“Her şey hızla metalaşırken, beyinsel faaliyetin de metalaşması “şeyleşmesi” kaçınılmaz hale geliyor. Dolayısıyla, aklın ve iradenin kurtarılmaya ihtiyacı var.”
(Özgür Üniversite Kuruluş Bildirgesi V. Madde)
Giriş
İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ardından anlatılagelen hikâyenin süslü başlığı olan “kapitalizmin altın çağı”, kendisine içkin olan krizlerin baş göstermesiyle birlikte eski cazibesini yitirmeye başlamıştır. Aklın iyimserliğinin yerini yasaların kötümserliğine terk etmesi uzun sürmemiş; altmışlı yıllardan itibaren, sermayenin organik bileşiminin bozulmasıyla birlikte kâr oranlarındaki azalma eğiliminin sonuçları görünür olmuştur. Krizlerin oluşturduğu basınç ile hareket eden sermaye, kendisini yeniden üretmek ve kendisi için bir çıkış yolu bulabilmek adına, organik bileşimi düşük ve emek gücü kullanımının yoğun olduğu alanlara yönelmiştir. Bu andan itibaren söz konusu harekete ivme kazandıran itkinin kaynağı ise, o güne kadar sermayenin boyunduruk altına alamadığı hangi alan ve ne varsa, hepsini, hızla kapitalist üretim tarzının her şeyi metalaştıran döngüsüne tabi kılmayı gerekli ve zorunlu kılan artık değer dürtüsü olmuştur.
Bu itkinin yön verdiği hareket ise temelde iki şekilde görünür olmaktadır. Birincisi, bu üretim tarzının kendi üretim sürecinin ürünü olan her şeyi, her seferinde, adeta bir yasa[2] düzeyinde işleyen, artık değer içeren birer meta olarak üretme çabasıdır. İkincisi ise bir biçimde sermayenin değerlenme sürecinin dışında kalarak ona direnebilen ya da artık değer üretimi için kurulan ilişkilere tabi kılınmayan ne varsa, bir yolunun bulunup, tüm bunların genelleşmiş meta üretimi sürecine çekilmesi eğilimidir. Dolayısıyla sermayenin yeniden üretimi için adeta “yeni metalar” türetmek zorunda olan kapitalist üretim tarzı, eğitim, sağlık, ilaç, temiz hava, su, orman, toprak, tohum gibi üretim alanlarının ürünlerini meta biçimine dönüştürmekten geri durmamıştır. Yetmemiş, bu tarz somut elle tutulabilir metalar dışında kalan ve sadece değişen koşullara bağlı olarak gelişen ihtiyaçları[3] gidermeye yarayan, “yararlı etki”ye sahip “yararlı şey”leri de metalaştırmaya başlamıştır. Böylece iletişim, kültür ürünleri, enformasyon, kimlik, kent, boş zaman gibi sembolik alanlar da meta üretim süreçlerine çekilmek suretiyle krizlere çözüm bulunmaya çalışılmıştır.
Sermaye açısından bakıldığında tam da böyle olması gereken süreç hem insan hem de insanın kendisine mal ederek kendisini var etmeye çalıştığı doğa açısından bakıldığında ise olumsuz sonuçlar doğurmaktadır. Dolayısıyla olumsuz sonuçlar üreten sermayenin bu hareketine müdahale etmek gerekmektedir. Müdahale edebilmenin koşulu ise önce olup biteni anlamak ve kavramaktır. Haliyle dünyanın bu pürmelal halini kendisine dert edinen herkes olup biteni anlama çabası içerisine girmiş ve ulaştığı sonuçlar bakımından müdahale etmeye koyulmuştur.
İşte bu çalışma da böylesi bir anlama ve müdahale etme çabasına katkı sunmaya çalışacaktır. Bu yapılırken takınılacak tutum, metalaşma süreçlerini kapitalist üretim tarzının her şeyi “para ile satma” ya da her şeyi “satılık hale getirme” çabası üzerinden okuma kolaycılığına kaçmamak olmalıdır. Zira böyle bir görme biçimi, kapitalist üretim sürecinin sadece bir boyutundan yani dolaşım alanından bakılınca var olan bir yaklaşımdır. Ve ne yazık ki bu algılama biçimi, tam da bu üretim tarzının yaratmış olduğu gizemleştirmenin ürünü olarak, bir kesinlik ve kararlılık kazanmış bulunmaktadır. Dolayısıyla dikkatli olunmadığında yapılan analizlerde sadece görünenden hareket edilmesi ve kapitalist üretim tarzının ezeli ve ebedi bir biçim olarak düşünülmesi kaçınılmaz hale gelecektir. Bunun, neden böyle olduğunu, Marx kendi araştırma yöntemini sunarken şöyle ifade etmektedir.
“İnsan yaşamının biçimleri hakkındaki düşünceler ve dolayısıyla bunların bilimsel analizi, genel olarak, gerçek gelişmenin tersi bir yol izler. Analize, post festum (iş olup bittikten sonra) ve dolayısıyla gelişim sürecinin tamamlanmış sonuçlarıyla başlanır. Emek ürünlerine meta damgasını vuran ve dolayısıyla meta dolaşımı için gerekli olan biçimler, insanların, bu biçimlerin, onların gözünde zaten değişmezlik kazanmış olan tarihsel karakterleri hakkında değilse de içerikleri hakkında bir açıklığa kavuşmaya kalkışmasından önce, toplumsal yaşamın fiziksel biçimlerinin kararlılığını kazanmış bulunur” (Marx, 2011a: 85, italikler Marx’a aittir).
Bu durumda söz konusu olacak her analiz, her ne kadar metalaşmanın bugün geçerli olan biçimi üzerinden hareket etse de, bütünlüklü bir biçimde sürdürülmek ve bir bütün olarak metalaşma sürecinin iç bağlantılarının açığa çıkarılacağı bir diyalektik ilişki çerçevesinde tamamlanmak durumundadır. Zira bu yolla meta biçiminin gelişimi ele alındığında; süreç içerisinde maruz kalınan değişiklikleri ve kazanılan yeni biçimleri nüanslı bir biçimde kavramak mümkün hale gelecektir. Aksi durumda meta üretimi ya da metalaşma süreçleri incelenirken analiz düzeyi yalnızca kapitalist üretim tarzındaki dolaşım alanı olarak kalma tehlikesi taşıyacaktır. Ki bu da meta[4] biçiminin her tarihsel dönemeçte üretim süreci temelinde kazandığı özgünlüklerin ya da belirlenimlerin ıskalanması sonucunu doğuracaktır. Nitekim sadece dolaşım sürecinden bakıldığında kullanım değeri ile değerin (mübadele değerinin) birliği olarak algılanan meta; üretim sürecinden bakıldığında, emek süreci ile değer yaratma sürecinin birliği ve daha üst aşamada emek süreci ile değerlenme sürecinin birliği olarak görünmektedir.
Öyleyse bu çalışmada, ilk hareket noktası genel olarak üretim ya da evrensel ve zorunlu olan emek süreci olmak koşuluyla, emek sürecinin yeni belirlenimler kazanmasıyla adım adım metalaşmanın hangi biçimlerde ve nasıl gerçekleştiği izlenmeye çalışılacaktır. Böylece metalaşmanın temel eğilimlerini anlamak mümkün olduğu kadar meta biçiminin hangi koşullarda ve hangi olanaklar üzerinden mümkün olamayacağını tartışmaya açmak ve bunun için yapılabilecek müdahalelerin hangi temelden hareketle gerçekleştirilebileceğini sezmek mümkün olabilecektir.
Metalaşma Süreçlerine Alternatif Bir Yaklaşım
Yukarıda ısrarla altı çizilmeye çalışıldığı üzere metalaşma süreçleri analiz edilirken üretim süreci ve bu sürecin hareketine bağlı olarak şekillenen meta biçiminin özgünlükleri dikkate alınmadığında temelde iki hatalı tutum gelişecektir. Bunlardan birincisinin, kapitalist üretim tarzı düzeyinde gerçekleşen metalaşmanın genel olarak basit meta üretimi ve dolaşımı üzerinden analiz edilmesi olacaktır. Böyle olduğunda ise kapitalist üretim tarzına özgü kategoriler, kavramlar ve mekanizmalar inceleme sırasında işe koşulamayacaktır. Zira kapitalist üretim tarzını kendisine özgü kılan, emek gücü ile sermaye ilişkisi yani emek gücünün emeğinin nesnel koşullarından kopartılarak emek piyasasına fırlatılması ve bunların sonucunda ortaya çıkan artık değer üretimidir. Dolayısıyla bunun gerçekleştiği değerlenme süreci ile ilgili kategoriler ve süreçler olmadan yapılan analiz; metalaşmayı kaçınılmaz bir biçimde pazarda “para ile satılan” ya da “satılık hale gelmiş” basit metaların dolaşımı ile sınırlayacaktır.
Metalaşmayı kapitalist üretim tarzının ürünü olan dolayısıyla artık değer içeren meta üzerinden analiz etmekle birlikte, meta üretimini yalnızca kapitalist üretim tarzına özgü bir süreç olarak değerlendirme hatasına düşülebilecek ikinci tutum ise meta üretimini kapitalist üretim ilişkileri üzerinden mutlaklaştıracak ve böylece meta biçiminin tarihsel gelişimini inceleme dışı bırakacaktır. Hatta bu hatalı bakış daha da abartılarak, kapitalist üretim tarzı dışında meta üretiminin mümkün olamayacağını ileri sürmenin kapısı aralanabilecektir. Bu da kapitalist üretimin tarzının tarihsel olarak insanlığın kurmuş olduğu üretim ilişkilerinin yeni bir uğrağı ya da biçimi olduğunun gözden kaçması anlamına gelecektir. Üstelik kapitalist üretim tarzının bileşik ve eşitsiz gelişim dinamikleri ile işlediği düşünüldüğünde kapitalist üretim tarzının kendisinden önceki üretim tarzları ile eklemlendiği ve onlarla temas halinde olduğu görülmektedir.
