[Güncel Bir Örnek]
UKRAYNA SAVAŞI VE GEREKLİ KAVRAM ANALİZİ (V)
24 Şubat 2022 tarihinden itibaren, Ukrayna ile Rusya arasındaki savaş, iki ayı aşkın süredir hala devam etmektedir. Bir önceki yazıda, Ukrayna’nın Temel Çelişki sürecine ait Çözülme Aşamasında, egemen sınıflar kutbunu temsil eden ABD-NATO, ırkçı neonazi Faşist Siyasal İşgalci Güçler (F-SİG) ile Rus ve Rus işbirlikçi güçler arasındaki kapitalist emperyalist savaş ve paylaşım biçimini tartışmıştık. Şimdi de aynı Temel Çelişki sürecinin Çözülme Aşamasına ait diğer kutbunda bulunan Ukrayna Büyük İnsanlığının, emperyalistlerin ardı sıra savrulmasının nedenlerini, ‘Sosyalist Emekçi’ çıkışa dair birkaç temel kavram çerçevesinde sorgulayacağız.
Çünkü Ukrayna savaşından dolayı dünya Büyük İnsanlık saflarında, kapitalizme dair tartışma ve değerlendirmelerde, önemli derecede bir kavram kargaşalığı, algı ve bilinç bulanıklığı yaşanmaktadır. Bu nedenle SAVAŞ, SINIF MÜCADELESİ ve DEVRİM kavramlarını, ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’ temelinde, ele alıp inceleyeceğiz. Böylece bu kavramları, kapitalist emperyalist güçler ve işbirlikçileri ile Jakoben sol-sosyalist, Marksist Reel Sosyalist ve onu nüanse eden türevi çevrelerin kullandığı idealist anlamlarından soymuş olacağız.
Savaş
Savaşlar, kapitalist emperyalist güçler ile işbirlikçisi egemen sınıfların, şiddet araçları, askeri ordu gücü veya kendilerine vekâlet edebilecek gayri meşru güçleri kullanarak, başka ülkelerde toprak işgal edip sömürü, soygun, talan ve paylaşım gerçekleştiren çatışmalardır.
Kapitalist emperyalist ülkeler, devletler ve onlara ait egemen sınıfların, sorunları çözme yöntemlerinden biri, diplomasi ile müzakere etme yöntemidir. Diğeri de şiddet araçları ile yürütülen savaş yöntemidir. Bu anlayış temelinde Karl Von Clausewitz haklı olarak, “Savaş politikanın başka (yani şiddet) araçlarıyla devamıdır” saptamasını yapmıştır. [[1]]
Savaşlar ikiye ayrılır: Biri, kapitalist emperyalist güçlerin ve devletlerin, onlara ait egemen sınıfların savaş ile başka ülkeleri ve devletleri işgal etmek, sömürmek, talan etmek, soymak, haraca bağlamak için saldırgan, işgalci, gerici ve haksız olan saldırı savaşlarıdır. Diğeri de bu saldırı savaşlarına karşı var olmak, varlığını korumak ve geliştirmek için işgalci, saldırgan, gerici, sömürgen, haksız, kapitalist emperyalist ülke, devlet ve güçlere karşı koyan, haklı yurt savunması yapan savunma savaşlarıdır.
Saldırı savaşları
Saldırı Savaşları, “toprak ilhakları politikasının, (…) fetih politikasının, kapitalist soygun politikasının bir devamıdır. (…) Savaş, işgal edilen toprakların bölüşülmesi ya da daha doğrusu yağma edilen ganimetin, iki eşkıya çetesi arasında paylaşılmasından çıkıyor. [[2]]
Peki, nasıl oluyor da insan savaşa, yakıp yıkmaya, bunca insanın ölümüne karar verebiliyor? Bu eylemin temelinde hangi duygu ve çıkar biçimleri vardır?
İşin gerçeği, dünyada savaşa dönüşmeden önce hiçbir sorun yoktur ki, diplomasi ve müzakere etme yolu ile çözülmemiş olsun! Ama gel gör ki, sömürücü, soyguncu ve talancı kapitalist emperyalist güçler ve egemen sınıflar, çıkarlarına endeksli olarak ülkeler ve devletlerarası sorunları, diplomasi ve müzakere yöntemleri ile çözme yerine; kaba kuvvet, şiddet, saldırganlık, silah ve askeri yöntemleri kullanıp çözmeyi, özellikle tercih ederek savaş yöntemini kullanırlar.
Peki, insan kişiliğinde savaşlara yol açan, şiddete dayalı bu duygu ve çıkar biçimlerinin, tarihsel toplumsal arka planındaki kaynağı nedir?
O da Şudur: çıkar için kaba kuvvet, zorbalık, saldırganlık, şiddete dayalı “sorun çözme” yöntemiyle istediğini elde etme faaliyetinin tarihsel toplumsal ilkel maddi temeli, canlılarda iç güdüsel, ekolojik [[3]] ve hayvanidir.
Nasıl mı?
Şöyle: savaşın kaynağı ve dayandığı biyolojik arka plan, ekolojik besin zincirinde varlığını sürdüren bütün canlıların, kullandığı hayvani şiddet ve saldırganlıktır. İnsan, varlığı ile bu hayvani şiddet ve saldırganlığı çok daha yıkıcı, öldürücü ve tehlikeli boyutlara vardırmıştır. Vardırabilmiştir! Çünkü işin içine, bilinç-alet sarmalına eşlik eden komplo, kumpas ve tuzaklar, özel geliştirilip kullanılan şiddet araçları ve uygulama biçimleri eşlik etmiştir. Bu nedenle, insanın şiddet ve saldırganlığı geliştirip savaşa vardırmada “ustalaşması” ve insanlığa giydirmesi dışında; köken olarak şiddet ve saldırganlık insani değildir. O, doğanın “kör” bir özelliğidir. Dünya Büyük İnsanlığı, zekâ ve akıl yeteneği ile bu yıkıcı “kör doğallığı”, tedrici olarak yaşamından çıkarıp atmış, ama hala devam etmektedir. Ne yazık ki özel mülkiyet sahibi egemen sınıflar, şiddeti yaşamdan uzaklaştırmak yerine, hayvani şiddet ve saldırganlığı miras alıp başkalaştırarak, onu savaş diye bildiğimiz tehlikeli boyutlara vardırmışlardır. Dolayısıyla savaşın temelini teşkil eden şiddet, saldırganlık ve zorbalık, ekolojik besin zincirinden bize aktarılan iç güdüsel, ekolojik ve hayvani bir MİRAS biçimidir.
Bu miras, Tarihi Toplumsallaşma Süreci boyunca, tarihsel ve toplumsal olarak özellikle egemen sınıflara ait özel mülkiyet ilişkileri üzerinden değişip dönüşerek süre gelmektedir. Bu anlayış temelinde insanlık, ‘Tarihi Toplumsallaşma Sürecinde’, hayvandan farklı olarak; geçim araçları, geçim biçimi, üretim araçları, üretim biçimi, bilinç, bilgi ve insani hasletleriyle belli bir toplumsal mekanizma biçimine sahip olmuştur. Bu toplumsal mekanizma ile insanlık, hayvanlara fark atmak, farklı koşullar geliştirip belli bir insani yaşam biçimine geçme ve uygarca yaşama biçimine geçmiştir. İşte bu temelde, Tarihi toplumsallaşma süreci incelendiğinde görülecektir ki insanlık, teknoloji geliştirmesi ölçüsünde, ekolojik besin zincirinden çıkış yapabilmiş; saldırı, şiddet ve saldırganlığı kısmen ve tedrici olarak yaşamından çıkarmaya başlamıştır. Ekolojik besin zincirinden insani çıkış ve uygarlığa geçiş mekanizması, hala işlemeye devam etmektedir. Dolayısıyla İnsanlığın savaş, zorbalık, saldırganlık gibi kaba kuvvet dayatmaları ile silahlı çatışmalardan kurtulmak, huzur bulmak için önünde hala kat edip aşacağı, VAHŞİ KAPİTALİZM denen kısa bir yolu kalmıştır.
Bu yol da aşıldıktan sonra insanlık, doğal besin zincirindeki ekolojik konumunu tümden aşarak, içinde insanlığın bulunmadığı yeni ve tamamen uygar bir ekolojik besin zincirine geçmiş olacaktır. Böylece orada, ezen ve ezilen ayrımına, savaş ve saldırıya, şiddet ve yıkıma, avcılık ve avlanmaya son verilmiş olacaktır. Ama ne yazık ki, o zamana kadar kapitalizm devam ettikçe, savaşlar ile egemen sınıfların çıkarı için ülke ve devletlerin birbirini boğazlayarak paylaşması, sömürmesi için şiddet, saldırı ve savaş biçimleri devam edecektir. Bu anlayış temelinde tespit ediyoruz ki kapitalizm, ekolojiyi tahrip ettiği için sömürülmüyoruz; tam tersine, ondan çok daha önceden beri süregelen ve kapitalizm ile daha fazla sömürüldüğümüz için ekoloji tahrip ediliyor. Kapitalizmden önce arabaya koşulan öküz, artık arabanın arkasına koşulmuyor. Çünkü öküzün mecali, arabanın arkasından koşulmaya yetmez. Dolayısıyla kapitalistler tarafından arabaya koşulan öküz, arabaya yüklenip salhaneye götürülüyor. Bu nedenle önce kapitalist özel mülkiyet, kapitalist üretim ve kapitalist sömürü biçimlerini ortadan kaldırmak gerekir ki ekolojiyi de kurtarabilecek vaktimiz ve gücümüz olsun. 1990’lardan itibaren, ekoloji için mücadeleyi, SINIF MÜCADELESİNİN önüne geçirmeyi düşünen veya çalışan arkadaşlar da şahitlik etmiş olmalılar ki kapitalist tekeller, “tarihin sonu” diye Reel Sosyalizmin TAZİYESİNE gelirken, “baş sağlığı” için ekoloji diye bir dua yazıp elimize tutuşturdular. Bu dua ile hala oyalanıyoruz… Bu oyalanmaya güvenle olsa gerek, onlar da ekolojiyi mislince yıkamaya devam ediyorlar!
Bu anlayış temelinde, saldırı ve savaşlara karşı olmak için insan olmanın bilincinde olmak yeterlidir. Kapitalist emperyalistlerin sürdürdüğü saldırı savaşları ile saldırgan ve zorba kişilerin sürdürdüğü baskı ve zulme kaşı olduğumuzu söylemeye bile gerek yoktur. Saldırı savaşları ve zorbalık kimden, nasıl ve nereden gelirse gelsin, koşulsuz olarak karşı olmak insanlığımızın gereğidir! Sebebi ne olursa olsun, saldırı ve savaşlara taraf olmak, insanlıktan feragat etmektir!
Bu nedenle saldırı ve savaşlara hayır diyor, ret ediyoruz!
Sosyalist Emekçi, “her savaşın ayrı ayrı (…) diyalektik materyalizm görüşü açısından, tarihsel bir incelenmesinin yapılması gereğini kabul eder” [[4]] ama iş saldırı savaşlarına gelince, hangi biçime bürünürse bürünsün, ona karşı insani tutum ve duruş almasını tereddütsüz şart koşar. Örneğin, geçmişin duygusallığına kapılmadan, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal etmesini anlamak ve karşı bir tutum ve duruş sergilemek şarttır. Çünkü Rusya BM üyesi olan bir ülkeyi İŞGAL etmiştir. Bu nedenle Rusya, açık ve klasik işgal hareketi ile Ukrayna’nın toplumsal meşruiyetini (bağımsız varlığını) ihlal etmiştir. Oradaki Büyük İnsanlığı, içinden çıkması çok zor olan bir ikileme sokmuştur.
Ama buna karşın, 2004’ten beri Ukrayna’da, bugünkü Rus işgalini haklı çıkarmayan ABD-NATO’nun, Ukrayna’yı işgal hareketi vardır. ABD-NATO, II’ci Dünya Savaşında, dünyaya dağıtılmış ne kadar ırkçı neonazi Faşist Siyasal İşgalci Güç (F-SİG) varsa, toplayıp [[5]] “eğit donat sevk et” tekniği ile Ukrayna’ya sokup, “gizli ve örtülü” bir biçimde [[6]] Ukrayna’yı işgal etmiştir.
Böylece ABD-NATO, Ukrayna’nın hem yasal meşruiyetini ve hem de toplumsal meşruiyetini (bağımsız ve hükümran varlığını) yılardır ihlal etmektedir.
Ama dünya Büyük İnsanlığının, ABD-NATO’nun işgal biçimine tepkisi, bugünkü Rus işgaline tepkisi kadar olmamıştır. Neden? Çünkü Rusya’nın işgali, açık ve geçmişteki klasik işgal örnekleri ile bilindiği, tanındığı için göze batmıştır. Ama buna karşın 2004’te başlayan ABD-NATO’nun “gizli ve örtülü” işgali hakkında, “işin inceliği” bilinmediği için “aldatılan” dünya Büyük İnsanlığı tepkisiz kalmıştır. Gel gör ki, ikisi de aynıdır ve tastamam işgaldir. Hatta ABD-NATO’nun F-SİG’leri kullanılarak yaptığı “gizli ve örtülü” Ukrayna işgali çok daha tehlikelidir. Çünkü ABD-NATO’nun “gizli ve örtülü” işgali, dünya Büyük İnsanlığını ALDATARAK, onlara yanlış tutum aldırtmaktadır. Yanlış tutum aldırttığı için de Rusya’yı Ukrayna’ya BUYUR ettirmiş, işini kolaylaştırmıştır. Bu nedenle Rusya’nın Ukrayna’yı işgali ve Ukrayna-Rusya savaşından bu yana, çeşitli çevre ve kişiler arasında, farklı pek çok görüş ve tartışma yaşandı. Hala da devam etmektedir. Bu tartışmaları derleyip toparladığımızda, onları üç ana başlık altında toplamak mümkündür:
- a) Kim haklı? Amerikancı mısın, yoksa Rusçu musun?
