Kolaj: Independent Türkçe
Ekim ve kasım ayları; “Devlet Partisi’ni temsil eden” AKP-MHP ittifakı liderlerinin “Kardeşlik açılımı” ile iktidarın İstanbul-Esenyurt, Mardin, Batman ve Halfeti belediyelerine kayyım atamalarına ilişkin tartışmalara sahne oluyor.
İlk önce MHP lideri Devlet Bahçeli, ülkedeki sorunların çözümü ve dış tehditlere karşı iç cephenin tahkimi için Kürt kesimini temsilen Abdullah Öcalan ile DEM Partisi’ne bir çağrıda bulundu.
Öcalan’ın, lideri olduğu PKK örgütünün silah bırakıp elemanlarının da bir şekilde teslim olmasını sağlaması için TBMM çatısı altındaki bir salonda konuşması tasarlanmıştı.
“Milli birlik ve beraberlik” adına talep edilen bir konuşma olacaktı bu. DEM için biçilen rol ise şuydu:
Terörle bağlarını koparıp, geçmiş hatalarına (birkaç yıl önce Diyarbakır’da gerçekleşen Kobani protestoları benzeri eylemlere) tövbe ederek Öcalan’ın açacağı yolda faaliyetlerini yürütmek.
Bu talebinde ısrar eden ve Cumhurbaşkanından da destek gören Bahçeli, benzer içerikli çağrısını partisinin 5 Kasım 2024 tarihli meclis grup toplantısında yineledi.
Ekim başındaki konuşmasında gösterdiği sopayı bu kez de salladı: Arzu edilen olmazsa, buna uymayanlar eskisinden daha şiddetli bir şekilde çökertilecekti.
Sopa ve gözdağı sadece Kürtlere değil; aynı zamanda CHP ve diğer muhalif kesimlere de yönelikti.
Oysa ekim ayı açıklamaları siyasi partiler, medya, aydınlar ve barışsever kesimler tarafından şaşkınlık ve heyecanla karşılanmıştı.
Bu heyecan; iyimserlik, kuşkuculuk, güvensizlik ve belli oranda umudu da kapsıyordu.
Sözgelimi CHP, DEM, DEVA, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi yetkilileri bazı uyarılar eşliğinde süreci temkinli ama olumlu karşıladılar.
Bir barış sürecinin toplumsal ve siyasal onay alması için lazım gelen yüzde 80’lik oran neredeyse kendiliğinden oluşmuştu.
Söz konusu açıklamalar, toplumun barışa ilişkin beklentisinin ne kadar kitlesel olduğunu göstermesi bakımından önemli bir işaretti.
Dış tehdit kaynaklı beka (ölüm kalım) meselesi
Soru şu: Bahçeli-Erdoğan girişimi nerden icap etti?
Yanıtını Prof. Mesut Yeğen’in, Artı Gerçek gazetesinden Rojhat Abi’ye verdiği demeçte bulabiliriz:
Bahçeli’nin bu yeni süreci açıklarken ve ardından Erdoğan ona destek verirken yaptıkları açıklamalar, kurdukları çerçeve, kullandıkları kavramlar, ‘Kürt kardeşliği’, ‘bin senelik tarihimiz’, ‘ortak tarihimiz’ vs. kavramları şunu gösteriyor:
Devlet, yeni süreci 7 Ekim’den sonra bölgede yaşanan gelişmelerin yarattığı riskleri düşünerek başlattı. Bu itibarla yeni süreç bir kısmıyla sürpriz, bir kısmıyla değil.
Çünkü 7 Ekim 2024’ten (Hamas’ın İsrail denetimindeki toprakları yaptığı kapsamlı baskın-FB) sonra İsrail’in bölgede kurduğu denge, daha çok İranlı vekillerin bölgeden geriletilmesine yaslanan yeni bir denge.
