Üretici güçlerin devrimci öğesi:
İşçi sınıfı mı, yoksa alet ve makine midir?
“Bütün üretim aletleri içinde” diyor Marks, “en büyük üretici güç, devrimci sınıfın kendisidir”. [[1]] Ayrıca “Bugün” diyor Marks-Engels, “burjuvazinin karşısında duran bütün sınıflardan yalnız proletarya, gerçekten devrimci bir sınıftır”. [[2]]
Bu çalışmada, Marks-Engels’in “en büyük üretici güç, (…) burjuvazinin karşısında duran bütün sınıflardan yalnız proletarya, gerçekten devrimci bir sınıftır” dediği “proletaryanın”, sınıf mücadelesi koşullarının belirlenimi altında, nasıl oluştuğunu, hangi dönemlerden geçerek devrimci ve tutucu roller oynadığını, tarihsel sınıf mücadelesi koşullarında, kapitalizmden sosyalizme toplumsal (sosyolojik) geçişi inceleyeceğiz.
Bilindiği gibi uygar insan, yaşamını sürdürmek için belli bir miktarda, üretim ve tüketim araçlarına ihtiyaç duyar. Bu ihtiyaç, insanı iradesi dışında, zorunlu olarakbilim, bilgi veteknoloji üretip kullanarak,yeniüretim aletleri ve makine yapmaya zorlar. Bu zorunluluk altında insan, sürekli olarak, daha gelişmiş ve daha verimli, zaman ve malzemeden, canlı emek gücünden tasarruf eden, daha hızlı ve daha güçlü, alet ve makine yapmaya koşullanır. Bu koşullanmanın hükmü altında kapitalist, özellikle tekelci kapitalist, rakiplerini alt etmek için alet ve makinelerin, özgür olmayan kontrollü kısmi gelişmesi ve uygulamasının, toplumda yaratacağı, işsizlik ve yoksulluğa endeksli ekonomik, siyasi ve toplumsal bunalımlar ile devreli ekonomik krizlere aldırmadan, hareket edip tekelleşerek büyür, büyümeye çalışır. Bu ve benzeri kapitalist aşırılıkların ve dengesizliklerin altında yatan esas neden: Hemen her ülke nüfusunda, % 15-20 nüfusa sahip kapitalist sınıfın, % 80-85 nüfusa sahip büyük insanlığın kümülatif toplumsal mülkiyetini sahiplenip, kontrol ederek yönetiyor, onlar adına ekonomiyi düşünüyor olmasıdır.
Bu nedenle, emek gücü ve türev emek gücü sömürüsü ile sınırsız özel mülkiyet ve sermaye birikimine müptela kapitalistin, bu eğiliminin aksine davranması, doğası itibariyle mümkün değildir. Bu gerçek, zorunlu ve aşırı kapitalist rekabet koşullarına yol açmaktadır. Kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileri yürürlükte olduğu sürece, tekelci kapitalist tarafından “kısmi kontrolü” dışında, bu gerçek ortadan kaldırılamaz.
Ama hali hazırdaki kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileri engelini, yeni ve alternatif, devrimci demokratik sosyalist özel mülkiyet biçimi ile dönüştürüp ortadan kaldırmak mümkündür. Böylesi bir devrimci müdahale ile alet ve makinelerin ÖZGÜRCE gelişmesinin önü açılırken; ‘Sosyalist Emekçinin’, cari emek gücü bazında, toplumun tüm mülkiyet sistemini kucaklaması gerçeği, işsizliği bertaraf ederek, aşırı üretim ve gelir dağılımını disipline edecektir. Bu gerçeklik üzerinden, kümülatif ülke mülkiyetini yöneten % 15-20’lik kapitalist sistem aklından, % 80-85’lik Büyük İnsanlık aklına, peydir pey sosyalist dönüşüm ile geçiş başladığında; söz konusu kapitalist sıkıntı, altyapısal düzeyde, köklü bir biçimde bertaraf edilmiş olacaktır.
Bu tarihi gelişme, arzu üzerine kurgulanmış bir keyfiyet değil; ‘Tarihi Toplumsallaşma Sürecinin’ zorunlu bir sonucudur. Modern üretim aletleri ve makinelerin sürekli gelişmesi yasası, evrensel ‘Üretim Güçlerini Geliştirme Yasasının’ (ÜGGY) hükmüne dayanır. Bu temelde, iradesi dışında insan, ilk ilkel aletin kullanılıp yapılmasından günümüze dek, alet ve makinenin teknik bünyesini ÜGGY ile ivmelendirerek geliştirmiş. Farklı tarihi evrelerden geçirip geliştirerek, ilerletmiş, insansız üretim sürecine taşırmak üzere devam ettirmektedir.
Bu nedenle, sürekli gelişen alet ve makineler, belli bir noktadan sonra mevcut topluma ait üretim ve mülkiyet ilişkilerine ters düşen, kendi varlık biçimlerine uygun, yeni ve devrimci mülkiyet ve üretim ilişkileri geliştirirler. Böylesi durumlarda, eski topluma ait üretim ve mülkiyet ilişkileri, alet ve makinelerin yeni gelişen biçimleri ile uzlaşıp uyum sağlamak yerine, onların devrimci ve özgürce gelişmesine engel olmaya çalışırlar. Böylece, yeni gelişen alet ve makineler, yeni gelişme biçimlerine uygun, yeni bir toplumsal üretim biçimine ait mülkiyet ve üretim ilişkileri üzerinden, yeni sınıfsal güçlerin doğumuna yol açarlar. Örneğin bu noktayla ilgili olarak, Batı Avrupa’da gerçekleşen feodal toplumlarda, toprak beyi ile serfe karşı, yeni gelişen kapitalist toplum üretim biçimine ait burjuvazi ile işçi sınıfı, birlik olup, devrimci, uzlaşmaz negatif diyalektik tarzda, sınıf mücadelesi başlattılar. Bu sınıf mücadelesi sonucu feodal toplumun altyapısı çözünerek, yeni kapitalist toplum altyapısına dönüşmek üzere, toprak beyi ile burjuvazinin önderliğinde ve arasında, devrimci geçiş sürecini başlattılar.
Görüleceği gibi bu çözümlemede, Marks-Engels’in yukarıdaki saptamalarının tam tersine, ‘Üretim Güçlerini Geliştirme Yasası’ (ÜGGY) ile Emekçi ile alet ve Makine Çelişkisinin (Em-MakÇe’nin) devrimci özünü, üretim gücü olan emekçi insanın veya “proletaryanın” gelişmesi değil; alet ve makinelerin, sürekli ivmelenip gelişen tarihsel devrimci gelişme düzeyi tayin etmektedir. Dolayısıyla, farklı tarihsel toplumsal üretim biçimlerini üretip biçimlendiren Üretim Güçleri öğelerinin en önemli, temel iki öğesi, emekçi ile üretim aletleri ve makinelerdir.
Üretim Güçleri, öğeleri ve toplumsal fonksiyonları:
‘Üretim Güçleri’, canlı-faal-pratik olarak üretim sürecinde kullanılan, türev emek gücü kaynağı olan üretim aletleri, makine ve makine sistemleri ile canlı emek gücü kaynağı emekçi insan, işgücünden yararlanılan hayvan ve üretime konu doğa, kullanılan enerji kaynakları, ham madde, mal ve malzeme demektir.