Dolayısıyla bunu unutan bir analiz kaçınılmaz bir biçimde, daha önceki üretim ilişkilerinin ürünü olan kullanım değerlerinin, kullanım değeri ile değerin birliği olarak üretilmiş olan basit metalarda söz konusu olduğu gibi, artık değer içermeksizin de metalaşacağı gerçekliğini gizemleştirmiş olacaktır. Bu da, kapitalist üretim tarzının mümkün dünyaların en iyisi olduğu üzerinden bu üretim biçimini ezeli ve ebedi olarak gören bayağı iktisatçıların bulunduğu noktaya sürüklenmeyi koşullayarak; bu üretim tarzının zorunlu, mutlak ve değişmeyecek bir biçim olduğu şeklindeki bir kabule yol açabilme olasılığını içermektedir. O halde temel hareket biçimi sadece bugün görünür olanla yetinmemek ve geçmişe giderek farklı üretim tarzlarının ya da meta üretme biçimlerinin olabileceğini deşifre etmektir. Hatta bu geçmişe gidiş aynı zamanda geleceğe uzanmak bakımından yeni olanaklar yaratacaktır. Böylece gelecekte farklı üretim biçimlerinin mümkün olabileceğini ve hatta metalaşmanın hiçbir biçimde var olamayacağını sezdirmenin zemini yaratılacaktır.
İleri sürülen gerekçelerden hareket edildiğinde ise önerilecek bilimsel tutum, Marx’ın Kapital’de meta fetişizmi bölümünde takındığı tavır olacaktır. Orada Marx, var olan fetişistik durumların veya algıların, tarihsel olarak belirlendiğini ve bunların meta üretimi için toplumsal olarak kabul görmüş nesnel (yani insan iradesinden ve düşüncesinden bağımsız) biçimler olarak birer kesinlik ve kararlılık kazandıklarını söylemektedir. Bu fetişizmle malul durumu bertaraf etmek içinse mantıksal bir analizden ziyade tarihsel bir inceleme yapmaktadır. “Metalar dünyasının bütün mistisizmi”nin yarattığı “sis tabakası” ile malul büyü ve esrar ortamını dağıtmak için bugünden geçmişe doğru tarihsel bir yolculuk yaparak, daha eski üretim biçimlerine bakmaktadır. Daha sonra bunu daha da ilerleterek değer biçimi bölümünde tüm üretim tarzlarında evrensel olan emek ürünü kullanım nesnelerinin, “belirli bir gelişim çağı” temelinde metaya dönüştüklerini (Marx, 2011a: 73) ifade etmektedir. Bu da değer biçiminin gelişimi üzerinden meta biçiminin uğradığı gelişmeyi aktarmak açısından önemli bir zemin sunmaktadır.
Demek ki, böylesi bir yol izlenmek ve kapitalist üretim tarzı içerisinde herkesin gözünde bir kesinlik, kararlılık ve değişmezlik kazanmış olan meta biçiminin ya da metalaşma sürecinin aslında bir tarihsel gelişimi olduğu vurgulanmak durumundadır. Dolayısıyla, dolaysız emek sürecinden yani sadece insanların kendi ihtiyaçları için üretim yaptıkları tarihsel andan başlayarak, aşama aşama – üretici güçlerin gelişimine bağlı olarak kurulan farklı üretim ilişkilerinin belirlediği üretim tarzları üzerinden[5] – kapitalist üretim tarzının ürünü olan metaya kadar, bir bütün olarak, metalaşma sürecini incelemeye koyulmak kendisini bir zorunluluk olarak hissettirmektedir.
Bunun için kalkış noktası ise Marx’ın Felsefenin Sefaleti’nde Proudhon ile tartışırken, Proudhon’un “Kullanım değeri nasıl oluyor da değişim değeri haline geliyor?” sorusuna verdiği cevaba itirazı olacaktır. Çünkü bu itirazda Marx, cevapların “soy kütüğüne” kadar yapılan bir inceleme ile verilmediğini eleştirmekte ve bunun üzerine “değişimin kendi tarihi vardır” ve “o, değişik evrelerden geçmiştir” diyerek kullanım değerlerinin nasıl mübadele değerlerine dönüştüğünü evreler biçiminde şöyle aktarmıştır (Marx, 1966: 33-34-35; italikler sonradan):
“Bir zaman olmuştur ki, ortaçağda olduğu gibi, sadece, üretimin tüketimi aşan fazlalığı değişilmiştir. Gene bir zaman olmuştur ki, sadece fazlalık değil, bütün ürünler, bütün sanayi hayatı ticarete geçmiş veya bütün üretim, değişime bağlanmıştır. (…) Nihayet öyle bir zaman gelmiştir ki insanların başka bir şeye çevrilemez gözüyle baktıkları her şey değişime, alışverişe konu olmuş ve başka bir şeye çevrilebilir hali gelmiştir. Bu, o zamana kadar iletilip aktarılan ama asla değişilmeyen; verilen ama asla satılmayan; edinilen ama asla satın alınmayan erdem, aşk, görüş, bilim, vicdan vs. gibi şeylerin nihayet hep birden, ticaret alanına geçtiği zamandır. Bu, genel kokuşma zamanıdır, her şeyin alınıp satıldığı zamandır veya ekonomi politiğin terimleriyle söylersek her şeyin, maddi ve manevi her şeyin satılık değer olarak, hak ettiği en yüksek pahayı bulmak için pazara taşındığı zamandır.”
Bu alıntıdaki tasniften hareket edildiğinde ise meta biçiminin gelişiminde (bir kullanım değerinin yaratıldığı yani hiçbir biçimde meta üretiminin ya da metalaşmanın gerçekleşmediği emek süreçleri dışarıda bırakıldığında) şöylesi bir seyrin izlenebileceğini iddia etmek mümkün görünmektedir.
- Basit meta üretimi olarak bilinen bu biçim de ilk önce, Marx’ın da ortaya koyduğu gibi, sadece üretim fazlasının mübadeleye konu edildiği bir an gelmekte ve bu sayede bu şey meta haline dönüşmekte ya da metalaşmaktadır. Bu süreçte kullanım değeri mübadele değerine egemendir ve kullanım değeri kendisinden ayrı bir mübadele değerinin taşıyıcısı olmadan doğrudan metalaşmaktadır. Daha sonra ise “sadece fazlalık değil, bütün ürünler, bütün sanayi hayatı ticarete geçmiş veya bütün üretim, değişime bağlanmıştır” denilen süreç hayat bulmaktadır. Dolaşım düzeyinden bakıldığında, meta kullanım değerinden ayrı olarak bir mübadele değeri kazanmış ve kullanım değeri ile mübadele değerinin (değerin) dolaysız birliği haline gelmiştir. Üretim düzeyinden bakıldığında ise emek süreci ile değer yaratma sürecinin birliği olarak metalaşmadan bahsetmek mümkün hale gelmiş durumdadır. Meta bu aşamada zorunlu olarak paraya dönüşerek (yani değer yaratma sürecinin aracısı haline gelmiş olan emek sürecinde yaratılan değerin bağımsız haline gelerek) mübadele alanını genişletmekte ve adeta bir “dolap beygiri” gibi tüm metaları dolaştırmaktadır.
- Bir biçimde kapitalist üretim tarzının egemenliğini tesis ettiği bu genelleşmiş metalaşma aşamasında üretim süreci emek süreci ile değerlenme sürecinin birliği haline dönüşmektedir. Bu andan itibaren meta, kapitalist üretim sürecinin yani emek süreci ile değerlenme sürecinin birliğinin ürünü olarak kapitalist üretim sürecinin dolaysız ürünüdür yani sermayenin ürünü olarak metadır. Meta sadece kullanım değeri ile değerin birliği değil, kullanım değeri ile değerin birliği olmakla birlikte bir de artık değer içermekte yani metanın bir kısmı karşılığı ödenen emek içerirken diğer bir kısmı karşılığı ödenmeyen emek içermektedir.
- Üçüncü metalaşma biçimi ise tam olarak Marx’ın tarif ettiği gibi, insanların başka bir şeyle mübadele edilebileceğine ihtimal vermedikleri her şey mübadeleye konu olmakta ve her şey para ile değiştirilebilir hale gelmektedir. “İletilip aktarılan ama asla değişilemeyen; verilen ama asla satılmayan; edinilen ama asla satın alınmayan” erdem, aşk, bilim, vicdan, kültür, argo, kimlik, gelenek, gen, cinsellik, imge, boş zaman ve hatta metalaşmasına ihtimal verilmeyen ne varsa eş değer olan paranın karşısına çıkartılarak alnına bir etiket vurulmak suretiyle metalaştırılmaktadır. Bu biçim böylece tam da her şeyin metalaştığı sürece işaret etmektedir.
Bu son biçimde, Foley’e (2002: 431-432) göre, meta kavramı, “gelişmiş bir meta üretimi temelinde ortaya çıkan, fakat kendileri basit anlamda metalar, yani bir değişim sistemi için üretilmiş ürünler olmayan biçimleri çözümlemek için kullanılmayı” ifade etmektedir. Yani söz konusu olan adeta meta kavramının, “basit anlamıyla değil de, benzetme ve konuyu genişletme yoluyla kullanılmasıdır” (Foley, 2002: 432). Ve bu biçim her ne kadar benzetme ve genişletme üzerinden bazı sınırlılıklar içeriyorsa da, her şey ancak bu biçimde ve bu aşamadan itibaren metalaşabilecek ve bu andan itibaren kapitalist üretim tarzı, tam anlamıyla genelleşmiş meta üretimi olarak kendisini ortaya koyabilecektir.
O halde, apriori olarak görünen ve mantıksal bir biçimde sunulan bu sonuçları tarihsel bir seyir içerisinde ve tarihsel gelişmesine uygun bir biçimde serimleyerek ilerlemek daha yararlı olacaktır. Her şeyden önce kalkış noktası insanlığın temel üretim faaliyetleri (Savran, 2012: 96); eş deyişle, başlangıç noktası ya da ilk öncül “genel olarak üretim” olmalıdır. Akabinde, genel olarak üretim ile başlayan sürecin; basit meta üretimi ve sermayenin ürünü olan meta üretimi biçiminde dönüşerek; ne şekilde her şeyin meta haline geldiği noktaya ulaştığına bakılmalıdır.
