Marks’ın dünyanın en çok tavaf edilen düşünür olması bir tesadüfün ötesinde bir hakikatin tescil edilmesidir. Onun Hegel’in ‘’yabancılaşma’’kavramına getirdiği açılım yalnızca en çok atıfta bulunulan en fazla kurcalanan açılım olmakla kalmayıp, farklı disiplinlere de ilham kaynağı olmuştur. Guy debord’un ‘’gösteri Toplumu’’ adlı çalışması Debord’un kendi deyimiyle :’’ abartılı bir şey söylemedi’’. Sadece çağımızın fetişist oto kritiği olarak karşımıza çıktı. Ayrıca bu da pek çok tot kritikten yalnızca biri idi.
Zamansal olarak Debord’dan önce Hegel Marks Heidegger üçgeni ile başlayan öznenin kendi ritmine,doğal akışkanlığına, zamanın dokusuna uyumsuzluğu Frankfurtçu taife tarafından (Benjamin,Adorno,Marcuse,Lukasc,Korch vs.) bu bayağılaştırılmanın ve araçsallaştırılmanın bilinçli aygıtlarla nasıl yapıldığı kritiğine dönüştü. Horkheimer ve Adorno’nun ‘’Aydınlanmanın Diyalektiği’’ adlı sarsıcı çalışması Batı uygarlığının rasyonalite tapıcılığının bir yergisi idi. ‘’Teknik Araçlarla yeniden üretim çağında Sanat’’ adlı eserinde Benjamin, metanın nicelleştirilmesine yönelik olarak niteliğin geri plana atılmasını gözlerönüne sererek konuya katkı sağladı. MArcuse ‘’Tek boyutlu insan ‘’ adlı eseri ile mekanik çağın insanına bir ayna tutuyor ve şu soruyu soruyordu :’’ Bayağılaşıyor muyuz?’’ Konuya Frankfurtçu taife dışında da farklı perspektiflerden yaklaşıldığı görülür. Zygmunt Bauman ‘’bireyin cemaatten radikal kopuşunu, modernitenin akışkanlığı içinde öznenin silikliğini, iletişimin ve birlikteliğin oldukça basitleştirilmesini tespit etti. Sanal ortam ile gerçeklik arasındaki tercihten modern öznenin sanalda doyumu tercih etmesi BAuman’ı şu sonuca götürdü : ‘’Gerçek doyum skalasının belirli oranına yaklaşmak modern özne için yeterli idi. Tam doyum veya daha doğru bir ifade ile nitelikli doyum yerini sayılara indirgemişti.’’ Öznenin bu denli kolay şekillendirilen bir varlık oluşu kuşkusuz oldukça ilgi çekicidir.
Baumanın bu tespitlerine Foucault’nun ‘’mikro iktidar’’ analizi konunun daha iyi anlaşılabilmesi için eklenebilir. Marks’ın meta ve sermaye gücünün dönüştürücü etkisini biraz daha özelleştiren Foucault, iktidar analizini sınırlar ve daha da parçalara ayırır. Okul,Hapishane, Söylem ve ritüeller ekseninde modern öznenin nasıl aşınıma uğratıldığını Althusserci analize benzer bir yaklaşımla ele alır. Foucault’nun çözümlemesi kuşkusuz modern anlamdaki özne portresinin nasıl yaratıldığını anlayabilmemiz için oldukça değerlidir.
Bu ön bilgileri verdikten sonra Guy Debord’un ‘’Gösteri Toplumu’’ adlı çalışması ışığında söylemin, pratiğin ve de kavramlaştırmanın ne denli bir boyut değişikliğine uğradığını göstermeye çalışacağız.
SİTÜASYONİSTLERİN RADİKALLİĞİ
Modern çağın her alanda getirdiği radikal kopuşlara bir eleştiri olarak ortaya çıkan Sitüasyonistlerin oldukça ses getirdiği söylenebilir. Söylem ve pratiğe yönelik olan kritikleri onları özel kılan şeydi. Bir sanat akımı olmanın ötesinde Devrim ve sanat arasındaki ilişkiyi oldukça çarpıcı bir biçimde yorumlayarak o dönemde hakim olan sanatı devrim için bir araçsallaştırma anlayışına karşı çıktı. Önemli olan pratikti ve pratiğin araçsallaştırmaya ihtiyacı yoktu. Zaten devrimin kendisinin araç fenomenine sığınması kabul edilemezdi. Debord’un deyimiyle ‘’Ben kendini değiştiren biri deyilim’’ mottosu aslında makyavelist devrime ve onun fenomeni araçsal sanata bir karşı çıkıştı.