Üretim sürecine fiili olarak girmeyen, aletler, makineler ve makine sistemleri, işçi emekçi insan ve hayvan, doğa, enerji kaynakları, mal ve malzeme kesinlikle üretim gücü değildir. Herhangi bir şeyin Üretim Gücü olabilmesi için üretim sürecinde faal olarak girmesi, başka bir deyişle mülkiyet olmaktan çıkıp sermayeleşmesi gerekir. Bu anlayış temelinde, tüm girdileri bulup buluşturan, üretimin örgütleyicisi olarak kapitalist, üretim sürecinin üstünde ve yanında yer alan mühendis, teknokrat, muhasebeci, programcı; örgütleyici, planlayıcı ve denetçi kişi, ücretli emekçi olsa bile, Üretim Gücü değil,üretimin örgütleyici “memuru” anlamında elemanıdırlar. Keza, mülk ve özel mülkiyetin, üretim sürecine girmeyen veya üretime fiili olarak tahsis edilmeyen kısmı, üretim gücü veya sermaye değil, mülk ve özel mülkiyet özelliklerini korumaktadır. Bu anlamda mülkiyet, kendisine içkin pasif “sermayedir”; sermaye ise aktifleşmiş mülkiyettir.
Bilim, bilgi, teknoloji, deneyim, yetenek ve iş bölümü gibi unsurların hemen tümü, işçi ve emekçiler, doğa, enerji kaynakları, mal ve malzemeler, özellikle alet ve makineler, makine sistemleri üzerinden kodlanmış olarak, işlenmiş nesnel veya maddi formlarda, üretim süreçlerine girdiklerinden, ayrıca üretim gücü olduklarını söylemeye bile gerek yoktur.
Üretim süreçlerinde, Emekçi ile üretim aletleri ve Makineler arasındaki Çelişkinin (Em-MakÇe) kapitalist toplum için somutlaşan biçimi, İşçi ile alet ve Makine arasındaki Çelişkidir (İşçi-MakÇe). Kapitalist olacak kişiler, alet ve makineleri, mülkiyet edinince, İşçi-MakÇe temelindeki çatışma, işçi ile kapitalist arasında, toplumsal (sosyolojik) sınıf mücadelesi biçimine yükselir. Bu sınıf mücadelesi temelinde, mevcut feodal toplum sistemi, kapitalist tarafından yeni bir toplumsal üretim biçiminin oluşumuna taşınarak, kapitalist sistem oluşmaya başlar. Böylece bu Diyalektik Tarihi Materyalist Hareket temelinde, kapitalist toplum, tarihselliğini yaşamaya başlar. Bu temelde kapitalist toplum olgu süreci: kuruluş, olgunluk ve çözünme aşamalarından geçerek, bir sonraki toplum olan sosyalizme geçiş yapmak zorunda kalır.
Bu geçiş, şöyle işler:
Doğanın, toplumun ve düşüncenin, hareket ve değişim tarzı diyalektiktir. Diyalektik değişim ise şeyler veya somut-soyut olgular üzerinden gerçekleşir. Onun için diyalektik değişim söz konusu olduğunda, değişecek olgunun tespiti, hayati ve can alıcı önemdedir. Öyle ya, diyalektik değişime konu olan şey nedir? Onun tespiti şarttır.
Bu nedenle, örneğin,toplumsal değişime konu olgumuz: Kapitalist toplum olsun.
Haliyle kapitalist olguyu var eden temel karşıtlar/ikizler: Burjuvazi ile İşçi Sınıfı olur.
Olgunun diyalektik değişim ve geçiş sürecini, şöyle incelemek mümkündür:
I. Toplumsal olgu diyalektiği açısından,
(veya kapitalist toplum olgusunun, kuruluş ve olgunluk aşaması açısından).
Kapitalist toplum olgusunun TEZİ: Burjuvazidir.
Kapitalist toplumun kuruluşundan itibaren, toplumsal Tez burjuvazidir. Burjuvazi, kapitalist toplumsal olgunun bağımsız değişkenidir. Gelişmelerinin belli bir aşamasından itibaren, kapitalist tarafından özel mülkiyet edinen, üretim araçları özellikle alet ve makine, burjuvaziyi toplumsal (sosyolojik) özne, yani Tez durumuna yükseltir. Çünkü alet ve makineler, beli bir dönem için ait oldukları altyapısal gelişim ve değişim bağımsızlığını, onları özel mülkiyet edinen burjuvaziye geçirirler. Dolayısıyla bu gelişme temelinde, kapitalist toplum üretim biçimi sürecinin, kuruluş aşamasında, üretim aletleri ve makineler ile kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerinin gelişmişlik düzeyi, burjuvazi ile işçi sınıfı birliğine uyumlu, devrimci bir uzlaşma ve gelişme biçiminde bulunur.
Ayrıca bu dönemde, alet ve makine mülkiyeti üzerinden burjuvazi, kapitalizme içkin olarak, işçi sınıfı karşısında Tez durumunda iken; feodal toplum güçlerine karşı, Anti-Tez durumdadır. Buna karşın işçi sınıfı, hem ekonomik alt yapı oluşumunda ve hem de sınıfsal konumu düzeyinde, burjuvaziye bağımlı bir değişken olarak, kapitalizmin A-Tezi pozisyonunda kalmaya devam eder.
Kapitalist toplum olgusunun A-TEZİ: İşçi sınıfıdır.
İşçi sınıfı, kapitalist toplum olgusunun bağımlı değişkendir. Çünkü işçi sınıfı, alet ve makinenin fiziki mülkiyetinden yoksundur. O sadece, kapitalist üretim biçimi koşullarını olumlayan, SATILIK soyut emek gücü mülkiyetine sahiptir. Dolayısıyla üretim sürecine girmek, üretimde bulunmak için burjuvazinin özel mülkiyetinde olan maddi üretim araçlarını, özellikle alet ve makineyi kullanmak zorundadır. Bu husus işçi sınıfını ücretli, burjuvaziye bağımlı, toplusal diyalektik A-Tez pozisyonuna sokar. Böylece kapitalist ile işçi birlikte, kapitalist toplum olgusunu üretip varlığının sürdürürler.