- b) Rusya, Ukrayna’da oyuna mı geldi?
- c) Rusya, emperyalist mi, değil mi?
Birinci sorudan tartışmaya devam edelim:
- a) Kim haklı? Amerikancı mısın, Rusçu musun?
Ukrayna, BM üyesi meşru bir ülkedir. 2004’ten itibaren ABD-NATO, Ukrayna’da vekâlet savaşı örgütleyip yürütmek için dünyaya dağınık ırkçı neo-nazi faşistleri toplayıp eğiterek, donatıp sevk ederek onları ırkçı neo-nazi Faşist Siyasal İşgalci Güç (F-SİG) haline getirdi. Öyle ki ABD-NATO, BM müktesebatını (“dünyanın iradesini”) hiçe sayarak, Ukrayna’yı F-SİG’ler ile gizli bir biçimde işgal edip, onu “bağımsız” bir ülke olmaktan çıkarıp kendisi için ‘Yapay Yeni Sömürgeye’ dönüştürdü. Ukrayna Devlet Başkanı Zelenskiy, eğitilip devşirilerek bu dönüşümde kullanılan ırkçı neo-nazi F-SİG’lerden biri olarak, ‘Yapay Yeni Sömürge’ devletinin başına çöktürüldü. Zelenskiy, ABD ve AB ülkeleri tarafından yönlendirilirken; aynı zamanda, “el bebek, gül bebek” özel ilgi ve alaka ile okşanmakta, savaş ve kumpasta payı olan devlet parlamentolarında boy göstermektedir. Buna karşı Rusya, 24 Şubat 2022 tarihinden itibaren, NATO ve ırkçı neo-nazi F-SİG’leri bahane edip, BM müktesebatını hiçe sayarak, fiili klasik sömürge tipi bir askeri hareket ile Ukrayna’da işgalci güç konumuna düşmüştür.
Böylece ABD-NATO ve Rusya’nın, Ukrayna’yı paylaşım savaşı ile dünya Büyük İnsanlığa sunduğu seçenek, emperyalistten emperyalist beğen pozisyonudur. Bu nedenle vicdanı olan hiçbir insan, kim haklı diye taraf aramaz veya tutmaz. Çünkü her iki taraf da kapitalist emperyalizmin birer gücü, üreticisi ve öğesi olarak, Ukrayna ve dünya Büyük İnsanlık şahsında, tartışmasız haksız, gayri meşru güç konumundadırlar. Bu durumda, Ukrayna ile Rusya arasındaki savaş, Ukrayna Büyük İnsanlığı açısından bir “savunma savaşı mıdır?” Kesinlikle hayır! Peki, bu durumda kim haklı? Hiç biri! O halde Rusçu veya Amerikancı olmamıza gerek var mıdır? Hayır! Onun için çok rahat bir biçimde “Ne Amerika ne Rusya! Savaşa hayır!” diyebiliriz, demeliyiz de! ABD-NATO ve beslemeleri ırkçı neo-nazi F-SİG’ler ile Rusya ve işbirlikçileri, [[7]] derhal Ukrayna’dan el çekmelidirler. Siyasi oyun oynayıp, dünya Büyük İnsanlığının aklı ile oynamaktan [[8]] vazgeçmelidirler.
Ukrayna, gerçek Ukrayna vatandaşlarına bırakılmalıdır!
- b) Rusya, Ukrayna’da oyuna mı geldi?
Hayır! Rusya, Ukrayna’yı işgal etmekle, kapitalist emperyalist olmasının icabını yerine getirmiş oldu!
(Birincisi), Rusya’nın Kiev’den çekilmesi, onun güçsüzlüğüne, yetmezliğine yorumlanmamalıdır. Çünkü Rusya, Çernobil ve çevresinde var olan nükleer silah altyapısına dair ne varsa başarı ile alıp çekildi.
(İkincisi) de savaş ve savaşın sonrasının doğasıdır: asgari düzde olsa da savaşa tutuşanlardan biri, diğerine nazaran kazançlı çıkacaktır. Bu savaşı geliştiren arka plan, 2015 tarihli Suriye meselesinde mayalanmıştı. 2014’te Rusya, bile isteye Kırım’ı işgal ettikten, Donetsk ve Luhansk’ı, tartışmalı özerk posizyona soktuktan sonra, 2015’te ABD’nin ona sunduğu, önerileri çıkarına uygun gördüğü için anlaşmalı olarak Suriye’ye indi. Çünkü o günlerde Rusya, bugünkü gibi Ukrayna’yı işgal edecek kadar hazır değildi. Zaman kazanmak ve anlaşmanın başka bazı yan etkilerini kullanabileceğini hesaplayarak ABD’nin ona teklifini kabul etti. Bu temelde Rusya, çıkarı için ABD’nin Suriye’deki işgaline paravan oldu! Ona Ortadoğu ve Suriye’de kalma “meşruiyeti” sağladı. Böylece Rusya, ABD-NATO’nun, BM müktesebatını yerle bir etmesine, Suriye’yi yakıp yıkmasına, Fırat’ın Doğusuna (Rojawa’ya) fiilen yerleşmesine neden oldu. Ne pahasına? ABD’nin, Ukrayna’yı NATO’ya almaması, Kırım işgaline, Donetsk ve Luhansk’ı, tartışmalı özerk bölge posizyonuna göz yumması pahasına. Ama aradan yıllar geçtikten sonra Putin, ABD’nin sözünde durmayacağını anlayınca, hazırlık yapıp, Ukrayna’yı 24 Şubat 2022 tarihinden itibaren fiilen işgal etmeye başladı. Karşılıklı hesaplaşma, savaş biçiminde hala devam etmektedir.
- c) Rusya, emperyalist mi, değil mi?
Evet, Rusya kapitalist emperyalist bir devlettir.
Emperyalizm, sadece kapitalizmden ibaret bir saldırı, savaş, işgal ve sömürü biçimi değildir. Onun köleci emperyalizm biçimi de vardır. Feodal emperyalizm biçimi de vardır. Genel olarak emperyalizm, çeşitli türden askeri, siyasi ve finanssal güç kullanarak, başka ülkelere saldırarak onları, açık veya gizli, iş ve eylem biçimleri ile tahakkümü altına alması sömürmesi, haraca bağlamasıdır. Köleci emperyalistler, yabancı ülkeleri savaş, işgal ve sömürü biçimi ile talan edip köleleştirerek bunu yapıyorlardı. Feodal despotlar emperyalistliklerini, başka ülkeleri savaş ile işgal ve talan ederek, haraca bağlıyorlardı. Kapitalist emperyalizm ise askeri kaba güç kullanma yanı sıra, esas olarak kendine özgü mal-meta, sermaye ihracı ve finanssal araçlar kullanarak hegemonya kurma yolu ile aynı şeyi yapıyor.
Lenin, emperyalizmin kapitalizme özgün biçimini tespit için mal-meta, sermaye ihracı ve finans özelliklerinin dökümünü yaptı. Diğer emperyalist biçimler ile kapitalist emperyalist biçimin, özgün farklılıklarını ortaya koyup göstermeye çalıştı. Çünkü kapitalistler o dönemde, kapitalizmin özgürlükçü bir sistem olduğunu, her tarafa “medeniyet ve demokrasi” taşıdığından bahsediyorlardı. Birilerinin bunun gerçek olmadığını göstermesi gerekiyordu. O da Lenin oldu.
Bugün ABD, emperyalistlik yaparken askeri güç, mal-meta ve sermaye gücünü, finanssal araçlarını, dijital teknolojik gücünü bu yolda kullanmaktadır. Çin, “Kuşak ve Yol Projesi” ve meta ihracı ile emperyalistlik yapmaktadır. Rusya, askeri ve nükleer silah kapasitesi ile topraklarındaki doğal gaz, petrol ve uranyum gibi doğal kaynaklarını kapitalist üretim ve pazarlama teknikleri, iş ve ilişki tarzlarını kullanarak emperyalistlik yapmaktadır.
Savunma savaşları
Savunma savaşları, yabancı güçlerin bir ülkeye yönelttiği saldırı, savaş ve işgal hareketlerine karşı gelişen savaşlardır. Savunma savaşları, emperyalist bir güce dayanarak diğerine karşı geliştirilen savaş biçimi değildir. Savunma savaşları, antiemperyalist, anti sömürgeci ve günümüzde antikapitalist olarak var olmak, varlığını korumak ve sürdürmek için işgal, sömürü, talan, baskı, ırkçılık, asimilasyon, ret ve imhaya karşı geliştirilen meşru müdafaa savaşlarıdır. Saldırıya uğrayan ülke insanı, haklı olarak saldırıya karşı koyma, ülkesini koruma ve varlığını sürdürmekle yükümlüdür. İnsanım diyen hemen herkes, savunma savaşçısı ile empati (duygudaşlık) kurarak, kendi yurdunun yurtseveri olup olmadığını test edebilir.
Savunma savaşları da insani bazı koşullara bağlıdır: 1) Savunma savaşında, savunma hakkı pozisyonunda (zemininde) olmak ve o zemini terk etmemek şarttır. 2) Savunma hakkı pozisyonunda olanlar, koşullar onların lehine oluştuğunda veya oluşabileceğini anladığında, savaş veya çatışmadan sakınmalıdır. 3) Savaş veya çatışmanın nüksetmemesi için saldırganla, yasal veya toplumsal meşruiyete dayanan bağlayıcı bir sözleşme veya antlaşmaya varılmalıdır. Örneğin, bugün Ukrayna’da, ABD-NATO ve Rus işgalcileri arasındaki emperyalist paylaşım ve soygun savaşında, böyle bir savunma savaşı yapmak mümkün değildir. Çünkü Ukrayna Büyük İnsanlığının işgalcilere karşı yurt savunması yapabilecek ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’ [[9]] gibi bağımsız devrimci bir ajandası ve ona dayalı örgütlü bir gücü yoktur. Bugünden yarına da gerekli örgütlü gücün kurulabileceği görünmemektedir. Görünmediği için de doğal olarak Ukrayna Büyük İnsanlığı, ABD-NATO ve Rus emperyalistlerinin peşi sıra taraf tutmaya savrulmuştur. Ancak orta vadede, bağımsız örgütlenme koşulları oluşacaktır. O güne kadar, Ukrayna Büyük İnsanlığı, mümkün olduğu kadar can güvenliklerini korumak koşulu ile aralarında dar bir çerçevede, her türlü bağımsızlıkçı tarzda işgale karşı “pasif” bir ilişkilenme ve propaganda çalışması yapılabilir. Yapılması halinde, bu tarz bir çalışmanın ileriki kurtuluş günlerinde, çok önemli ve paha biçilmez değeri olacaktır.
Şu anda Ukrayna, ABD-NATO ve Rus emperyalistlerinin yürüttüğü emperyalist işgal ve paylaşım savaşının arenası haline getirilmiştir.
2004 tarihinden itibaren ilkin ABD-NATO, BM müktesebatını hiçe sayarak, Ukrayna’yı F-SİG’ler ile gizli işgal edip onu BAĞIMSIZ bir ülke olmaktan çıkarıp, kendisi için ‘Yapay Yeni Sömürge’ statüsüne dönüştürdü. Bu dönemde ABD-NATO’nun işgaline karşı çıkan Ukrayna Büyük İnsanlığının bir bölümü, dünya Büyük İnsanlığının meşru müdafaa desteğini alarak haklı ve devrimci bir yurt savunması yapma imkânına sahipti.
İkincisi de ne zaman ki Rusya, BM müktesebatını hiçe sayarak, 24 Şubat 2022 tarihinde Ukrayna’yı işgale başladı, Ukrayna Büyük İnsanlığının haklı ve devrimci yurt savunması yapma imkânları da sekteye ve kesintiye uğratıldı. Dolayısıyla dünya Büyük İnsanlığının, meşru müdafaa desteğini alıp yürütülen haklı ve devrimci yurt savunması da önemini ve özelliğini yitirdi. Çünkü yitirmemesi için aynı Ukrayna Büyük İnsanlığının aynı şekilde Rus işgal güçlerine karşı da savunmaya geçmesi gerekirdi. Ama böylesi bir girişim ve tutum, ABD-NATO’nun gizli işgalini desteklemek, F-SİG’lerin yedeğine düşmek anlamına gelirdi. Dolayısıyla böylesi çetrefilli tarihi kesişme noktalarında, ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’ gibi bağımsız bir programı veya ajandası olmayan Ukrayna Büyük İnsanlığı, işgalci emperyalist güçlerin taraftarı olarak, ikiye bölünüp bir birleri ile savaşır duruma savrulup, bir birine işkence ederek, bir birine katlederek savunma savaşı yürütme koşullarını kaybettiler.
Bu temelde, insanlık kaygısı taşıyan hemen her kese, hatırlatılacak tutum şudur:
Devrimci bir savunma savaşı yapabilmek için ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’ gibi bağımsız bir program veya ajandaya sahip olmamız şarttır. Bunun dışında o veya bu kapitalist emperyalist güce yaslanıp yamanarak vaziyeti almak, vatanı işgal ve yıkımdan kurtarmak, kadınların, yaşlıların, çoluk çocuğun feci şekilde öldürülmesine engel olmak asla mümkün değildir. Mümkün olamadığı gibi “bitimsiz” bir emperyalist savaşa da payanda olmak demektir.
