Pazartesi , 30 Aralık 2024

Etik yozlaşma, ahlâkî çürüme, kapitalizm…

Fikret Başkaya

“Yoksulların cehennemi zenginlerin cennetini yaratır”.

                                               Victor Hugo

Aç insan doyar ama açgözlü insan asla doymaz

                                     Halk deyişi

Etik sınır demektir. Potansiyel olarak yapılabilir olandan sakınmaktır… Kapitalizm öncesi dönemin uygarlıkları, sosyal formasyonları, toplumsal dokuyu aşındırdığı, ‘birlikte yaşama’ zarar verdiği için, aşırılığa, ölçüsüzlüğü, açgözlülüğe, şımarıklığa olabildiğince izin vermiyorlardı… Sınırsız istek, arzu ve şımarıklık asla bir erdem sayılmıyordu… Kapitalizmin hakim üretim tarzı haline geldiği dönem sonrasında ve her ileri aşamada etik değerler aşındı ve ahlâkî çürüme istisna değil, kural haline geldi… Zira, kapitalizm sınırsız büyüme, genişleme, yayılma eğilimine ve dinamiğine sahip bir sistemdir… Burada söylemek istediğim kapitalist dünyanın genelini kapsıyor. Türkiye’de yaşanan kepazelik bir istisna değil… Sadece Türkiye’nin ‘yarışı’ açık ara önde götürdüğü söylenebilir…

Türkiye bakımından kaydedilmesi gereken bir şey de etik yozlaşmanın, ahlâkî çürümenin Politik İslamcı AKP iktidarı döneminde zirve yapmasıdır… İslam dini de diğer dinler gibi, ölçüsüzlüğü, aşırılığı (taaddiyi) mahkûm etmişken, bunca kepazelik niye? Sebebi bir sır değil, dinler de son tahlilde bir ideolojidir ve yoruma tabidir… Bu ülkenin varı yoğu bir avuç soyguncu çetesi tarafından utanmazca yağmalanır, talan edilirken neden bu kepazeliğe etkili bir itiraz yükselmiyor? Bu durum, “yurttaş bilinci” zaafının doğrudan sonucu… Osmanlı’nın tebâsının (kulunun) cumhuriyetin yurttaşı olamamasıyla ilgili… Zira yurttaşın asgarî tanımı, “verdiği verginin hesabını sorabilir” olmasıdır… Eğer insanlar ödedikleri verginin hesabını sorabilseydi, bütçe, hazine, müşterekler (herkesin olan, herkesin kullanımına sunulması gereken ortak yaşam alanları ve kaynakları) utanmazca yağmalanır, talan edilebilir miydi?

Eğer bugün bu dünyada açlık, yoksulluk, sefalet insanı utandıracak boyutlardaysa, doğa yağma ve talanı gezegenin dengelerini alt-üst etmekteyse, bir sürdürülemezlik durumu veya aynı anlama gelmek üzere bir uygarlık krizi ortaya çıkmışsa, bunun nedeni kapitalizmde mündemiç aşırılık, açgözlülük, şımarıklık, etik değerlere yabancılaşmaktır… Ünlü efsanedeki gibi kapitalizm hiçbir sınır tanımıyor…

Yunan mitolojisindeki Kral Erysichton gibi her şeyi yutuyor… Açlığını bir türlü gideremeyen Erysichton, çevresinde ne var ne yoksa yiyip- yutuyor, ortalıkta yenecek bir şey kalmayınca da kendi kendini yiyor… Bu efsane geride kalan dönemde ölçüsüzlüğün, aşırılığın açgözlülüğün, doymak bilmezliğin çok bilinen sembollerinden biri olmuştur… Kapitalizm de Kral Erysichton gibi açgözlülükte hiçbir sınır tanımıyor. İnsan ve toplum yaşamının tüm veçhelerini istila ediyor, kapsıyor, şeyleştiriyor, metalaştırıyor, paralılaştırıyor, soysuzlaştırıyor, kolonize ediyor… Esasen büyüme veya yok olma ikilemi söz konusuyken başka türlü olması da zaten mümkün değildir… Sadece her gün yüzleştiğimiz açlık, yoksulluk, sefalet değil, iklim krizinin ve ekolojik yıkımın da asıl nedeni kapitalizmin bu iflah olmaz eğilimi ve dinamiğidir…  