İşçi sınıfının varlığı ve tarihi pozisyonu şu temelde gelişir:
Üretim aletleri ve makinelerin, yeni gelişme düzeyine dayalı sınıf mücadelesi ile feodal toplum çözünmeye başlarken; kapitalist gelişmeye uygun olarak, burjuvaziye uyum sağlayan, ücretli işçi sınıfı oluşur. Bu temelde işçi sınıfı, burjuvazinin bağımlı ikizi ve kapitalist sistemin A-Tezi olarak biçimlenir. İşçi sınıfı açısından bu dönem, kapitalist Üretim Biçimine ait devrimci Uzlaşan Toplumsal Altyapı Çelişkisi (Uzlaşan TAÇ) aşaması dönemidir. Diyalektik olarak bu dönem, pozitif diyalektiğin devrimci uzlaşan TAÇ dönemidir. Ama sürekli ve özgürce gelişen üretim alet ve makineler, belli bir gelişme düzeyinden sonra, kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerini aşıp geride bırakırlar. Böylece kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileri, alet ve makinelerin eski gelişme biçimine çakılıp kalırlar. Bu çakılma biçimi ile bu ilişkiler, alet ve makineleri geliştireceğine, gelişmelerine engel olurlar. Bu ilişkiler, alet ve makinelerin geliştirdiği yeni mülkiyet ve üretim ilişkileri biçimine karşı; burjuvazinin önderliğinde, işçi sınıfı ile birlikte, eski kapitalist üretim ve mülkiyet biçimini savunmaya geçerler. Bu savunma biçimi, kapitalizmin toplumsal olgunluk aşamasında muhafazakârlığa, toplumsal çözünme aşamasında, gericiliğe dönüşür. İşçi sınıfı açısından bu iki dönem de kapitalizme ait gerici Uzlaşan Toplumsal Altyapı Çelişkisi (Uzlaşan TAÇ) aşaması dönemidir. Diyalektik olarak bu dönem, pozitif diyalektiğin gerici uzlaşan TAÇ dönemine denk düşer.
II. Farklı toplumsal olgu diyalektiği açısından,
(veya kapitalist çözülme ve sosyalizme geçiş açısından).
Kapitalist toplum olgusunun ANTİ-TEZİ: ‘Sosyalist Emekçidir’. Kapitalist toplumun bağrında, üretim aletleri ve makinelerin belli bir düzeydeki gelişmesi ile ‘Sosyalist Emekçi’, nüve ana rahmine düşer. Devrimci bir program ile bu nüve, her ülke gerçeğinde, kurulacak, cari emek gücüne dağılmış, eşit paylı kolektif komünal sosyalist özel mülkiyetli işletmelere dönüşerek, onları işleten, ‘Sosyalist Emekçi’ ÖZNEYİ üretirler.
Daha açık bir ifade tarzıyla, ‘Sosyalist Emekçi’ ÖZNEYİ yaratan maddi güç, alet ve makinelerin, gelişip kendini aşması ile geliştirdiği devrimci nüvedir. ÜGGY’nın ivmelenmesiyle sürekli gelişen üretim alet ve makineler, önce kapitalizmin bağrında, ‘Sosyalist Emekçiyi’ yaratmak için toplumu kaos ve karmaşaya sürükler. Bu kaotik ortamda, belli bir gelişme düzeyden sonra, üretim alet ve makineler; kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerini aşarlar. Bu arada, üretim alet ve makinelerin gelişmesinin toplumsal varlık biçimi olan devrimci nüve, yeni toplumsal mülkiyet ve üretim ilişkileri biçimine dönüşme sancılarını başlatır. Bu gelişme tarzı ile söz konusu devrimci nüve, devrimci bir program eşliğinde, ilk ‘Sosyalist İşletmenin’ kuruluşu ile yeni toplumun Tezi, sınıfsal ÖZNESİ ve kapitalist toplumun Anti-Tezi olan ‘Sosyalist Emekçi’ olarak var olur. Bu esnada, devrimci demokratik sınıf mücadelesi başlar. Bu dönemde, kapitalizmin bağrında ama ona karşı, Uzlaşmaz Toplumsal Altyapı Çelişkisi (Uzlaşmaz TAÇ) aşaması gelişir. Diyalektik olarak bu dönem, negatif devrimci diyalektiğin uzlaşmaz TAÇ dönemidir. Bu dönemde, eskiyen kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileri ile yeni gelişen sosyalist mülkiyet ve üretim ilişkileri arasında, uzlaşmaz, negatif diyalektik karakterli devrimci demokratik sınıf mücadelesi başlar. Bu mücadele, kapitalist altyapıyı, sosyalist altyapıya dönüştürür. Bu tarihi dönem, sosyalist devrimlerin başladığı dönemdir.
Toplumsal olgusunun SENTEZİ: Kapitalizmin çözülüşü ile bağrında gelişen ve niteliksel devrimci önemi olan, ilk ‘Sosyalist Emekçi İşletmenin’ kuruluşu ve varlığıdır.
Zamanında Marksistler, devrimci bir program ile her ülke gerçeğinde, kurulacak, cari emek gücüne dağılmış, eşit paylı kolektif komünal sosyalist özel mülkiyetli ‘Sosyalist Emekçi İşletmenin’, toplumsal altyapının oluşmasındaki, olmazsa olmaz önemini görüp kavrayamadılar. Onun yerine, Hegel’ci felsefe, Robert Owen’ci kooperatifçilik ve Fransız Devriminin büyük insanlığa hediye ettiği, şiddet içerikli Jakobenci küçük burjuva sınıf mücadelesi tarzı ile harekete geçtiler. İşçi sınıfını “devrimci özne” sanıp, ona Lenin tarafından köylülük eklenerek, “işçi-köylü temel ittifakı” ile siyasal devrim yapmaya başladılar. Daha sonra bu hat üzerinden, siyasal devrim aracılığıyla, yukarıdan aşağıya kooperatif temelli sosyalist inşaya soyundular.
Böylece “sosyalist” üstyapıyı, “sosyalist” altyapıya önceleyerek idealizme saplandılar.
Örneğin, bu anlayış temelinde, 17 Ekim “Sosyalist Devriminden” sonra, “sosyalist” toplumun ekonomik ve toplumsal örgütlenmesini, “bilimsel” kooperatifçilikte [[3]] olduğunu keşfeden Lenin, Reel Sosyalizmi, siyasal iktidar aracılığıyla, yukarıdan aşağıya inşa etmeye çalıştı. Ama çok geçmeden, “bilimsel” kooperatifçiliğin, işçileri tatmin etmediğini gördü. Leninist “Bilimsel” kooperatifçiliğin, işçilerin sosyalist beklentilerini karşılamadığını gören Lenin, 1920’de durumu şöyle ifade etti: “kol işçilerimizin çoğu tarafından küçümsenen ve yeterince değer verilmeyen bu durumdur. Kooperatif derneklerimizi hor görmekte ve onların olağanüstü önemini takdir etmemektedirler” [[4]] diyerek, işçilerin memnuniyetsizliğini ifade etmiş oldu.
Daha da önemlisi, bu dönemde, başkaca “ciddi bir seçeneğin” olmadığından yakınan Lenin, durumu, “biz sosyalizmi soyut insan malzemesiyle değil, bizim için özel olarak hazırlanmış insan malzemesiyle değil, bize kapitalizmden miras kalmış olan insan malzemesiyle kurabiliriz ve kurmalıyız [[5]]. Evet, bu çok ‘zor’ bir iştir,ama tartışmaya değer ciddilikte bir seçenek yoktur…” [[6]] (abç) diye ifade etmiş oludu. İşte böylece Lenin’de belirginleşen, Marksist Jakoben sınıf mücadelesi tarzı ile toplumsal üst yapının, toplumsal alt yapıya öncelemenin hazin hikâyesi, bu alıntıda patik tecrübe ile dile getirilmiş oldu.