Hem Suriye’de hem Irak’ta ve belki ileride İran’da da bu yeni denge Kürtlerin mevcuttakinden daha hareketli olmasının önünü açabilecek gibi görünüyor. Hareketli olma hali de bu üç coğrafyada birden Kürtlerin daha talepkâr, maruz kaldıkları statükoyu daha zorlayıcı olmalarının önünü açabilir…
7 Ekim sonrası bölgedeki yeni dengelerin ve yeni ihtimallerin de bugün konuşulan ve adına çözüm süreci denmekten kaçınılan sürecin arka planını oluşturduğunu düşünüyorum. 1
Dış gelişmelere bağlı bölgesel dengelerin değişmesi hususunda benzer tespitleri daha önceki bir makalemde kaleme almıştım.
Erdoğan’ın İsrail kaynaklı dış tehlike ve altüst oluşlarla ilintili olarak “Türkiye’nin güneyinde (Suriye’nin kuzeyi-Rojava) ve Güneydoğu bölgesinde yaratılacak kargaşa ve kaos!” endişesini biraz irdeleyelim:
- İsrail’in yayılmacı Arz-ı Mevut (Rab tarafından Yahudi kavmine vaat edilmiş Nil’den Fırat’a kadar uzanan topraklar) efsanesi, günümüz ırkçı-sağcı Siyonistler tarafından dillendirilse de, pratikte bunun gerçekleştirilme imkânı yoktur.
Esasen bu yayılmacılık, Erdoğan’ın iddiasının tersine, Türkiye topraklarını da içine almıyor. Oded Yinon imzasıyla Fransızca yayınlanmış “Le Plan Siyonist Pour le Moyent Orient” (Ortadoğu’da Siyonist Plan) isimli kitabın kapağındaki haritada bile böyle bir tehlikenin söz konusu olmadığı görülüyor.
- Bize göre Rojava ve Güneydoğu bölgesinde çıkacak kargaşa endişesi bölgedeki silahlı Kürt hareketlerinin bastırılıp bertaraf edilmesini öngörmektedir. Kürtlerin yaşadığı bölgedeki devletler Sâdabad ve CENTO paktlarını imzalamakla bu ülkelerdeki Kürtlere siyasal ve demokratik haklar vermeme, hatta onları yok sayma noktasında zaten anlaşmışlardı.
Ukrayna, Filistin ve Lübnan’daki çatışmalar bölge dengelerini değiştirince, eskisine oranla daha organize olmuş Kürtler bu gelişmeleri yakından izlemeye başladılar.
Hükmü altında yaşadığı devlet ister savunmada isterse saldırı konumunda olsun, Kürtler kimin yanında yer alırlarsa dengeleri kendi lehlerine çevirebileceklerinin farkına vardılar.
Onları yanına çekmek isteyen devletler/iktidarlar ise iç ve dış cepheyi tahkim etmeyi başarmak zorundadırlar.
Bu durum, Cumhur İttifakı’nın CHP’yi iktidar oyunundan dışlamak ve yeni anayasayı onaylatıp cumhurbaşkanını yeniden seçtirmek hesabı için de söz konusudur.
Artı Gerçek yazarı Hayko Bağdat’ın şu cümlesi, muhtemelen bu minvalde:
Bahçeli’nin kafa karıştırmaya yönelik tutarsızlıklarına anlam yüklemek için daha fazla enerji harcamamak gerekiyor. Son tahlilde iktidarın açtığı yol bir barış ihtimalini içermiyor. Türk Devlet aklı Kürt halkıyla değil, Kürt silahlı güçleriyle ilgileniyor. 2
Diyarbakır merkezli DİTAM örneği
Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi (DİTAM), sözü edilen barışma açıklamaları yapılmadan 1-2 ay önce çok katılımlı bir konferans düzenleme hazırlığı yapmış; çok sayıda basın mensubu, siyasetçi, sivil toplum kuruluşu temsilcisi, diplomat ve aydın toplantıya davet edilmişti.
Amaç: Muhtemel bir Kürt çözümüne fikirsel katkı ve bilgilendirme yapıp çıkacak sonuçları kamuoyu ile paylaşmaktı.
Katkı sunduğum “Kürt sorunun uluslararası boyutu” konusuna ilaveten hukuki, yargısal, siyasal, toplumsal ve ekonomik meseleler de forum tarzında dile getirildi.