Öyle ki, bugün için Ukrayna’da devrimci yurt savunması yapmak, “imkânsızı başarmak” gibi bir şeydir. Çünkü bugün ABD, Rus emperyalistleri ve onların işbirlikçileri tarafından, Ukrayna’nın can ve mal güvenliğine kast edilerek yerle bir edilmiş, işgal edilerek devrimci yurt savunması yapmanın koşulları ortadan kaldırılmıştır. Her şeye rağmen devrimci yurt savunması yapabilmek için aşağıda belirteceğimiz ‘Sosyalist Emekçi’ önderlikli devrimci SINIF MÜCADELESİ koşullarına dönüp, ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’ temelinde emperyalist paylaşım savaşına karşı devrimci yurt savunmasını başlatıp “imkânsızı başarmaktır”.
Sınıf mücadelesi temelinde, devrimci yurt savunması yapmaktaki esas amaç, mümkün olduğu kadar yurdu ve yurttaşı savunmak ve korumaktır. Yoksa saldırgan emperyalist güçlerin bin bir hile ve düzenbazlıkla cepheye sürmüş olduğu insanları (askerleri) bertaraf edip yok etmek değildir. Saldırgan ve işgalcilerin, insan katletmesine, çevreyi yakıp yıkmasına engel olmaktır. Çünkü dünyanın hangi ülkesi olursa olsun o ülke toplumunun % 85-90’ını Büyük İnsanlık temsil etmektedir. Eğer 4ı milyon nüfuslu Ukrayna’nın, 35 milyonuna tekabül eden Büyük İnsanlığının ezici çoğunluğu, karşı konulmaz gücü, toplumsal vakarlığı, tarihi rolü, misyonu ve sorumluluğu gereği, ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’ gibi devrimci bir sınıf mücadelesi temelinde, bağımsız bir programı veya ajandası olan, sağlam bir yerde durmayı bilir ve becerirse, yurt savunması ile ABD, F-SİG ile Rus işgalcileri ve işbirlikçilerine [[10]] tükürerek Ukrayna’dan kovabilirler.
Bu anlayış temelinde, savaş ve işgallere karşı, hangi biçimde tutum alınmış olursa olunsun, unutmamamız gereken ortak bir paydamız vardır:
O da İNSANLIKTIR!
Her bir insan, farklı doz ve düzeyde, potansiyellere sahiptir. Bu insani potansiyeller, öyle bir “altın” değerindedir ki, “mümbit ortam” bulup yeşerdiğinde, dünya insanlığın karşı karşıya olduğu pek çok evrensel soruna ufuk açacak, çözüm üretecek nadide bir kapasitedir.
EVREN (kainat, cosmos, universe): zaman, hız ve mesafenin sıfır olduğu, “kuantum dolanımlık” ve “bir kelebeğin kanat çırpmasının etkisi ile çalışır”. Günümüz dünya ekonomisi koşullarında bu etkinin, ne zaman, nerede kimin beyninin BİLİNÇ potansiyelinde canlanıp fışkıracağı, nerede neyi nasıl yeşertebileceğini kestirmek mümkün değildir.
1980’den önce, tam teşekküllü bir dünya ekonomisi oluşmadığı için gerekli “mümbit ortam”, sadece üretim araçları özellikle üretim aletleri ve makinelerin teknolojik gelişme düzeyine bağlı olarak onların gelişen ileri uç noktalarında çiçek açıp meyveye duruyordu. Gerisi gövde ve dalları temsil ediyordu. Ama 1980’lerden sonra durum değişmiştir. Artık üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makinelerin teknolojik gelişme düzeyi, dünyanın her tarafında çiçek açmaya durmuştur.
Bugünden geriye dönüp baktığımızda, bu “mümbit teknolojik ortamı” yaratan hareketin tarihsel arka planının, şöyle bir hat izlediğini özetlemek mümkündür:
Mezopotamya’da Neolitik Devrimi ve Sümer Uygarlığı merkezli gelişmesinden hareketle, onun etrafında Anadolu, İran ve Mısır uygarlığı oluştu. Ondan sonra Batıda Helen-Yunan, Doğuda Hindistan-Çin uygarlığı biçimlendi. Batıda Roma uygarlığı, Maya ve Aztek uygarlıklarına kadar uzandı. Nihayet Batı Avrupa ve Amerika’dan oluşan Atlantik uygarlığı olarak gelişti. Uygarlığın bu tarihsel gelişmesi 1980’e kadar, Batı Avrupa ve dünyanın belli yörelerinde, ‘Sosyalist Emekçi’ önderliğinde sosyalist devrim mecrasında buluşup, kapitalizmden sosyalizme geçiş yapamayınca, aynı kapitalizm Asya’da döngü yapıp üstüne evirildi. Bu bağlam üzerine, dünya ekonomisini tamamına erdiren ‘İthal Aşılı Kapitalist’ gelişme biçimini geliştirdi. Bu gelişme temelinde ortak paydamız olan insanlığımızı, inkâr temelinde geliştirilen Batılının, Doğuluyu küçümsemesi veya tersi söylem ve tutumlar bağnaz ırkçılığın, oportünizmin, faşizmin, sosyal şovenizmin şuursuz tezahürleri ve hezeyanlarıdır.
1980’den sonra ise Anglosakson Siyonist Finans Oligarşisinin (ASFO) ideolojisi olan neoliberalizm ile kontrol edilmeye çalışılan DÜNYA EKONOMİSİ, teknolojik gelişmeyi dünyanın hemen her tarafına yaymıştır. Bu yayılma biçimi sömürü, suiistimal ve talancı amaçlar taşısa da nüans farklılıklarla bilim, bilgi ile aydınlanmanın gücü elektronik, bilişim, iletişim teknolojili meta satış ve pazarlama teknikleri üzerinden, dünyanın hemen her tarafında insanlığın hizmetine girmiştir. Bu nedenle, 8 yıllık İran-Irak savaşında katledilen İranlı ve Iraklı çocuklar. 34’cü yıl dönümünü geçen Mart’ta andığımız, Irak Kurdistan’ın Halepçe kentinde, kimyasal gaz saldırısı ile katledilen Kurd çocukları. Yokluluk, yoksulluk ve açlıktan ölen Yemenli, Sudanlı, Somalili, Eritreli, Afganistanlı, Kongolu, Nijeryalı ve başka pek çok Afrika ülkesinin çocukları. Şu anda hala devam eden Ukrayna-Rusya savaşında ölen Ukraynalı çocuklar şahsında, kim bilir şimdiye kadar, kaç tane DAHİ’yi kaybettik, kaybetmeye devam diyoruz! [[11]] Kapitalizm, savaşlar yanı sıra pek çok yol ve yöntemlerle geleceğimize kast ediyor, onu elimizden çekip alınıyor.
Tuzu kuruların, savaş ve çatışma sevicilerin, kapitalist emperyalistlerin ve uşşaklarının küstah itirazlarını duyar gibiyim ama tartışmayı uzatacak yer burası değil…
Sınıf Mücadelesi
Tarihi toplumsallaşma sürecinde, özel mülkiyetin ortaya çıkışı ve eşitsiz dağılımına bağlı olarak, toplumsal sınıflar meydana gelmiştir. Bu sınıfsal var oluşla birlikte, toplumun kendini devlet olarak örgütlemesi, ezen ezilen, sömüren sömürülen sınıflar arasında, hak arama ve sömürüye karşı sınıf mücadelesi de ortaya çıkmıştır. Özel mülkiyet, eşitsiz dağıldığı için SINIF MÜCADELESİ, toplumsal olgunun oluşum ve değişiminde, temel rol oynayan ana eylem biçimi olarak yerini almıştır.
Köleci ve feodal dönem sınıf mücadelesinden sonra, kapitalizme geçilmiştir. Kapitalizmde, işçi sınıfının kapitalistlere karşı yürüttüğü sınıf mücadelesinin üç değişik biçimi ortaya çıkmıştır:
(Birincisi), “işçi sınıfı aristokrasisi” veya “işçi sınıfı ağaları/kâhyaları” üzerinden yürütülen sağcı “sarı sendika” hareketidir. Bu hareket dünya çapında, kapitalist sistem tarafından korunup kollanarak, işçi sınıfının kapitalizm ile uzlaşmasını süreklileştirip tahkim etmiş, devam ettiriyor.
(İkincisi) işçi sınıfının, sınıf mücadelesindeki doğal hareket tarzıdır. İşçi sınıfının kapitalist ile hem birlik hem de ona karşı, toplam artı değerden (işçi artı değer ile makine artı değer bileşiminden) daha fazla pay almak için yürüttüğü sistem içi sınıf mücadelesi tarzıdır. Bu sınıf mücadelesi tarzı, işçi sınıfının kapitalizme özgü, var olma ve varlığını sürdürebilme biçimidir. Doğası itibariyle işçi sınıfı, kapitalistsiz kapitalizme ait bir sınıftır.
(Üçüncüsü) büyük burjuvazinin siyasal hükümranlığına tepki duyan, küçük burjuva aydınlarının, geniş kitleler ile işçi sınıfı adına ortaya çıkıp, sınıf mücadelesini, devrimci “sınıf savaşı” adı altında kullanarak, öfke ile siyasal iktidarı ele geçmek için yürütülen bir mücadelesi tarzıdır. Bunların başlıcalar Fransız Jakoben hareket ile sol-sosyalist Marksist Reel Sosyalist ve türevi hareket biçimlerdir. Bu hareketlerin genel ve temel özellikleri devrimi, “şiddet, isyan ve terör” [[12]] ile eşleştirerek, ele almış olmalarıdır. 1792 Fransız Jakoben Devrimden Paris Komününe, Rus Bolşevik Devriminden Çin devrimine, Küba, Vietnam devrimlerden, 1968 ve 1978’de gençlik ve emekçi kitlelerin kabaran devrimci dalgalanmalarına kadar, meydana gelen bütün hareketler bu tarzdaki sınıf mücadelesine örnektir. Dolayısıyla bu devrimler üzerinden, Reel Sosyalist devrimci hareketlerin ve devletlerin, dünya Büyük İnsanlığa yaşattığı şiddet-devrim sarmallı travma, neticede de çökmeleri ile birlikte, işçi sınıfı kitlelerinde müthiş bir hayal kırıklığı, çekingenlik ve ürkekliğe yol açmıştır.
Öyle ki, devrim denince kitleler, bu hazin şiddet-devrim sarmallı travmalı geçmişi hatırlatmakta ve “hak aramaktan” imtina etmekte veya çekinmektedirler. Çünkü yıllara sarkan bu sınıf mücadelesi biçimleriyle işçi sınıfı ve onun önderliğini yapan Reel Sosyalistler, sürekli biçimde “devletçi tekelci kapitalizmi” yeniden üreten, tarihsel toplumsal bir rol oynamanın ötesine geçememiştir. Bu nedenle işçi sınıfını, devrimci özne olarak temel alıp harekete geçen devrimciler, yürüttükleri mücadelenin dozu, şiddeti, kapsamı, kitleler üzerindeki etkisi ve örgütlülük biçimi hangi düzeyde olursa olsun, şimdiye kadar pek çok defa denedikleri halde, kapitalizmi bir türlü aşarak, onu değiştirip dönüştürememiş, bundan sonra da dönüştüremezler. Dönüştürseler bile artık bir anlamı kalmamıştır. Çünkü artık, ABD Başkanı Joe Biden bile, böyle bir “sosyalist” olmak ve böyle bir “sosyalizm” kurmaya çalışıyor.
İlke düzeyinde, Reel Sosyalist devrimci hareketlerin teorik ve pratik sonuçlarından öğrendik ki, herhangi bir toplumsal olgunun temel sınıfları (işçi sınıfı ile kapitalist sınıf) ile aynı toplumsal olgu (kapitalizm) aşılamaz.
Fransız Jakobenleri’nin, Hegel’in ve Marksizm’in zannettiği gibi bir toplumsal olgunun temel ve kurucu karşıtları, bir biri ile uzlaşmaz karşıtlar değil, tam tersine uzlaşır karşıtlardır. Bugün artık biliyoruz ki, bu ilkenin tersini düşünmek, maddenin doğasına ve doğal diyalektik akışına aykırıdır. Nitekim tersini düşünenler için pek çok kez tekrarlanan Reel Sosyalist ülke deneylerinin çöküşü ile bu tespitin ispatı olarak ortadadır.
1775’ten itibaren tecrübe ettik ki, Jakoben sol-sosyalist Marksist, Reel Sosyalist ve türevi geleneğin HALA ısrarla denemeye çalışıldığı, tarihsel toplumsal değişim ve dönüşüm mekanizmasını işleten ana unsurun, “devrimci şiddet”, “sınıf savaşı”, “devrimci sınıf savaşı”, “şiddet, isyan ve terör” gibi kavramlar ile eşleştirilip geliştirilen “büyük devrimci savaşım” [[13]] biçimleri değildir. O savaş biçimleri eskidendi. Şimdisi için ise çok daha gerisinde kaldılar. Tarihsel toplumsal değişim ve dönüşüm mekanizmasını işleten ana unsur; üretim aletleri ve makinelerin kullandığı, tarihsel toplumsal teknolojik düzeyin, sistemi aşan yeni biçimleridir. [[14]]
İşte bu yeni tarihsel teknolojik gelişmenin yaptırım gücü, kapitalist Temel Çelişki sürecine ait Çözülme aşamasında, kendisini uzlaşmaz sınıf mücadelesi biçiminde ortaya koyar.