Gerçekten de o günlerde, Lenin’in yakınmasına cevap olabilecek “ciddilikte”, sosyalizmi inşa edecek “bir SEÇENEK yoktu”.
Ama ‘Sosyalist Emekçi Paradigma’ ile bugün var!
Bu nedenle, bugün için Lenin’i temsil iddiasında olan tüm Marksist-Leninistlerin dikkatine, ‘Sosyalist Emekçi Paradigma’ ile “tartışmaya değer ciddilikte, bir seçenek” sunmuş bulunuyorum. İddia sahibi tüm Marksist-Leninistler, bu seçeneği, ciddiyetle ele alıp değerlendirmek zorundadırlar. Zorundadırlar, çünkü tarihi sorumlulukları bunu gerektiriyor…
Özetle, ‘Sosyalist Emekçi Paradigma’ ile ortaya konan seçenek şudur:
‘Sosyalist Emekçi Paradigma’ temelinde, ilk adım olarak, her ülke toprağı gerçeğinde, cari emek gücüne dağılmış, eşit paylı, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyetli ‘Sosyalist Emekçi’ işletmeler kurmaktır. Bu işletmelere dayalı, devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı ile kapitalist toplum altyapısına karşı, sosyalist toplum altyapısını kurarak tarihi dönüşümü başlatmalıyız. Başlatmalıyız ki, sosyalist kişilikli insan var olsun! Ve Büyük İnsanlık, özgürlükler âlemine adım atıp, oldukça geciken sosyalist tarihi gerçekliğine yürüsün! Böylece bu dünyanın, kimin olduğuna, bir anlam ve önem biçilmiş olsun!
Günümüze gelinceye kadar, gelmiş geçmiş aksakallılar, filozoflar, bilim insanları ve modern dönem entelektüelleri tarafından, uzun tarihsel bir süreç yaşayıp devinen şirket ve işletmelerin, farklı özel mülkiyet biçimleri temelinde, sarıp sarmaladığı üretim araçları, özellikle, üretim aletleri ve makinelerin, tarihsel toplumsal maddi temelindeki, sosyalist EŞİTÇİ ÖZ görülüp incelenememiş. Farklı toplumsal üretim biçimlerini, kurucu ve biçimlendirici güçlerinin farkına varılamamış. Bu alanın etrafında dönüp dolaşarak, bu gerçeklik idealize edilmiş, işin üstesinden gelinememiştir. Dolayısıyla bu alan, sosyalizmi hedeflemeyen, bakir bir toprak parçası olarak kalmış, hemen hemen hiç el atılmamıştır.
Ama bu arada, meydanı boş bulan burjuvazi, bu alanda adeta “at koşturmuştur”. Tek tek ülke bazında, kümülatif mülk ve mülkiyeti bünyesinde barındıran şirket ve işletme sahipleri olan kapitalistler, “mülkiyeti tabana yayma” adı altında, piyasadan ucuz kredi çekmek için bu şirket ve işletmelerin mülkiyeti üzerinden, sanal hisse senedi kağıtlarını düzenleyip satarak, dünya çapında büyük insanlığı kumar oynatma ile meşgul ederek, soyup soğana çevirmiş. Devam etmektedirler.
Oysa özel mülkiyet temelli olan bu kapitalist işletme ve şirketlerin tarihsel öncülleri taa… İ.Ö. 3000 yıllarından itibaren, Sümer uygarlığında varlıklarını sürdürmeye başlamışlardı. Bunlar, süre gelen, uzun bir tarihsel geçmişe sahip olan şirket ve işletme benzeri kurum ve kuruluşlardı. [[7]]
Günümüz modern işletme ve şirketlerin, ilk öncüsü ise 1600’lerde İngiliz Kraliçesi I. Elizabeth’in onayı ile kurulan, İngiliz “Doğu Hindistan Şirketidir”. [[8]] Bu nedenle, üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makinelerin, hâkim sınıflar tarafından, özel mülkiyet edinen işletme ve şirketleşme hattı incelendiğinde, farklı özel mülkiyet olgusunun her yeni biçimine uygun olarak biçimlenen toplumların ve bu toplumsal biçimlerin, birinden diğerine, diyalektik geçişi çok daha iyi anlaşılmış olacaktır.
Günümüzün görevi, bu tarihsel diyalektik hattı, bilimsel biçimde çalışarak, kapitalist modern şirket ve işletmelerin, her ülke gerçeğinde, cari emek gücüne dağılmış, eşit paylı kolektif komünal sosyalist özel mülkiyetli, ‘Sosyalist Emekçi’ işletmeler biçiminde, dönüşüme uğratarak, üretime sokulmasını sağlamaktır.
‘Sosyalist Emekçi’ şirket ve işletmeler, her ülke gerçeğinde, yürürlükteki reel şirketler hukuku, ticaret hukuku ve şirketler kanununa uygun olarak kurulup işletilen, kolektif komünal işletmelerdir. Bunlar, sanayi, tarım, hizmetler ve ticari alanlarda, sosyalist toplum biçimlenmesinin “kök hücreleri” olarak, sosyalist özel mülkiyet tarzında kurulmuş, şahıs, çok ortaklı şahıs, kolektif, komandit, limitet ve anonim şirket türleridir.
‘Sosyalist Emekçi Şirketlerin’ temel özellikleri:
Sosyalizmin temel amacı: Toplumsal düzeyde, sömürünün iki ana biçimini ortadan kaldırmak, eşitliği sağlamaktır. Bu hedefte, üretim araçlarını özellikle, üretim aletleri ve makineleri, ‘Sosyalist Emekçi’ tarzda örgütlemektir. Böylece üretim araçları, özellikle, üretim aletleri ve makineleri, özel mülkiyetinde bulunduran burjuvazinin geliştirdiği, tarihsel toplumsal türev emek gücü sömürüsü ile canlı emek gücü sömürüsüne son vermektir.
Bu tespit temelinde, toplumsal EŞİTSİZLİK üreten kapitalist şirketlerden farklı olarak; toplumsal EŞİTÇİLİK üreten ‘Sosyalist Emekçi’ şirketlerin, temel özellikleri şunlardır:
(a) ‘Sosyalist Emekçi’ şirketlerde, ücretli çalışma ve ücretli çalıştırma olmayacak, kesinlikle yasaklanacaktır. Şirket çalışanları, sadece ve bizzat, şirket sahipleri olacak. Böylece canlı emek gücü sömürüsü veya artı değer sömürüsü, ortadan kalkmış olacak. İnsanın insanı sömürmesi, kulun kula kulluğu ve ücretli kölelik tarih olacaktır.
(b) ‘Sosyalist Emekçi’ şirketlerde, işletme mülkiyeti: çaycısından şirket genel müdürüne kadar, hemen herkesi kapsar biçimde, şirket sahipleri arasında eşit ve şahsa ait özel mülkiyet payı biçiminde olacaktır.