Mesela Prof. Vahap Coşkun hukuksal, siyasal ve toplumsal sorunlara yoğunlaştı.
Diyarbakır Ticaret ve Sanayi Odası Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Kaya, AKP iktidarının “güvenlik politikaları” yüzünden bölgeye ilişkin yatırım projelerinin ayrımcılık nedeniyle ya hiç uygulanmadığını ya da küçük ölçekte hayata geçirildiğini söyledi.
Ayrıca Kaya GAP çerçevesinde yapımı tamamlanan iki büyük barajın sularının henüz akıtılmadığını, dolayısıyla bölgede tarımla uğraşan köylülerin artezyen kuyularına mecbur kaldıklarını, bunun da bölgedeki elektrik enerjisinin gerekenden fazla sarf edilmesine yol açtığını belirtti.
Keza Batı’daki şirketlerin “güvenlik” nedeniyle bölgeye yatırım yapmaktan kaçındıklarını, bölgedeki sanayicilerin de yatırımlarını ülkenin batı bölgelerine taşıdıkları ve hatta Mısır’daki sanayi merkezlerinde fabrikalar açtıklarını da vurguladı.
Prof. Erol Katırcıoğlu yatırım azlığı ve bölge insanının milli gelirden düşük pay almasına ilişkin verileri somut örnekleriyle dile getirdi.
Emekli diplomat ve yazar Aydın Selcen ise sorunun bölgesel ve küresel boyutu hakkındaki genel diplomatik kurallarla Erbil Konsolosluğundaki görevi sırasında yaşadığı Kürt meselesi eksenli siyasi tecrübelerini paylaştı.
Siyasallaşan yargının iktidara hizmet edecek biçimde işletildiğine ilişkin örnekleri de 3 farklı avukat ve aydından dinledik.
Bu vesileyle konuştuğum Av. Ahmet Özmen (Diyarbakır Barosu eski Başkanı), gazeteci Faruk Balıkçı (Güneydoğu Gazeteciler Cemiyeti eski Başkanı) ile Mehmet Türk (Eski Doğan Haber Ajansının bölge muhabiri) ve diğerleri; Diyarbakır, Siirt, Mardin, Van, Bingöl ahalisinin yeni girişimi kuşkuyla karşıladıklarını söylediler.
F. Balıkçı, “Önceki Kürt açılımından daha fazla umutlu olan halk, o acı tecrübeden sonra şimdiki sürece daha temkinli ve şüpheyle bakıyor!” dedi.
Forum tarzında geçen konuşmalar arasında iyimser, karamsar, temkinli, kuşkulu görüşler dillendirildi.
CHP’li Ahmet Özer’in tutuklanıp yerine kayyım atanması ise ibreyi şüpheci ve kötümserlerden yana kaydırdı.
Kriz ve kayyım atamalarına farklı bir bakış: Şok terapisi ve büyülü gerçekçilik
AKP iktidarı bu tartışmaların üzerinden hiç zaman geçmeden CHP’li Belediye Başkanı Prof. Ahmet Özer’i tutuklatıp yerine alelacele kayyım atadı.
Akabinde DEM partili adayların kazandığı Mardin, Batman ve Halfeti belediye başkanları da azledilip yerlerine kayyımlar tayin edildi.
Göreli iyimser ve temkinli hava, kayyım olayından sonra tersine döndü. Haksızlığa karşı gerçekleştirilen eylemleri engellemek için başvurulan polis şiddeti protestoların çoğalmasına yol açtı.
Özellikle de CHP ile DEM partili siyasetçiler; bilhassa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bilgisi ve talimatıyla yapıldığı varsayılan kayyım atama ve güvenlikçi politikayı sert biçimde eleştirmeye başladılar.
Peki, ekim ayı başlarında barış için el uzatan Bahçeli ve onu destekleyen Erdoğan, kasım ayında niçin baskı ve tecrit politikası izliyor?
