Bundan yirmi yıl önce, Avusturya’nın Burgenland eyaletine bağlı Oberwart adlı şehrin bir mahallesinde bomba patladı. 5 Şubat 1995’te meydana gelen patlamada Peter Sárközi, Josef Simon, Ervin ve Karl Horvath adlı Roman yurttaşlar yaşamını yitirdi. Anılan yer şehrin kenarında ve Romanların meskun olduğu bir mahalleydi. Orada oturanlar, mahallenin hemen yanından başlayan tarla yolunu aynı zamanda gezinti yeri olarak kullanırdı.
Gece yarısı dolaşmaya çıkan Romanlar, yolda yere çakılmış küçük bir tabelayla karşılaşır. Romanların geldiği yere geri, yani Hindistan’a gitmesini (bizim dille söyleyecek olursak defolmasını) söyleyen, “Romanlar Hindistan’a geri!” (Roma zurück nach Indien) yazılı bir tabela. Bunu gören adamlar, kendilerini aşağılayan yazıyı söküp atmak için ellerini attıklarında patlama meydana gelir. Daha sonra yakalanan Franz Fuchs(1) adlı kişi, yere bir boru bombası yerleştirip üzerine de o tabeleyı koymuştur.
Oberwart’ta yaşayan Romanlar göçer değildi. Kendilerinin dışındaki insanlar nasıl yaşıyorsa, onlar da öyle yaşıyordu; işleri, evleri, arabaları vardı. Anlattıklarına göre, yaklaşık üç yüz yıldır buradaydılar.
Olay gününden cenaze törenine kadar, bir hafta boyunca hemen her gün Oberwart’a gittik. Romanlarla dayanışma içerisinde acılarını paylaştık, onlara yalnız olmadıklarını gösterdik; ırkçılığı lanetledik, uyarı nöbeti tuttuk…
Geçtiğimiz günlerde PKK önderlerinden Duran Kalkan’ın basında dolaşan açıklamaları, bize, yukarıda andığımız ırkçı söylemi anımsattı. Kaynağını ANF’nin oluşturduğu haber 15 Aralık tarihli. Habere göre, Kalkan, MED NUÇE’de Politik Alan programının konuğu olarak, Ersin Çelik’in sorularını yanıtlamış. Gündeme ilşikin değerlendirmelerin yanında, “Tayyip Erdoğan ve AKP iktidarı açık şekilde “bin sefer baş kaldırsanız bin sefer ezeceğiz” diyor. Ben de şunu söyleyebilirim: Sen bin sefer ezmeye çalışırsan, bu halk da seni bin yıl önce geldiğin yere kovalayana kadar direnecektir! Bunu Tayyip Erdoğan da, Türkiye’yi yönetenler de bilmeliler. Kürdün bunu başarma iradesi vardır.”(2) demiş.
Haberin/konuşmanın bu bölümünün internet ağlarında dolaşan on sekiz saniyelik video görüntülerinde ise Kalkan’ın sözleri şöyledir: “Bin kere de başınızı ezeceğim, diyor. Yani bu toplum da bin yıl önce geldiği yere kovana kadar direnir, kovar da yani. Bunu, Tayyip Erdoğan da, Türkiye’yi yönetenler de bilsin! Kürtler de kendilerini bin yıl önce geldikleri yere kovana kadar direnecekler ve bunu başaracaklar.”(3)
Sözlerin, son günlerde yaşanan çatışma ortamıyla bağlantılı olduğu ileri sürülebilir. Ancak bu tür ırkçı söylemlerin, Kürt nasyonalist çevrelerinde daha önce de dillendirildiği bilinmektedir. 2008 yılında HPG’nin internet sitesinde Fırat Şemzinan imzasıyla yayımlanan bir yazıda(4) ‘Tekrar yersiz-yurtsuz ve uluorta kalmak istenmiyorsa ya da Moğol semalarına gerisin geri gitmek istemiyorlarsa geç kalmadan Kürtlerin İmralı’dan uzattığı barış eli tutulmalıdır,’ denilmektedir. Görüldüğü gibi, Kalkan ve Şemzinan’a ait olan (ikisi aynı kişi değilse!) ve faklı tarihlerde dile getirlmiş bu iki söylem koşuttur.(5)
Kürt nasyonalizmini (ve hatta ırkçılığını) örneklendirirken iki noktaya açıklık getirmemiz gerekir. Birincisi: Türkler, Kürtler (ve hatta sosyalist sol) gibi homojen toplulukların olmadığını, bundan dolayı da kişilerin kendilerini ait hissettiği toplulukların bütününü hedef alan övgü veya suçlamaların yapılamayacağını bir ön kabul olarak belirtmeliyiz. Bunların yalnızca bir kısmıdır söz konusu edilen. Genelleştirici kavramları yine de kullanmamızın nedeni, sosyalist solun bu konuları yeterince tartışıp daha tutarlı kavramlar geliştiremediğindendir. İkincisi: Tabu meselesi! Wikipedi, tabu sözcüğünü ‘insan davranışlarının belli alanları ya da belli normlarla ilişkili olarak kutsal veya dokunulmaz olarak tanımlanmış oldukça güçlü sosyal yasaklar,’ olarak tanımlıyor. Buna göre, tabu, tabu olan bir şeyi –ister lanetli isterse kutsal olsun- ne konuşur ne de konuşturur.