Bu nedenle, kapitalist ve işçi sınıfı arasındaki uzlaşan sınıf mücadelesi ile kapitalist ve ‘Sosyalist Emekçi’ arasında, günlük sürdürülecek olan devrimci demokratik sınıf mücadelesi tamamen ve temelde bir birinden farklıdır. Birincisi siyasal iktidara yönelen, devrimci şiddet ile kitleleri terörize eden, sistem içi sınıf mücadelesi tarzıdır; diğeri toplumsal ekonomik altyapıdan hareketle, devrimci şiddet kullanmayı ret eden, ama kapitalist sistemi toplumsal altyapıdan hareketle, onu aşamaya ve dönüştürmeye aday, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzıdır.
Onun için ileriye bir adım atmak istiyorsak, siyasal iktidarları hedefleyen Jakoben sol-sosyalist, Marksist Reel Sosyalist ve türevi gelenekten, radikal bir kopuş yapmamız, kafayı oradan kurtarmamız şarttır. Çünkü bu hareketlerin doğasının tam tersine, 4 öğeli toplumsal diyalektik yöntem şöyle çalışır:
Kapitalist toplum olgusuna ait Temel Çelişki Sürecinin kuruluş ve olgunluk aşamalarında burjuvazi, diyalektik değişim için Tezdir (feodalizme karşı bu Tez, aynı zamanda Anti-Tez’idi). İşçi sınıfı ise A-Tezdir. Bunlar, feodalizme karşı kapitalizmi kurup geliştirerek onu, olgunluk aşamasına vardırıp tahkim ederek sürdürmüşler.
Çözülme aşamasında ise Tez ve A-Tez birlikte, kapitalist toplum olgusunun çözülmesine karşı varlıklarını sürdürmek için direnişe geçerler. Çünkü 1775’te başlayan Temel Çelişkinin çözülme aşamasında, sınıf mücadelesi ana ekseninde, buhar gücü ile çalışan Sanayi Devrimi Makineleri vardır. Bunlar, kapitalist özel mülkiyet ve üretim biçimini aşan alet ve makinelerin, uzlaşmaz yeni biçimlerini temsil etmektedir. Bunlar, kendilerini özel mülkiyet edinecek Büyük İnsanlığı değiştirip dönüştürecek, toplumsal diyalektiğin yeni ve devrimci Anti-Tez öğesi olan ‘Sosyalist Emekçinin’ geliştirilmesine vardırmaya hükmetmektedirler. Dolayısıyla Büyük İnsanlık, kapitalist özel mülkiyet ve üretim biçimini aşan üretim aletleri ve makinelerin, yeni gelişen biçimlerini uzlaşmaz devrimci bir irade ile özel mülkiyet edinip, kendisini Sosyalist Emekçiye DÖNÜŞTÜRMEK zorundadır. [[15]]
Kapitalist topluma ait Temel Çelişkinin çözülme aşamasının bağrında, Sosyalist Emekçinin henüz oluşmaması ve yokluğu halinde işçi sınıfı, kapitalizme içkin kaotik, karmaşık bunalım ve krizlere maruz kalarak sınıf mücadelesine devam eder. Ama kapitalist özel mülkiyet ve üretim biçimini aşan üretim aletleri ve makinelerin gelişen uzlaşmaz yeni biçimleri, hem işçi sınıfını ve hem de kapitalist sınıfı hedef alıp aştığı için toplumsal kaos ve karmaşıklığı derinleştirirler. Daha açıkçası, üretim aletleri ve makinelerin yeni gelişen biçimleri, kapitalizme ait sınıfların (işçi ve kapitalist sınıfın) tutuculuk ve gericiliğini, devrimci ‘Sosyalist Emekçi” ile aşmaya çalışır. Olmayınca, kaçınılmaz olarak kapitalist toplum, kaos ve karmaşa boğulmuş olur.
Marks-Engels, kapitalist topluma ait Temel Çelişki Sürecinin Çözülme Aşamasının o ilk hareketli döneminin başlarında yaşadılar. Konu ile ilgili olarak, bugünden o güne baktığımızda, teorik ve pratik duruşlarındaki temel hataları şudur:
Marks-Engels’in, eserleri olan “Komünist Parti Manifestosu” ile Lenin’in “Sosyalizm ve Savaş” ve “Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı” adlı eserleri incelendiğinde, kapitalizmden sosyalizme geçişte “sınıf mücadelesi” kavramı ile “sınıf savaşı” veya “devrimci sınıf savaşı” [[16]] kavramlarının aynı şeymiş gibi kullandıklarını görüyoruz.
Marks-Engels bu çelişik durumlarını, işçi sınıfı üzerinden teorik ve pratik olarak, Reel Sosyalizm ile devrime taşıyorlar. Onlar, bir taraftan Sanayi Devriminden itibaren “işçi, makinelerin bir uzantısı olmuştur” [[17]] diye doğru bir tespit yapıyorlar. Ama öte yandan aynı eserin birkaç sayfa ötesinde de “bugün” diyorlar, “burjuvazinin karşısında duran bütün sınıflardan yalnız proletarya, gerçekten devrimci bir sınıftır” [[18]] tespitini yapıyorlar.
Demek istiyorlar ki, “işçi” hem “makinelerin bir uzantısı olmuştur”, hem de “bütün sınıflardan yalnız proletarya, gerçekten devrimci bir sınıf” olmuştur.
Bu hatalı hallerine rağmen de Marks-Engels, devrimci değişim için sezgilerini “filozoflar yalnızca dünyayı değişik biçimlerde yorumladılar, önemli olan onu değiştirmektir” [[19]] diye dile getiriyorlar. Yani devrimci değişim konusundaki sezgilerini, haklı ve doğru bir biçimde kullanmış olarak, 1775’ten önceki devrim biçimlerinin aksine, artık devrim biçiminin “iradi” olması gerektiğine işaret etmiş oluyorlar.
Peki, dünyayı nasıl değiştirmeye başladılar? Jakoben “devrimci savaşı” pratiği ile Hegel’in efendi-kölesi arasındaki “düşmanca” olan teorik diyalektik anlayışını alıp, işçi sınıfı önderliği ile birleştirerek, onu “sınıf mücadelesi” adı altında, “devrimci sınıf savaşıyla” işi başlattılar.
Meselenin bu kadarını aynı biçimde ve daha açık biçimde sezip ifade eden Mahir Çayan da şiddet-devrim sarmallı, “devrimci sınıf savaşı” anlayışını devam ettirip kullanarak, “devrim, determinist (belirlenimci, gerekli) ve voluntaristtir (iradidir)” diyordu. [[20]]
Peki, bu devrimci önderler ve takipçilerince: “Sınıf Mücadelesi” adı altında, işçi sınıfı ve onun önderliğinde, “devrimci sınıf savaşıyla” pek çok Reel Sosyalist ülke devrimlerini, yıllarca denedikten sonra, Reel Sosyalizm ile kapitalizmi aşıp “dünyayı değiştirebildiler mi?” Hayır!
Neden? Çünkü neolitik, köleci, feodal ve kapitalist toplumlarına ait toplumsal geçiş ve dönüşüm devrimlerinde geçerli olan savaş ve şiddet biçimleri, 1775 Sanayi Devrimi makinelerinin gelişmesinden sonra, aşılıp devre dışı olmuştur. Kapitalizmden sosyalizme geçişin, toplumsal maddi altyapısı değişmiştir. Daha önceleri, alet ve makineler işçinin uzantısı iken, Sanayi Devrimi makinelerinin gelişmesinden sonra bu iş tam tersine dönmüş, bu sefer “işçi, makinelerin bir uzantısı olmuştur”. Dolayısıyla kapitalist mülkiyet ve üretim biçimini aşan, onunla uzlaşmazlık teşkil eden, üretim aletleri ve makinelerin yeni biçimlerinin, kapitalist özel mülkiyetten farklı bir biçimde, özel mülkiyet edinilmesi gerektiriyordu. Gerekiyordu! Çünkü her önüne gelen, üretim aletleri ve makineleri, özel mülkiyet edindiğinde, yolu kapitalizme, barışçı veya şiddet yöntemi kullanarak onları kamulaştırıp kamu mülkiyetine dönüştürdüğünde de yolu Reel Sosyalizm ve türevlerine çıkıyordu.
Bu nedenle bu iki biçimin de çözümsüz olduğunu, bin bir bedel karşılığı deneyip yaşayarak görüp öğrendik. Bu nedenle, kapitalist topluma ait Temel Çelişki Sürecinin Çözülme Aşamasını oluşturan teknolojik altyapı değişimlerini anlamadan, Marks-Engels ve Lenin’in içinden çıkamadığı, dönemin ve günümüzün konjoktürel değişimlerinin içinden biz de çıkamayız.
Konuya kısaca değinip devam edelim.
Lenin, işçi sınıfı merkezli sınıf mücadelesini çok açık bir biçimde “Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı” adlı eserinde, “sınıf mücadelesi” ile “savaş” kavramlarına, devrimci “isyan, şiddet, terör” [[21]] kavramlarını da ekleyerek, devrim davasını, şiddet ve savaş ile eşleştirip tamamına erdirmiştir.
Peki, neden sınıf mücadelesine bunca şiddet ve hiddete sığınma gerekmiştir? Bu anlayış ve kavrayış biçiminin tarihsel maddi kökleri nereye dayanmaktadır?
İşte o da işçi sınıfının, doğal tarihi konumunun idealize edilerek, devrimin öznesi ve önderi haline getirilmesine dayanmaktadır.
Çünkü Marks-Engels, “Manifesto’da”, Sanayi Devrimi makinelerine atfen “işçi, makinin bir uzantısı olmuştur” diye nesnel ve doğru bir tespit yapıyorlar. Ama aynı eserin birkaç sayfa ötesinde de “bugün” diyorlar, “burjuvazinin karşısında duran bütün sınıflardan yalnız proletarya, gerçekten devrimci bir sınıftır”.
İşte bu tespit, vahim ve yaman bir çelişkinin ifadesidir:
Çünkü biliyoruz ki, mevcut üretim araçları özellikle üretim aletleri ve makinelerin gelişmesi, bizden önce yaşayanların iradesinin ürünleridir. Tıpkı şu anda bizim, bizden sonrakiler için olduğu gibi. Üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makineler, yaşayanların iradesi dışında, geçmişten gelen devrimci ve sürekli bir gelişme trendine sahiptirler. Dolayısıyla üretim süreçlerinde, Emekçi ile alet ve Makine arasındaki Çatışmada (Em- MakÇa), esas devrimci unsur emekçi öğe değildir. Tam tersine, gelişmesi hâkim sınıf tarafından engelli olsa da alet ve makinelerdir. Çünkü alet ve makinelerin sürekli ve devrimci gelişmesi, toplumsal yaşamı, bilinci ve örgütlenmesini belirleyip tayin eder. Karasabanın feodal beyli tarımı, traktörün kapitalist tarzda tarımsal üretim biçimini belirleyip biçimlendirmesi buna örnektir.
Kısacası Marks-Engels’in, göremediği esas mesele şudur:
Emekçi ile alet ve makine arasındaki çatışmada (Em- MakÇa) alet ve makinelerin, toplumu değiştirip dönüştüren esas devrimci unsur olmasını görememeleridir. Çünkü alet ve makinelerin, var olma biçimi ve taşıdı güç toplumsaldır. [[22]] Onlar geliştiği ölçüde, devrimci güçlerini, onları özel mülkiyet edinen kişi veya sınıflara aktarırlar. Onları aştığında da aynı kişi veya sınıflar, onların değişen biçimlerini mülkiyet edinemedikleri için onların eski biçimleri onlara, geride kalan biçimlerini aktarmaya devam ederler. Böylece onlar da gericileşir.
İşte 1775’ten sonra, kapitalistin ve kapitalizmin gericiliğinin tarihsel toplumsal kökü, bu gelişme tarafından biçimlendirilmektedir.
Marks-Engels, doğru bir saptama ile kapitalizmin kuruluş ve olgunluk dönemleri için “burjuvazi”, sadece Batı Avrupa’da, “tarihte tam anlamıyla devrimci bir rol oynamıştır” [[23]] diyorlar. Ayrıca 1775 sonrası için de haklı ve doğru bir başka saptama ile “işçi, makinelerin bir uzantısı olmuştur” diyorlar.
Bütün bunlar çok güzel!
Ama 1775 ve sonrası, kapitalist Temel Çelişki Sürecine ait Çözülme Aşamasında, kapitalizmi dönüştürecek Sosyalist Emekçi gibi bir gücü veya yeni ve sistemle uzlaşmaz devrimci bir sınıfsal gücü tespit edemeyince, onun yerine işçi sınıfını ele alarak, “bütün sınıflardan yalnız proletarya, gerçekten devrimci bir sınıftır” yanlış tespitini yapıyorlar! Böylece sistemin temel bir sınıfı ile sistemi, şiddet yolu ile aşmaya çalışıyorlar. Öyle ki, kapitalist toplumsal altyapı ile kapitalist özel mülkiyeti baypas ederek, direk kapitalist siyasal iktidara yöneliyorlar. Neden? Çünkü işçi sınıfını özne bildikten sonra gidilecek başka yol kalmaz da ondan!
Uzatmaya gerek yok, Reel Sosyalist çöküş ile sonuç ortadadır.
İşte çözümsüz gibi orta yerde duran bu sorunu, radikal bir biçimde çözmek için ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’, kendini devrim biçimi veya devrim seçeneği olarak ortaya koymuştur.