YANILSAMA VE ÇÖZÜLME
Feurbach’ın yabancılaşma kavramını teolojik olarak ele alışı aslında salt dinsel bir çözümleme değildi. Marks’ın ve Feurbach’ın insanın kendine olan yabancılaşması olarak tarif ettiği teolojik çıkarsama aslında günümüz öznesinin de çözülmesinin nedenlerini kavramamızı sağlar. Söylemin a priori olarak kabul ettiği tasvir fetişleştirmesi öznenin yitimi ve mekanikleşmesi anlamına gelir. Anlama yerini betime bırakır. Hakikat ve bilgelik yerini makyaja teslim etmiştir. Dolayısıyla büyük bir kırılma yaşanmıştır. Tasvirin olduğu yerde yığınlaştırma, yığınlaştırmanın olduğu yerde de bayağılaşma vardır.söylem sıfatları takdis ederken, izahı etkisizleştirir. Olumluluk referansları oldukça çarpıcıdır. Gösterim, onaylanma ve stabilizasyon kutsanır. Dil iyice berraklaşır. Zira gizem modernitenin sevdiği bir şey değildir. Mahrem ve imge mekanikleştirmeyi zorlaştırır. Bu yüzden mikro iktidar asla imgeye başvurmaz. İmge konusunda sosyalist olan bu anlayış, her bir öznenin ulaşabileceği bir semantik üretir. Dolayısıyla işe yarayan bir takım fenomenleri işe koşturur: Nicellik, metafizik ve de tasvir.
DEĞİŞ TOKUŞ VE YER DEĞİŞTİRMELER
Metanın nicelleştirilmiş birikimi ön plana çıkarması öznenin burjuvalaşmış arzularını oluşturur. Modern öznenin arzuları nicellikle ölçülür. Toplam azınlığa baskın görülür. Birikim sadece maddi bir aizah olarak görülmemelidir. Öznenin manevi doyumu da bayağılaşmıştır. Kendi düş gücü sınırlanmış ve isteklerinin levelleri oldukça aşınmıştır. Sistem bir temsil oluşturma taraftarıdır. Birikimlerle ilerleyen, cebi delik,bandırası su alan doyum arayan özneler…
Ortak söylemin en büyük özelliği bütün bireyselliği cemaatvari ortak bakışa bırakmasıdır. Gösterinin en büyük niteliklerinden bir tanesi de budur. Bilinç yığılması yaratarak nesneleşmiş bir dünya imajı yaratmak…
SANATIN OLUMLULAŞMASININ ÖN KABULLERİ
Debord şöyle der : ‘’gösteri, bizzat kendisi için gelişen iktisattan başka bir şey değildir.’’ Marksın sermaye çözümlemesi yine tavaf edilir. Benjamin’in ve Adorno’nun ‘’kitschleşme’’ dediği nicel sevdası sanatı da etkisine alır. Burada sanatın aslında bir tahakküm aygıtı olması göze çarpar. Buraya kadar her şey aşamalar halinde gerçekleşir. Her kırılma bir sonrakine hazırlıktır. Sermaye esasında özneyi yönlendirir. Orwell’ın büyük biraderinin aksine yöntemdeki tek ve en büyük farkı özneye bir seçim hakkının olduğu yanılsamasını yaratmak ve de özgür olduğu halesini yaşatmasıdır. Aslında etrafına sert düğümler atılmıştır öznenin. Baumanın deyimiyle ‘’kuşatılmıştır özne.’’
Aristo’nun Poetikasından beri tartışılagelen sanat eserinin ne olduğu sorunu bugün de kritik edilir.yalnız buradaki kritik bir özerklik halinden farklıdır. Zira sermayeye hizmet eden bir kritikten bahsediyoruz. Modern burjuva öznesini yaratan sermaye Debord’un deyimiyle en soyut ve en adlanılabilir duyu olan görmeyi ‘’ kullanır. Bağımsız temsil dışlanmış ortak bir lisan oluşturulmaya başlanmıştır. Bugün sanatın boğulma nedeni de budur. Ortak sıfatlardan ortak tikellerden ve ortak kipliklerden yola çıkarak sadece egemen söylemi yeniden yaratmak amacı taşır günümüz sanatı. Bu da niteliğin tebdil gezmesine neden olur.
Sitüasyonistlerin öncelikle şiiri kurtarma mottosu oldukça çarpıcıdır. Zira sanatın her çağında hakim mottoları aşındırabilecek olan söylemi ve pratiği yaratabilecek olan şiirin o büyülü dilidir.şiirin otomasyona indirgendiği,sözcüklerin kitshleştirildiği bir ortamda şiiri kurtarmak gerek !
ŞEFFAFLAŞMA VE MAHREMİ OLMAYAN ÖZLEMLER
Byung Han’ın Şeffaflık çözümlemesi post insanın sanallığa yenilişinin ifadesidir. Pornolaşan özne gösteriye katılmak için sürekli çaba harcar. Herhangi bir fark da yaratmaz. Sadece mevcut kimliği cilalar.Olan şey mutlaklaştırılır ve toplumsal yaşam olumlanır. Böylece devrime en büyük darbe de vurulmuş olur. Sanalın en büyük zaferi budur. Söylem kriptolaşmıştır. Birliktelik yavanlaşmıştır. Düşlerin ve arzuların otomasyon haline gelmesi değişimi değil revizasyonu ve konformizmi oluşturur. Ve her bir birey olumluluk peygamberine dönüşür. Özne kendini tecrit etmeye razı olmuştur. Tüm davalar, tüm itirazlar tecrit halde yapılır. Özne kendi tinini karantina altına alarak sermayenin ekmeğine yağ sürmüştür.Sermaye izleyiciye sürekli ham veri ihraç eder. İthal ikameci modern özne sürekli done emer. Herhangi bir analiz yoktur. Oburluk çağı başlamış, Neo kitsh insan doğmuştur artık…