeolojisi, Sol Yayınları, 2. Baskı (1987), S. 56.

[3] Gordon Child (1950),Toplumsal Evrim, Alan Yayıncılık, 1. Baskı (1994), S. 18.

[4] C. M. Cipolla (1960), Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi, Ötüken Yayınları (2012), S. 102.

C. M. Cipolla, İtalyan bir akademisyendir. 1922-2000 yılları arasında yaşamış bir İktisat Tarihi hocasıdır.

[5] A. g. e. S. 7.

[6] Nazım Can (2016), Toplumu Biçimlendiren Olguların Tarihsel Eylemi -4- ozguruniversite.org

[7] Frederick Betz (2003), Teknolojik Yenilik Yönetimi, Tübitak Yayınları, S. 4-5.

[8] Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009),  S. 22.

[9] Engels (1878), Anti-Dühring, Sol yayınlar, 3. Baskı (1991), S. 463 ve 465.

[10] “SIMER” sözcüğü, öz antik Kurdi bir kavramdır. Türkçe karşılığı, “saman” demektir. “Zaza/Kurmanc/Türkçe” kelime kalıbına göre yazarsak, SIMER/SIMER/SAMAN biçiminde olur. Dolayısıyla “Sümerler” kavramı, komşu diller tarafından, Kurdi “SIMER” kavramına uyarlanmış başka bir dile ait söylem biçimidir.  Örneğin: dönemin yaşanan tarihsel koşullarında, benzer kavramları, “Zaza/Kurmanc/Türkçe” kelime kalıbına göre yazarsak, Kurd dilinin orijinal ana temellerini açıkça şöyle gösterebiliriz: erd/erd/yer, aw/av/su, neri/nér/erkek, mayk/mé/dişi, ga/ga/öküz, monga/mange/inek, no/nan/ekmek, ruwe/run/yağ, kuy/kundır/kabak, piyoz/pivaz/soğan, sir/sir/sarımsak, ceni/jın/kadın, cüyan/jiyan/yaşam, her/ker/eşek, dar/dar/ağaç, gıl/gıl/dal, pel/pel/yaprak, bız/bızın/keçi, méşna/méşın/koyun, gérm/gérmi/ayran çorbası, estare/stérk/yıldız, roc/roj/güneş, asmé/ezman/gökyüzü, serd/sar/soğuk, germ/germ/sıcak, adır/ar/ateş vs…

[11] Bakınız, Samuel Noah Kramer (1956), Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi (1999).

[12] Fernand Braudel (1976), Kapitalizmin Kısa Tarihi, Say Yayınları, I. Baskı (2013), S. 67.

[13] Bu konuda ne demiş Nazım Hikmet:

“Maddede hareketin, Yürüyen cemiyetin, Ezeli kanunlarında sukut yok, Hareket vardır. Bugün yarına çıkar, Yarın bugünü yıkar. Ve bu böylece akar akar akar…”

[14] Fernand Braudel (1976), Kapitalizmin Kısa Tarihi, Say Yayınları, I. Baskı (2013), S. 97.

[15] Bakınız: Ellen Meiksins Wood (2012), Özgürlük ve Mülkiyet, Yordam Kitap ve Yay. (2012), S. 242. Thomas More, sosyalizm fikriyatını sulandırmak üzere Utopya adlı eseri yazan kişidir. Bu kişi, köylüleri borçlandırıp topraklarına konan bir toprak kapatmacısıdır.

[16] Bakınız: Henri Denis (1973), Ekonomik Doktrinler Tarihi, Cilt I, Sosyal Yayınları, 2. Basım (1982),  S. 132-135. Tommasso (Giovanna) Campanella, sosyalizmi sulandırma görevini üstlenmiş, cinsel tacizden yargılanıp bırakılan, Fransız Kralı XIII. Louis’in gözdelerinden, “Güneş Devleti/Ülkesi” adlı eserin yazarıdır.

[17] Neil Postman (1993), Yeni Dünya Düzeni TEKNOPOLİ, Gelenek Yayınları (2004), S. 87.

[18] A. g. e. S. 79.

[19] A. g. e. S. 66-67.

[20] Aktaran Alaeddin Şenel (1980), İlkel Topluluktan Uygar topluma Geçiş Aşaması, Bilim ve Sanat Yayınları, 4. Baskı (1995), S. 110, dipnot: 1.

[21] Aktaran: C. M. Cipolla (1960), Dünya Nüfusunun İktisat Tarihi, Ötüken Yayınları (2012), S. 102. Thomas Carlyle, 1795-1881 yılları arasında yaşamış, İskoç aslı filozof, tarihçi, matematikçi, eğitmen bir yazardır.

[22] Nazım Can (2016), Toplumu Biçimlendiren Olguların Tarihsel Eylemi -1- ozguruniversite.org

[23] Fernand Braudel (1976), Kapitalizmin Kısa Tarihi, Say Yayınları, I. Baskı (2013), S. 67.

[24] Gordon Child (1941),Tarihte Neler Oldu. Kırmızı Yayınları, 5. Baskı (2009),  S. 60.

[25] Engels (1884), Ailenin Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınlar, 9. Baskı (1991), S. 175.

Related: golf cart trader florida, police incident gateshead today, 4 x 6 dry erase board, magnetic, which zodiac sign is best at manifesting, leon draisaitl house edmonton, mattermost platform one login, kenmore coldspot serial number lookup, christie’s funeral home obituaries, coca cola vs pepsi sales, cliff jumping in south carolina, sarasota weather today, why did jason edmonds leave after 7, soe agents in france, university of birmingham pharmacy entry requirements, jack o’connor mary elizabeth mastrantonio,