İlke olarak sosyalistlerin tabusu yoktur! Ancak, Türkiyeli sosyalistlerin bir değil, devrimci ahlak, siyasi önderlik vb. birçok tabusunun varlığına tanık olmaktayız. Sosyalist solun tabu konularından biri de Kürt ırkçılığıdır. Hatta, Kürt milliyetçiliğini tartışmaya bile isteksizdir. Pragmacı yaklaşımlardan dolayı eleştirmemek, gerekli olduğu bilindiği halde eleştiriyi zamansal anlamda ötelemek ve/veya yüzleşememek sosyalist solun en önemli açmazlarındandır.
Burada belki ulus/millet sözcüklerinden neyi anladığımızı belirtmekte de fayda vardır. Millet, Osmanlı’da dini anlamda kullanılan bir sözcüktü. İttihat ve Terakki (İT) ile belirginleşen ırkçı-Türkçü yönelim, millet sözcüğünün kullanış biçiminde anlam kaymasını gerekli kıldı. Batı’nın ulus-devlet (nation-state) formu örnek alınınca; Hıristiyan milleti, Müslüman milleti gibi dini topluluklar için kullanılan sözcük, bundan sonra Türk milleti, Alman milleti vb. biçimde toplumsal etnik oluşumları ifade eder oldu. Bu dönemde, Arapça millet sözcüğü yerine –ki sözcük o sıralar Batı’nın nation sözcüğü karşılığında kullanılıyordu- Moğolca ulus sözcüğü ikame edildi.
Tribal toplumsal formasyonlara özgü ulus sözcüğünün, Batı’nın gelişen kapitalizmine uygun olarak biçimlendirilen yeni toplumsal formasyonu tanımlayan nation/nasyon sözcüğüne karşılık gelmesi düşünülemezdi.
Bu kadarla da bitmiyor! Sözcüğü, oluşturmak istedikleri yeni toplumsal biçimleniş için öne sürenler, onun kan bağı ve soy anlamlarına geldiğini çok iyi biliyordu. Zaten tanımladığı tribal toplumlar da ona uygundu. Uygulamanın özeti: Kan-soy bağı üzerinden bir Türk ulusu oluşturmak, buna aidiyeti de topluma ‘ne mutlu’ diyerek dayatmak!
Dolayısıyla, bugün için ulus ve millet sözcükleri sinonimdir. Milliyetçi ile ulusalcı, milli mücadele ile ulusal mücadele aynı anlama gelmektedir.
Kürt nasyonalizminin temel karakterisitiğini ilkçi yaklaşım oluşturur.(6) Genellikle beş bin yıl öncesinden başlayan Kürt tarihi, bazen de abartının dozu kaçırılarak on bin yıl diye ifade edilir; proto Kürtler vs. Abdullah Öcalan’ın Kürtlerin kökeni diye gösterdiği Akdeniz ırkından sonra ileri sürülen Medlerin devamı olunduğu tezi, Medlerin dilini almış Urartular olmakla şimdilik son bulmuş gözüküyor. Kendini bölgenin en eski halkı olarak gösterebilme telaşı! En eski olma sendromu, birkaç yüzyılın sosyopolitik hastalığı olan nasyonalizmin dışa vurumlarından biridir.
Nasyonun/ulusun, kapitalizme özgü ve onun gelişimine koşut olarak devlet tarafından yukarıdan aşağıya oluşturulan bir formasyon olduğu bilindiği halde, Kürt nasyonalizmi, binlerce yıllık Kürt nasyonundan/ulusundan bahsetmekte sakınca görmemektedir.