Bu seçeneğe göre: kapitalizm, 1775’ten itibaren tarihsel olarak gayri meşru konumdadır. Ama aynı kapitalizm reel planda, hala ele alınıp işlenecek ve aşılacak yasal ve toplumsal meşruiyet koşullarına sahiptir. Bu koşullara göre, kapitalist toplum özel mülkiyet altyapısından hareketle, dünyanın hemen her ülkesi toprağı temelinde, mevcut emekçi gücüne eşit paylı dağıtılmış, kolektif komünal işletilebilen, sosyalist özel mülkiyet temelinde toplum, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı ile Sosyalist Emekçiye dönüştürülmek zorundadır. Çünkü 1775’e nazaran Büyük İnsanlık, teknolojinin geliştirdiği bilim, bilgi ve uygar yaşam biçimi ile ileri uygarlık düzeyine ulaşarak, hayvani yaşam biçimine büyük çapta fark atmıştır. Böylece baskı, sömürü, zulüm, şiddet, terör ve savaş yöntemlerini devre dışı etmiştir. Onun yerine eşitlik, özgürlük, adalet, kardeşlik ve demokratik değerler ile duygu biçimlerini geliştirip önüne koymuştur.
Koşullar bu tarzda değişince, kapitalist topluma ait Temel Çelişki Sürecinin Çözülme Aşamasında, “SINIF MÜCADELESİ” kavramı yerine, “sınıf savaşı” veya “devrimci sınıf savaşa” kavramları artık geçersiz olmuştur. Artık “sınıf mücadelesi” kavramına, “isyan, şiddet ve terör” anlamlı kavramlar ekleyerek, ona “devrimci sınıf savaşı” muamelesi yapmak akıl karı iş değildir.
Biliyoruz ki her türlü varlık, kendine özgü çelişki biçimi ile vardır. Her çelişki, düalistik (ikili) karşıtların (bir biri ile birlik içinde yarışan/mücadele eden rakiplerin) birlik ve mücadelesinden oluşur. Her olguya ait rakipler (Tez ve A-Tez), ait olduğu olgu ve olayı aşmak için değil, birlik olup ondan daha çok faydalanmak için sistem içi mücadele ederler. Bu nedenle işçi sınıfı devrimci değişim ve dönüşüm için ÖZNE olamaz. Kapitalist sistemi aşmak için sınıf mücadelesine önderlik edemez.
Şimdi gelelim “düşman” ile “rakip” kavramlarına.
Çelişkilerin doğası söz konusu olduğunda, her DÜŞMAN uzlaşmaz RAKİPTİR. Ama Hegel ve Marksizm’in saptamasının tam tersine, her uzlaşmaz rakip düşman değildir. Dolayısıyla bir olgu veya olaya ait çelişkinin barındırdığı rakipler iki türlüdür. Bunlardan biri, bir olguya ait uzlaşan rakiplerdir (Tez ve A-Tez). Diğeri de biri diğerinin bağrında yeşeren, farklı iki olguya ait uzlaşmaz rakipleridir (Tez ve Anti-Tez).
Uzlaşan rakipler:
Bir çelişkinin uzlaşan rakipleri, çelişkinin ait olduğu olgu ve olayı geliştiren, kuran, muhafaza edip varlığını sürdüren rakiplerdir. Bu tür rakipler, istisnai durumlar dışında genel olarak uzlaşan rakiplerdir. Toplumsal Temel Çelişkinin diyalektiğinde bunlar, efendi-köle, kapitalist-işçi gibi rakiplerdir. Bu rakiplerin ikisi de sistemden beslenen ve sistemden daha fazla pay almak için aralarında sistem içi sınıf mücadelesi yürüten rakiplerdir. Genelde sistem içi uzlaşan ama istisnai bazı durumlarda da sistem içi uzlaşmazlığa düşerek, bir birlerine karşı düşmanlaşarak, şiddete başvurup iç savaşa da tutuşabilirler. Köleci toplumda kölelerin efendiye karşı, kapitalist toplumda işçi sınıfının kapitalistlere karşı aldığı tutumlarda, genelde ve esasta uzlaşan sınıf mücadelesi biçimi yürürlükte olur. Ama bazen de şiddet araçları kullanılıp, sınıf mücadelesi aşılarak iç savaşa dönüşür. Bunlara örnek olarak köle isyanları, fabrika işgalindeki çatışmalar verilebilir.
Bir de bu kategoride uzlaşan rakipler oldukları halde onları uzlaşmaz rakipler olarak ele alan teorik ve pratik eylem biçimleri vardır:
Genelde uzlaşan rakipler, gerçek olmayan yapay “sınıf uzlaşmazlığı” üzerinden idealize edip sistemleştirerek, “sınıf mücadelesi” adı altında onu şirazesinden çıkararak, sistem içinde bir birine karşı “düşmanlaştırarak”, iç savaş ve çatışmaya taşıyan Fransız Jakobenizmi, Hegelci teorik anlayış ve bunlardan etkilenen Marksist anlayış ve hareketler vardır. İşte gerçek yaşamda karşılığı olmayan böylesi bir idealizme malul, kaçınılmaz yenilgili 1792 Fransız Jakoben-Sol Sosyalist hareket ile 1840’lardan sonra Batı Avrupa’da biçimlenip gelişerek dünyaya yayılan, Marksist Reel Sosyalist ve türevi hareketlerdir. Bunlar, bazı iç savaş ve yapay “sınıf uzlaşmazlığı” biçimlerine örnektirler.
Uzlaşmaz rakipler:
Bir çelişkinin uzlaşmaz rakipleri, çelişkinin ait olduğu olgu ve olayı çözenle çözünen, değişime engel olan ile değiştirip dönüştüren rakiplerdir. Bu tür rakipler, istisnai pratik bazı işler dışında, genel olarak uzlaşmaz rakiplerdir. Bunlar, birinin diğerinin bağrında yeşeren, farklı iki olguya ait uzlaşmaz rakipleridir (Tez ve Anti-Tez). Toplumda bunlar, efendi ile toprak beyi, kapitalist ile Sosyalist Emekçi gibi rakiplerdir. Bu rakipler, genelde sistem koruyan ile sistemi aşarak çözmeye çalışan uzlaşmaz rakiplerdir.
Bu noktada dikkat edilecek husus şudur: kapitalist topluma ait Temel Çelişki Sürecine ait Çözülme Aşamasının başından itibaren, kapitalist ile Sosyalist Emekçi arasındaki sınıf mücadelesi biçimi düşmanca değil, tavizsiz altyapısal uzlaşmazlık biçimindedir. Sosyalist Emekçinin, kapitalizm ile uzlaşmazlığı, esas olarak siyasi değil; kesin ve tavizsiz bir biçimde, kapitalist özel mülkiyetli altyapıyı, sosyalist özel mülkiyetli altyapıya çözen edinimi ile altyapısal ve toplumsaldır.
Sosyalist Emekçi ile kapitalist, aynı yurdun yurttaşıdır. Sosyalist Emekçi, yurttaşlarından herhangi birinin yurduna ihanet etmedikçe, onlara düşman gözüyle bakmaz, onlara karşı düşmanlık gütmez, onları kendine düşman olarak görmez. Dolayısıyla uzlaşmaz rakipler, kapitalist özel mülkiyet edinme biçiminden, sosyalist özel mülkiyet edinme biçimine geçişte düşman değiller ama altyapı değişimi ve dönüşümünde net ve açık bir biçimde UZLAŞMAZ RAKİPLERDİR. Her sınıf kendi çıkarına bakar. Ama istisnai bazı siyasi durumlarda da sistem içi olan uzlaşmalara varabilir. Sorunlarını bir birlerine karşı anlaşarak, şiddete başvurmadan çözebilirler. Örneğin: Sosyalist Emekçi, ülkenin herhangi bir dış güç ve işbirlikçilerinin açık veya gizli işgaline halinde, işgale karşı savunma savaşına katılmak isteyen kapitalist uzlaşmaz rakiplerinin yurtseverliğini de “iyi niyetle” değerlendirebilecek sağduyuya sahiptir.
Bu anlayış ve kavrayış temelinde Sosyalist Emekçi, toplumda yürüteceği günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı ile toplumu üç kategorik sınıf ve tabaka ile farklı düzeylerde ilişkilenip değerlendirecektir: 1) düşmanı olan sınıf ve tabakalar, 2) uzlaşmaz rakibi olan sınıf ve tabakalar, 3) dostu olan sınıf ve tabakalar biçiminde.
1) Sosyalist Emekçi için DÜŞMAN kategorisinde olan sınıf ve tabakalar:
Asker ve silahlı güç kullanarak, savaş ve şiddet yoluyla ülkeyi, AÇIK veya GİZLİ işgal eden, kapitalist emperyalist güçler ile onların işbirlikçileri düşmandır. Ayrıca 1980’den itibaren neoliberal döneme geçtikten sonra, kapitalist emperyalist güçler ile onların işbirlikçileri tarafından eğitilip donatılan, İÇ ve DIŞ Faşist Siyasi İşgalci Güçler (F-SİG) ile yeni misyonerlik faaliyeti temelinde, vekâlet savaşı yürütmek için devşirilen Radikal Dinci, Siyasal İşgalci Güçler (RD-SİG) de düşman güçlerdir.
Sosyalist Emekçinin, bunların dışında düşmanı yoktur. Bu nedenle, “sınıf savaşı”, “sınıf düşmanlığı” gibi kavramların, Sosyalist Emekçi için anlamları da yoktur.
Sosyalist Emekçi, bu düşman güçlere karşı, savunma savaşı ile yurdunu savunma zorunda olduğunun bilincinde ve kararlığındadır.
Sosyalist Emekçi, kapitalist sitemi dönüştürme amacından, ilkeler sisteminden veya paradigmasından, asla taviz vermeden, ülkesini savunmak için savunma savaşına katılmak isteyen düşman kategorisindeki her samimi yurttaşı ve hareketi, siyasi olarak ele alıp inceleyebilecek. Onları samimi bulduğunda, siyasi olarak onları düşman kategorisinden, uzlaşmaz rakip kategorisine çekip değerlendirebilecek bilinçte ve güçtedir.
2) Sosyalist Emekçi için uzlaşmaz RAKİP kategorisinde olan sınıf ve tabakalar:
Sosyalist Emekçi, kapitalist sosyo-ekonomik altyapıdan hareketle, kapitalist sistemi günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı ile sosyalizme dönüştürmenin uzlaşmaz öznesidir. Bu nedenle Sosyalist Emekçi için: yurttaşı olan kapitalist sınıf, ekonomik ve siyasi olarak uzlaşmaz rakibidir. Benzer biçimde, yurttaşı olan faşist çeteler ile her türden toplumu geriye çeken dinci gerici güçler ve çevreler de düşmanı değil, siyasi olarak uzlaşmaz tutucu ve gerici rakipleridir.
Ama aynı Sosyalist Emekçi, bütün uzlaşmaz rakiplerini, fikir ve düşünce özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, yaşam ve örgütlenme özgürlüğü gibi temel insan haklardan yararlanmaları temelinde adaletli bir biçimde haklarını gözetir, ele alıp değerlendirir.
Bu uzlaşmaz rakipler, zaman zaman saldırgan ve tehlikeli olabilirler. Evet, olabilirler. Onun için onlarla aynı ülkeyi paylaşan ilerici ve Sosyalist Emekçiler, her zaman savunmada ve tedbirli olmak zorundadırlar. Çünkü “pire için yorgan yakılmaz”.
Sosyalist Emekçi, bu uzlaşmaz rakiplerin, ülkenin bir dış güç tarafından işgali halinde, yurttaş olduklarını hatırlar ve samimi bir biçimde karşı tutum almayı gerekli görürlerse, işe ve atılacak pratik adıma göre “yurtsever tutumlarını” iyi niyetle değerlendirilmesini bilecektir.
3) Sosyalist Emekçi için DOST kategorisinde olan sınıf ve tabakalar:
Sosyalist Emekçi, yukarıdaki iki kategorinin dışında kalanlar arasında, hiçbir sebeple ayrım yapmaz. Bütün sınıf ve tabakalardan müteşekkil Büyük İnsanlığı, kapitalizmi yeniden üretecek, iş ve eylemleri dışında, her türlü pratik iş ve eylem biçimlerinde, doğal siyasi ittifakları olarak bilir, görür ve destekler. [[24]]
Sosyalist Emekçinin dostlarına çağrısı şudur: ücretli çalışarak kendinizi başkasına sömürtmektense, kendinizi Sosyalist Emekçi Özel Mülkiyet tarzı ile sosyaliste dönüştürüp kendinize çalışın!
Bu tespitler temelinde, kapitalizmden sosyalizme geçişte:
- a) Sosyalist Emekçi, Reel Sosyalistler gibi siyasi olarak kapitalist sitemin istikrarsızlığından medet ummaz. [[25]] Yani ülke “batsın” da sonra biz “devrim yapıp çıkaralım” diye “aciz” bir tutum takınmaz. Ülke ekonomisinin istikrarının bozulmasına eğilim göstermez. Günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı ile siyasal iktidara talip olur.
- b) Sosyalist Emekçi, uzlaşmaz rakiplerinin, kapitalist sistemin yasal ve toplumsal meşruiyetini ihlal etmeleri halinde onları kitlelere teşhir eder. Toplumsal sistemin yasal ve toplumsal meşruiyetine uymalarını ister. “Varsa ihlalcinin bir itirazı”, onu genel demokratik yol ve yöntemlere başvurarak değiştirmesini önerir.
- c) Sosyalist Emekçi, uzlaşmaz rakiplerinin yasal ve toplumsal meşruiyeti ihlal eden, her türlü kapitalist, faşist, gerici ve dinci; şiddet, baskı ve saldırıya dayalı suiistimal ve sömürü biçimlerini kınar ve ret eder. Bu tür saldırı ve baskılara karşı, yasal veya toplumsal meşruiyete uygun olarak, demokratik meşru savunma amaçlı Sivil İtaatsizlik vb. eylem biçimlerine başvurabilir.