1. Dolaysız Emek Süreci veya Evrensel Kullanım Değeri Üretimi
Tarihi maddeci yöntem her şeyden önce üretici güçlerin gelişmişlik düzeyine bağlı olarak üretim ilişkilerini, aynı zamanda dolaşım ilişkilerini ve bunların bileşimi olan üretim biçimlerini inceleyerek ilerlemektedir. Dolayısıyla hareket noktası, “keyfi öncüller veya dogmalar değil”, gerçek öncüllerdir. Bu öncüller de, gerçek insanlar, bu insanların etkinlikleri ve hem hazır halde buldukları (su, hava, toprak) hem de kendi üretici etkinlikleri sonucu yarattıkları maddi yaşam koşullarıdır. Ve bunları “ampirik yolla saptamak” her koşulda mümkün olmaktadır (Marx ve Engels, 2013: 30).
Marx ve Engels tarihi maddeciliği ilk kez berrak biçimde ortaya koydukları Alman İdeolojisi’nde (2013: 30) ilk öncülü “canlı insan bireylerin varlığı” olarak belirlemektedirler. Dolayısıyla ilk incelenmesi gereken; bu insanların zorunlu fiziksel yapıları ve bu fiziksel yapıyı yeniden üretebilmek için gerekli/zorunlu olan ihtiyaçlarını edinmek için doğa ile kurdukları ilişkiler olmalıdır. Çünkü bu ilişkiler insanların ihtiyaçlarını gidermeye yarayan geçim araçlarını üretme tarzını belirlemektedir. Ki bu tarz her şeyden önce hazır buldukları ya da yeniden üretmeleri gereken kullanım değerlerinin niteliğine bağlı olarak gelişmektedir.
İnsanlar, her ne kadar başlarda böyle davranmak zorunda kalmış olsalar da, “doğal çevreye uyum” sağlamakla yetinmeyecek, bu çevreyi kendi ihtiyaçlarına cevap olacak şekilde dönüştürmeye ve bu çevreye müdahale etmeye başlayacaklardır (Mandel, 2008: 23). Bu da temelde insanların üretmesi ya da çalışması anlamına gelmektedir. Bu açıdan bakıldığında “çalışma, her şeyden önce, insanla doğa arasındaki bir süreçtir”; bu süreçte, insan doğa ile kendisi arasındaki madde alışverişini kendi çabasıyla yürütmekte, düzenlemekte ve denetlemektedir. Böylece hem kendisini hem de “doğada uyku halinde olan güçleri” geliştirmekte ve tüm doğanın hareketini kendi kontrolüne almaya başlamaktadır. Özcesi, “doğanın sağladığı maddeyi kendi yaşamında kullanılabilecek bir biçimiyle mülk edinmek üzere” (Marx, 2011a: 181-182) etkinlikte bulunmaktadır.
Bu emek sürecinin basit unsurları ise, belli bir amaca yönelmiş faaliyet ya da emeğin kendisi başta olmak üzere emeğin nesnesi ve onun araçlarıdır. Her ne kadar toprak ya da sudan çıkarılan balık, ormandaki ağaç, topraktaki maden cevheri gibi hazır emek nesneleri ve bunların sunduğu geçim araçları olsa da, sıklıkla insanların doğada bulduklarını amaçlarına uygun hale getirdiği görülmektedir. Bu da doğanın kendilerine sunduklarını, bu biçimden başka bir biçime sokmalarını gerektirmektedir. Bu biçim değişiminde üretici birey, emek aracını, adeta emek nesnesi ile kendi arasına sokmakta ve kendi amacına uygun etkiler yaratmak için yararlanmaktadır. Bu araçlar başlarda daha basit amaçlara hizmet eden araçlar olsa da emek gücünün gelişme düzeyine bağlı olarak gelişme göstermektedir. Bu da emek araçlarını daha sofistike yani işlenmiş emek araçları haline getirmekte ve Franklin’in tabiriyle insan adeta “a toolmaking animal”, alet yapan bir hayvana dönüşmektedir.
Sonuç olarak, emek sürecinde, insan etkinliği, emek araçları yardımıyla, emek nesnesi üzerinde en başından beri tasarlanmış, amaçlanmış bir değişiklik gerçekleştirmekte ve süreç amaca uygun bir ürünle yani ihtiyaçların giderilmesine hizmet edecek bir geçim aracı ya da üretim aracı ile sonlanmaktadır. Sürecin ürünü bu anlamıyla bir kullanım değeri, yani biçim değişikliği ile insan ihtiyaçlarını gidermeye uygun hale getirilmiş doğal bir maddedir.[6]
Öyleyse şimdi artık biraz da bu sürecin canlı tanıklığına başvurmak yararlı olacaktır. Öncelikle kullanım değerleri üretimi sürecinde doğa ile kurulan ilişkinin ilkel düzeyde kalması sonucu besin maddeleri yeterli bir miktarda sağlanmadığında yiyecek maddelerinin üretimi insanların tüm üretici faaliyetlerini tek başına işgal etmekte ve tüm faaliyetleri kendine hapsetmektedir. Bütün toplum yiyecek maddeleri üretimi ile uğraştığı için, toplumsal bir iş bölümünün gelişmesi mümkün olamamakta; toplumun başka işlevleri yerine getirmesi için gerekli bir yiyecek maddesi rezervi oluşamamaktadır (Mandel, 2008: 25). Emek süreci insanın doğaya müdahalesi demek olduğundan, zamanla insan doğayı ve kendisini anlamaya başlamış; buna bağlı olarak da hem doğayı hem de kendisini değiştirmiş yani üretici güçlerini geliştirmiştir. Buluşların, keşiflerin ve bilginin yavaş yavaş birikmesi ve bunların üretim sürecine uygulanması verimlilik artışına neden olmuştur. Hal böyle olunca da, topluluğun yaşaması için gerekli olan ürünün yanı sıra, yavaş yavaş bir toplumsal artık ürün de elde etmenin maddi koşulları oluşmuştur.
Bu maddi koşullar sayesinde, daha önce yeterli geçim araçlarının olmaması nedeniyle karşı karşıya kalınan kıtlık sorunu aşılmakla kalınmamış; bu aşmanın kendisi, bu andan itibaren iş bölümünün gelişmesini de sağlamıştır. Ürünlerin çeşitlenmesi artmış, toplum daha iyi koşullarda yaşamaya başlamış ve sonuç olarak da nüfus hızlı bir biçimde artmıştır. Her şeyden önemlisi yiyecek maddelerinde bir artık ürünün garanti altına alınmış olması, önemli bir devrime yol açmış ve tarımın, evcilleştirmenin ve hayvancılığın başlangıcı için maddi temeller oluşturulmuştur (Mandel, 2008: 26-27). Tam da bu noktadan itibaren, bu ana kadar yetkin bir biçimde yapılamayan tarım, sulamanın keşfi ve toprağı dinlendirmenin etkileri ile tekniğin değişmesi sonucu önemli sonuçlar vermeye başlamış ve “evcil hayvanların yetiştirilmesi ve ilk tarımsal uygulamalar insanın kendi geçim araçlarını denetim altına almasını sağlamıştır” (Mandel, 2008: 34). Sürecin temel karakteri, sürekli bir artık ürün üretimidir.
Emek üretkenliği gelişmez ve bir insan ya da insan topluluğu sadece kendi geçim araçları olabilecek kullanım değerlerini üretebildiği düşük bir üretici güçler düzeyinde kalırsa, ne toplumsal iş bölümü gelişecek ne de toplum zenginleşebilecektir.[7] Bu topluluklarda kullanım değerleri henüz mübadeleyi gerektirmeyen yardımlaşma ve işbirliği temelinde üretilmekte ve paylaşılmaktadır. Herkesin yapacağı katkı görenek ya da dinsel kurallara göre saptanmakta ya da yaşa, cinsiyete göre değişmektedir.
Zamanla, rastgele ve arızî bir mübadele ilkel hayatın normal akışına aykırı bir biçimde, birdenbire patlak vermeye başlamakta ve sadece kullanım değeri fazlasının mübadele edildiği ilkel bir mübadele görülmektedir. Mübadelenin sözkonusu bir darlık ile malul olduğu tablo ise şöyle betimlenebilir gibi görünmektedir.
“Bir şey, değer olmadan da kullanım değeri olabil[mektedir]. Şeyin insana sağladığı yarar, emek harcamasını gerektirmiyorsa böyle bir durum söz konusudur. Hava, el sürülmemiş topraklar, doğal çayırlar, kendi kendine yetişen ağaçlar vb. için durum budur. Bir şey, meta olmadan da yararlı ve insan emeğinin ürünü olabil[mektedir]. Ürünüyle kendi ihtiyacını karşılayan bir kimse, kullanım değeri yaratmış, ama meta yaratmamış ol[maktadır]” (Marx, 2011a: 54).
2. Basit Meta Üretimi
Rosdolski’nin (2012: 131) aktardığına göre, Marx, “tekil meta üreticilerinin” çok uzun bir tarihsel gelişim süreci ile birlikte ortaya çıktıklarını iddia etmektedir. Her ne kadar mübadele bu tarihsel gelişmeyi hazırlayan önemli bir hareket ise de, yine de, her şeyden önce üretici güçlerin belirli bir gelişmiş düzeyine tekabül eden, belirli bir “emek verimliliği düzeyinin” var olması gerekmektedir. Bu nedenle yukarıda da ifade edildiği gibi, insan başlangıçta zorunlu ihtiyaçlarından fazlasını üretememekte ve haliyle de ihtiyaçlarının sınırını üretimin sınırı belirlemektedir. Bu sınır orta yerde duruyorken de dolayımlı bir mübadelenin gerçekleştirilmesi mümkün görünmemektedir.
Bu süreç en basit haliyle Marx’ın Kapital’de bütün değer biçiminin sırrının gizli olduğu “basit, tek başına veya rastlantısal değer biçimi” olduğunu iddia ettiği biçimde gerçekleşmektedir. Dolaysız ürün mübadelesi olarak ifade edilebilecek olan bu süreç, özünde, “x kadar A kullanım nesnesi = y kadar B kullanım nesnesi” biçiminde formüle edilmektedir. Burada mübadele nesnesi henüz kendi “kullanım değerinden ya da mübadeleye katılan kişilerin bireysel ihtiyaçlarından bağımsız değer biçimini almış değildir” (Marx, 2011a: 97).