Ulus deyince, sosyalist solun aklına ilk gelen, Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı (UKKTH)’dır. Lenin’in 1914’teki ilgili makalesinden bugüne kadar birçok metin, halkların eşitliği hususunda bizlerde coşku yaratmıştır. Ancak, Türkiyeli sosyalistler arasında yeterince tartışıldığını düşünmediğimiz Finlandiya örneği(7) ayrı tutulursa, UKKTH retoriği geçememiştir. Ve hatta bu söylemin, Şubat-Mart 1921 yılında Gürcistan’da, Kızıl ordu tanklarının paletleri altında ezilerek tarihe karıştığı bile ileri sürülebilir.(8)
Buna karşın UKKTH, devletleri olsun isteyenlerle devletini kaybetmek istemeyenlerin her zaman can simidi oldu. Savaş kışkırtıcısı İttihatçılar savaşı kaybettikten başka, ellerinde kalan son yerler –gerçekçi olmasa da- bölüşülünce, mazlumu oynamaya başlamışlardı. Anadolu’da kalanları, Erzurum’da Harbord Heyeti’nin karşılanması öncesinde, ‘Wilson Prensipleri’nin(9) yazıldığı bir levha hazırlatmış; heyetten, prensiplerin Türklere de uygulanması talebinde bulunmuştu. Aynı dönemde, Wilson Prensipleri Cemiyeti adlı bir örgüt kurulmuş ve Erzurum Kongresi öncesi umutlar Wilson ilkelerine bağlanmıştı.
Emperyalist devletlerle, Osmanlı’nın, ad değiştirerek ve yeni sömürgecilik döneminin prototipi, yani sembolik bağımsız olarak varlığını sürdürmesi hususunda anlaşmaya varılınca, İttihatçıların kendileri için talep ettiği UKKTH’nın Amerikan versiyonu (Wilson ilkeleri), siyasi birim içindeki diğer halklara yasaklanmıştır.(10)
Özünde ulus-devlet olma savaşımı veren Kürt nasyonalizmi, bu oluşum sağlandığında, Kürdistan’da yaşayan diğer halkların hakkı nasıl kullanamayacağı konusunda açık sözlüdür: Özgür Politika’da yayımlanan Kürdistan Ulusal Kongresi Sözleşmesi Projesi-1999 başlıklı yazının Birinci Bölüm Madde 2, (c) şıkkında, ‘Kürdistan halkı kavramı: 1-Kürtler, 2-Tarih boyunca Kürdistan’da yaşamış ve dolayısıyla kendilerini Kürdistani bir halk olarak benimseyen Asuri-Süryani, Ermeni ve diğer halklardan oluşur.’ denilmektedir.
Bu tanımın tarihsel karşılığını bulamamamız bir yana, devamındaki madde daha çarpıcı ve bir o kadar da tanıdıktır! Madde 3’ün (a) şıkkında ‘Kürdistan halkının her ferdi ırk, dil, cins, din, mezhep, inanç farkı gözetilmeksizin kanun önünde eşit de hak sahibidirler.’ biçiminde, pratikte pek de anlamı olmayan kitabi eşitlikten söz edilmektedir. (b) şıkkında iş ciddileşmekte(!) ve eşitliğin sınırı belirlenmektedir: Kürtçe, Kürdistan’ın resmi dilidir. (c) şıkkında, ‘Kürdistan halkını meydana getiren diğer kesimler, kültürlerini, ulusal benliklerini geliştirmek, özgür iradeleriyle kendi dillerinde eğitim yapmak, bu değerleri geliştirmek ve genel menfaatlere ve vatanın birliğine zarar vermemek koşuluyla örgütlenmek ve kurumlaşma hakkına sahiptirler’. (d) şıkkı ise ‘Kürdistan’ın çıkarı ve milli birliğine zarar getirmemek kaydıyla…’ diye devam etmektedir.(11)
Görüldüğü üzere, bu taslağın genel nasyonalist çerçeveyi aşamadığı ve hatta Türk nasyonalizminden esinlendiği/beslendiği açıktır. Demek ki olayların pratik boyutundan bakıldığında, UKKTH, isterken iyi, verirken kötü bir haktır! Genelde de muhalefette olanın temel argümanı, demokrasi ve insan haklarıdır. Kendisine istediği kesin olmakla birlikte, bu temel hakları başkaları için de isteyip istemediği veya ne dereceye kadar istediği ancak iktidara geldiğinde belli olmaktadır.