Medya ortamında farklı fikir, eleştiri veya iktidar yanlısı değerlendirmeleri okuyup izlerken, gazeteci Bahadır Özgür’ün meslektaşı Didem Mercan ile youtube üzerinden yaptığı derinlikli söyleşi dikkatimi çekti.
Oldukça yararlandım. Edindiğim çıkarsamaları kendimce formüle edip paylaşmak isterim:
Ülke tarihinin en derin ve iflah olmaz krizi (siyasi-ekonomik-toplumsal-hukuksal bunalımı) yaşanmaktadır. Sıra dışı bir belirsizlik yeri göğü kaplamış. Günlük hayatın istikrarsız ve çalkantılı gidişatı içinde vatandaş bırakın yarınını, bir saat sonrasını bile planlayamıyor; farklı ölümler (kazalar, cinayetler, hastalıklar ve silahlı çatışmalar) yaşanıyor. İnsanları ayakta tutup umut verebilecek devlet hizmetleri ise sunulmuyor.
Böylesi bir kaotik dönemde Kürt meselesi gibi yaşamsal bir sorunu aniden gündeme getirmek, gerçekte çözümsüzlüğü planlayıp ona oynamaktır. Bu noktada bilinçli bir siyasi hesap vardır. Dolayısıyla DEM Partisi Bahçeli ve Erdoğan’a yanıt verecek mi yahut Öcalan Meclis’te konuşabilecek mi türünden günübirlik tepkiler bizi meselenin girdabında boğabilir. Zira bu tür tepkiler, aslında gözle görüldüğü gibi olmayan meselelerin peşine takılmamıza yol açabilir.
Evet, gelişmeleri ve somut verileri konuşup tartışmak lazımdır. Ancak anlık tepkilerden ziyade gelişmenin arka planını iyi düşünmek, eyyamcı politikalardan kaçınmak da şarttır. Büyülü gerçekçilik, Erdoğan’ın yanına çekmek istediği Kürtlere bir ikramı gibidir.
Şimdiye kadar Türkiye kamuoyuna beklemeyi ve sabırlı olmayı tavsiye eden Erdoğan, MHP liderinin malum sürpriz açıklamasıyla toplumu şok tedaviye tâbi tuttu. Yani girişimi Erdoğan planlıyordu, Bahçeli bunu öngörüp atik davranarak önünü kesmiş oldu.
Öte yandan rejim içindeki çelişkilerle, rejimin muhalefet ve kitlelerle olan çelişkisini birbirinden ayırmak lazım. Bahçeli’nin gidişata müdahalesi bu düzlemde görülmelidir. Müdahale girişimi; rızayı sopayla da tanzim eden veya bozan bir hamledir. İktidar kendi meşruiyet krizini seçim oyunlarıyla aşmaya; karşı tarafın (muhalefetin) meşruluğunu zedelemeye yönelik bir siyaset izliyor. Prof. Ahmet Özer’in tutuklanması da CHP’den kimin (Ekrem İmamoğlu-Özgür Özel-Mansur Yavaş) cumhurbaşkanı adayı olacağı meselesi de muhaliflerin meşruluğunu sorgulamaya yöneliktir.
Dikkat edilmeli; Bahçeli’nin el uzatması DEM’i şaşırttı. Eli tutsa mı, tutmasa mı? Demek ki burada kurma yerine oyun bozma ön plana çıkıyor: Kayyım atamaları da böyle. Rejim, 2019 yılında daralmış bir zemini genişletmek yerine, karşı tarafın bastığı alanı bozmayı ve kendine göre ayar vermeyi hedefliyor. Kendi içinde politika belirleyip karşı tarafın sınırlarını çizebiliyor.
Dolayısıyla iktidar/rejim içi (Bahçeli ve Erdoğan arasındaki ihtilafları dâhil) çelme ve çelişkiler, ayrıntıda farklı düşünseler de siyasal sahneyi düzenlemeye matuftur. Bu çerçevede Bahçeli; ısrarla CHP’ye ‘sen karışma ve kenarda dur’, Öcalan’a ‘sen gelip silah bırakma çağrısı yap’ diyor.