Bu biçim ancak ve ancak, emek ürünlerinin rastlantısal olarak, seyrek bir biçimde gerçekleşen karşılaşmaları sonucu mübadele edilmeleriyle metalaştıkları, metalaşmanın neredeyse ilk olarak cereyan ettiği başlangıç aşamalarında ortaya çıkabilmektedir. Rastlantısal olmasının yanında önemli bir ilişkinin, değer ilişkisinin, kurulmasının denklemini ifade etmesi bakımından da bu haliyle bile önemli potansiyeller taşımaktadır. Çünkü mübadele değeri ya da değer bir metanın başka bir metada “dile gelmesiyle”, adeta bir emek ürünüyle bir başka emek ürünü arasında kurulan ilişki sayesinde mümkün olabilmektedir.
Bu emek ürünlerinin ilişkisine neden olan etken ise dolaysız üreticisi için “kullanım değeri bulunmayan bir şey”in yani sahibinin dolaysız ihtiyaçları açısından fazla olan bir kullanım değerleri miktarının bu süreçte üretilebiliyor olmasıdır. Dolayısıyla, olması gerektiğinden daha fazla elde bulunur hale gelen yararlı şeyler, bu yolla elden çıkarılabilir hale gelmektedir. Birbirinden bağımsız kişiler ve şeylerin özel sahipleri olarak karşı karşıya gelen bu insanlar kendiliğinden bir anlaşma ile kullanım değerlerini mübadeleye konu etmektedir. Ve bu ilişki ilk kez, “toplulukların sona erdiği, bunların yabancı topluluklarla ya da yabancı toplulukların üyeleriyle temas kurduğu noktalarda” (Marx, 2011a: 97) görülebilmektedir.
Ürettiği ürün yavaş yavaş üreticiler için doğrudan kullanım değeri olmaktan çıkmaya başlamıştır. Kullanım değerleri özünde yararlı şeyler olduklarından birisi için yararlı olmamaları başkaları içinde yararlı olmayacakları anlamına gelmemektedir. Toplumsal bir kullanım değeri olma özelliği kazandıkları ölçüde başkalarının kullanım değerleri ile mübadele edilebilir hale gelmişlerdir. İşte bu an kullanım değerlerinin yavaş yavaş meta formuna girmeleri için yeterli koşulların oluştuğu andır. Yani bir emek ürünü başkasının gereksinimini gidermek üzere kendisini bir meta olarak mübadeleye sokmaktadır. Bu süreci formülleştirmek gerekirse bunu en iyi ifade edecek olan biçim, Meta – Meta ya da M – M olacaktır. Buradaki meta olma ölçütü, doğrudan üretici için bir kullanım değerinin olmaması ve başkası için bir kullanım değerinin olması ve kendisi için kullanım değeri olduğu kişiye mübadele dolayımıyla aktarılmış olmasıdır. Bu noktadan itibaren her ne kadar metanın ilk nüveleri görünse de üretici güçlerin gelişmişliğine bağlı olarak üreticilerin birbirleri ile kurdukları üretim ilişkilerinin darlığı bunun yaygınlaşması önünde henüz engeller barındırmaktadır.
Emeğin üretkenliği artıp komşu toplulukların birçoğunda sürekli bir artık ürünün üretimi garanti altına alındıkça, daha önce kendi içinde sınırlı bir iş bölümü ile belli bir özelleşme yaşayan topluluk, kullanım değerlerinin çeşidi ve miktarı arttıkça, düzenli bir mübadele ağı içerisinde, gerçek bir iş bölümü yaratmanın yollarını bulmaya başlamıştır. Mandel’in (2008: 52) verdiği bir örnekte, Neolitik devrimle beraber tarım gelişip ürün fazlaları güvence altına alınınca, henüz bu artığı üretemeyen topluluklar ile mübadele imkânı doğmuş ve mübadeleler belirli bölgenin dışına çıkarak bölgesel pazarlarda gerçekleşir olmuştur. Her topluluk kendileri için gerekli kullanım değerlerini yine kendileri karşılamaya devam etmiş, ancak yabancı ürünlerden de bağımsız kalamamıştır. Yabancı kullanım değerlerine ihtiyaç yavaş yavaş yerleşiklik kazanmaya başlamıştır.
Sürekli tekrar edilen mübadele sonucunda oluşan alışkanlıkla mübadeleye konu edilen kullanım değerleri çeşitlenmiş ve miktarca artmıştır. Bu da böylesi bir üretimi düzenli bir toplumsal faaliyete dönüştürmüştür. Bu andan itibaren, en azından emek ürünlerinin bir kısmı, bilinçli olarak mübadele amacıyla üretilmeye başlanacaktır (Marx, 2011a: 197). Tek amaç, sadece pazar için üretim yapmak ve mübadele değeri yani meta üretmektir. Meta üreticisi kendi emeğinin ürünleriyle yaşamaktan çok, bu ürünleri sattığı takdirde yaşamını yeniden üretebilir hale gelmektedir. Bu biçimde üretilen bir meta, zaman içerisinde metalar dünyasının sayısız diğer unsurlarıyla ifade edilebilecek imkânlara kavuşmuştur. Marx’ın toplam ve genişlemiş değer biçimi olarak tariflediği bu yeni biçimde, bir meta artık tek bir başka meta türüyle değil, metalar dünyasıyla toplumsal ilişki içindedir. “Meta olarak bu dünyanın yurttaşıdır” (Marx, 2011a: 74).
Daha önce maddi koşulların elverişsizliği yüzünden mübadele sürecinde bir eş değerlik ilişkisinin kurulamamış olmasının aksine, kullanım değerleri üretiminin bir derinlik ve genişlik kazanmasına bağlı olarak bu aşamadan itibaren emek ürünleri arasında kesin bir eş değerlik ilişkisinin kurulması kaçınılmaz hale gelmiştir. Bu aşama, “genel değer biçimi”dir (Marx, 2011a: 76). Bu biçim sayesinde, metalar dünyasının değerleri, onlardan ayrılmış bir metayla ifade edilmeye başlanmış ve bundan ötürü tüm metaların değerleri bu eş değere eşitlikleri aracılığıyla belirlenmiştir. İlk olarak bu biçim, “metaları gerçekten değerler olarak” ilişkiye sokmuş ya da birbirlerinin karşısında mübadele değerleri olarak” görünmelerini mümkün kılmış; değer toplumsal olarak geçerli bir biçime kavuşmuştır. Süreç içinde, her bir kişisel emek, genel toplumsal bir biçim kazanmış ve Marx’ın deyimiyle, “genel toplumsal krizalit hali”ne gelmiştir (2011a: 77).
Üretim araçları üzerindeki özel mülkiyete bağlı olarak, toplumsal yaşamın birbirinden bağımsız ve parçalanmış aktörleri olarak bireylerin emekleri, mübadele aracılığıyla toplumsallaşmaktadır. Yani, her özgül emek zorunlu olarak genel bir toplumsal biçim ve diğer tüm emeklerle eşit olma özelliği kazanmak zorundadır. Bu da, somut yararlı emeklerden soyutlanan her özgül emek ürünün tek bir özelliğe indirgenmesini koşullamıştır. Bu koşullama çok önemlidir. Çünkü tüm özelliklerin tek bir özelliğe indirgenmesi bir ölçüt sağlamaktadır. Pek tabi ki, bu ölçüt ya da “çokluktaki birlik”, toplumsal olarak belirlenmiş gerekli ortalama emek zamandan başka bir şey olmayacaktır. Emekler nitel bakımdan ya da somut emek olarak birbirinden farklı olsa da nitel olanların nicelleştirilmesi ile her türlü emek, insan beyninin, kaslarının, sinirlerinin veya enerjisinin üretici şekilde harcanması şeklinde genelleştirilerek, soyut emek soyutlamasının koşulları olgunlaştırılmıştır. Sonuçta ise, mübadele edilmek üzere değer biçimde ya da değer ilişkisinde karşı karşıya gelen iki meta için ortak bir ölçüt ya da “üçüncü bir şey”, “üçüncü terim” ya da “orta terim” bulunmuş ve metaların değerleri bu ölçüte göre oranlanabilir hale gelebilmiştir.
2.1. Emek Süreci ile Değer Yaratma Sürecinin Birliği Olarak Meta
Buradaki analiz üretim sürecini esas aldığı ve üretim süreci ile mübadele sürecinin birliği üzerinden ilerlediğinden, bu aşamada önemli olan değerin nasıl eklendiğidir. Her emekçi kendisine özgü üretici çalışma tarzıyla emek nesnesine belirli bir değer katar. Özlü bir biçimde ifade etmek gerekirse süreç değer yaratma sürecidir.
Daha önce belirli bir amaca yönelik olarak kullanım değerleri üreten emek olarak somut emek, kullanım değerlerinin kendi maddesinden, niteliklerinden, görünür özelliklerinden soyutlanması ile soyut emeğe indirgenmektedir. Çeşitli kullanım değerleri mübadele alanında birbirleriyle mübadele edilmek üzere hazır bulundukları andan itibaren bütün emek ürünleri, kendilerinde taşıdıkları değer ya da bunun zorunlu görünüm biçimi olan mübadele değeri vesilesiyle birbirinden ayırt edilemeyen eşit insan emek gücü harcanmasını temsil etmektedirler. Her emek ürünü az ya da çok soyut emek nicelikleri olarak kendini sunmaya başlamaktadır. Bu aşamada daha önce basit değer biçiminde (dolaysız mübadelede) analize dahil edilmeyen bir soru gündeme gelmektedir:
“Sorun şudur: bu nicelikler nasıl ölçülecektir? Sorun şöyle konabilir: değişim-değerleri olarak metaların büyüklükleri arasındaki fark, bu metalarda maddileşen emek büyüklüğündeki fark olduğuna göre, bu emeğin kendisinin nicel varlık tarzı nasıldır? Devinimin nicel varlık tarzı, zaman olduğu gibi, emeğin de nicel varlık tarzı, emek-zamanıdır. Emeğin niteliğinin belirli olduğu varsayılırsa, bir emek ötekinden ancak süresiyle ayırdedilebilir. Emek-zamanın ölçüsü, saat, gün, hafta vb. gibi normal zaman ölçüleri olacaktır. [M]etaların kullanım-değerlerinde maddileşen emek-zamanı, onları, değişim-değerleri ve dolayısıyla meta yapan öz olduğu gibi, onların değerlerini tam olarak ölçmeye yarayan ölçüdür de. Değişim [mübadele] değerleri, olarak bütün metalar donmuş emek zamanının belirli ölçülerinden başka bir şey değildir” (Marx, 2011b: 46-47).