Kürt nasyonalist hareketi, Zazaca konuşanlar üzerinde baskı kurmaktadır. Zazacayı, Kürtçenin lehçesi saymak üzerinden kurulan baskı, Zazaların Kürt olduğu doğrultusunda derinleştirilmekte, bu da Kürt kimlğinin Zazalara diretilmesini getirmektedir. Burada tartışılan, bunların kuramsal olarak doğru olup olmaması değil, bir kimliğin (Kürt kimliği), kendilerini başka bir aidiyet içinde hissedenlere (Zazalara) zorla dayatılmasıdır. Baskı, Zazaların standlarının dağıtılmasından kendilerinin darp edilmesine kadar varmaktadır. Düşündürücü olan, Kürt nasyonalizminin bunları henüz iktidar olmadığı ortamda yapıyor olmasıdır.(12)
İktidar oldukları Rojova (Batı) diye adlandırılan, demokrasi timsali olarak gösterilen ve fiilen Kürt özerk bölgesi sayılan bölgede Süryanilerle Ermenilerin zor şartlarda yaşamaktadır. Bölgenin bu Hıristiyan toplulukları, mülklerinin gaspından canlarına kasta kadar birçok baskıya maruz kalmaktadır.(13)
Anılan nasyonalist hareketin bir de şeriatçı yanı vardır tartışılmayan. Konu değil, ama bilinsin diye yazalım: Almanya’da yapılan Kürdistan Festivali’nde şeriatçı grupların özel bir yeri vardır. Festival açılışında en önde ve şeriat bayrağıyla yürürler. Kürt nasyonalist hareketinin inisiyatifiyle açılan cami türü dini kurumlara, kendilerine bağlı Alevi derneklerini de eklemek gerekir.
Nasyonalizmin ilkesiz yaklaşımına verilebilecek bir örnek ise Hasip Kaplan’ın geçtiğimiz yıllarda (BDP milletvekili olduğu dönemde) Avusturya Özgürlükçü Partisi (FPÖ)’nin özel davetlisi olarak Viyana’ya gelmesi ve Viyana merkezindeki Bristol otelinde özel bir toplantıya katılmasıdır. Diğer davetliler de düşünüldüğünde, FPÖ’nün(14) davetli seçimindeki kıstasları daha iyi anlaşılır; ancak bu burada konu edilmeyecektir. Olayda bir nokta çok önemlidir: FPÖ, yabancı düşmanları ile ırkçıların öncelikle yuvalandığı bir partidir. Hatırı sayılır bir kısmını Kürtlerin oluşturduğu Türkiyeli göçmenler üzerinden en pervasız propagandalarla oy toplamaya çalışmaktadır. Kaplan’ın parti arkadaşlarının bunu eleştiren bir açıklamasına rastlamadık.
Kürt nasyonalist hareketinin Kürt halkına verdiği en büyük zarar, zaten Türk milliyetçiliği tarafından kışkırtılan milliyetçi eğilimleri derinleştirmesi, kökleştirmesidir. Tabanına, hakim oligarşik sistemin asıl sahiplerine karşı mücadele yürüttüğünü söylemek yerine, Türklerle savaştığını söylemeyi yeğlemiştir.
Yazıda tartışılmak istenilen, Kürt nasyonalist hareketi ile ittifak yapıp yapmamak ya da ittifakın çerçevesi gibi konularla alakalı değildir. Bu tür tartışmalar siyasetçilerin ilgi alanına girer. İsteğimiz, yanlışlığına inandığımız nasyonalist-rasist yaklaşımların her durumda eleştirilmesidir.
Bu bağlamda, Türk milliyetçiliği konusunda (haklı olarak) yapmadık eleştiri bırakmayanların, Kürt milliyetçiliği/ırkçılığı konusunda suspus olması düşündürücüdür.(15) Oysa bunları eleştirmek, Kürtlerin haklı istemlerinin önünde bir engel değil, bilakis, hakların demokrasiyi geliştirici fonksiyonunun Kürt olmayanlar tarafında da anlaşılmasını kolaylaştıracaktır. Şöyle de söyleyebiliriz: Eleştiri, sınıf mücadelesinin gelişmesini engelleyen milliyetçi/ırkçı düşüncelerin toplumu zehirlemesine karşı bir engel oluşturacaktır.
