Cuma , 29 Mart 2024

“AKP geri dönüşü olmayan eşiği aştı” Fikret Bakaya – Söyleşi – Pınar Yüksek

Gerçeği kabullenmek her zaman zordur… Eğer seçim sonuçlarını kabullenirlerse, biz yenildik demiş olacaklar… Geride kalan dönemde o kadar şımardılar ki, gerçekle yüzleşmeleri kolay değil… Artık medya diye pek bir şey kalmadı…


PINAR YÜKSEK
Yerel seçimlerin sonucuna göre toplam nüfusu 40 milyona yakın olan finans, ticaret, sanayi ve turizm merkezi iller artık muhalefetin elinde. Ülkenin büyükşehirlerini iktidar partisi değil muhalefet yönetecek. Yeni ortaya çıkan Türkiye tablosunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yerel seçim sonuçları artık hiç bir şeyin 31 Mart öncesi gibi olmayacağını haber veriyor. Başka türlü söylersek, 17 yıllık ‘Politik İslamcı’ neoliberal AKP iktidarının potansiyelini tükettiği, sınıra dayandığı anlamına geliyor. Esasen Politik İslamcıların başı-sonu belli, güven ve umut veren bir toplum projesi, bir perspektifi yoktur. Önlerine ve ileriye değil, geriye bakıyorlar. Oysa geçmişte çözüm aramak beyhude bir çabadır… Fakat haklarını da yememek gerekir, zira bir şeyi çok iyi biliyorlar ve yapıyorlar: Ülkenin varını- yoğunu yağmalama ve talan etmede kimse onlarla yarışamaz. Lakin var olanı yağmalayarak, talan ederek bir yere kadar denecektir… Zira bu ülkenin kaynakları ‘sınırsız’ değil… Geride kalan 17 yılda özelleştirilmemiş, yağmalanmamış, talan edilmemiş, metalaştırılmamış hiç bir şey bırakmadılar… Cumhuriyet tarihinde hiç böyle bir yağma ve talan görülmedi… Esasen bu komprador bir rejim ama kompradorlaşmanın mucidi AKP değil… Kompradorlaşma “24 Ocak Kararları” ve 12 Eylül [1980] Amerikancı- NATO’cu askeri darbeyle dayatıldı… O tarih, Türkiye ekonomisinin ve toplumunun neoliberalizme, dolayısıyla emperyalizme teslim edildiği, her türlü ulusal kalkınmacılığa elveda dendiği tarihtir… O tarihten sonra ekonominin temeli aşınmaya devam etti. AKP iktidarıyla hızı ve yoğunluğu arttı ve sonuç tam bir iflas tablosu…

Yönetiyormuş gibi yapıyorlar


Bir taraftan 24 Haziran seçimleriyle yeni bir sisteme geçilirken bir taraftan da bu seçimlerle birlikte büyükşehir belediyelerinde bir el değişimi gerçekleşti. İktidar bu yeni oluşan durumda Türkiye’yi nasıl yönetecek?


Ne mene bir şeyse, oluşturmaya çalıştıkları ama ağızlarına-yüzlerine bulaştırdıkları “yeni sistem”, “cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi” dedikleri, tam bir ucube… Siyasi literatüre bir ‘katkı’… Buna, alaturka başkanlık sistemi demek de mümkün. Yıkmak kolay da yenisi kurmak o kadar kolay değil… Elbette eski sistem matah bir şey değildi, hep karşı çıkmaya devam ettik ama bunlar daha da geriye taşıdılar. Bir sistem var olabilmek, işleyebilmek için, kurallara, kurumlara ve etiğe ihtiyaç duyar. Aksi halde bir sistemden söz edilemez. Türkiye’de artık ne kurallar ve ne de kurumlar var… Kural yok, değer ölçüsü yok, ahlâk yok, etik yok ve malûm, etik ‘sınır demektir’, ‘sorumluluk’ demektir… Kurumların da içini boşalttılar… Tabii yönetemiyorlar… Yönetiyormuş gibi yapıyorlar… Hamasetle değirmenin döndüğü görülmemiştir. Sorunuza gelirsek, zaten hayli zamandır yönetemiyorlardı artık bundan sonra hiç yönetemeyecekler… Her adım attıklarında batağa daha da saplanmak kaçınılmaz ve maalesef topluma büyük bedeller ödetiyorlar, ödetecekler… Bu iktidardan ne kadar erken kurtulunursa o kadar iyi… Artık muhalefetin aklını başına alması gereken bir zamandayız ama muhalefetin de yenilenmeye ihtiyacı var…


Kabullenmekte zorlanıyorlar


AKP’nin resmi sözcülerinin seçim sonuçlarını kabullenirken, medyanın, Pelikancılar diye anılan grubun- ve tabanın itirazlara devam etmesi, sonuçların kabullenilmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?