Böylece:
(1), eşit ama özel mülkiyet payı ile işletmeye katılım; aynı işletmeye, komünal kişilik kazandıracak. (2), kolektif çalışmayı koşullandırıp belirlemiş olacak. (3), hâkim sınıf özel mülkiyet sahipliği üzerinden, toplumsal EŞİTSİZLİĞİ öngören, insanın insanı sömürüp yönetmesinden; EŞİTLİĞİ öngören, insanın eşyayı ve üretimi yönetmesine geçilmiş olacak [[9]]. (4), her ülkede, atıl vaziyette bulunan Büyük İnsanlığın, % 80-85 mülkiyetini yönetme ve geliştirme inisiyatifi harekete geçmiş olacak. (5), sosyalist özel mülkiyete dayanan tam ve doğrudan demokrasi, tüm kurum ve kuralları ile tarihin ufkunda belirip pratikleşecek. (6), burjuva mülkiyet biçimi ve demokrasisi aşılmış olacak. (7), ütopik sosyalistlerin kooperatifçilik tarzı ile işçi sınıfına dayalı geliştirilen, Marksistlerin “bilimsel” kooperatifçilik [[10]] hakkındaki, idealist anlayışları son bulmuş olacaktır.
(c) Her sosyalist işletme: ülke ve sektör bazında, toplam makine gücünün, toplam ülke canlı emek gücüne bölümü ile elde edilen oran; kişi başına kullanılabilir makine gücü payı sayılacak. Her sosyalist işletme bu payı kullanacaktır. Bu pay 2 katından fazla olmayacak. Daha fazla kullanmak istenildiğinde, bedeli ödenmek şartıyla işletmeye yeni hissedar (komünar) alınacak. Böylece alet ve makineler üzerinden yürüyen, ‘Tarihsel Toplumsal Türev Emek Gücü’ veya türev artı değer sömürüsü son bulacak. Gerçek manada, komünizme endeksli sosyalist eşitlik, olabildiğince yaşamın yaşayan ruhu olacaktır.
(4) Sosyalist Şirket sahiplerinin her birinin, sahip olduğu yetenek, bilgi, birikim ve liyakat özellikleri dikkate alınarak, aylık veya haftalık gelirler, bizzat şirket sahipleri tarafından, demokratik tarzda, ülke gerçekliğindeki emsaller, mevcut hukuki sistem ve yasaları göz önüne alınarak tespit edilecek. Böylece çalışkan tembele, bilgili bilgisize, doktor hasta bakıcısına, mühendis temizlik işçisine sömürtülmeyecek. Eğitim öğretim yapmanın, çalışkanlığın, önemsenerek ödüllendirilip, insani faaliyetin onure edildiği, kültürel ve toplumsal, ahlaki ve saygın bir ortam yaratılacaktır.
Bu anlayış öngörüsü ile günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı temelinde, kapitalizmden sosyalizme geçişi sağlayan sentezler başlarken. Niteliksel devrimci önemi olan, nicel devrimci demokratik reformlar ile peydir pey, her gün, toplumsal altyapıda dönüşüm ve geçişler gerçekleşecektir. Bu yeni dönem, her ülke gerçeğinde, cari emek gücüne dağılan, eşit paylı, kolektif komünal Sosyalist özel mülkiyet temelinde kurulan, sosyalist işletmelere dayalı, sosyalist üretim biçimi dönemidir. Bu dönem, bir taraftan, kapitalist toplum altyapısını devrimci demokratik sınıf mücadelesi ile çözerken; öte yandan, aynı devrimci demokratik sınıf mücadelesi ile sürekli oluşan sosyalist altyapının inşasını sağlanacak. Toplumsal devrimci dönüşüm gerçekleşecektir.
Günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı, tarihin akışına uygun olarak, reel hukuk sistemi ve yasal düzeni meşru bir veri olarak ele alır, sabırla çalışır, işleyerek dönüştürür. Devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı ile sosyalist kişilikli insan yaratıldığı gibi bu sosyalist insan üzerinden partileşmeye, partileşme ile de siyasal iktidara yürüyüş gerçekleşecektir. Bu arada ortaya çıkan ve çıkacak olan her türlü engel, her seferinde devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı ile aşılacaktır.
Bu gelişme, tarihin durdurulamaz akışıdır.
Akışıdır! Çünkü Tarihi Toplumsallaşma Sürecinde, iş ve üretim sürecine giren her yeni alet ve makine, daha fazla iş üstlenir. Böylece alet ve makine, işçiyi sürekli ve tedrici olarak boşa alıp işsizleştirerek, özellikle sanayi kapitalizminden bu yana, işçiyi acımasızca üretim sürecinin dışına atmaktadır.
Her geçen gün, işsizlik ile daralan gelir düşüklüğünden, büyük insanlık tarafından kapitalist meta üretimi, yeterince emilememektedir. Giderek yaygınlaşan biçimde, yapay zekâ da kullanan üretim aletleri ve makinelerin gelişme düzeylerine karşı, kapitalist gericiliğin gelip dayandığı nokta, üretim yapmanın yanı sıra işçi çalıştırmanın da anlamsızlaşmış olmasıdır.
Günümüzde, kendilerini yeryüzü “tanrıları” bilen küresel finans oligarkları, “bu kadar insanı ne diye besliyoruz” diye “düşünüp” tartışırken; faşist kurguları için bilim, bilgiyi, akademiyi kullanarak, projeler üretmeye başlamışlar. Bu projelerin özünü, faşistçe geliştirilen dünya nüfusunu sadeleştirme projesi [[11]], teşkil etmektedir. Bu proje için konvansiyonel silahlar ile bölgesel savaşlar tertipleyip yürütürken, bu arada nükleer silah ve savaş denemeleri yapmaktadırlar. GDO’lu genetik tarım tekniği ile nesil zehirlemesi; iletişim, bilişim ve yapay zekâ teknolojisi ile toplumu ve tek tek bireyi denetleme, yönlendirme ve “esir alıp köleleştirme” projelerini çalışmaktadırlar. Farmakolojik ilaç sanayi ile kitleleri ahlaki ve fiziki yozlaşmaya, nesil çürütmeye yol açan faaliyetler ile her koldan saldırıya geçmiş bulunmaktadırlar. Kısacası yüksek teknolojinin yarattığı işsizlik ve gelir dağılımı kıskacı, ‘Sosyalist Emekçi’ mülkiyetine geçiş dışında, küresel kapitalist sistem üzerinden insanlığın aşamayacağı bir baş belası haline gelmiş bulunmaktadır.
Bu kapitalist kıskaçta, kendilerini yeryüzü “tanrıları” bilen küresel finans oligarkları, ‘Büyük İnsanlığı’ uyutup uyuşturmak için yukarıda izah edilen faşist yıkım projeleri yanı sıra, “Armegedon savaşı, Mehdi’nin gelişi, İsa’nın gökten inişi” gibi dini rivayetleri de piyasaya sürüp, yoğun propagandaya geçmiş bulunmaktadırlar.