Türkiye’de ‘ortalama bilinç’ yurttaş bilinci değil, misafir, mülteci, sığıntı bilincidirSayın seyirci bilinci de diyebilir siniz… Veya “bağışlanmış bir vatanda yaşayan bilinci…” Eğer gerçekten insanlar yurttaş bilincine sahip olsalardı, emek sömürüsü, gelir uçurumu, açlık, yoksulluk sefalet, doğal çevre yağma ve talanı insan havsalasını zorlayacak, skandal boyutlara çıkar mıydı?.. Beş yılda bir önüne konan sandığa oy atmakla yurttaş da demokrasi de olmuyor…

Türkiye’ doğal zenginliği itibariyle istisnaî bir ülke… Dünyanın birçok yerini az-çok bilen biri olarak, dünyada Türkiye kadar güzel, yaşanabilir bir yer olduğunu sanmıyorum… Üç tarafı deniz, üstelik Marmara gibi bir de iç denizi olan, birkaç iklimin birlikte yaşandığı, dağları, ovaları, gölleri, nehirleri istisnaî, hububattan, sebzeye, meyveye her şeyin yetiştiği, büyük-küçük baş hayvancılık için sınırsız imkânlara sahip, tarihi zenginliği de muhteşem olan bir ülke burası… Nasıl oluyor da ‘buğdayın anavatanı’ olan bu ülkede buğday ithal ediliyor… Neden nerdeyse tüketilen her şey ithal ediliyor? Bu işte bir yanlışlık yok mu? Varlık içinde yoksulluğun sebebi ne?

Neden bu güzelim ülke giderek yaşanamaz bir yer haline geliyor? Kapitalist, sömürü, yağma ve talan sayesinde. Ülkenin varı-yoğu- dağı-taşı bir avuç soyguncu çetesi tarafından sömürüldüğü, yağmalandığı, talan edildiği için…

Hep yoksulluktan, yoksullukla mücadeleden söz ediliyor, lâkin yoksulluk ve sefalet her seferinde derinleşmeye devam ediyor… İyi de ‘zenginlikle mücadele’ neden hiç akla gelmiyor?  Zenginlik bir tabu olduğu için… Kapitalizm dahilinde birilerinin zengin olması çoğunluğun yoksul olmasıyla mümkündür… Ve bu dünyada kimse, ne kadar yetenekli, çalışkan, akıllı, becerikli olursa olsun, sadece kendi emeği ve çabasıyla zengin olamaz. Başkasının emeğine, emeğinin ürününe ve müştereklere (herkesin olana, olması gerekene) el koymadan zengin olmak asla mümkün değildir…

Dünyanın en zenginlerinden biri olan kapitalist baron Elon Musk’ın serveti birçok ülkenin milli gelirinden (GSYH) fazla… Mesela 60 milyon nüfusu olan Güney Afrika’nın milli gelirinden fazla…Bu bir skandal değil mi? Daha da ötede utanılacak bir şey değil mi? Yılda 69.392 dolar kazanan bir Amerikalı işçinin şımarık mülti- milyarder Elon Musk’ın skandal servetini yakalayabilmesi için 3,1 milyon yıl çalışması gerekiyor… Bu Elon Musk’ın işçiden 3, 1 milyon kat akıllı, çalışkan, becerikli olduğu için mi yoksa, ortak zenginliğe, herkesin olması gerekene el koyduğu, işbitiriciolduğu için mi?

Kapitalizm insana ve doğaya zarar vermeden yol alamaz… Üretimle ihtiyaçların tatmini arasındaki bağ kopmuş durumdadır… Onca zararlı, değilse ‘gereksiz şeyin’ üretilmesinin ve tüketilmesinin nedeni budur.  Kapitalizm demek üretim için üretim demektir…  Gereksiz ve zararlı şeyler yanlış yöntemlerle üretildiği için sosyal kiriz, iklim krizi, ekolojik yıkım ortaya çıktı…

XIX ve XX’inci yüzyıllarda işçi sınıfının ve ezilen hakların mücadelesi sosyal eşitlik ve haysiyet mücadelesiydi. XXI’inci yüzyılda denkleme iklim krizi ve ekolojik yıkımla mücadele de eklenmiş bulunuyor… Dolayısıyla ne ile cebelleştiğini bilmek önemlidir denecektir…

Takvim

Haziran 2024
P S Ç P C C P
 12
3456789
10111213141516
17181920212223
24252627282930

timeline

Aylık

ÖZGÜR ÜNİVERSİTE YOUTUBE