Cumhur ittifakı öylesine dayatmacı ki; süreci desteklememek, eleştirmek veya dışarıda kalmak şiddete hedef olmak manasına geliyor. İktidar açılım diyor ama kabul etmeyeni de ezerim diyor. Ancak aynı çerçevede Bahçeli siyasal anlamda bir sorumluluk taşımıyor. Toplumsal zeminde hareket ederek alanını genişletmeye bakıyor.
Rejimin 15 yıldır izlediği bu siyaset iktidarın fıtratında var zaten. Muhalif karşı tarafı dağıtma ve çağrıya uymayanı da dövme politikası izleniyor. 3
Dışlayıp ezmenin toplumsal zemini: Kutuplaştırma ve otoriterlik
Dikkat edilirse, Bahçeli-Erdoğan’ın ikili (barışma ve ötekileştirme) girişiminin de sosyo- politik bir yanı var.
Mevcut düzen, sorunlarla baş edip çözme yeterliliğine sahip değil.
Kurumlar büyük ölçüde temsil yeteneğini yitirmiş ve güvenilmez hale gelmiş.
Ekonomi azami ölçüde yeniden ve adil dağıtım kapasitesini kaybetmiş.
Çeşitli sebeplerle kutuplaştırılıp uç noktalara itilmiş toplum ise kural ve yasa tanımıyor.
İhkak-ı hakkı yani devletin sağlayamadığı adalet ve düzeni, bileğinin yahut silahının zoruyla gerçekleştirmeye fazlasıyla meyilli olabiliyor.
Bu ise gerektiğinde demokrasi kırıntılarını da silip ortadan kaldırmanın mecburi olduğu yolunda bir toplumsal kanaat/algı yaratıyor.
Siyasi akımlar, dünyadaki sancılı gelişme ve büyük kargaşanın yol açtığı meselelerle baş edemeyince, orta alt ve en alt kesimlerdeki müesses nizama (kurulu düzene) yönelik isyan ve galeyan hali, esasında sıradan faşizm denilebilecek bir kitlesel totaliterlik akımı haline geliyor.
Sonuçta “Yıkın bu düzeni!” çağrısı aşırı sağcı, radikal muhafazakâr ve Türkiye somutunda Türkçü-İslamcı diğer deyimle milliyetçi-mukaddesatçı bir kalıba giriyor.
Ortamın belirsizliği endişeyi artırma dinamiği olabildiği gibi daha şiddetli ve daha baskıcı bir çeşit faşizmin de zeminini hazırlıyor.
Ayrıca Kürt meselesinin ortaya çıkış sürecinden beri “Kürt”, “Kürdistan”, “Özerklik”, “Kürtçe” gibi siyasal kavramlara aşırı tepki verilmesine yol açabiliyor.
“Fare Çuvalı” Teorisi: Toplumu birbirine düşürmek
Mısır’da geçmiş bir hikâyeye istinaden alınıp yaygınlaştırılan bu teori aşağıdaki hikâyeye dayanıyor:
Mısır’ın bir köyünde tarım mühendisi olarak çalışan bir adam, Kahire’ye gitmek üzere trene biner. Yanına, köyün yaşlı çiftçilerinden biri oturur. Mühendis, çiftçinin ayakları arasında bir çuval olduğunu fark eder.
Yol boyunca çiftçi, her çeyrek saatte bir çuvalı çevirip içindekileri karıştırır, sonra tekrar ayakları arasına yerleştirmektedir. Mühendis çiftçinin bu hareketini garipseyerek çuvalın hikâyesini sorar.
Çiftçi: ‘Fareleri ve sıçanları yakalayıp bunları Kahire’deki Ulusal Araştırma Merkezi’ne satıyorum; orada laboratuvar deneylerinde kullanılıyorlar’ der.
Mühendis, ‘Peki bu çuvalı neden sürekli çevirip sallıyorsun?’ diye sorar.