O halde ikinci soru değerin nasıl yaratıldığı olmalıdır! Her şeyden önce emeğin özel içeriği, amacı ya da nitelikleri bir yana bırakılarak tamamen toplumsal olarak gerekli emek zamanının ifadesi olan soyut emek üzerinden hareket etmek gerekecektir. Bu temelden hareket eden üretken emekçi, emek nesnesine, amacına uygun şekilde kullanılan emek araçları aracılığıyla, belirli bir miktarda, insanın canlı varlığında var olan yaratıcı ateş akıtmak suretiyle, emek eklemekte ve değer yaratmaktadır. Yani emek, emek aracı dolayımıyla nesnesiyle buluşmakta ve onda nesnelleşmektedir. Daha da açmak gerekirse, amaca uygun olmayan bir kullanım değeri değişikliğe uğratılarak başka bir amaca uygun kullanım değeri haline getirildiğinde, ona, yeni değer katmak mümkün olmaktadır.
Burada altı çizilmesi gereken husus değer katmanın emeğin özel biçimiyle değil soyut, genel toplumsal emek olması sayesinde gerçekleşmesidir. Belirli büyüklükteki bir değerin eklenmiş olmasının esas etkeni somut yararlı emek değil, bu emeğin belirli bir süre boyunca harcanmış olmasını ifade eden soyut emektir. Yani, emeğin kazanmış olduğu bu iki yönlü niteliğinden ötürü, her bir özgül somut emek aynı zamanda, insan emek gücünün harcanması biçimindeki soyut genel emek olma özelliğiyle emek ürünlerine yeni değer katmaktadır. Daha biçimsel bir biçimde tarif etmek gerekirse; somut emek, emek sürecini temsil ederken, soyut emek değer yaratma sürecini ifade eder.
Artık anlaşılmış olduğu üzere, metalar dünyası, gelişmiş bir iş bölümünün varlığında olasıdır. Somut emeklerin ürünleri olarak birbirleriyle karşılaşan ve eşit miktarda emek zaman içeren kullanım değerlerinin çeşitliliği olmaksızın meta biçiminin gelişmesi çok da mümkün değildir. Bu haliyle bakıldığında ise iş bölümü adeta toplumsal emeğin bütününün bir görünüşünü ifade eder (Marx, 2011b: 72). İş bölümünün gelişmesiyle birlikte, toplumu oluşturan herkes başkalarının ürettiği ürünlere bağımlı hale gelmekte ve emekçilerin birbirine bağımlılıkları arttığı ölçüde de emek toplumsal bir karakter kazanmaya başlamaktadır.
Bu sayede kullanım değerleri evrenselleşme olanağı bularak, yani mübadele değerleri biçimine girerek, elden ele geçmeye, mübadele değeri oldukları ellerden kullanım değerleri oldukları ele akmaya başlarlar. Zira bir emek ürününün, kullanım değeri ve mübadele değerinin birliği olarak meta olabilmesi için, kullanım değeri olarak hizmet edeceği bir başkasına mübadele yoluyla aktarılması icap etmektedir.
İnsanlığın ulaşmış olduğu bu düzeyde, mübadele değeri ve bunun genel eş değer biçimi olan para[8] aracılığıyla gerçekleşen mübadele, üreticileri çok yönlü olarak birbirine bağımlı kılmakta ve karşılıklı olarak birbirini bütünleyen bireyler haline getirmektedir. Bireyler yalnız toplum için ve toplum içinde üretmekte ve bu sayede kullanım değerlerinin bir genellik kazanması ile birlikte her birey önemli bir toplumsallaşma olanağı yakalamaktadır. Bireylerin toplumsallaşmalarının koşulu ise verili toplumsal gerekli emek zaman üzerinden üretimde bulunmalarıdır. Buradaki problem toplumsal üretim alanında toplanan bu üreticilerin neden ürünlerini mübadele ettikleridir. Bunun cevabı ise üretici güçlerin gelişmişlik düzeyine bağlı olarak gelişmiş iş bölümünün hala sınırlılıklarla malul olması ve en önemlisi de üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin esas belirleyici olmasıdır.
2.2. Basit Metalaşma Süreci
Basit değer biçiminde olduğu gibi iki kullanım değerinin değer ilişkisi üzerinden karşı karşıya geldikleri andan itibaren, ilk olarak bir şeyin metalaşmasından bahsetmek mümkün olmaktadır. Bu metalaşma süreci, kullanım değerinin doğrudan, kendisinden ayrılmış bir mübadele değerine dönüşmeden, meta biçimine girmesi şeklinde gerçekleşmektedir. Amaç, yalnızca kullanım değeri, yararlılık ve bu yararlılığın tüketilmesidir. Üretici güçlerinin gelişmesine bağlı olarak üreticilerin artık üretebilmeleri ve bunu başka kullanım değerleri için mübadele ilişkisine sokmaları üzerinden şekillenen zorunlu bir meta biçimine dönüşme uğrağıdır. Dolayısıyla, somut emeklerinin ürünü olan kullanım değerlerinin hem kullanım değeri hem de bu kullanım değerine yapışık olan mübadele değeri olarak, aynı durumdaki başka kullanım değerleri ile karşı karşıya gelmeleri sonucu girmiş oldukları ilişkinin ürünü olan bir metalaşma söz konusudur.
Burada henüz bunları “üçüncü bir şey”e indirgemek yani değerleri üzerinden tanımlamak mümkün değildir. Olup biten, kullanım değerinin bağımsız bir mübadele değerine yani soyut emeğe indirgenmeye gereksinim duymadan doğrudan kendisi için kullanım değeri olduğu bir başka üretken tüketiciye ya da bireysel tüketiciye geçmesidir. Bu tür bir metalaşma, aynı zamanda kullanım değerinin ya da somut emeklerin sınırlı bir toplumsallaşmasına işaret etmesi bakımından her şeyin metalaşmasına olanak sağlayan bir düzlemden henüz çok uzaktadır. Yani, toplumsal iş bölümünün gelişmesi ve artık ürünün elde edilmesi her ne kadar mübadeleyi olanaklı kılmış olsa da; bu aşamada hem üretim hem de dolaşım, amaç olarak, yalnızca kullanım değeri ya da ihtiyaç gidermeye dönüktür.
İlla ki mübadele değeri kazanmış bir meta isteniyorsa, bu biçim ancak onun ilk “fenomenal biçimi”ni (Mohun, 2002) ifade edebilir. Çünkü henüz kesin olarak emek ürünleri mübadele değeri gömleğini giyebilmiş değildir. Zamanla, iş bölümüne bağlı olarak, somut emeklerin ve bunların ürünü kullanım değerlerinin çeşitlenmesi ile birlikte her emekçinin işi tek yönlüleşmeye başlar. Daha düne kadar aynı meta üreticisinin kendi yaptığı işlerden biri olan herhangi bir iş, artık bu kimse tarafından yapılan diğer işlerden koparak, ayrı ve özel bir iş haline gelmektedir. Bunun sonucunda, kendisi tarafından yapılan herhangi bir ürün kendi başına ayrı bir meta olarak piyasaya gelebilmektedir. Bunun sonucunda da ürün, adeta üreticisi için kullanım değerini yitirmiş sadece mübadele değeri haline gelmiştir. Öyle ki, kullanım değeri ile değer arasındaki, basit değer biçiminin sadece başlatmış olduğu ayrılma, çoktan tamamlanmış bulunmaktadır.
Sonuç olarak, metalaşma, bu andan itibaren, basit meta biçimi üzerinden gerçeklik kazanmaktadır. Her ne kadar dolaşım açısından bakıldığında tüm metalar ya da metalaşma biçimi aynı gibi görünse de üretim sürecine yani metanın nasıl üretildiğine bakıldığında metadan anlaşılması gereken emek süreci ile değer yaratma sürecinin dolaysız birliğidir. Amaç böylelikle değer içeren yararlı kullanım değerleri üretmektir. Bir kullanım değeri başkaları için yararlı olmalı ki mübadele edilebilsin, yani içerdiği değeri gerçekleştirebilsin ya da benzer biçimde değer taşımalı ki zenginlik yaratılabilsin. Diğer bir deyişle, dolaşım süreci üzerinden bakıldığında mübadele edilmek üzere üretilen kullanım değeri ya da meta, kullanım değeri ile değerin birliği olarak görünüyor olmasına karşın üretim açısından bakıldığında tüm süreç emek süreci ile değer yaratma sürecinin dolaysız birliğidir.
Belirli üretici güçlerin ve bunların belirlediği üretim ilişkilerinin yansıması olan bu metalaşma biçimi elbette bu düzeyde kalmayacak ve üretici güçlerin gelişmişliğine koşut olarak değişecek olan üretim ilişkileri çerçevesinde yeniden ve başka türlü belirlenimler kazanmaya başlayacaktır. Dolayısıyla insanlığın tarihsel yürüyüşü devam etmekte ve meta biçimi yeni bir niteliğe bürünerek yolculuğuna devam edecektir. Bu yolculuk tarihin belirli bir anında adeta yasaklı meyveyi yiyerek cennetten dünyaya fırlatılan insan misali emek piyasasına fırlatılan ve özgün bir metanın sahibi olan insanlar ile buluştuğunda, yeni bir biçime kavuşacaktır.