Oysa sorun gibi görülen esas devrimci gelişme şudur:
Bu gelişme, üretim aletleri ve makinelerin geliştirdiği tarihin durdurulamaz akışındaki devrimci gelişmedir. Daha açık bir ifade tarzıyla, üretim süreçlerinde, üretim gücü olan insanların işsizleşmesi ta ilk ilkel aletin yaratılışından bu yana nasıl işlemiş gelişmişse, hızlanarak öyle devam etmektedir. ‘İnsan’ diye bağırıyor bu devrimci gelişme, ‘üretim gücü olmaya layık bir varlık değildir’. Ancak bu devrimci gelişme, farklı dönemlerde ve farklı düzeylerde, büyük insanlığı incitip acıtsa da esas olarak Dehak’ı, Firavunları, Neron’u, Hitler’i ve temsil ettikleri sınıfları alaşağı edip devirdiği gibi günümüz Küresel Oligarkları ve kapitalist sistemlerini de devirip, yerle bir edecek. ‘Sosyalist Emekçi’ mülkiyet edinme tarzı ile büyük insanlık: işsizliği çözüp, huzur bulacaktır.
Bu kaçınılmaz, engellenemez tarihi bir gerçekliktir.
Bu arada önemle belirtmeliyim ki, işsizliğin esası teknolojik olup, kaçınılmaz biçimde yükselen bir trende sahiptir. Makinelerde, yükselen teknolojik devrimci gelişme, sanayi devriminden itibaren, şöyle bir trende sahip olmuştur: söz gelimi, üretime sokulan her yeni alet ve makine, 5 işçiden 3’nü işsizleştirirken, 1’i için de yeni teknolojiye uygun iş yaratmış olsun [[12]]. Bu hesaba göre her yeni teknoloji kullanan alet ve makine, geri dönülmez bir biçimde 2 işçiyi işsizleştirmektedir. Bu tarihsel devrimci gelişme, günümüzde kapitalistlerin baş belası olmuştur. Bu gelişmenin temelinde, karşı konulmaz, irade dışı çalışan ÜGGY’sının, daha gelişmiş bir alet yapma ve üretime sokma arzu ve çabası yatmaktadır. Modern üretim aletleri ve makinelerin, işçi-emekçiye nazaran, üretim süreçlerindeki devrimci öncü rolü, ÜGGY’sı kaynaklıdır. Alet ve makineler üzerinden yürüyen, tarihsel toplumsal eşitçi öz, bu gelişmeden kaynaklanmaktadır.
Üretim süreçlerinde, makine ile emekçi arasındaki devrimci çelişki ve çatışmayı Marks şöyle ifade etmişti. “Makine işçinin karşısına daima onun sırtını yere getiren ve devamlı olarak onu gereksiz kılan bir rakip gibi çıkmakla kalmaz. Aynı zamanda, O, işçiye düşman bir güçtür” [[13]] gibi son derece doğru tespitini yapmasına rağmen, alet ve makine sistemlerinin, üretim süreçlerinde, esas devrimci güç olduğunuıskalayarak, üretim gücü olan işçileri, alet ve makinelerin “üstüne” çıkarıp yukarıda da belirttiğimiz şu atıfları yapmıştı.
“Bütün üretim aletleri içinde en büyük üretici güç, devrimci sınıfın kendisidir” derken. Ayrıca, “Bugün” diyor Marks-Engels, “burjuvazinin karşısında duran bütün sınıflardan yalnız proletarya, gerçekten devrimci bir sınıftır.”
İlkinde Marks, işçi ile alet ve makineler arasındaki çatışmanın “uzlaşmaz karakterine” doğru bir vurgu yapar. Ama daha sonra, alet ve makine sistemlerinin devrimci, öncü rolünün önemini gözden kaçırır. O tarihi önemi, işçi sınıfına atfeder. İşçinin makineye bağlı olmasına rağmen, onun “büyük üretici güç” olduğunu söyler.Bununla kalmaz, kapitalist toplumsal sistemde işçi sınıfına, “sistemin uzlaşmaz Anti-Tezi” rolü biçer. Böylece işçi sınıfını, devrim ve sosyalizm davasının “ÖZNESİ” payesi ile ödüllendirir.
Esasen Marks-Engels, üretim aletleri ve makinelerin başat devrimci rolü yerine, proletaryayı koymakla, teorik olarak, bilim ile paralelliğini yitirmiş, teorilerini ideoloji derekesine düşürmüşlerdir. Proletaryanın karakterinde olmayan özellikler ona atfederek, ‘Sosyalist Emekçi’ nüvenin görülebilmesini engellemişlerdir. Böylece, derin bir çıkmaz ve idealizme sürüklenmişlerdir.
Oysa üretim sürecine giren bütün unsurlar, üretim aletleri ve makine sistemlerinin çalışmasına ayak uydurmak zorundadırlar. Bu zorunluluğa, Alet ve Makinelere Uyum Yasası (AMUY’sı) diyoruz. Alet ve makine insana uymaz, aksine insan, alet ve makineye uymak zorundadır. Dolayısıyla, üretim güçlerinin sürekli gelişen, toplumsal değişim ve dönüşümünün, esas öncüsü ve DEVRİMCİ ÖZNESİ, başat unsuru ve motor gücü, işçi sınıfı değil, tam tersine, üretim aletleri ve makinelerdir. Kim onları mülkiyet edinirse, o toplumsal güç, gelecek toplumun öznesi olma durumuna yükselir.
O halde, konuyu daha da netleştirmek için: İşçi ile Makinenin çalışma yeteneği, nasıl gelişir veya geliştirilir? Biraz da ona bakalım.
Bu işlem iki yolla yapılmaktadır:
I) İşçi öğesinin geliştirilmesi.
Üretim sürecindeki emek gücü sahibi insanın, yani işçi sınıfının iş ve çalışma kapasitesini, yeteneğini geliştirmek, çeşitli eğitici ve öğretici yollardan artırmak, deneyim kazandırmak mümkündür. Ama sınırlıdır. Birazdan ifade edeceğimiz gibi belli bir eşikten sonra da mümkün değildir.
II) Alet ve makine öğesinin geliştirilmesi.
Maddi üretim araçlarının, özellikle üretim alet ve makinelerin, iş ve çalışma kapasitesini geliştirip artırmak sınırsızdır. Bu sınırsızlık, Üretim Güçleri Gelişme Yasasının (ÜGGY’nin) belirleyici iki temel ilkesine bağlı olarak işlemektedir.
(Birinci ilke) İş, enerji ilkesidir.
Bu ilkenin hükmü altında, emek gücü ile alet ve makinelerden maksimum düzeyde tasarruf sağlamak, minimum enerji ile maksimum verim elde etmek esas amaçtır. Bu nedenle insan, daha az emek gücü ve türev emek gücü (alet ve makine gücü) kullanarak, daha çok iş ve daha kaliteli ürün üreten, daha gelişmiş alet ve makine yapmak, kullanmak zorunda kalarak, hareket etmektedir.