- d) Sosyalist Emekçi, diğer tüm kapitalist siyasal iktidar biçimlerine kıyasla laik, burjuva demokratik, burjuva sosyal hukuk devleti düzenin varlığı ve işleyiş biçimi ile siyasi olarak yarışmayı tercih eder.
- e) Ama aynı Sosyalist Emekçi, kapitalist özel mülkiyetin sosyalist özel mülkiyete dönüştürülmesinden ASLA taviz vermez, vazgeçmez, bu konudaki uzlaşmazlığını ASLA söz konusu etmez, tartışmaya açmaz.
- f) Sosyalist Emekçinin Ajandası, tüm toplumu selamete çıkarmaktır. Bu amaç için işe, toplumun % 85-90’nı temsil eden Büyük İnsanlığın kendisini, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı ile Sosyalist Emekçiye dönüştürmesi ile başlar. Büyük İnsanlığın, kendisini Sosyalist Emekçi özel mülkiyet temelinde, Sosyaliste Emekçiye dönüştürmesinde her türlü destek ve dayanışmayı sunar.
- g) Sosyalist Emekçi, ülkenin çok dilli, çok dinli, çok kültürlü etnik yapılarının, özgürce kendi kaderini belirlemesinin ve kendi benliğini geliştirmesinin koşullarının teminatı ve savunucusudur. [[26]]
Şimdi de sınıf mücadelesinin tarihsel arka palanını inceleyerek, tartışmaya devam edelim:
Sürü insanından ilkel topluluk insanına, ilkel topluluk insanından da uygar toplum insanına geçişte, insanın sahip olduğu ama diğer canlıların hiç birisinin sahip olmadığı iki değişik kazanım biçimi vardır. Birincisi bilinç. Diğeri de alet kullanımı ve yapımı yeteneğidir. İnsan, Tarihi Toplumsallaşma Süreci boyunca alet-bilinç sarmalında ilerlerken, aletlerin teknolojik gelişmesine paralel olarak, belli bir noktadan sonra özel mülkiyet ve üretim biçimleri temelinde, ilkel topluluktan uygar topluma geçiş yaptı. Geçiş yapmakla kalmadı, özel mülkiyet ve üretimin bölüşülmesiyle, üretimden aldığı pay oranında saflaşarak farklı toplumsal sınıflara (hiyerarşik statülere) bölündü. Örneğin: köleci toplum, temel iki sınıfa ayrıldı. Köle sahibi (efendi) sınıfı, özel mülkiyetin en büyük payını aldı. Köle sınıfı ise bırakalım özel mülkiyetten pay almayı bizzat kendisi, köle sahibinin özel mülkiyet payı oldu. Bu temel toplumsal biçimlenme, kendisine ve toplumsal hiyerarşisine bağımlı olarak tüccarlar, zanaatçılar, askerler, devlet memurları, din görevlileri gibi çeşitli ikincil derecede önemli olan ara sınıf ve tabakaları oluşturdu. Bütün bu temel sınıf ve tabakalar aynı dil, din, toprak, kültürü paylaştıkları için bunlar, klan ve aşiret koalisyonları olarak hâkim aşiret adı altında x etnik aidiyet (kimliği) ile anılır oldular. Aynı şey kapitalist toplum için de geçerlidir. Kapitalizm de kapitalist özel mülkiyet temelinde iki temel sınıftan oluştu. Bir tarafta toplumsal özel mülkiyetin en büyük bölümünü alan kapitalist sınıf, diğer tarafta özel mülkiyetten tamamen yoksun, ücretle kapitalist sınıfa çalışan işçi emekçi sınıf. Bu temel toplumsal biçimlenmenin hiyerarşisi ile tüccarlar, zanaatçılar, din ve devlet görevlileri (memurları), askerler, köylüler gibi çeşitli ikincil derecede önemli olan ara sınıf ve tabakalar da oluştu. Bütün bu temel sınıf ve tabakalar aynı dil, din, toprak, kültürden geldikleri için bunlar, farklı etnik koalisyonlar olarak hâkim bir etnik yapı adı altında x etnik aidiyet veya x “hayali burjuva ulus” adı altında anılır oldular.
Demek ki toplumlar, toplumsal üretimden aldıkları eşitsiz özel mülkiyet payları (ücretlilik dâhil) oranında saflaşıp sınıfları oluşturuyorlar. Ve bu temelde ezen ezilen, sömüren sömürülen sınıflar arasında, sınıf mücadelesi başlıyor. ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’ dışında, ezen ezilen, sömüren sömürülen iki etnik yapılı toplum veya iki “hayali burjuva ulus” arasındaki mücadelede, her türden sınıf ve tabaka kapsandığı için kendi iç sınıf mücadelesini boşa (rölantiye) alır. Bu nedenle, “sınıf mücadelesi” ile aynı şey değildir. Yani toplum, bütünüyle bir sınıfa “eşitlenmiş” değildir. Bu “eşitlenme” hususu, ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigmasının’ öngördüğü sosyalizm ile başarılacaktır. Sosyalist Emekçi sınıf, kapitalizm koşullarında ve ona karşı, toplumu temsil eden bir ulus-sınıftır. Bu koşulun dışında ‘Sosyalist Emekçi’, toplum-sınıftır. Yani kendi başına sınıfsız ve kendi toplumuna eşittir. [[27]]
Bu anlayışlar temelinde, bir toplumsal yapının geçiş ile kendisini bir başka toplumsal yapıya taşıyabilmesi, geliştirip dönüştürmesi için mülk ve özel mülkiyet çelişkisini barındırması şarttır. İlkel topluluktan, uygar topluma geçişten beri insanlık, bu temelde ilerlemektedir. Kamu mülkü, kamu mülküne karşı veya kamu mülkü devlet mülküne karşı veya kamu mülkü kooperatif tarzı mülke karşı ise söz konusu çelişki, tek biçimli olduğu için geliştirici, dönüştürücü olamaz. Uygar yaşam için mutlaka bir tarafın özel mülkiyet biçiminde, diğer tarafın kamu mülkü biçiminde olması gerekir. Böylece geliştirici çelişki kurulup, toplumsal sistem ilerleme kaydeder.
Köleci, feodal, kapitalist toplum gibi sosyalist toplum da Sosyalist Emekçi özel mülkiyet ile mevcut kamu (devlet mülkü veya müşterekler) mülkü ile çelişkisini kuracak ki, devinip gelişebilsin. Çünkü tarih toplum incelemelerinden biliyoruz ki özel mülkiyet, mülkten ayrışarak ortaya çıkmıştır. Ama özel mülkiyetten, kamu mülkü çıkmamıştır.
Bu nedenle, özel mülkiyeti kamu mülküne entegre etmek, geriye savrulmak demektir. Toplumsal gelişmenin yönünü “geriye” çevirmek demektir. Böyle olduğu içindir ki Marks-Engels, üretim ve mülkiyetin olmadığı ilkel toplulukta: “ilkel komünal toplum” ile “ilkel komünal üretim” kavramlarını geliştirip idealize etmişler. Böyle olduğu içindir ki, Reel Sosyalizm tıkandı ve çöktü. Mesele Sosyalist Emekçi özel mülkiyeti çerçevesinde görülmediği için kapitalist özel mülkiyeti kamulaştıran her iş ve işlem biçimin yolu geriye, ilkel topluluğa savruldu. Bu savrulmanın etkisiyle Marks-Engels, işçi sınıfının “onda dokuz” [[28]] mülkiyetsizliğini “tarihin bir lütfü” görüp kapitalist özel mülkiyeti devlet mülküne çevirdiler.
Uzatmaya gerek yok, Reel Sosyalist ülkeler ile pratiğimiz ve çöküşümüz ortadadır.
Günümüzde meseleye hala vakıf olamayan Marksist-Leninistler, “Ekolojik-Sosyalistler” ile “Toplumsal-Ekolojiyi” savunan arkadaşlar, kapitalist özel mülkiyeti kamu mülküne (müştereklere) dönüştürmek üzere, düşünme işlemi yaptıkları için geriye savruluyorlar. Böylece kapitalizmden daha zengin, uygar bir yaşam konforu olan ve olması gereken ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’ yerine, daha az tüketmeye, yaşam kalitesinin düşürülmesine hükmederek, meseleyi çözdüklerini zannediyorlar. İşin gerçeği, Reel Sosyalizmden farklı bir şey yapmadıklarını onlara hatırlatmak, ‘Sosyalist Emekçi’ olmaya çalışan bizlerin görevi olacaktır…
Sınıf mücadelesine dair son söz olarak:
Bilim kavramlarla çalışır. “Sınıf mücadelesi” kavramı, toplumsal değişim ve dönüşümde çok önemli temel bir kavramdır. Sınıf mücadelesi kavramını sulandırmak demek, sınıflı özel mülkiyet farklılığını, dolayısıyla kapitalist sömürüyü gözden kaçırmak demektir. Kavramlar keyfi veya sallama ve istek üzerine uydurulamazlar. Onlar, irademiz dışında değişip dönüşen doğa, toplum ve düşünsel dünyanın yeni ortaya çıkardığı hareketlere konan isimler olarak ortaya çıkarlar. Kavramlar, topluca böyle bir sağlamlığa oturdukları için kavram düzenekleri ile diller (lisan) oluşmuştur. Ve bu dilleri kullanarak biz, bir birimizle konuşup anlaşabiliyoruz. Dolayısıyla var olan kavramları maddi gerçekliklerinden koparmadan, işin içine keyfilik katmadan, ne dediğimizi ne konuştuğumuzu ve ne ile cebelleştiğimizi bilmek şartıyla, literatüre kavram üretip kazandırabiliriz. Kazandırmalıyız da…
Şimdi gelelim tartışmanın başka bir veçhesine:
Devrim
Tanımı, biçimleri ve amacı:
Doğa, toplum ve düşünceye ait yasaları değiştirmek veya ortadan kaldırmak mümkün değildir. Ama onları, işleyip etkileyerek yönlendirmek mümkündür. Devrim, insanın iradesi ile doğa, toplum ve düşünce yasalarını işleyerek değiştirme ve yönlendirme eylemidir.
Devrimler: toplumsal yapılarına göre üçe, biçimlerine ve amaçlarına göre ikiye ayrılırlar.
Toplumsal yapılarına göre devrimler:
Belli bir toplusal üretim biçimi sürecine ait çözülme aşamasında iç içe geçmiş, bir birini besleyip ilerleten ekonomik, siyasi ve toplumsal devrimler diye üçe ayrılırlar.
1) Ekonomik devrim: nitel devrimci önemi olan nicel devrimci birikimlerin toplumsal altyapıda meydana getirdiği ekonomik değişim ve dönüşümlerdir. Örneğin, Sosyalist Emekçi özel mülkiyet tarzı ile kurulan, her bir işyeri ve işletme ekonomik bir devrimin kalesidir.
2) Siyasal devrim: ekonomik devrimler temelinde gerçekleşen ve onu destekleyip ilerleten her siyasal çaba ve girişimdir. Örneğin, ekonomik devrim temelinde var olup gelişen Sosyalist Emekçi kişilerin, kurup geliştirdiği her bir sosyalist parti, kurum ve kuruluş siyasal devrimin kazanımıdır.
3) Toplumsal devrim: Ekonomik ve siyasal devrimler temelinde gelişip, siyasal iktidarın kazanılması ile tamamlanan devrim, toplumsal bir devrimdir. [[29]]
Toplumsal biçimlerine göre devimler:
Doğa, toplum ve düşüncenin iki türlü değişim (etkileyip işleme) biçimi vardır. Bu değişimlerden biri fizikseldir (birikimli nicel veya aşamalı niceldir). Diğeri kimyasaldır (veya köklü ve niteldir).
Fiziksel-nicel değişimli devrimler:
Doğa, toplum ve düşünsel varlıkların/cisimlerin özünü veya varlık biçimini değiştirmeden, onların nicel, biçimsel ve dışsal olarak değişimlerinin, fiziksel-nicel birikimli biçimlerine denir. Bu tür değişimlere maruz kalan her varlık birimi, değişir ama başka bir varlık biçimine dönüşmeden, varlığının özünü koruyarak devam ettirir. Örneğin, meşhur su örneğini, fiziki-nicel değişim biçimini göstermek için kullanalım: bildiğimiz suyun özü (kimyasal bileşimi), 2 hidrojen atomu ile 1 oksijen atomunda oluşmuş (H2O) 1 molekül sudur. Bütün su molekülleri, zayıf ve esnek yapıda olan Hidrojen bağları ile biri birine bağlıdır. Bu bağın kopmasına değil de esnemesine göre suyun, sıvı, buz ve su buharı gibi düğüm noktalarında üç hali (aşaması) meydana gelir. Bu üç halden birinden diğerine geçişli değişimi nicel, biçimsel ve fizikseldir. Çünkü üçünde de su moleküllerini bir birine bağlayan hidrojen bağı, kopmadan devam etmektedir. Suyun ısınması veya soğuması halinde, hidrojen molekülleri arasındaki hidrojenli kimyasal bağda, nicel genleşme veya büzüşme gibi düğüm noktalarında esnemeler meydana gelir. Bu esnemenin derecesine göre suya, bir birinden farklı sıvı, buz ve su buharı gibi üç görünüm kazandır. İşte bu ve bezer değişim biçimleri fiziksel ve niceldir.