Kişinin, kendisini içinde tanımladığı etnik kimlikten dolayı uğradığı haksızlığa karşı ‘ben’i korumak için verdiği tepki ile, örgüt önderlerinin verdiği ideolojik tepkiyi bir ve aynı olarak görme imkanımız yoktur. Birincisinde, doğru olup olmamasından bağımsız, refleks bir karşı duruş/söylem söz konusu iken, ikincisinde bilinçli bir tercih vardır. Zaten, başkalarının ırkçılığı, bizim ırkçılığımızın gerekçesi olamaz!
İnsanların etnik aidiyetlerinden dolayı ayrımcılığa uğramasının önüne geçmeye çalıştığımız günümüz dünyasında, etnik ayrımcı düşünceyi –hangi nedenle olursa olsun- yeniden üreten her türlü söylemin karşısında durmak zorundayız.
Sonuç yerine: Ümidimiz odur ki, bu yazı konunun daha ayrıntılı incelenmesine vesile olsun. Kimsenin kimseyi bir yere kovmadığı, kim nerede ve nasıl yaşamak istiyorsa yaşayabileceği bir dünyayı birlikte kuralım.
DİPNOTLAR
- Franz Fuchs, 1993-1997 yılları arasında, boru bombaların yanı sıra gönderdiği bombalı mektuplarla on beş kişinin kısmen ağır yaralanmasına neden olmuştu. Soruşturmada örgüt bağlantısı kurulamadı! 1999 (10 Mart) yılında ömür boyu hapse mahkum edilen Fuchs, kaldığı hücrede, 2000 (26 Şubat) yılında traş makinasının kablosuyla intihar etmiş bulundu.
- http://anfturkce.net/guncel/duran-kalkan-bin-yillik-kardeslik-soylemi-artik-safsataya-donusmektedir
- https://www.youtube.com/watch?v=NBcjRmNb1mg
- http://www.hezenparastin.net/tr/guncel/guncel_40.html
- Irkçı söylemin bir başka örneğini de N. Dersimi oluşturur. ‘Ey Kürt Gençliği’ diye başlayan hitabetinde, ‘seni doğuran büyük ırkın,’ ‘Ey ırkımın ümidi,’ gibi sorunu -birçok kez ırk vurgusu yaparak- ırk kavramı üzerinden anlamlandırmakta bir sakınca görmeyen Dr. Nuri Dersimi, metnini intikam çığlıklarıyla tamamlamıştır. Konuyla ilgisi, bu metin, devasa boyutlarda büyültülmüş haliyle, PKK’nın Avrupa derneklerinin duvarlarında asılıydı. (http://www.kineem.net/nuri-dersimi-ey-kurt-genci/)
- İlkçi milliyetçilik konusunda ayrıntılı bilgi için bkz. Umut Özkırımlı, Milliyetçilik Kuramları-Eleştirel Bir Bakış, Sarmal Yayınevi, Birinci Baskı: Nisan 1999, İstanbul
- Stalin, Bütün Eserleri 4, Devrim Yayınları, İlk Basım: Mayıs 1979 – Ankara
- İlgili bir yazı için bkz. Ayşe Hür, Radikal, 15.09.2013, Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı ve Kürtler
- 14 maddeden oluşan Woodrow Wilson Deklarasyonu – 8 Ocak 1918
- Osmanlı’nın Anadolu’ya büzülmesi ve Batılı formda bir ulus-devlete, açıkçası Türk devletine dönüşmesi için ideolojik teşvik ve ve siyasi izin çok daha önceden verilmişti (Ör. Osmanlı ordusunu yenilemek için Almanya’dan getirilen Prusyalı askeri eğitimci Colmar von der Goltz/Goltz Paşa’nın telkinleri). Telkin(ler)in kaynağı bilindiğinde, biçimlenen ulus-devlet modelinin niteliği de berraklık kazanır!
- Özgür Politika,12 Şubat 1999
- https://dersimzaza.wordpress.com/2010/06/09/zazaca-kurtce-degil-zazalar-kurt-degil/
- http://www.agos.com.tr/tr/yazi/13260/rojavada-hiristiyanlar-pydye-tepkili
- Irkçı ve yabancı düşmanlarının yuvalandığı FPÖ’nün başkanı Hans Cristian Strache’nin on beş yaşından beri aşırı sağcı kesimler içinde olduğu, Neonazi kamplarında askeri kıyafetlerle eğitime katıldığı bilinmektedir.
- Baskın Oran, Sait Çetinoğlu gibi parmakla sayılacak kadar az sayıdaki yazarımızın çalışmalarını göz ardı etmiyoruz.