Bu nedenle, ÜGGY’sı gereğince üretim aletleri ve makinelerin teknolojik gelişmesi, irade dışı, zorunlu olarak kesintisiz ve süreklidir. İnsanlık, mevcutlarından daha az gelişmiş bir alet ve makine yapma lüksüne sahip değildir ve asla olamayacaktır. Bu yasa, alet ve makinenin teknolojik yenilenmesinin, geliştirilmesinin devrimci kaynağı, itici gücüdür. Üretimin, nasıl üretmek gibi bir zorunluluğu varsa, aletin de daha iyisinin, geliştirilip yapılması gibi bir zorunluluğu vardır. Dolayısıyla, yalın ve basit halden etkinleşerek gelişen ve otomatikleşen, alet ve makine sistemlerin gelişmesi, tedrici de olsa devrimci ve süreklidir. Bu gelişme, diğer canlı üretim gücü unsurlarını (hayvan ve insanı), üretim sürecinin dışına atar ve onların üretim sürecindeki tüm görevlerini üstlenir.
Bu tarihsel gelişme, günümüz üretim güçleri profilinde, şu belirgin değişimlere yol açmıştır:
(a) Üretim süreçlerinde, hareket etmek için yalın, basit alet ve makineler, emekçi insana bağımlıyken, Sanayi devriminden itibaren emekçi insan, otomatik ve akıllı makine sistemlerine bağımlı hale gelmiştir. Gidişat, üretim süreçlerinde, insansız üretimin olanaklı olduğu noktaya ilerlemektedir.
(b) Hayvanlar, dünya çapında, üretim alet ve makinelerin gelişmesi, otomatikleşmesi sayesinde, -yük ve binek hayvanları, çifte koşulan öküz vs.- tümden gereksizleşip üretim sürecinin dışına atılmışlardır.
(c) Yapay zekâ kullanan akıllı otomatik makine sistemlerinin sürekli devinimi ve teknolojik gelişim süreci, her gün biraz daha, işçi emekçi-insanı, üretim sürecinde, gereksiz hale getirip, işsizleştirerek, üretim sürecinin dışına itmeye devam etmektedir. Dolayısıyla kapitalist toplum üretim biçimi koşullarında, işsizlik ve yedek emek gücü çığ gibi büyümekte, kapitalizmin çözümsüzlüğünü haykırmaktadır.
(d) Günümüzde, işçi sınıfı profilinde çok önemli değişmeler olmuştur. İşçi sınıfı, toplumsal olarak kutuplaşıp genel olarak, ikiye ayrılmıştır. Bir tarafta giderek taşeronlaşma ile mücadele gücü çözünüp kırılan, nicel olarak azalan ve güçsüzleşen çalışan proletarya; diğer yandan giderek çoğalan işsiz proleter sınıf ki, kapitalizmin en önemli ayak bağlarından biri haline gelmiştir.
(İkinci ilke) Teknolojik Manipülasyon İlkesidir.
Alet, makine ve makine sistemlerini geliştirmek, onlar üzerinde, her türlü teknolojik manipülasyon yapmak mümkün ve sınırsızdır.
Örneğin, parmaklarıyla sayı sayıp, hesap yapan insandan, abaküse, kollu fasit hesap makinelerine, elektronik hesap makinelerinden, bilgisayarlara ve optik bilgisayarlara varıncaya kadar, aradaki hız ve kapasite ölçülerinin gelişmesi üzerindeki teknolojik manipülasyon düşünülürse, işin ne ölçüde manipülasyona açık olduğu anlaşılacaktır. Ama üretim gücü olan insan üzerinde oynamak, doğası gereği hayli sınırlı, belli bir eşikten sonra mümkün değil ve çok tehlikelidir. Örneğin, Taylorcu, Fordist ve ToyotaCa, tarzı kapitalist üretim teknikleri ile işçilerin nasıl zıvanadan çıkartıldığı bilinmektedir. Dolayısıyla üretim süreçlerinde, üretim gücü yani işçi olmak, insana layık bir meziyet değildir. Üretim sürecinde, insanın yeri, “Üretim Gücü” olmak değil, aksine onun yanında ve üstünde yaratıcı, örgütleyici, planlayıcı ve denetçi olmasıdır. İnsanı, üretim gücü olarak, üretim sürecinde tutmak, üretici güçleri geliştirmek değil, aksine onları ve onlar şahsında toplumu geriletmek, gelişmesine engel olmak, burjuva mülkiyet biçimini, olabildiğince devam ettirmektir.
Zaten, burjuva gericiliğinin temelinde, bu ısrar yatmaktadır.
Kapitalistler, işçi ile makine arasındaki çatışmada, dengeyi lehine korumak amacıyla ful otomasyona geçmeye direnmekte, karını yükseltmek ve burjuva mülkiyet ve üretim ilişkilerini sürdürmek için ince mali, teknolojik ve “toplumsal mühendislik” hesapları yapmakta ve geliştirmektedirler. Bu nedenle, küresel kapitalist güçler, bir yandan, kendi ülkelerinde ful otomasyona geçmeye korkmakta; yükselen değil yükseltilebilen daha az karlara cevaz veren sömürge, yarı sömürge ve yeni sömürge gibi geri düzey ülkelere fabrikalarını kaydırmaktadırlar. Ama öte yandan, beklenmedik biçimde karşılarına Çin, Hindistan, G. Kore, Endonezya ve Brezilya gibi ‘İthal Aşılı Kapitalist’ devler yükselmektedir. Bu gerçeklik karşısında, şaşırıp kalmış. Teorik, pratik neoliberal “cephanelerini” gözden geçirmeye başlamışlardır. Örneğin, bu gelişmeden dolayı, her gün biraz daha eriyen ABD’nin küresel hegemonyası, onu küresel kapitalist emperyalist hegemonya oyunundan “geri çekilmeye” itmiştir. Kısmen geri çekilmeyi deneyen ABD, çözümü ülke içi cepheyi geliştirip güçlendirerek, III. Dünya savaşına hazırlanmakta bulmuştur.
Ayrıca, küresel Finanssal Oligarşinin, daha da geliştirip tahkim ettiği, kapitalist işletmelere ait mal varlıkları üzerinden, “mülkiyeti tabana yayma” adı altında, üretici sanayi periyodunu yedeğe alıp, sanal finansal kâğıtlar üzerinden, “portföy yatırımcısı” girişimcilerine, finansal kumar oynatarak, “ekonomik” yüzdelik kazanç periyodunu esas kapitalist iş haline getirmiş. Böylece çıkarcı, acımasız, insani değerleri törpülenmiş, sosyopsikolojik tahribatlar ile “zona hastalığının” pençesine düşmüş insan tipi yaratmışlardır. 2000’li yılların başından itibaren, bir de insan aklı ile oynayarak, Blockchain teknolojisi denen başka bir proje ile sayısal bulmaca (digital puzzle) çözme tekniği ile sözde dijital sanal para (Bitcoin ve türevleri) “üreterek”, uluslararası kumar araçlarını çeşitlendirmeyi denemektedirler.