Gerçeği kabullenmek her zaman zordur… Eğer seçim sonuçlarını kabullenirlerse, biz yenildik demiş olacaklar… Geride kalan dönemde o kadar şımardılar ki, gerçekle yüzleşmeleri kolay değil… Artık medya diye pek bir şey kalmadı… Sadece bir kaç küçük istisna var ama istisnalar kuralı doğrulamak içindir denmiştir. Medyanın sefil manzarası genel çürümenin sonucu, neoliberal küreselleşmenin sonucu ama medyadaki çürümenin herhangi başka bir şeyin çürümesinden çok daha önemli sonuçları vardır daima. Normal olarak medyanın, toplumun daha doğrusu emekçi çoğunluğun sesi ve vicdanı olması gerekir. Zira gerçeğe ihtiyacı olanlar onlardır… Aslında son seçimler bir şeyi daha gösterdi: Yalanla nereye kadar gidilebileceğini gösterdi… Medyanın utanmaz-arlanmaz bir yalan makinasına dönüşmesi pek işe yaramamış görünüyor… Bu seçimler, yalancının mumunun belirli bir eşik aşıldığında yanmadığını da gösterdi. Zira gerçeğin üstünü örtmek, gerçeği yok etmek değildir… Pelikancılar, FETÖ’cüler söylemi hileye gerekçe üretmek, mazeret üretmek amaçlı bir zırva… Aslında bu iktidarın FETÖ ile mücadele söylemi, dikta rejimini dayatmanın, sınırlı hakları, özgürlükleri ve demokrasiyi yok etmenin bir aracına dönüştü… Mesela, FETÖ’yü İstanbul seçimini iptal ettirmenin bir aracı yapmak istiyorlar…

Dış politikalar çıkmaz sokakta


• Türkiye’de bir yandan ekonomik krizin giderek artan etkileri yaşanıyor bir yandan da Ortadoğu-Suriye merkezli kriz devam ediyor. Seçimle birlikte gerçekleşen değişim AKP’nin Amerika ve batıyla kurduğu ilişkiler açısından ne tür bir duruma yol açabilir?


Türkiye, NATO üyesi olduğu günden beri bir Amerikan uydusu. NATO demek, başkomutanı Amerikalı general olan bir emperyalist saldırı paktı demektir… Öyle bir paktta Türkiye’nin ne işi var denmeyecek midir? Türkiye 1952 yılında NATO üyesi olduğu günden beri ‘bağımsız’ dış politika yapma yeteneğini kaybetti… Ülkede kaç Amerikan üssü var? Şahsen bilmiyorum… Suriye politikası tam bir rezaletti… ABD, Ortadoğu denilen bölgeyi yeniden dizayn etmeye giriştiğinde, Türkiye Suriye’nin çökertilmesinde başroldeydi… AKP cenahı Osmanlı İmparatorluğunu ihya etme hezeyanlarına kapılmıştı… Elbette aç tavuğun düşünde kendini darı amlarında görmesine bir engel yoktur… Bırakın dış politika dehası olmayı, asgari mantık ve muhakeme yeteneğine sahip biri, komşuyu çökertmenin kendini de zora sokmak anlamına geleceğini bilirdi… Ülkeyi öyle bir batağa sapladılar ki, çık içinden çıkabilirsen… Türkiye bir NATO üyesi olmasaydı, bir Amerikan uydusu olmasaydı böyle bir tablo ortaya çıkar mıydı? Bir de dillerinden düşürmedikleri bir “stratejik müttefik” safsatası var… Oysa hegemonik-emperyalist bir gücün, bir devletin stratejik ortağı, müttefiki olmaz… Sadece stratejik çıkarları olur ve stratejik çıkarların gereğini yapar… Uzağa gitmeye gerek yok: Suriye’ye bak anlarsın… Eğer bu iktidar, Rusya’dan S- 400’leri almakta ısrar ederse, ABD Türkiye’ye yönelik yaptırımları artırır. Almaktan vazgeçerse, Rusya’ya arası açılır… Aynı, boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz ikileminde olduğunu gibi bir durum söz konusu…


AKP ne yapıyorsa bir başına yapmıyor


Önemli büyükşehirlerin muhalefete geçmesi siyasal İslamcı rejimin gidişatında bir kırılmaya neden olabilir mi?


