Fikret Başkaya
“Eğer toplumun motoru kâr ise, yıkım ilerleme olarak sunulur!”
Anonim
5 Ekim 1789, tarihli İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisinin ikinci maddesinde: “Her siyasal toplumun amacı, insanın doğal ve zamanaşımı ile kaybedilmeyen haklarını korumaktır. Bu haklar; özgürlük, mülkiyet, güvenlik ve baskıya karşı direnmedir; on ikinci maddesinde de: “İnsan ve yurttaş haklarının güvenliği bir kamu gücünü gerektirir, bu nedenle bu güç herkesin yararı için kurulmuştur, yoksa bu gücün emanet edildiği kişilerin özel çıkarı için değil” deniyor… Aradan 236 yıl geçmişken bugün ‘manzara-i umumiye nasıldır’?..
Şeyler, toplumsal olaylar ve süreçler ekseri karşıt anlamından (mefhum-u muhalifinden) hareketle tanımlanıyor, adlandırılıyor… Oysa, Padişah, Kral, İmparator sahneden çekildi diye cumhuriyet olmuyor… Aynı şekilde beş yılda bir seçim yapılınca da demokrasi olmadığı gibi… Gerçek dünyada geçerli olan demokrasi değil, kitleleri aldatmaya, oyalamaya yarayan tuhaf bir sirk oyunu… Siyasi partiler gerçekten ‘demokrasinin araçları mı?”. Bizde siyasi partiler siyasi partiden çok ‘şirkete’ benziyor… (Tabii bu başka yerlerdekilerin matah olduğu anlamına gelmez…) Varlık nedenleri de politikacıların kendilerini ve çevrelerini zenginleştirmek, bu amaçla da bütçeyi, hazineyi, ortak yaşamın timsali ve vazgeçilmezi olan müşterekleri yağmalamak, yağmalatmaktır… 22 yıllık iktidarında Politik İslamcı (İhvancı) AKP bütün rekorları kırmış görünüyor… Bu gidişle yağmalanmamış talan edilmemiş, metalaştırılmamış, özelleştirilmemiş, kâr aracına dönüştürülmemiş, soysuzlaşmamış hiçbir şey kalmayacak… Siyasi partiler sermayenin sömürüsünün, yağma ve talanının önünü açarken, kendilerini de nemalandırıyorlar… Futbolcu transferi gibi milletvekili transferi yapılabiliyor… İlke ve etiğe külliyen yabancılaşmış örgütler… Elbette istisnalar var, her zaman vardır ama ‘istisnalar kuralı doğrulamak içindir’ denmiştir…
Siyasi partiler demokrasinin vazgeçilmezleri sayılıyorlar ama işleyişlerinde demokrasinin kırıntısı bile yok… Kendisi demokratik işleyişe sahip olmayan bir örgüt, nasıl oluyor da demokrasinin aracı ve vazgeçilmezi sayılabiliyor?
Yurttaş, içinde yaşadığı, ait olduğu toplumun, kentin sorunlarıyla ilgileniyorsa, bir şekilde alınan kararlara katılabiliyorsa, toplumun yapısı, kurumları, örgütlenme tarzı ve işleyişi sorgulanabiliyorsa, sorgulamaya açıksa, politik ve sosyal kurumların yapısı ve işleyişi de dahil olmak üzere, yasalar ve yönetmelikler değiştirilebiliyorsa, toplumu oluşturan yurttaşlar toplumsal/politik sürece gerekli olduğu her zaman ve her durumda müdahale edebiliyorsa
(itiraz, eleştiri, tartışma, öneri, karar sürecine katılma), başka türlü söylersek, toplum kendi hakkında düşünebilir ve gereğini yapabilir durumdaysa, orada politika yapmanın bir anlamı, değeri, velhasıl bir kıymet-i harbiyesi var demektir…
Demokrasiden söz edebilmenin ikinci koşulu da politika yapmanın herkesin şeyi olmasını, herkes tarafından içselleştirilmesini, sahiplenilmesini varsayar… Siyaset asla “profesyonellerin” işi olmamalıdır…