3. Genelleşmiş Meta Üretimi
Basit metalaşmanın darlığına ve sınırlılığına denk düşen uzun bir tarihi süreçten sonra ürünlerin hemen hemen hepsinin hangi koşul altında meta biçimini aldıkları bulunmaya çalışılsa, bunun tümüyle özel bir üretim tarzı temelinde, kapitalist üretim tarzı temelinde gerçekleştiği görülecektir. Başka bir deyişle, kapitalist iş bölümü[9] temelindedir ki her türlü ürün, zorunlu olarak meta biçimini alır ve bütün üreticiler, zorunlu olarak birer meta üreticisidir. Bu nedenle ilk kez kapitalist üretimin su yüzüne çıkışıyladır ki tüm kullanım değerleri genel olarak mübadele değerince dolayımlanabilmektedir. Eş deyişle, metalar birbirleriyle sadece ve sadece değerler olarak ilişkiye girmekte ve birbirlerinin karşısında salt mübadele değeri[10] olarak görünmektedirler.
3.1. Emek Gücü Metası ve İlk Birikim
Marx, Kapital’de bir değerin kendi değerini artırmasını mümkün kılan süreci sezdirmeye çalışırken sorduğu sorulara cevap vermeden önce okuyucuyu bir hayli zorlamaktadır. Sanki ısrarla bunun dolaşımdan kaynaklanamayacağını vurgulamak istemektedir. Soruların sonunda ulaştığı noktada; değişikliğin metaların değerinden ya da mübadele değerinden değil, kullanım değerinden yani aynı zamanda yararlı olanın tüketimi demek olan üretimden doğabileceğini söylemektedir. O halde; üretim sürecinde tüketilen şey nedir?
“Bir metanın tüketiminden değer çıkarabilmek için, para sahibi dostumuzun, dolaşım alanında, yani piyasada, kullanım değeri değer kaynağı olma özel niteliğine sahip bulunan ve dolayısıyla tüketimi bizzat emeğin maddileşmesi ve bunun sonucu olarak da değer yaratması demek olan bir metayı keşfetme şansına sahip olması gerekirdi. Ve para sahibi böyle özel bir metayı piyasada gerçekten bulur: Bu meta, emek kapasitesi (Arbeitsvermögen) ya da emek gücüdür (Arbeitskraft) (Marx, 2011a: 169-170, italikler Marx’a aittir).
Demek ki, sermaye sahibinin parasını[11] “kendi değerini artıran değere” dönüştürebilmesi için emek gücünü bedeninde taşıyan “özgür işçiyi” emek piyasasında hazır bulması gerekmektedir. Bu öyle bir özgürlüktür ki, üreticilerin hem geçim araçlarını yeniden üretebilecek üretim araçlarından yoksun kalması bakımından ironik bir özgürleşmeyi hem de kendisinin en kıymetli hazinesi olan emek gücü metasını özgür iradesiyle satabilmesini temsil etmektedir.
Peki nasıl? Bu sorunun cevabı çok önemlidir, çünkü bu öyle bir tarihsel koşuldur ki, “toplumsal üretim sürecinin yeni bir çağını” başlatmaktadır. Bu çağ artık kapitalist üretim tarzının egemen olduğu çağdır. Ve bu çağ maalesef fethin, boyunduruk altına almanın, soygun için insan öldürmenin, kısacası zorun rol oynadığı ve dolaysız üreticinin “mülksüzleştirilmesinin öyküsünün, insanlık tarihine kandan ve ateşten harflerle yazıldığı” (Marx, 2011a: 688) ilk birikim süreci ile başlamaktadır. Marx, ilk birikim sürecinin amacını ve sonuçlarını şöyle açıklamaktadır:
“Kapitalist üretim tarzının “ebedî doğal yasaları”nı yaratmak, işçilerle emek koşulları arasındaki ayrılmayı tamamlamak, bir kutupta toplumsal üretim ve geçim araçlarını sermayeye dönüştürmek, karşı kutupta halk kitlesini ücretli işçiler, modern tarihin yapay yaratıkları olan özgür “çalışan yoksullar” haline getirmek, tantae molis erat (böylesine bir zahmeti gerektiriyordu). Eğer para, Augier’e göre, “bir yanağında doğuştan bir kan lekesi olduğu halde dünyaya geliyor”sa, bu durumda sermaye tepeden tırnağa kana ve pisliğe bulanmış olarak gelir (Marx, 2011a: 727, vurgular Marx’a aittir).
Çok büyük zulümlerle oluşturulmuş bu koşullarda olup biteni anlamak bu aşamadan sonra daha mümkün görünmektedir. Emek gücü piyasasında, derisini yüzdürmek üzere bekleyen, mülksüzleştirilmiş, emeğinin nesnel koşullarından (üretim araçları, geçim araçları) kopartılmış[12] yani daha düne kadar bizzat kendi üretim araçlarının sahibi ve bu nedenle ürettiği ürün kendisinin olan emekçiler, sermaye ile karşı karşıya gelmek zorunda kalmaktadır. Bu karşılaşmada kapitalistin elinde para olarak bulunan değerin, değerine değer katmak için emek gücünü, diğer metaların mübadelesinde söz konusu olan yasalar çerçevesinde satın aldığı görülmektedir. Kapitalist, ona değerinin görünüm biçimi olan fiyatı yani ücreti ödeyerek, emek gücü metasının mübadele değerini gerçekleştirmektedir.
Böylece kapısında “İşi olmayan giremez!” yazılı olan üretimin yapıldığı sırlar ülkesine giren emek gücü tüketilmeye başlanır. Emek gücünün tüketilmesi demek değerin üretilmesi ama yalnızca değerin değil artık değerin de üretilmesi yani sermayenin üretilmesi demektir. Bu aslında genel olarak bakıldığında tüm olup biten, emek gücünün emek araçlarını kullanarak emek nesnesi üzerinde değişiklik yaratmak suretiyle yeni kullanım değerleri üretimi olarak görünse de süreç çok başka bir anlam kazanmaya başlamıştır. Süreç yalnızca var olan kullanım değerlerinin işlenerek onlara değer eklenmesi değil; aynı zamanda bu değer eklenirken, bir de ek bir değer yani artık değer eklemeyi zorunlu kılmaktadır. Süreç, sadece değer yaratma süreci değil aynı zamanda değerlenme sürecidir.
Daha da altını çizmek gerekirse; kendilerinde sermayenin “karşılık olarak hiçbir şey ödememiş olduğu ama yine de metaların satışı ile gerçekleşip cebine inen bir değer kısmı bulunan” metalar üretmek esas amaçtır. Bir amaçtan öte, bu kendisini katı bir zorunluluk olarak dayatan kapitalist üretim tarzının mutlak yasası olan artık değer yasasının doğal sonucudur (Marx, 2011a: 598).
Bu yasa işlemeye başladığı andan itibaren hiçbir kapitalist, kendisinin önceli olan bir meta üretici ile kıyaslanmak istemez. Bu noktadan itibaren, üretim süreci ne dolaysız kullanım değerinin üretildiği salt emek süreci ne emek süreci ile değer yaratma sürecinin birliğidir. Üretim süreci pür bir biçimde emek süreci ile değerlenme sürecinin birliğidir. Bu da emek sürecinin yükünü gittikçe ağırlaştırmaktadır. Çünkü süreç, özünde karşılığı ödenmemiş emek olan artık değerin üretimi olan değerlenme sürecinin aracı ya da taşıyıcısıdır.
3.3. Emek Süreci ile Değerlenme Sürecinin Birliği Olarak Meta
Değerlenme süreci olarak üretim süreci, meta üretiminin koşulu olarak emek gücünün sömürülmesi olgusunun temel ilke haline geldiği kapitalist üretim tarzına temel karakterini vermektedir. Bu da, meta üretecek kapitalistin aynı zamanda emek gücünün sömürüldüğü bir süreç başlatması demektir. Çığır açıcı bir biçim olarak, kapitalist sömürü tarzı, tarihsel gelişimi içinde hâlihazırda gelişmekte olan emek sürecini farklı bir biçimde örgütlemek ve toplumun tüm ekonomik yapısını baştan sona yeniden yapılandırmak suretiyle kendisinden önceki tüm üretim tarzlarını gölgede bırakmaktadır (Marx, 2012: 45-45).
En başta vurgulandığı üzere, hangi üretim tarzı temelinde olursa olsun üretim her koşulda zorunlu olarak emek sürecini yani insanın üretici güçleri ile doğanın üretici güçlerinin buluşması ve bunun üzerinden doğanın insanın amacına uygun hale getirilmesini içermektedir. Dolayısıyla, kapitalist üretim süreci aynı zamanda bir emek süreci olarak, emek sürecini belirleyen tüm genel belirlenimleri ortadan kaldıramamaktadır. Tam tersine aynı temel üzerinde hareket etmek zorundadır. Kapitalist üretim süreci her ne kadar başka amaçlar tarafından güdülenmiş olsa da en nihayetinde ürünler ya da metalar üretir. Ve bu ürünler, kullanım değeri ile değerin birliği olarak kendilerinde nesnelleşmiş emek içeren metalardır. Burada da kullanım değeri mübadele değerinin taşıyıcısı ya da somut emek soyut emeğin aracısı haline gelmekten muaf kalamaz. Hatta emek süreci değer yaratma sürecinin aracı haline gelmekle kalmaz daha da fazlasını ifade eder. Emek süreci bu andan itibaren değerlenme sürecinin aracısıdır. Daha önceki metaların üretim süreci “emek süreci ile değer yaratma sürecinin birliği olarak üretim süreci” iken, şimdi artık süreç, “emek süreci ile değerlenme sürecinin birliği olarak üretim süreci”nden başka bir şey olmayan kapitalist üretim sürecidir. Hatta ve hatta altını kalın mı kalın bir çizgi ile çizerek söylemek gerekirse; meta üretiminin kapitalist biçimidir.
“Ve gene ancak bu andan itibaren meta üretimi genelleşmeye ve üretimin tipik biçimi haline gelmeye başlar; ancak bu andan itibaren, her şey, daha baştan, satılmak için elde edileceği bilinerek üretilir ve üretilen bütün zenginlik dolaşım alanından geçer. Ancak ücretli emek kendi temeli haline geldiğinde, meta üretimi, kendini toplumun tamamına zorla kabul ettirir; ve ancak bundan sonra, gizli kalmış bütün güçlerini açığa vurur ve geliştirir. Ücretli emeğin araya girişinin meta üretimini bozduğunu söylemek, meta üretiminin, bozulmadan kalacaksa, gelişme gösteremeyeceğini söylemek demektir. Meta üretimi, kendi özünde yatan yasalara uygun olarak, ne oranda kapitalist üretim haline gelirse, meta üretiminin mülkiyet yasaları da o oranda kapitalist mülk edinme yasalarına çevrilir” (Marx, 2011a: 568).