Maddenin kütle formundan oluşan bütün varlıkların, sahip olduğu bir süreçleri (ömrü) ve bu ömre ait en fazla nicel değişimli üç aşamalı halleri vardır: bunlar katı, sıvı ve gaz halidir. Değişecek doğa, toplum ve düşünsel varlıklar bu aşamalardan geçerken, belirgin nicel birikimli düğüm noktalarında (aşamalarda) biçim değişimlerine maruz kalarak, sistemi aşamayan, sistem içi devinim ve “devrim” biçimlerinden geçerler. Çünkü bu tür sistem içi devrimci değişimlerde, örneğimizdeki varlık yani su, fizikokimyasal bağının fizik kısmını değiştirmiş ama kimyasal bağ kısmı hala varlığını sürdürmektedir. İşte bu nedenle suyun katı, sıvı ve buz halleri (aşamaları), nitel değil, nicel değişimlerdir.
Marksizm, bu değişim biçimlerini nicel yerine, nitel değişimler olarak ele alıp kullandı. Böylece Marksizm, suyun sıvı, katı ve gaz hallerini, toplumsal değişimin nitel değişim biçimleri sanarak Fransız Jakobenlerinin siyasal iktidarı ele geçirmesi veya Hegel’in efendi-köle diyalektiğindeki sınıf mücadelesi gibi nicel değişimli olan bu biçimleri, nitel değişim gibi ele aldı. [[30]] Örneğin Marksizm, bu anlayış ve kavrayışa dayanarak, işçi sınıfı önderliğinde gerçekleşen toplumsal devrimler ile nitel değişim ve dönüşümlerin sağlanabileceğinin teorisini yaptı. Siyasal iktidarı ele geçiren Reel Sosyalizmler ile pratik adımlarını attı. 70 yıl denedikten sonra, buzun eriyerek suya dönmesi gibi onlar da çökerek geriye, orijinal kapitalist köklerine döndüler.
Kimyasal-nitel değişimli [[31]] devrimler:
Kimyasal değişimler ise doğa, toplum ve düşünsel varlıkların, niteliğini ve içsel özünü, varlık biçimini toptan değiştiren temel değişimlerdir. Bu tür değişimlere maruz kalan her varlık birimi, kimyasal (moleküler) bağını kaybederek değişip, atom düzeyinde birlik/varlık unsurlarına ayrışır. Böylece varlık birimi, başka varlık biçimlerine dönüşür. Örneğin yine su örneğinden hareketle, bu değişim biçimine devam edelim. Sıcaklığı sürekli artırılan su buharı, nitel devrimci önemi olan, nicel birikimlerin artışı ile belli bir noktadan sonra suyu oluşturan kimyasal bağlar (hidrojen bağı yanı sıra, hidrojen atomları ile oksijen atomları arasındaki kovalent bağ da) kopar. Böylece sistemi dönüştüren devrim gerçekleşir. Su (H2O) hem moleküler, hem de atom bileşimi düzeyinde, nitel değişime uğrayarak bileşim unsurları olan Hidrojen ile Oksijen atomlarına ayrışır. Sonuçta elimizde sudan tamamen farklı olan 2H2 ve O2 gibi dört Hidrojen atomu ve iki Oksijen atomlu iki element ile açığa çıkıp doğaya salınan ısı kalır. Veya tersi sudan tamamen farklı olan 2H2 ve O2 atomlu iki element birleşerek su meydana getirirler. (2 H2 + O2 + ısı = 2H2O). Bu denklem, 2 ile sadeleştirilirse, geriye H2O yani bir su molekül kalır. İşte bu ve bezeri değişim biçimleri kimyasal ve niteldir.
Bütün mesele, yukarıdaki analiz ve anlayış temelinde, 4’lü diyalektik yöntemin (Tez, A-Tez, Anti-Tez ve Sentez) doğa, toplum ve düşünsel süreç ve aşamalarda, onların özgünlükleri temelinde farklı çalıştığının farkında ve bilincinde olmaktır.
Toplumu oluşturan iki ana amaç vardır. Bunlar, yaşamda kalma ve yaşamını sürdürebilme çabalarıdır. Bu çabaları doğuran, yürütüp geliştiren hadise de yaşam araçlarının temini, üretimi, bölüşümü ve tüketim biçimidir. Bu temelde yaşam araçlarının bulunduğu çevreler, hayvanlar tarafından hâkimiyet alanı olarak ilan edilmek üzere atık ve kokuları ile işaretlenir. Bu hayvani işaretleme usulü, sürü insanından ilkel topluluk insanına geçişte, bilinç-alet sarmalında ilerleyerek ilkel sahiplik biçimine bürünmüştür. Zamanla ilkel sahiplik biçimi, bilinç-alet sarmalında daha da ilerleyip gelişerek, ata ve ana kültü ile ilkel mülk biçimine dönüşmüştür. Bilinç öğesi gelişip emekçi kişiyi ortaya çıkarınca, işi emekçi-alet sarmalındaki gelişmenin sürekliliğine devretmiştir. Bu temeldeki gelişme, İlkel mülk biçimini ayrıştırarak, önemli bir kısmını egemen sınıf özel mülkiyet biçimine, diğerini kamu (devlet) mülkü olarak bırakmıştır.
Demek ki toplumsal (sosyolojik) biçimlenmenin özü, yaşam araçlarının temini için onların üretimi, bölüşümü, değişimi, yatırım ve tüketim biçimine dayanmaktadır. Dolayısıyla toplumsal hakkımıza tekabül eden, yaşam araçlarıyla ilişkilenme biçimimize mülk (ortak, kamusal, müşterek) ilişkileri, onları şahsi edinme biçimimize de özel mülkiyet diyoruz. Mülk ve özel mülkiyetin yatırıma ayrılan kısmına sermaye, tüketime ayrılan kısmına da günlük ihtiyaç ve tüketim araçları diyoruz.
Yukarıdaki doğal ve toplumsal iki analiz biçimini, usulüne uygun bir biçimde ilişkilendirip harmanladığımızda göreceğimiz gibi Tarihi Toplumsallaşma Süreci boyunca, savunma amaçlı topluluklar halinde yaşama zorunluluğumuz dışında, toplumsal örgütlenmemizi belirleyip biçimlendiren ana unsurun, geçim ve üretim araçlarının özel mülkiyet ile onun önceli olan ilkel sahiplik ve ilkel mülk sahipliği biçimleridir. [[32]] Demek ki uygar toplumların oluşum ve değişimin ana unsuru, mayası veya hareket ettirici motoru, kişiler arasında var olup değişip dönüşerek devam eden tarihsel toplumsal özel mülkiyet bağıdır. İşte toplumsal devrimler, bu tarihsel toplumsal özel mülkiyet bağının değişim derecesine ve varlık biçimine göre o toplumun hangi türeden bir devrim veya o devrime ait aşama biçiminden geçtiğini bize gösterir.
Toplumsal amaçlarına göre devrimler:
Devrimlerde amaç doğa, toplum ve düşünceye ait yasaları işleyip etkileyerek (değiştirmek) onları, insan lehine yönlendirerek yönetmektir.
Amaçlarına göre devrimler, mevcut sistem içi devrim biçimleri ile sistemi aşan devrim biçimler olarak ikiye ayrılırlar.
1) Mevcut sistem içi devrimler:
Bu devrim biçimleri, kapitalist özel mülkiyet bağını sorun etmeden, onu başka bir özel mülkiyet biçimine vardırmayı hedef almadan, sadece siyasal iktidarı şiddet yolu ile terörize edip [[33]] değiştirerek ele geçirmeye çalışan, sitem içi nicel devrimci reform hareketleridir. Su örneğindeki fiziksel değişim gibi. Bunların bazı biçimleri ihtilal veya inkılâp adı altında, şiddete dayalı tepeden inme olarak gerçekleşirler. Örneğin, 1792 Fransız Jakoben Devrim, askeri ve sivil darbeler gibi. Başka bazı biçimleri de seçim ve barışçı yollar ile siyasal iktidarı ele geçirir ve kaybederler. Örneğin, 1970’lerde Şili’de Allende’nin seçimi kazanıp iktidar olması gibi, Batı Avrupa ülkelerinde “Sosyalist” veya “Komünist” partilerin seçimlerle iktidara gelip gitmesi gibi devrimlerdir.
Bunların en fazla gerçekleşeni ve daha radikal olanı, Marksist Reel Sosyalist olan devrimlerdir. Örneğin, Rus Bolşevik Devrimi, Çin devrimleri bunlardandır. Bu devrim biçimleri de şiddet araçları kullanımı ile kitleri örgütleyip sevk ederek, siyasi iktidar ele geçiren devrim biçimleridir. Bu devrimler, kapitalist özel mülkiyeti, daha ileri toplumsal bir sistem olan Sosyalizm ve onun kuruluşu için “sorun etmeden”, direk siyasal iktidara yönelip onu ele geçirerek, mevcut kapitalist özel mülkiyeti alıp zorunlu devlet mülkü ile birleştiren, kamulaştıran devrimlerdir. Reel Sosyalist ve türevi devrimler, bu tür devrimlerin ana omurgasını teşkil ederler.
Bu tür devrimler, sistem içinden ileriye değil, geriye öykünen ilkel kamusal mülk sistemine dönüşü sağlayan, sistem içi nicel değişimli toplumsal devrimlerdir. Dolayısıyla bu devrim biçimlerinin, kapitalizmden farklı toplumsal altyapısı olmadığı için “pamuk ipliği” misali siyasal iktidarı, “titreyerek” ellerinde tutarlar. Devam etmelerinin hiç bir garantisi yoktur. Bunlar Sovyetler Birliği, Çin gibi Reel Sosyalist devrimler ve diğer benzerleri gibi dünyanın üçte birinde gerçekleşip, devlet düzeyinde 70 yıl denenip 1990’da çöküp orijinali olan kapitalizme geri dönen devrim biçimlerdir.
Bu devrimlerin hemen hepsi, Jakoben devrim hareketinin şiddete dayalı pratiği ile Marksizm’in teorik ve pratik etkileri altında gelişen devrimlerdir. Fransız Jakobenlerin devrimci pratiği ile Hegel’in “efendi-köle” diyalektiği teorisinden [[34]] etkilenen Marks, toplumsal olgunun kurucu öğeleri olan kapitalist ile işçi sınıfını, tıpkı Hegel’in “efendi-köle” diyalektiği gibi ele alarak, Hegel’in kölesi gibi işçi sınıfını, kapitalist burjuvaziye karşı uzlaşmaz rakipten öte onları, “sınıf düşmanı” ilan edip iç savaşa sürdü. Bu kurgu üzerinden hareket eden Marks-Engels-Lenin, işçi sınıfı devrimlerini, Jakobenler ile Hegel gibi şiddet kullanımı ile eşleştirdiler. Öyle ki devrim denince hemen herkeste, kanıksanmış “şiddet, isyan ve terör” akla geliyor.
Oysa 1775’ten sonra, gerçekte devrimlerin şiddet ile alası kalmamıştır. Marksist anlayışın tam tersine, “düşmanlık” orda kalsın, kapitalist sınıf ile işçi sınıfının, birlik ve mücadele halinde bir birleri ile sürekli ve esasta uzlaşıp kapitalist sistemi kuran, yürüten karşıtlar olarak aynı yurdun vatandaşları, sınıfsal uzlaşan rakipleri veya karşıtlarıdır. Aynı yurdun yurttaşları, siyasi olarak bir birinin düşmanı olarak ele alınıp kamusal işlem yapılamaz. Bir toplumsal yaşam birlikteliği kurulamaz. Aynı yurdun yurttaşları olan egemen sınıflar ile sömürülen sınıflar, kurdukları sistemi değiştirip dönüştürmek için değil, kapitalist özel mülkiyet sisteminden daha çok pay almak için karşılıklı, genelde uzlaşan karakterde olan sistem içi sınıf mücadelesi yürütürler. Dolayısıyla işçi sınıfına dayalı devrimlerin ana hedefinde, kapitalizmden farklı sosyo-ekonomik bir altyapı anlayışı ve inşası yoktur. Geriye Marksistlerin elinde, sadece siyasal üstyapıyı şiddet araçları ile ele geçirme yöntemi kaldığı için bu tür devrimlerin “altyapısı”, “şiddet, isyan ve Terör” [[35]] olmuştur.
2) Sistemi aşan ( sistem dışı) devrimler:
Kapitalizmden farklı, sosyo-ekonomik bir altyapıyı hedefleyen gerçek devrimlerin, şiddetle hiçbir alakası yoktur. Olamaz da! Çünkü böylesi devrimler: doğanın, toplumun ve düşüncenin yaslarının barındırıp geliştirdiği doğal kör şiddeti, uygun iradi (volantarist), akli değişim ile bertaraf edip, değiştiren dönüştüren ve yöneten, iradi eylem biçimleridir.
Yukarıdaki bütün devrimci deneylerden gerekli ve yeterli dersler çıkaran ‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’, bu anlamda gerçek devrim bilinci ve bilgisine ulaşmıştır.
O da şudur:
‘Sosyalist Emekçi Devrim ve Sosyalizm Paradigması’, kapitalist üretim ve özel mülkiyet biçimini aşıp onunla uzlaşmaz çatışmaya giren, üretim aletleri ve makinelerin yeni gelişen biçimlerinin özel mülkiyet edinmesini kendisine gündem edinmiştir. Her ülke toprağı temelinde, o ülke zenginliğini mevcut emek gücüne eşit payla dağıtılmış biçimde, sosyalist özel mülkiyet edinen Sosyalist Emekçinin, onu günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı ile kolektif komünal biçimde işletip geliştiren devrim biçimidir.