Bu noktadan itibaren, tekrar Marks’a dönersek:
Marks’ın, emek gücü olarak işçi için hem “makineye bağımlı”, hem de üretim sürecinde “en büyük üretici güç, devrimci sınıfın kendisidir” belirlemesini yapması amaçlı, çelişik ve ilginçtir. Amaçlıdır! Çünkü işçi sınıfını toplumsal devrimin öznesi haline getirmek istemiştir. Oysa işçi sınıfı, Sanayi Devrimi ile üretim sürecinde, faal olan makinenin eksikliklerini tamamlayan “bağımlı pasif” bir ayrıntı haline gelmiştir. Üretim sürecinde ve toplumsal düzeyde, işçiyi devrimci ÖZNE kılacak hiçbir maddi neden yoktur. Çünkü ‘Üretim Aleti ve Makinelerin’, tarihi olarak emip içselleştirdiği, tarihsel kümülatif spesifik bilgi ve kazandığı spesifik üretici güç ve hız yeteneği, emek gücü sahibi işçi ile kıyaslanmayacak ölçülerde birikime sahiptir. Dolayısıyla, makinenin “üretim gücü” olan insandan değil, aksine “üretim gücü” olan insanın, üretim sürecinde makineden öğrenecekleri vardır. Alet ve makineler, ‘Tarihsel Toplumsal Mülkiyeti” ve bilgiyi, üzerinde taşıyıp bize ulaştıran kümülatif inorganik tarihsel bilginin temsilcileridir. Alet ve Makineye Uyum Yasası (AMUY) bu nedenlerden dolayı vardır ve üretim süreçlerinde etkindir.
Marks’ın görüşlerinin merkezinde, üretim sürecinde, “üretim gücü” olan insan sürekli vardır. Bu insan, kapitalizmde “proletarya” veya sınıf bilinçli “devrimci proletarya”; “sosyalizm/komünizmde” ise mülkiyetsiz, nasıl olacaksa, devlete çalışan sözde “özgür emekçi bireydir”. Marks’ın konu ile ilgili teorik tespitlerinde de görülebileceği gibi insanın üretim sürecinde, üretim gücü olmaktan feragat etmesi, özgürleşmesi, üretim sürecinin dışına çıkması, makine ve makineler sistemine bağlı, işçi veya kendi deyimiyle “alet insan” olmaktan kurtulması diye bir düşünce kırıntısına rastlansa bile, toplumsal değişim dönüşüm için hesaba katılmamış. Bu yönlü bir çözümleme yapılmamıştır. Üstüne üstlük Marks, “işçi kategorisi ortadan kaldırılmaz, bütün insanları içine alacak şekilde genişletilir” [[14]] diyerek tüm insanlığı, sürekli üretim sürecinde, “üretim gücü” olarak tutmaya çalışır. Teorik inşayı, “devrim ve sosyalizm/komünizm” davasını bu temelde inşa etmeyi sürdürür. Çünkü Marks, “dünyayı değiştirmek” için toplumsal devrim ve sosyalizmin öznesi olacak sınıfsal bir ÖZNE lazımdı. Bu da üretim sürecinde, hazırda bulunan ve üretim gücü olan, “işçi/proletarya sınıfından” başkası olamazdı. Bu nedenle Marks, Hegelci efendi-köle diyalektiğine öykünerek, proletaryayı tespit edip elden bırakmadı. Bu temelde, diyalektik yöntem ile Diyalektik Tarihi Materyalist Yöntemi eğip bükerek, işçi sınıfının tarihi rolünü abartarak idealize etti. Abartmakla kalmadı, işçi sınıfına, hiç olmadık tarihi “devrimci” bir önderlik misyonu yükleyerek, onu “SİSTEM DIŞI” sınıf mücadelesi sahnesinde OYNATTI. Böylece Marksizm, ideolojik ve pratik olarak çöktü.
(devam edecek)
DİPNOTLAR:
[1] Karl Marks, Felsefenin Sefaleti, Sol Yayınları, 3. Baskı, S. 185.
[2] Marks –Engels (1848), Komünist Partisi Manifestosu, Bilim ve Sosyalizm Yayınları (1976), S. 39.
[3] Lenin, (1894), Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1. Baskı (1977), S. 222-229.
[4] Lenin, A.g.e, S. 223.
[5] İnsan kişiliğinin oluşumunu, “bireylerin ne oldukları, onların üretimlerinin maddi koşullarına bağlıdır” ifadesinde tanımlamak mümkündür. Bu anlayış temelinde Marks, kapitalist kişilik ile sosyalizmin inşa edilemeyeceğini görmesi gerekirdi. Ama ne yazık ki göremedi. Bu anlayışla, Marks’ı tekrar eden Lenin, yıllar sonra bu eksikliği, pratik tecrübe ile “itiraf” etmiş oldu.
[6] Lenin, A.g.e, S. 194.
[7] (a) John Micklethwait and Adrian Wooldridge (2003), The Company, Weidenfeld & Nicolson, 1’th published (2003) in London. P. 13 to 36.
(b) Samuel Noah Kramer (1956), Tarih Sümer’de Başlar, Kabalcı Yayınevi, 1. Basım (1999), S. 69-75.
[8] Antony Wild (1999), The East India Company, Harper Collins, Publishers India (2000), P. 10.
[9] Engels, F. (1878), Anti-Dühring, Sol Yayınları, (1975), S. 444.
[10] Lenin, (1894), Ütopik ve Bilimsel Sosyalizm, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, 1. Baskı (1977), S. 222-229.
[11] Küresel Oligarklar, insanlığın köküne kibrit suyu döküp, ateşlemek üzere; bilimi, bilim insanlarını ve akademiyi kullanarak legal veya illegal, çok çeşitli ve çok yönlü faşist projeler geliştirip uygulamaya koymuş bulunmaktadırlar. Onlar, bu projelerin, hem geçerliliğini, hem de büyük insanlık tarafından geliştirilen muhtemel tepkilerini test etmeye çalışmaktadırlar. Bu projelerin toplamda özü, “nüfus sadeleştirmesine” yönelik projesi çalışmasıdır. Bu proje uyarınca, söylenti düzeyinde “dünya nüfusunu, 500 milyona düşürmeyi” piyasaya sızdırarak, test etmektedirler. Dolayısıyla, kim kendisini bu 500 milyonun içinde buluyorsa, onun için “mesele yoktur”. [bu rakam, 8 milyar dünya nüfusunun, % 6.25’ine tekabül etmektedir.] Ama bu nedenle insanlık, özellikle büyük insanlık, bu faşizan çılgınlıklardan kurtulmak için elini çabuk tutmak zorundadır. Çünkü bu çılgınlılardan kurtulmanın yolu, kapitalizmin sosyalizme dönüşümünden başka, insani bir çıkış yolu yoktur. Küresel Oligarkların bu çılgınlıkları, uzunca bir süredir artık “küpüne zarar vermektedir”. Hatta tehlike, küresel çapta, insanlığın varlığı yokluğu meselesine doğru ilerletilmektedir…
[12] Bu örneği, varsayım üzerine veriyorum. Çünkü burjuva akademik çevreler, reel işsizliği gizlemek için oldukça yüksek manipülatif bir çaba saf etmekte, her yeni teknolojinin, kaybettirdiklerinden daha çok iş yarattığını iddia ederek, bilgi kirliliği yaratmaya çalışmaktadırlar.
[13] K. Marks (1867), Kapital, Cilt I, Sol Yayınlar, 3. basım, S. 444 ve 447.
[14] Karl Marks (1844), El Yazmaları, Birikim Yayıncılık, 5. Baskı (2009), S. 108.