Bundan böyle “artık değer kapitalistin metasıdır” (Marx, 2011a: 567); ve asla mı asla bir başkasının olmayacaktır. Nasıl ki emek süreci değerlenme sürecinin aracı haline gelmiş bulunmaktadır, bundan sonra meta üretiminin kendisi de bu amaç – artık değer – için bir araç olarak görünecektir. Kapitalist üretim tarzının gelişmesine bağlı olarak, üretici güçlerin gelişmişlik düzeylerindeki muazzam artışla birlikte, üretilen her ürün zorunlu olarak şimdiden sonra değer artı artık değerin nesnelleştiği bir meta olarak tek tipleşecektir (Marx, 2011a: 829). Ve bu dürtü adeta bir virüs gibi her yana yayılacak ve bu yayılma ile birlikte üretim alanları çeşitlenecek, ürünlerin mübadele edilebilirlik alanları genişleyecek ve “muazzam bir meta yığını” oluşacaktır. Bu da kullanım değeri olan her şeyi metalaştırmanın arkesi olacaktır. Böylece devran dönmüş ve bu andan itibaren kapitalist üretim tarzı genelleşmiş meta üretimi olarak tarih sahnesine çıkmıştır.
3.4. Genelleşmiş Metalaşma Süreci
Bu tarih sahnesine çıkış elbette bir anda olup bitmemiştir. Bu adeta sürekli ve kesintisiz bir biçimde devam etmiş ve süreç kullanım değerlerinin önce basit metalara daha sonra ise sermayenin ürünü olan metalara dönüşmesi ile devam etmiştir. Ve gelinen noktada meta iki yönlü bir nitelik kazanmış bulunmaktadır.
“[Basit] Metadan, ürünün –kapitalist üretimin temeli ve ön koşulu olan– bu özgül toplumsal biçiminden, hareket ediyoruz. Bireysel ürünü elimize alıp, meta olarak içerdiği, ona meta damgasını vuran biçim belirlenimlerini çözümlüyoruz. Kapitalist üretimden önce ürünün büyük bir bölümü, meta olarak üretilmez, meta hâline gelmez. Öte yandan o dönemde, üretime giren ürünlerin büyük bir bölümü meta değildir, meta olarak üretim sürecine girmez. Ürünlerin metalara dönüşmesi sadece tek tük noktalarda yer alır, sadece üretim fazlasını ya da sadece tek tük alanları (manifaktür ürünleri) vb.ni kapsar. Ürünler, ne bütünüyle ticari mal olarak sürece girer ne hepten o şekilde oradan çıkar. Gene de belirli sınırlar içindeki meta dolaşımı ve para dolaşımı, dolayısıyla ticaretin belirli bir derecede gelişmesi sermaye oluşumunun ve kapitalist üretim tarzının ön koşuludur, başlangıç noktasıdır. Kapitalist üretimin en basit ögesi olarak metadan hareket ederken onu, böyle bir ön koşul olarak ele alıyoruz. Ama öte yandan meta kapitalist üretimin ürünüdür, sonucudur. Başta onun ögesi olan, daha sonra, onun kendi ürünü olarak kendini ortaya koyar. Ancak kapitalist üretim temelinde, meta olmak ürünün genel biçimi hâline gelir ve kapitalist üretim ne kadar çok gelişirse bütün üretim bileşenleri, o sürece, meta olarak o kadar çok girer” (Marx, 2011a: 825; vurgular sonradan).
Her şeyin adeta hızla metalaştığı bu aşamada, meta artık en baştan beri üzerinde tartışılan meta değildir, o, bu andan itibaren kapitalist üretim sürecinin bir ürünü olarak metadır. Bu metalaşma sürecinden önce basit metalaşma sürecinde üretilen meta, genel olarak, belirli bir emek zamanın nesnelleştiği yani değerin cisimleştiği ve belirli bir mübadele değeri ile temsil edilen metaydı. Meta denilince anlaşılması gereken; emek süreci ile değerlenme sürecinin birliği olan üretim sürecinin sonunda ortaya çıkmış, kullanım değeri ile hem değerin hem de artık değerin görünüm biçimi olan mübadele değerinin çelişkili birliğini temsil eden döllenmiş metadır.
Kapitalist üretim tarzının gelişmesiyle beraber meta sadece genelleşmeyle kalmayacak aynı zamanda üretim sürecinin her aşamasında genel biçim olarak kendisini dayatmaya başlayacaktır. Yani hem üretim etmenleri olan emek nesnesi, emek aracı ve emek gücünü üretim sürecine birer meta olarak sokma eğiliminde olacak hem de bunların gerçek anlamda başkalaşımları ile oluşan ürünleri meta biçiminde doğurma güdüsüyle hareket edecektir. Bu yolla da, daha önceki metalaşma biçiminde de gösterilmeye çalışıldığı üzere, daha önceki üretim aşamalarında kısmen meta biçimini alan kullanım değerleri ve basit metalar, içinde bulundukları sınırlılıktan kurtularak, kapitalist üretim tarzının değerlenme dürtüsüyle hükmettiği emek sürecinin bir ürünü olmaya başlayacaklardır. Tam da bunu başardıkları noktada kendilerini sermayenin ürünü olan bir meta olarak var edebilmeleri mümkün olacaktır.
Bunun maddi koşulları ise kapitalist üretim tarzı ile birlikte iyice olgunlaşan emeğin üretici güçlerinin gelişmiş bulunması ve üretimin muazzam bir iş bölümünün ürünü olarak gerçekleşebiliyor olmasıdır. Bu iş bölümüne bağlı olarak da, üretim alanları ve bunların alt dalları çoğalmış ve çeşitlenmiştir. Şimdi “muzzam bir meta yığını” biçiminde görünen bir üretim kütlesi söz konusudur. İşte tam da bu andan itibaren her şey mübadeleye konu edilir hale gelmekte; metaların mübadele edilebilirlik alanları gelişmekle kalmamakta, ürünlerin meta olarak yani aynı zamanda mübadele değerleri olarak karakterleri gelişmektedir.
İşte bu her şeyin mübadeleye konu edilebilir hale gelmesi olgusu, tüm olup biten sanki dolaşım alanında gerçekleşiyormuş yanılsaması yaratabilmektedir. Ki bu da metalaşan şeyin, genel olarak kullanım değeri ile mübadele değerinin birliği olan meta olarak düşünülmesi sonucunu doğurmaktadır. Yani dolaşım düzeyinden bakıldığında her meta kullanım değeri ile mübadele değerinin birliği olarak görünse de; üretim düzeyi üzerinden bakıldığında, meta kendisini şimdi farklı “biçim belirlenimleri” içinde sunmaktadır.
İlk bakışta göze çarpan nokta, metada nesnelleşen değerin, belirli bir toplumsal olarak gerekli emek zaman olmakla birlikte, kimden kaynaklandığının muğlaklaşmış olmasıdır. Çünkü meta bireysel bir ürün değildir. Adeta üretim sürecinde yer alan hiç kimsenin “bu benim ürünümdür” diyemeyeceği bir zeminde durulmaktadır. Her bireysel emek toplam emeğin bir kesri olmak durumundadır. Bir başka belirlenim ise, sermayenin ürünü olarak meta; kısmen karşılığı ödenmiş emeği içerirken kısmen de karşılığı ödenmemiş emeği içermektedir. Ve son olarak, en başta bağımsız üreticilerin ürünü olarak bağımsız gibi görünen meta, sermayenin toplam değeri ve artık değerini taşıyan bir metadır (Marx, 2011a: 830-831). Dolayısıyla metanın içerdiği değer devasa boyutlardadır. Bunların tek tek satılması metanın içerdiği değerin gerçekleştirmesini sağlayabilecek durumda değildir.
Söz konusu metalaşma, bu koşullar veriliyken, başka bir biçim altında gerçekleşmekle kalmayacak, sermayenin nüfuz ettiği her şey bu metalaşma sürecini tatmak zorunda kalacaktır. Tüm emek süreçleri değerlenme sürecinin boyunduruğu altına alınmaya çalışılacak ve her şey sermayenin üretim sürecinde artık değer ya da karşılığı ödenmeyen emek zaman içeren metaların üretilebileceği değerlenme süreçlerine çekilmek istenecektir. Zira bunu yapabildiği ölçüde sermaye birikimi her hangi bir engelle karşılaşmadan ya da karşılaşsa bile kendi engeli haline gelen krizleri bir biçimde aşarak kendisini var edebilmekte veya kapitalist meta üretimini sürdürebilmektedir.
Bunun çok iyi farkında olan kapitalistler, tam da bu bilinçle, el attıkları her yerde bu dönüşümü hızlandırmaya ve artık değerin üretilmemesi bakımından ne kadar üretken olmayan emek süreci ya da üretken olmayan emek varsa onları artık değerin sömürülebileceği değerlenme süreçlerine çekmek için bir an bile tereddüt etmemekteler. Hatta o denli, metalaştırma güdüsüyle hareket edilmektedir ki, her hangi bir emek sürecinin ürünü olmayan ya da somut olarak, madden, elle tutulamayan her türlü “yararlı etki” bile meta biçimine sokulmaya çalışılmaktadır. Metalaşma, sonuç olarak, her şeyi karşılığı ödenmeyen emek zamanının sömürüldüğü mengenelere sıkıştırmak anlamına gelmektedir.