Bu devrim biçimi, İLKE düzeyinde her türlü “terör, isyan ve şiddet” kullanım biçimlerini ret eder. Bu devrim biçimi, İLKE düzeyinde kapitalist özel mülkiyet biçiminin kendisini yeniden üretmesine asla prim vermez. Bu devrim biçimi altyapısal düzeyde sağlam duruşlu, İLKELİ, mevcut kapitalist sistemi aşan, anlaşılır ve uygar nitel devrimci önemi olan, nicel birikimli devrimci reformlar ile toplumu dönüştürmeye çalışan toplumsal bir devrim biçimidir.
İşte bu devrim biçimiyle dünya Büyük İnsanlığı, yasal ve toplumsal meşruiyet uygun tarzda, kendini günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzı ile ‘Sosyalist Emekçiye’ dönüştürerek, ülke zenginliğini, kurum ve kuruluşlarını kapitalistlerden devralmalı, kaderine el koymalıdır. [[36]]
Kapitalizmden önceki toplumların devrimci dönüşümlerinde, şiddetin varlığı ve zorunlu kullanım biçimi, insanın bilgi, bilim ve kullandığı teknolojinin geriliğinden kaynaklanıyordu. Mahir Çayan’ın kullandığı deyimler ile ifade edersek, o dönemin devrimleri deterministti (belirlenimci ve gerekliydi) ama voluntarist (iradeci) değillerdi. Bugünkü devrimler ise hem deterministtir (belirlenimci ve gereklidir), hem de voluntaristtir (iradecidir).
Bu maddi gerçeklik temelinde Sosyalist Emekçi, devrimci değişim ve dönüşüm temelinde dünyayı değiştirme aşamasına geçmiştir. Kapitalizmden sosyalizme, devrimci çıkışın ana yolu budur.
Görüleceği gibi toplumu değiştirip dönüştüren, toplumsal geçişi sağlayan devrimlerin şiddet, isyan, terör ve savaşlar ile hiçbir ilişkisi yoktur. Şiddet, isyan, terör ve savaşlar ilişkisi olan devrimler de vardır ama onlar, toplumu değiştirip dönüştüren, toplumsal geçişi sağlayan devrimler değildir. Onlar, mevcut toplumsal yapıyı koruyup kollayan, sadece siyasal iktidarların el değiştirmesiyle sonuçlanan, sistem içi devrimlerdir. Bu tür devrimler, kurtuluşa çare olamazlar. Dolayısıyla şiddet, isyan, terör ve savaşlar ile ilişkisi olan devrimlerin yolunda hiddetlenip babalanmanın, kükremenin ve parça kırmanın bir anlamı yoktur. Bu dünyanın çakılmış çivisi değiliz! Çoluk çocuk sahibiyiz veya olacağız. Beslenmek, insanca yaşamak ve “mümkünse” mutlu olmak hakkımızdır!
Bu anlayış ve kavrayış temelinde, müsaadenizle bay burjuvazi, yaklaşık 250 yıldır, insanlığın gelişmesine engel oluyorsun!
Senle buraya kadar!
Çünkü yönetemedin, yönetemiyorsun! Toplumu ilerletemedin, ilerletemiyorsun!
Kısacası yapamıyorsun!
Tarihin emridir! Yıkılman gerekiyor! Yıkılacaksın!
Ne Amerika, ne Rusya, ne Çin; Her şey Sosyalist Emekçi için!
Eşitlik, özgürlük ve adalet için savaşa hayır! Şiddete hayır!
(Devam edecek)
[Bayramınız ve 1 Mayıs’ınız Kutlu ve Umutlu Olsun.]
D İ P N O T L A R:
[1] Lenin (Ağustos 1915), Sosyalizm ve Savaş, Sol Yayınları, 4. Baskı (1978), S. 17.
[2] A, g, e, S. 135-136.
[3] Ekolojik sistemlerin yabaniliği, doğallığı ile kapitalizmin bu ekolojik sitemleri yakıp yıkmasına, tarumar etmesine, uygar yaşamın çevreye zorunlu etkileri ve değiştirmesine karşı mücadele için GERİYE, ilkel topluluk dönemi ekolojik sitemlere ÖYKÜNMEYE, bizi geriye sevk eden tutum ve davranışlardan kaçınmalıyız. Çünkü uygar yaşamaktan taviz vererek, çevrenin doğallığında ilkel ekolojik toplumsal bir biçiminde yaşamayız. Ama tam tersine ‘Sosyalist Emekçi’ ile uygar toplumsal bir yaşam biçiminden taviz vermeden, hatta daha ileri düzeyde uygar ve daha temiz ve yaşanabilir bir çevre ve ekolojik sistem kurabilir, var olanı koruyup geliştirebiliriz. Ekolojik sistemi koruduğumuz için ‘Sosyalist Emekçi’ olamayız, ama ‘Sosyalist Emekçi’ olduğumuz için otomatikman ekolojik yaşamı da koruyup gözeten uygar insanlar oluruz. Dolayısıyla Reel Sosyalizme bakıp, sosyalizme üfürüp ürkmemeliyiz. Çünkü Lenin’in de belirttiği gibi Reel Sosyalizm “devlet tekelci kapitalizm” idi. Yani Reel Sosyalizm, kapitalizmden daha ileri değil, türevi olarak ondan daha geri olduğu için orijinalinden önce o çöktü.
[4] Lenin (Ağustos 1915), Sosyalizm ve Savaş, Sol Yayınları, 4. Baskı (1978), S. 12.
[5] Fikret Başkaya’nın, Samir Amin’le yaptığı söyleşi, ozguruniversite.org, web sitesi, (yayınlanma tarihi, 1 Mart 2022).
[6] Lenin (Ağustos 1915), Sosyalizm ve Savaş, Sol Yayınları, 4. Baskı (1978), S. 130-131.
[7] “Ukrayna’da yakalanan Putin’in yakın dostu Medvedçuk’un eşi Türkiye Cumhurbaşkanı’ndan yardım istedi” (14 Nisan 2022), sozcu.com.tr (…) Medvedçuk’un eşi, ne yardımı istemiş? Eşini kurtarmak için “esir takası yapmasını” istemiş. Ukrayna muhalefet lideri Medvedçuk, “takas isteyecek” kadar “Putin’in dostuysa” işbirlikçilikte gerisini varsın okuyucu düşünsün…
[8] Lenin (Ağustos 1915), Sosyalizm ve Savaş, Sol Yayınları, 4. Baskı (1978), S. 13. (Bu sayfada Lenin’in verdiği oldukça çarpıcı ve öğretici köle örneğine bakınız lütfen.)
[9] Nazım Can (2019), Toplumların Altyapı Anatomisi ve Marksizm –I, II, III, IV, V ve VI-, ozguruniversite.org web sitesi.
[10] “Ukrayna’da yakalanan Putin’in yakın dostu Medvedçuk’un eşi Türkiye Cumhurbaşkanı’ndan yardım istedi” (14 Nisan 2022), sozcu.com.tr (…) Medvedçuk’un eşi, ne yardımı istemiş? Eşini kurtarmak için “esir takası yapmasını” istemiş. Ukrayna muhalefet lideri Medvedçuk, “takas isteyecek” kadar “Putin’in dostuysa” işbirlikçilikte gerisini varsın okuyucu düşünsün…
[11] Tarihi Toplumsallaşma Süreci boyunca toplumsal ilerleme, üretim aletleri ve makinelerin gelişen teknolojisi daima onların, ileri uç noktasının üzerinden yürüdüğünü, her yeni teknolojik gelişmenin kendine uygun bilgi, bilim düzeyi tutturduğunu, bununla temas eden toplumların, bilim ve bilgi üretiminde öncülük ettiğini vurgulamaya ve göstermeye çalışıyorum. Yoksa 1980 öncesi geri bölge ve ülke insanlarının, toplumsal ilerlemeye hiçbir katkılarının olmadığını söylemek istemiyorum. Onlar da teknolojik ilerlemenin ileri uç noktasındaki çiçeklemenin, tomurcuklanabilen küçük dallarını, ana gövdeyi ve köklerini temsil ediyorlar. Dünyanın toplumsallaşması ve ilerlemesi ile bu dallar, gövde ve köklerce içerilmiş olarak devam etmiştir. Dolayısıyla asla, onların ve çocuklarının öldürülmesi kaygısını taşımadığım anlaşılmamalıdır. Çünkü onlar olmasaydı, söz konusu ileri uç noktadaki çiçeklenme, bugünkü dünyaya ekonomisine yayılı teknolojik çiçeklenme de olmayacaktı…
[12] Lenin (27 Nisan 1920), Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yayınları, 6’cı baskı, S. 116-117.
[13] Marks-Engels (1848), Komünist Partisi Manifestosu, Bilim ve sosyalizm yayınları (1976), S. 37, 38, 41 ve 43. (…) Lenin (Ağustos 1915), Sosyalizm ve Savaş, Sol Yayınları, 4. Baskı (1978), S. 11. (…) Lenin (27 Nisan 1920), Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yayınları, 6’cı baskı, S. 116-117.
[14] Bu konuda bakınız: Engels’in, Anti Dühring adlı eserindeki, “Tarihte zorun rolü” bölümleri ile (…) Nazım Can (23 Mayıs 2016), Toplumu Biçimlendiren Olguların Tarihsel Eylemi -1, 2 ve 3- adlı, ozguruniversite.org’daki yazılarına. (…) Nazım Can (12 Ocak 2020), Sol-Sosyalist Söylem ve Sosyalist Emekçi Paradigma, ozguruniversite.org web sitesi.
[15] Nazım Can (2019), Toplumların Altyapı Anatomisi ve Marksizm –IV ve VI-, ozguruniversite.org web sitesi.
[16] Marks-Engels (1848), Komünist Partisi Manifestosu, Bilim ve sosyalizm yayınları (1976), S. 37, 38, 41 ve 43. (…) Lenin (Ağustos 1915), Sosyalizm ve Savaş, Sol Yayınları, 4. Baskı (1978), S. 11. (…) Lenin (27 Nisan 1920), Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yayınları, 6’cı baskı, S. 116-117.
[17] Marks-Engels (1848), Komünist Partisi Manifestosu, Bilim ve sosyalizm yayınları (1976), S. 35.
[18] A, g, e, S. 39.
[19] Marks-Engels (1846), Alman İdolojisi, Sol Yayınları 1’ci baskı (1991), S. 22.
[20] Marks’ın ünlü eseri, “Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı” adlı eserindeki meşhur tarih toplum incelemesinin özeti olan “altyapı ve üstyapı” tespitini değerlendirip, ondan esinlenen Mahir Çayan’ın devrim ile dünyayı değiştirme sezgisi şöyle biçimlenmiştir: “Hemen görüleceği gibi, Marks ve Engels’in devrim teorilerinde ağır basan yön, ekonomik ve sosyal determinizmdir. Voluntirizmin rolü, maddi koşulların belirleyici çerçevesi içindedir. Bu anlayışa göre, politik devrim, sosyal devrimin tamamlayıcısıdır. Politik devrim, maddi şartların belirleyici çerçevesi içinde ihtilalci inisiyatifin ürünüdür. (Proletarya Devrimi deyince, politik ve sosyal devrim kastedilir.)”
Mahir Çayan (1971), Bütün Yazılar, Kesintisiz Devrim I, Boran Yayınevi, 3’cü baskı (internet), S. 296.
[21] Lenin (27 Nisan 1920), Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yayınları, 6’cı baskı, S. 116.
[22] Marks-Engels (1848),Komünist Partisi Manifestosu, Bilim ve sosyalizm yayınları (1976), S. 44.
[23] A, g, e, S. 30.
[24] Nazım Can (12 Ocak 2020), Sol-Sosyalist Söylem ve Sosyalist Emekçi Paradigma, ozguruniversite.org web sitesi.
[25] Lenin (Ağustos 1915), Sosyalizm ve Savaş, Sol Yayınları, 4. Baskı (1978), S. 114-115. Ve bakınız: Lenin (27 Nisan 1920), Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yayınları, 6’cı baskı, S. 108-112.
[26] Nazım Can (23 Mayıs 2016), Toplumu Biçimlendiren Olguların Tarihsel Eylemi -4- ozguruniversite.org web sitesi.
[27] A, g, e. -2-
[28] Marks-Engels (1848),Komünist Partisi Manifestosu, Bilim ve sosyalizm yayınları (1976), S. 46.
[29] Konuyla ilgili olarak Mahir Çayan’ın yazıları, özellikle “Revizyonizmin Keskin Kokusu” ile “Kesintisiz Devrim” yazılarına dönülüp bakıldığında, onun ne kadar büyük bir teorik kapasite olduğu teslim edilecektir.
[30] Engels (1876), Doğanın Diyalektiği, Sol Yayınlar, 8. Baskı (2006), S. 76-77.
[31] A, g, e, S. 78.
[32] Geniş bilgi için bakınız: Nazım Can (23 Mayıs 2016), Toplumu Biçimlendiren Olguların Tarihsel Eylemi -1-, ozguruniversite.org web sitesi.
[33] Lenin (27 Nisan 1920), Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yayınları, 6’cı baskı, S. 116.
[34] Hegel (1807), Tinin Görüngü Bilimi, İdea Yayınları (1986), S. 125-132.
[35] Lenin (27 Nisan 1920), Sol Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı, Sol Yayınları, 6’cı baskı, S. 116.
[36] Nazım Can (2019), Toplumların Altyapı Anatomisi ve Marksizm –VI-, ozguruniversite.org web sitesi. Ve bakınız: Nazım Can (12 Ocak 2020), Sol-Sosyalist Söylem ve Sosyalist Emekçi Paradigma, ozguruniversite.org web sitesi.