Siyasal İslam’ın pili, Mısırda Müslüman Kardeşler Örgütü’nün, bir yıl bile dayanamayan iktidarının sona erdiği anda bitmişti… Bağnaz Mursi iktidarı muazzam bir kitle kalkışmasıyla sonlandı. Siyasal İslamcıların foyasının meydana çıkması için fazla zaman gerekmedi… Aslında AKP’nin de rüzgârı o tarihten sonra kesildi… İslamcı AKP bağnaz milliyetçiliğe sığındı. Ama AKP ne yapıyorsa bir başına yapmıyor. Benim asıl devlet partisi dediğim güç ve iktidar odağının rotasında yapıyor… İnsanlar Türkiye’yi burjuva partilerinin yönettiğini sanıyor. Arkalarındaki asıl aktör olan asıl devlet partisinin varlığından habersizler. Oysa Türkiye’de iktidar sadece ‘görünen iktidardan’ ibaret değildir… AKP’nin arkasında asıl devlet partisi ve gerici mülk sahibi sınıflar var… Esasen Siyasal İslamcıların bir toplum projesi yoktur. O yüzden de yönetme özürlüdürler… Son on yılda Türkiye’de olup-bitenleri şöyle bir hatırlamak, ne demek istediğimi açık etmeye yeter… Aslında kırılma Anayasa Referandumuyla başladı ve devam etti. Bu seçimler AKP’nin artık geri dönüşü olmayan eşiği aştığını gösterdi…

Etkin bir sol muhalefet yaratılabilir


• Toplumda seçimde ve sandıkta bir değişim arayışı olduğunu söylemek mümkün. Sol-sosyalist muhalefetin bu süreç içerisindeki etkinliğini nasıl değerlendiriyorsunuz?


Sol-sosyalist muhalefetin, radikal solun kayda değer bir etkinliği olmadı… Retorik farklı olsa da sahnedeki muhalefet, solumsu burjuva muhalefet. Zira politik arenada etkili bir aktör olarak radikal sol yok… Solun önce kendini yaratması gerekiyor. Zira XX. yüzyıl solunun XXI’inci yüzyılda artık bir işe yaraması mümkün değil… Sol lafa gelince hep somut durumun somut tahlilinden dem vuruyor ama somut durumu tahlil etmeyi de bir türlü beceremiyor… Geride kalan bir takım söylemleri, kalıpları geveleyip durmakla bu realite değiştirilebilir mi? Marx sonrası ‘Marksizmlerin’ Marx’la pek ilgisi yoktu. Marksizmi bir ‘kalkınmacılığa’, bir “resmi ideolojiye’ indirgediler. Sovyetler Birliğindeki rejimin adından başka sosyalist perspektifle bir ilgisi yoktu ama 70 yıl boyunca sosyalizmin anavatanı sayıldı… Eğer geçekten komünist bir toplum projesi ve perspektifi olsaydı çöker miydi? Bundan sonra Marx’dan başlamak ama onda durmamak kaydıyla yeni bir sol perspektif ve etkin bir sol muhalefet yaratılabilir ve bu da acil bir gereklilik olarak ezilen-sömürülen sınıfların önünde duruyor… Bu gün Marx her zamankinden daha önemli… Marx XIX’uncu yüzyılda yazdı ama aslında XXI’inci yüzyıl için yazdığı bu gün iyice anlaşılmış bulunuyor…


Dünyaya baktığımızda da aşırı sağın ve faşist hareketlerin yükselişi var ama bunun karşısında da sol-sosyalist hareketler giderek artan bir ilgi toplamaya başladı. Dünyada gerçekleşen bu dinamiğin Türkiye’ye evirilme imkânları neler? Sosyalist hareketin böylesi bir evirilme sürecinde stratejisi ne olmalı?


Kapitalizmin tarihine baktığımızda, sistemin her sıkıştığı dönemde, her ‘yapısal kriz’ durumunda, sisteme yönelik tepkinin büyüdüğü görülüyor. Tepki sağcı-faşist nitelikte de, sol-sosyalist nitelikte de olabiliyor. Mesela iki emperyalist savaş arasında yaşananlar söylemek istediğime açıklık getirebilir… Sistem tıkandı ve yeryüzünün efendileri kitlelerin tepkisini kendi lehlerine çevirme peşindeler. Karşı tarafta da hızla büyüyen, çeşitlenen bir sol-demokratik muhalefet var. Fakat bu sefer durum farklı artık bu bildik bir ekonomik kriz değil… Bu bir uygarlık krizi… Kapitalizm hem iç ve hem de dış sınırına dayandı… Burjuva uygarlığı potansiyelini tüketti… Ezilen ve sömürülen sınıfların, yeryüzünün lanetlilerinin duruma etkili bir şekilde müdahale etmesi gereken bir zamandayız… Zira zaman daralmakta… Aksi halde bizi belki de insanlık ve uygarlık tarihinde görülmemiş bir vahşet, yıkım, belki bir yok oluş bekliyor… Ekolojik yıkım, iklim krizi insanlığın ve uygarlığın kritik bir eşiğe dayandığını haber veriyor… Aslında mücadeleler bölük pörçük ve bir perspektife endeksli değil ve bu büyük bir zaaf oluşturuyor… Son olarak, irade sahibi insanlar olarak, ümitsiz olmamız için hiç bir neden yok… Şeylerin seyrini değiştirmek bizim irademizi aşan bir şey olmadığına göre…

Bu söyleşi 7 Nisan, 2019’da Birgün Pazar’da yayınlanmıştır…