2016 Global Research 12 Aralık
Sizin bu yazıyı okuduğunuz gün, yeryüzünde 200 türün ( bitki, kuş, hayvan, balık, amfibi, böcek, sürüngen ) varlığı ortadan kalkmış olacak. Ertesi gün bir 200 tür daha sonsuza kadar yok olmuş olacak.
Yeryüzünde yaşama yönelik, insanın yaptığı bu acımasız yıkımın gezegen tarihinde emsali görülmemiştir. Dünya, türlerin kitlesel yok oluşuna altıncı kez tanık oluyor ve bu seferkinin müsebbibi insan. Ayrıca bu toptan yok oluş giderek hızlanıyor ve etkisi o kadar büyük ki Birleşmiş Milletler, uluslararası kuruluşlar ve hükümetlerin aldığı bölük pörçük önlemler ancak dostlar alışverişte görsün kabilinden oluyor.
Ve durum şu anda, yalnızca böcekler, amfibiler ve bir şekilde tanımlandığını ve insanlar tarafından isim verildiğini varsaydığımız, hakkında hiçbir şey duymadığımız hayvanlardan oluşan ‘görünmez’ türlerin yok oluşu değil.
Sen ve ben, şu anda yaşayan en ikonik türlerden bazılarının neslinin tükenmesine neden olmak üzereyiz. Bazıları ‘son derece kritik bir eşikte’ olan türlerden oluşan fotoğraf galerisine bakmak isterseniz, bakınız ‘Resimlerle, insanlar tarafından sınırlarına getirilmiş doğal yaşam’ ( ‘World’s wildlife being pushed to the edge by humans – in pictures’).
Türlerin neslinin tükenmesine ilişkin daha fazla fikir edinmek istersen, yakınlarda yayınlanan raporlara bakabilirsin: ‘Doğal Yaşama Karşı İşlenen Suçlar Raporu: Koruma Altındaki Türlerin Ticareti ( World Wildlife Crime Report: Trafficking in protected species)’ ve ‘2016 Yaşayan Gezegen Raporu ( Living Planet Report)’ . Yaşayan Gezegen Raporunda şu cümleler yer alıyor: ‘Raporda yer alan en önemli istatistik, 1970-2012 yılları arasında % 58’lik bir düşüş olduğunu ortaya koyuyor. Bu veri, hayvan popülasyonunun kırk iki yılda yarıdan daha azına indiği anlamına geliyor.’
Ve dünyadaki okyanuslarda ne olup bittiğini öğrenmek istersen BM’nin yayınladığı yeni rapor bu konuda kafa yormana neden olacaktır: ‘Yeni BM raporunda denizlerde çöplerin sekiz yüzden fazla türe zarar verdiğini ve bunun ülkelere maliyetinin milyonları bulduğu belirtiliyor.’
Elbette ki, bunların bir kısmı süregitmekte olan iklim felaketiyle alakalı ve bu cepheden hiç iyi haberler gelmiyor. Bunun için, ‘Kuzey Kutbunda Meydana Gelenler Akıllara Durgunluk Veriyor’ (‘What’s Happening in the Arctic is Astonishing’) isimli yazıya bakınız.
Fakat, iyi gitmeyen şeylerin hepsini de tam olarak bilmiyoruz. Örneğin, toprağın da canına okuduğumuzu biliyor muydunuz? Öyleyse ‘Bu Şekilde Toprak Bozulmaya Devam Ederse Tarım Yapmak İçin Son 60 Yıl’ (‘Only 60 Years of Farming Left If Soil Degradation Continues’) isimli yazıya bakınız.
Ve bugün azotun bile devasa problem olduğunun farkında mısınız? ‘Bilim İnsanları Göz Ardı Edilen Azot Tehlikesine Dikkat Çekiyorlar’ (‘Scientists shine a spotlight on the overlooked menace of nitrogen’ ) adlı yazıyı okuyunuz.
Şüphesiz, askeri şiddet de, doğal kaynaklar için savaşırken toprağı, suyu ve atmosferi tahrip ederek ( insanları öldürmekten söz etmiyoruz ) yeryüzünün ekosistemleri üzerinde yıkıcı etkiye neden oluyor. Şu makaleleri okumak hiç de keyif vermeyecek: ‘Petrol cehennemi Irak – eko-terörizme karşı hükümet hiçbir şey yapmıyor’ (‘Iraq’s oil inferno – government inaction in the face of eco-terrorism’ ) ya da Savaş Projesinin Toksik Kalıntıları ( Toxic Remnants of War Project) adlı internet sitesi.