Çiftçi şöyle der:‘Bu çuval fareler ve sıçanlarla dolu. Eğer çuvalı çeyrek saatten fazla sallamaz ve çevirmezsem farelerle sıçanlar rahatlayacak ve yerleşecekler. Bu durumda, onların gerginlikleri azalacak ve çuvalı kemirip delmeye başlayacaklar. Bu yüzden onların korku ve gerginliklerini artırmak için her çeyrek saatte bir çuvalı sallıyorum. Böylece birbirleriyle çatışırlar, içgüdülerine kapılırlar ve çuvalı unuturlar. Ta ki Araştırma Merkezi’ne varana kadar.’
İktidarın izlediği mevcut açılım politikasıyla genel siyaseti çalkalayıp ayırmak ve birbirine düşürme zihniyetine dayanıyor.
Mevcut barışı girişimine ilişkin spekülasyonlar
Bahçeli ile Erdoğan’ın işi resmiyete döküp açıklama yapmalarının ardından MAZLUMDER eski yöneticisi ve Temel Strateji Araştırma Merkezi Başkanı (Mardin-Nusaybinli) Abdurrahim Semavi’nin bir söyleşisi 24 Ekim 2024 tarihli Rûdaw sitesinde yayımlandı.
2013-2015 yıllarındaki çözüm süreci döneminde de Akil İnsanlar heyetinde yer alan Semavi, “Proje inisiyatifinin AKP iktidarının tekeli ve denetiminde olacağını” ileri sürerek şunları söylüyor:
Kürt sorununun çözümüne yönelik adımlar söz konusu. Mevcut durumda PKK lideri Abdullah Öcalan ile Kandil, Rojava ve Avrupa arasında anlaşmazlık var. Proje çerçevesinde sadece PKK meselesi çözülmeyecek. PKK dışındaki Kürtler de muhatap alınacak.
Türk hükümetinin 15-16 aydır hazırladığı bu proje sadece Türkiye’deki Kürt sorununun çözümüne yönelik değil. Doğu, Batı, Güney ve Kuzey Kürtleriyle ittifak kurulacak… Proje 5 yıl içinde yapılacak; adım adım ilerleyecek.
Türkiye halkı ve Kürtler projeye hazır olana kadar proje adım adım inşa edilecek… Bu süreçte sadece Kandil’de olanlar değil, diasporada yaşayanlar da geri dönecek ve onlara da geri dönüş yolu açılacak. 4
Doğrusu, yukarıdaki iddialar bana ikna edici gelmedi.
Daha çok AKP iktidarının soruna ilişkin (eğer varsa) projesinin pazarlaması, reklamı veya propagandası mahiyetinde olup bir çeşit algı yönetimine benziyor.
Semavi’nin, “AKP iktidarının Suriyeli, Iraklı, İranlı ve Türkiyeli Kürtlerle ittifak kuracağı” yolundaki tespiti ise farklı bir anlamda “Yeni Osmanlıcılık” politikasını hatırlatıyor ki, son süreçte buna benzer bir önerinin ABD’li yetkililer tarafından Türkiyeli muhataplarına iletildiği bilgisi bende de mevcut.
ABD önerisinin özü ise şu:
Bölgede büyük değişiklikler ve altüst oluşlar yaşanacak. Vakit varken Kürt meselesini bir an önce çözmeye bakınız. Böyle yaparsanız bölgedeki Kürtlerin hamisi bir devlet konumuna gelirsiniz. Aksi halde başınız beladan kurtulmaz.
10 maddelik Türkiye-Kürt mutabakatı
Benzer bir iddia, ABD’de yaşayan yazar-akademisyen Prof. Taner Akçam imzasıyla Halil İbrahim isimli bir Kürt politikacıya dayandırılarak ortaya atılmıştı.
Akçam’a göre AKP iktidarı ile Öcalan arasında varılan 10 maddelik mutabakatın içeriğinde şunlar vardı:
A. Öcalan Newroz 2025’te serbest bırakılacak. Öcalan, silahlı mücadelenin bittiğini ve PKK örgütünü tasfiye ettiğini açıklayacak. Kendisine belki siyaset yasağı gelecek ve Erbil’e yerleşecek. Üst düzey 88 PKK yöneticisi Türkiye’ye giremeyecek, başka ülkelere gidecek. Hapiste olanlar ise ceza indirimleri sonucu salıverilecekler.