Yurttaş, verdiği verginin hesabını sorabilendir… İnsanlar yediği ekmek, içtiği su, gittiği yol, geçtiği köprü, yaptığı konuşma… için vergi alıyor… Hepsi o kadar değil bir de KDV (katma değer vergisi) alınıyor… Vergiden muaf olan bir tek ‘nefes’ kaldı… Ona da bir çare bulurlar mı bilinmez… Su’dan katma değer vergisi alıyorlar… Siz su içince ona hangi yeni değeri katıyorsunuz da vergiye tabi oluyor? Bu saçma bir şey değil midir? Üstelik suyu parayla satmak utanılacak bir şey değil midir? Tüketim yok etmektir ve değer, sadece üretim aşamasında yaratılır… Değeri yaratan da işçidir, emekçi sınıflardır… Vergi tüketimden kısmaktır. Mülk sahibi sınıflar, kapitalistler, burjuvalar için tüketimden kısmak diye bir şey söz konusu değildir… Vergi vermezler… Sahip oldukları servet işçinin ödenmemiş emeğinin ürünü olan ‘artı-değerin sonucudur’… Vergi vermezler, üstelik emekçi halktan toplanan vergiyi, bütçeyi-hazineyi yağmalarlar… Nasıl utanmazca yağmaladıkları da bir sır değil… Her şey ortada… Durum böyledir ama her yıl lüks otellerde yapılan törenle en çok vergi veren kapitaliste (ona işveren diyorlar ve vermek alacaklı olmaktır…) ödül verilir… Velhasıl, ikiyüzlülük burjuva toplumunun karakteridir…
Dinci AKP’nin iktidar olduğu 22 yılda tam 3 trilyon dolar vergi toplanmış. Geçen yıl 4,5 trilyon TL vergi toplanmış ki, bunun yarıdan fazlasını KDV ve ÖTV oluşturuyor… Bu, verginin asıl kimden alındığını göstermiyor mu?
Böyle bir skandal söz konusuyken kamu hizmetleri cephesinde durum nasıldır? Eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, ulaşım neden yerlerde sürünüyor… Neden toplumun yarıdan fazlası ‘açlık sınırının’ altında veya yoksullukla cebelleşiyor? İmparatorluğun tebâsı, padişahın kulu, bir türlü gerçek bir cumhuriyetin yurttaş olamadığı için değil mi? Şimdilerde kamu hizmeti kavramı defterden silinmekte…Devlet bir şirket gibi yönetildiği için… Devlet aygıtı toplum sorunlarına yabancılaştı…
Esasen Politik İslamın bir toplum projesi yoktur… Yönetme özürlüdür… Çözümü bugünde ve gelecekte değil, geçmişte arar… Dünyayı anlamaktan acizdir… Bir anektot şöyle: ABD işgali sonlanıp, Taliban iktidara geldikten bir süre sonra bir Fransız kadın gazeteci Afganistan’a gidiyor… Temaslar, gözlemler yapıyor… Fransa’ya dönmeden bir de bir dinî liderle görüşmenin yolunu arıyor ve nihayet bir randevu almayı başarıyor… Dini lidere: “ ülkeniz harap durumda, işsizlik, yoksulluk, eğitimsizlik… gibi sorunların nasıl geleceksiniz, bu konudaki palanınız, programınız nedir” diyor. Dinî lider: “Biz insanları öteki dünyaya hazırlıyoruz” diyor… Bizde de Diyanet İşleri Başkanı’nın fetvalarını hatırlayın… ‘Yoksulluk da zenginlik de Tanrı’nın takdiridir’ demiyor mu?
Netice itibariyle bireyin yurttaş sayılabilmesi, toplumsal/kamusal yaşama aktif katılımıyla, politik özne olmasıyla mümkündür. Dolayısıyla, aynı yurdu/vatanı paylaşıyor, orada yaşıyor olmak, yurttaş sayılmak için yeterli koşul değildir. Nitekim, kralın, imparatorun, padişahın tebâsı da aynı toprak parçasında yaşar ama hiçbir medeni hakkı yoktur… Başka türlü ifade edersek, yurttaşlık sadece hukuki bir statü değildir. Bir nüfus cüzdanına sahip olmak, bir vatandaşlık numarasına sahip olmak, 4-5 yılda bir kurulan sandığı oy atmak yurttaş sayılmanın yeterli koşulu değildir. Velhasıl, aktif politik özne (yurttaş) olabilmek için o kadarı yeterli değildir