Fakat her bir askeri harcama eninde sonunda yıkım için kullanılır. Başka bir işlevi yoktur.
Oysa, dünyada 2.5 milyar insan yeteri kadar besin alamıyor. Bakınız: ‘Her üç kişiden biri yetersiz besleniyor ve bunun küresel ekonomiye maliyeti yılda 3.5 trilyon dolar’ (‘One in three people suffers malnutrition at global cost of $3.5 trillion a year’)
Bunların hepsini okuduğunuzda ‘Hayır sorumlu ben değilim’ diyebilirsiniz! Ama yanılıyorsunuz. Sorumlu olmanız için, hayatta kalmak amacıyla dişleri için filleri öldüren yoksul bir Afrikalı olmanız gerekmez, sentetik zehirlerle toprağı öldüren bir çiftçi olmanız da gerekmez, insanları öldüren ve yok eden bir asker ya da küresel şirket için çalışan, öyle ya da böyle köylüleri topraklarından eden bir kişi olmanız da şart değil.
Sorumlu olmanız için askeri ihtiyaçlar için vergilerini ödeyen, küresel seçkinler tarafından yürütülen küresel şiddet ve sömürü düzenine hiç itiraz etmeden katılırken, dünya kaynaklarından üzerine düşen hisseden daha fazlasını tüketen ‘sıradan’ bir şahıs olmanız yeterlidir.
‘Peki neden?’ diye sorabilirsin.
İnsan kaynaklı bu kitlesel yok oluşta en önemli etmen, korkunç bir şey olsa da bazı insanların belli türleri avlamasına benzer nedenler değildir. İşin aslı, türleri uçurumun kenarına iten yalnızca iki sebep var: karada yaşayan canlıların habitatını, – ormanlar, meralar, sulak alanlar, turbalıklar, mangrovlar* … – insanın yararı için ( ister yerleşim alanı olarak, ister ticari amaçlı, ister maden için, ister tarım amaçlı isterse de askeri amaçlı olsun ) bitmek tükenmek bilmeyen bir çabayla yeryüzünün doğal alanlarını her defasında daha fazla işgal ederek sistematik olarak yok etmemiz ve su kanallarını, okyanusları; radyoaktif atıklar, karbondioksit, envai çeşit zehir ve kimyasal atıklar ve hatta plastik atarak yok etmemiz.
Ve bu karada ve suda yaşam alanlarını yok etmede asıl etmenin ne olduğunu biliyor musunuz? Tamamı, genelde sizin yaşadığınız yere uzak olan kara ve su yaşam alanları kullanılarak üretilen ürünler ile bu yaşam alanlarından elde edilen kaynaklara olan talebiniz. Yiyecek ve kıyafet gibi en temel ürünler zaman zaman yağmur ormanları yağmalanarak yaratılan tarım alanlarında üretilir ya da aşırı avlanma yüzünden küresel balık stoklarının tükendiği okyanuslardan çıkarılır. Fakat bu kaynakları kullanırken toprağın, okyanusun ve su kanallarının kendini yenileme için gerekli olan girdilere ve zamana olan ihtiyacını hesaba katmayız.
Ayrıca; yoksul insanları, hayatlarını sürdürebilmeleri için marjinal arazilerde tarım yapmaya ya da nesli tükenmekte olan hayvanları avlamak zorunda bırakan, kaynakların adaletsiz bir şekilde dağıtılmasından oluşan sisteme sorgusuz sualsiz dahil olmaya da devam ediyoruz.
Bu yüzden arkanıza yaslanıp oturarak Birleşmiş Milletlerden, uluslar arası kuruluşlardan ya da hükümetlerden bu sorunu çözmek için mucize yaratmalarını beklemeyin. Zaten, şirket kârlarını ve askeri şiddeti insanların eşitliğine ve ekolojik sürdürülebilirliğe yeğ tutan geçerli paradigmayla iş gören örgütlerle bunun olması mümkün değildir.