Belediyelerde Türkçe ve Kürtçe kullanılacak. Özerklik yerine güçlendirilmiş yerel yönetim kuralı uygulanacak. Okullarda 8. sınıfa kadar Kürtçe okutulacak. Demirtaş, en az 22 yıl hapiste kalacak.
Rojava (Suriye) Kürtleri için Öcalan önerisi, buranın Türkiye tarafından tanınmasıdır. Türkiye ise Mazlum Abdi’nin görevden alınmasını ve Kürt silahlı birimlerinin Suriye yönetimi muhalifi ve Türkiye destekli Milli Suriye Ordusu saflarında yer almasını şart koşuyor. Rojavalılar bunu kabul etmezlerse, Türkiye garantörlüğünde Suriye’nin resmi ordusuna katılacaklar. Maksat, Kürtlerin ABD denetiminden kurtulmasıdır…
Mutabakat adı altında sunulan ayrıntılı maddeler, son derece sansasyonel ve spekülatiftir.
Mevcut gelişmeler Abdurrahim Semavi, Taner Akçam ve Halil İbrahim’in iddialarını doğrulamadığı gibi, son günlerdeki kayyım atamaları da tam tersini kanıtlıyor.
İran tarzı bir çözüm dayatması: Pax Ottomana yahut otoriter barış
Erdoğan ve Bahçeli’nin sunduğu projede savaşın nasıl bitirileceği ve barışı nasıl kurulacağı belli değil.
Ezilenin razı olup olmamasına aldırmadan ona otoriter bir barış dayatılıyor.
Ancak bu barış temel sorunları çözemeyecek.
Bahçeli-Erdoğan ikilisinde cisimleşen devletin zorla kabul ettireceği bir barış söz konusu olacak.
Ezilenin rızasının zorla üretileceği bir barış ise sonuçta Kürt ve Türk halkına yaramayacak.
Özünde sorun halledilmemiş olacak.
İranlı Kürt merhum Abdurrahman Qasımlo’nun 100 bin Peşmergesini dağdan çekmesi (1979-1980) sürecinde sadece KDP-İran değil, Komela ve diğer silahlı Kürt hareketlerini İran tarafından ezilmişti.
Akabinde başkenti Senendej olan Kürdistan isimli eyalet sınırları içinde güçlendirilmiş bir yerel yönetim kurup, kendine yakın Kürt milletvekilleri ve siyasetçileri sahneye çıkarmıştı.
Kürtler acı örneği iyi bilmekteler. Nitekim İran’daki Kürt sorununun günümüzde de çözülmediğini gördük.
2023 yılında Senendecli Kürt kızı Mahsa Jina Emini’nin öldürülmesi sonucunda Kürdistan’daki sivil itaatsizlik eylemlerine de tanık olduk.
Amerikalı yazar ve şair Charles Bukowski (1920-1994) tarafından kaleme alınan şu dörtlükle bitireyim:
Hangi çiçek, diğerini ‘sarı açtı’ diye ayıplar?
Hangi kuş, ‘farklı ötünce’ diğerine yasak koyar?
Derisinden, dilinden ötürü öldürülüyor insanlar.
Ah insanlar! Her şeyi bulup kendini bulamayanlar.
Kaynaklar:
1- https://artigercek.com/guncel/yeni-cozum-sureci-tartismalari-mesut-yegen-kurt-kamuoyunda-prestiji-yuksek-322147h, 3 Kasım 2024.
2- https://artigercek.com/makale/kurt-halkiyla-degil-kurt-silahli-gucleriyle-ilgileniyor-322422, 6 Kasım 2024.
3- https://soundcloud.com/gazeteduvar/kurt-sorununda-cerceveyi-kim-ciziyor.
4- https://www.rudaw.net/turkish/middleeast/turkey/2410202422.
*Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Independent Türkçe’nin editöryal politikasını yansıtmayabilir.
© The Independenttur