Onca tersi söyleme rağmen bu örgütler sanayileşmiş toplumları aşırı tüketime teşvik ediyorlar ve gelirin ve zenginliğin adaletsiz bir şekilde dağıtılmasına olanak tanıyorlar, çünkü bu durum bu örgütleri, kuruluşları ve hükümetleri yönetenlerin çıkarına yarıyor: bu kudurmuş şirket elitleri ‘bilançodaki son toplam’ dışında herhangi bir değeri görebilme yeteneğinden mahrumlar. Bakınız ‘Küresel Seçkinler Kudurdu’ ( ‘The Global Elite is Insane’)
Eğer insanlığın yüz yüze kaldığı bu en büyük felakete karşı harekete geçmek istersen, –biyosferimizle uyumlu ve diğer insanlarla eşitlik içinde yaşamayı öğrenerek kendi yok oluşumuzu önlemek – seni kişisel sorumluluk alma konusunda yüreklendirebilirim.
Eğer yapacaksan hemen harekete geçmen gerekiyor. En basitinden kişisel tercihlerinin bazılarında zor fakat çok değerli değişikliklere gidebilirsin. Tıpkı vegan ya da vejetaryen olmak gibi, organik ya da biyodinamik gıda ürünleri satın alabilir ya da üretebilir ve kararlı bir şekilde hangi zehir türü olursa olsun kullanmayı, araba sürmeyi ya da uçağa binmeyi reddedebilirsin.
Fakat daha bütüncül bir yaklaşımda bulunmak istiyorsan da en etkili yol, dışarıya bağımlı olmadan kendi kendine yetebilme becerini geliştirirken, kişisel tüketimini sistematik olarak azaltmandır. Anita McKone ile ben ‘The Flame Tree Project to Save Life on Earth’( Yeryüzündeki Yaşamı Kurtarmak için Alev Ağacı Projesi) ismiyle yayınladığımız on beş yıllık bir strateji tasarladık.
Ayrıca, dostumuz olan diğer türlere karşı şiddeti de içeren ‘The People’s Charter to Create a Nonviolent World’ ( Şiddetsiz Bir Dünya Yaratmak için Halklar Sözleşmesi) isimli sözleşmeye internet üzerinden imza atmayı da düşünebilirsin.
Modern insan varlığının gizli trajedilerinden birisi de olan bitenlerden kişisel olarak sorumlu olmadığımıza inanarak yılgınlığa düşmemizdir. Bakınız ‘The Delusion “I Am Not Responsible”‘ ( ‘ ” Bu Durumdan Ben Sorumlu Değilim” yanılgısı’) .
Daha kapsamlı bir açıklama için bakınız ‘Why Violence?’ (‘Neden Şiddet?) ve ‘Fearless Psychology and Fearful Psychology: Principles and Practice’ ( ‘ Korkusuz ve Korku Dolu Psikoloji: İlkeler ve Uygulamalar’ ).
Çok az kişi fark yaratabileceğine inanıyor ama bu doğru değil.
Ve, hiç bir şey yapmamaya ya da yapılması gerekenleri başkalarına bırakmaya karar verdiğin her defasında, başkalarının da neden hiçbir şey yapmadığını göstermiş oluyorsun.
Yok oluş bize el sallıyor. Ne yapmayı düşünüyorsun?
Robert J. Burrowes bütün ömrünü insanın uyguladığı şiddeti anlamaya ve sona erdirmeye adamıştır.1966’dan beri insanoğlunun neden şiddet uyguladığını anlama çabası içinde kapsamlı araştırmalar yapmaktadır ve 1981’den beri de şiddet karşıtı bir aktivisttir. ‘Why Violence?‘http://tinyurl.com/whyviolence ( Neden Şiddet? ) adlı kitabın yazarıdır. Mail adresi [email protected] ve internet sitesi http://robertjburrowes.wordpress.comdur.
Bu metnin orijinali Global Research’de yayınlanmıştır.
Copyright © Robert J. Burrowes, Global Research, 2016
*Mangrov: Gelgit sonucu oluşan haliçlerde, tuzlu bataklıklarda ve çamurlu kıyılarda sık ormanlar oluşturan bazı ağaç ve çalı türlerine ve oluşturdukları ormanlara verilen isim.
Çeviri: Özgür Girişen