4. Metalaşmanın Önündeki Engeller ve Bunların Aşılması
Buraya kadar olan sunum adeta ideal bir kapitalist üretim tarzının verili alındığı bir durumun tasviri niteliğindedir. Oysa bilindiği üzere, birleşik ve eşitsiz gelişimin sonucu olarak tüm toplumsal formasyonlarda bu metalaşma süreçleri eşit bir biçimde gelişememekte; daha çok bileşik bir gelişme görülmektedir. Buradaki analizle de bağını kurarak ifade etmek gerekirse; esas itibariyle, yukarıda bahsi edilen iki metalaşma biçiminin ve hatta metalaşmanın mümkün olmadığı emek süreçlerinin de eş zamanlı olarak yan yana var olabildiği ve bunların sürekli kesişebildiğini ifade etmek mümkündür.[13] Daha açık bir ifadeyle, dünya pazarı tüm bu meta olan ya da meta olmayan her şeyi bir araya toplamakta ve büyük bir bütünün parçaları haline getirmektedir.
“Sanayi sermayesinin ya para ya da meta olarak işlev gördüğü kendi dolaşım süreci içinde, ister para-sermaye isterse meta-sermaye olarak sanayi sermayesinin devresi, çok farklı toplumsal üretim tarzlarının aynı zamanda meta üretimi olması ölçüsünde, bu farklı toplumsal üretim tarzlarının meta dolaşımlarıyla kesişir. Metalar, ister köleliğe dayalı üretimin, ister köylülerin (Çinliler, Hindistan köylüleri [Ryots]), ister toplulukların (Hollanda Doğu Hint Adaları), ister devlet üretiminin (örneğin, Rus tarihinin daha önceki çağlarında görüldüğü üzere, serfliğe dayananlar), isterse yarı yabanıl avcı halkların vb. ürünü olsunlar, metalar ve para olarak, sanayi sermayesini temsil eden para ve metalarla karşı karşıya gelirler ve hem sanayi sermayesinin devresine, hem de, artık değerin gelir olarak harcanması ölçüsünde, meta-sermaye tarafından taşınan artık değerin devresine; yani, meta-sermayenin her iki dolaşım alanına girerler. Bunlara kaynaklık eden üretim sürecinin karakteri önemsizdir; piyasada meta olarak işlev görür, hem sanayi sermayesi devresine, hem de bu sermaye tarafından taşınan artık değerin dolaşımına meta olarak girerler. Demek ki, sanayi sermayesinin dolaşım sürecini ayırt eden, kökeninin evrensel karakteri, piyasanın dünya pazarı olarak var oluşudur” (Marx, 2012: 108-109, italikler Marx’a aittir).
Dünya pazarı ölçeğinde var olmaya çalışan sermaye kendisini her seferde yeniden üretebilmek için bu metaları sürekli meta piyasasında hazır bulmak, yani bu metaları sürekli üretmek zorundadır. Bu da kapitalist üretim tarzının, her ne kadar ana eğilimi üretimin tümünü elden geldiğince meta üretimine dönüştürmek biçiminde olsa da, kendi dışında kalan üretim tarzlarına bağlı olmasını ve onlarla sürekli ilişki kurmasını gerektirmektedir. Ki bu da kapitalist üretim tarzı açısından engeller oluşturmaktadır.
Böyle olsa bile sermaye bu engelleri aşmak için uygun fırsatı yaratma hususunda durmadan işe koyulmakta ve üretimin tümünü metalaşma sürecine dönüştürmek[14] adına her türlü üretimi dolaşım sürecinin içine çekmekte ve adeta meta üretimini gün be gün geliştirmektedir. Çünkü bunu yapabildiği ölçüde kapitalist üretim tarzı temelindeki meta üretimini sürdürebilmektedir. Bu farkındalık ile hareket eden kapitalistler, el attıkları her yerde bu dönüşümü temel bir eğilim biçiminde hızlandırarak gerçekleştirmeyi, kendileri için varoluşsal bir problem olarak telakki etmektedirler.
Sonuç
Mantıksal olarak bakıldığında yukarıda dikkat çekilmeye çalışılan eğilimin kapitalist üretim tarzının temel koşullarını tekrar ve tekrar yeniden üreteceği gibi bir sonuca varma olasılığı bulunmaktadır. Ki bu da kapitalist üretim tarzının ezeli ve ebedi bir üretim tarzı olduğu şeklindeki yaygın algılama biçimini doğrulamak olacaktır. Bunun böyle olmadığını ve kapitalist üretim tarzının da bir tarihi olduğunu hatırlatmak, bu nedenle hayati bir yerde durmaktadır. Salt kullanım değerlerinin üretildiği bir biçimden, basit metaların üretildiği bir biçime ve oradan da genelleşmiş meta üretimi olan kapitalist üretim biçimine geçişin evrimsel bir biçimde sergilendiği bu çalışmanın sorması gereken en temel soru; bundan sonra nasıl bir biçimin mümkün olacağıdır. Sorunun ancak cevap belirdiğinde sorulduğu üzerinden hareket edildiğinde ise çözüm, emeğin toplumsallaşma düzeyinden hareketle üretilmek durumundadır. Emeğin toplumsallaşma düzeyi o denli gelişmiştir ki bu gerçekliğe denk düşecek bir bütünsellik temelinde hareket etmeyen her yaklaşım bu gelişmenin gerisinde kalmak zorunda kalacaktır.
O halde tüm çalışma boyunca serimlenmeye çalışılan meta biçiminin gelişimini aynı zamanda emeğin toplumsallaşması süreci olarak okumanın mümkün olduğu görülmüş durumdadır. Emeğin toplumsallaşması ilk olarak bir kullanım değerinin başkası için de bir kullanım değeri niteliği kazanması ve başkasına bir biçimde aktarılması ile söz konusu olmuştur. Dolaysız üreticilerin kendi emek süreçlerinin ürünü olarak doğadan kopararak kendilerine mal etmiş oldukları kullanım değerlerini başkalarına da verebilecek miktarda üretmeleri bunun maddi koşullarını hazırlamıştır. Böylece üretici güçlerin gelişmesine koşut olarak oluşan artık ürünün başkaları içinde kullanım değeri olması bu kullanım değerlerini toplumsallaştırmıştır. Dolaysız mübadele ile başlayan bu toplumsallaşma mübadele alanının genişlemesi ile birlikte değer biçimini ortaya çıkarmış ve bu da basit metalaşmayı mümkün kılmıştır. Bu toplumsallaşma aşamasında birbirinden kopuk ve habersiz bir biçimde yer alan dolaysız üreticiler ya da basit meta üreticileri kendi emeklerinin ürünü olan kullanım değerlerini ya da metalarını ancak ve ancak bunları mübadele ederek birbirlerine aktarabilmektedirler. Bu da emeğin toplumsallaşmasının bir dolayım aracılığıyla mümkün olması anlamına gelmektedir. Ki emeğin toplumsallaşmasının darlığına denk düşen bu düzey zorunlu olarak meta biçimini gündeme getirmektedir.
Her ne kadar dolayımlı bir ilişki olsa da tüm emek süreçlerindeki emekler toplam toplumsal emeği oluşturmaktadır (Marx, 2011a: 82-83). Buradaki temel problem, bir yandan emek toplumsallaşırken diğer yandan toplumsal üretim süreçlerinde birbirinden kopuk atomlar gibi yer alan insanların kendi emeğinin nesnel koşulları üzerindeki kontrollerini kaybetmesi ve tüm zenginliğin merkezileşerek sermayenin mülkü haline gelmesidir. Ki bu da adım adım meta biçiminde evrilen süreci bugünkü aşamaya yani genelleşmiş meta üretimi noktasına getirmiş bulunmaktadır. Üretimin toplumsal bir eylem durumuna geldiğini ve mübadele ile mülk edinme süreçlerinin tek tek bireylerin eylemleri haline geldiklerini ifade eden Engels (1999: 91) şöyle bir sonuca varmaktadır: “Toplumsal ürüne, tek bir kapitalist tarafından el konulmaktadır”.
Öyleyse bu döngü nasıl kırılacaktır? Ya da döngünün hangi aşamasına müdahale edilecektir? Dolaysız üretim süreci ya da basit meta üretimi olarak yansıyan emeğin toplumsallaşma düzeyleri üzerinden aranacak çözümler sorunu çözmeye yetecek midir? Emeğin toplumsallaşmasının bugün geldiği düzey adeta meta biçimini gerektirmeden emek ürünlerinin toplumsallaşmasını mümkün kılmışken çözümü dolaysız üretim sürecinde ya da basit meta üretiminde aramak “ölünün diriyi yakalaması” anlamına gelmeyecek midir? Dolayısıyla bu döngüyü kırmanın koşulu yine emeğin toplumsallaşmasının gelmiş olduğu bugünkü düzey olmalıdır.
Nitekim kapitalist üretim tarzının ürünü olan bir metaya bakıldığında onun kimin emeğinin ürünü olduğunu tespit etmek bugün artık imkânsız görünmektedir. Çünkü o sadece tek bir üreticinin değil adeta toplumsal emekçinin emeğinin ürünüdür. Değer biçimi, meta biçimi ya da sermaye biçimi bir yana bırakılarak düşünüldüğünde bugün dünya üzerinde harcanan her emek adeta doğrudan toplumsallaşmış durumdadır. Ki bu da değer biçiminin ve meta biçiminin sönümlenmesi bakımından gerekli olan temel koşuldur. Özcesi, emeğin doğrudan toplumsallaşması demek, meta üretiminin nasıl sönümleneceği; yeni üretim ilişkilerinin ürünü olacak emek ürünlerinin nasıl üretilebileceği sorusunu sorabilmek ve cevap arayabilmektir. Başka bir deyişle, bireysel üreticilerin ürünlerinin karşı karşıya gelerek değer biçiminde görünmemesi ve değer kategorisinin söz konusu olamamasıdır (Öztürk, 2014: 51). Üstelik kullanım değerinin mübadele değeri olarak görünmemesi, somut emeğin soyut emek haline gelmemesidir. Ve son kertede emek sürecinin ne değer yaratma sürecinin ne de değerlenme sürecinin taşıyıcısı olmaktan özgürleşmesidir.
Bunun için ne yapılacağı muhtemelen çok açıktır, “mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi” (Marx, 2011a: 729). Bu elbette yeterli olmayacaktır; daha ileri aşamalarda, basit meta üretimi ya da kapitalist üretim tarzının sınırları içinde kalınarak yapılacak anlama çabalarından ziyade, üretim araçlarının yeniden toplumsal mülkiyet haline getirileceği; emeğin doğrudan toplumsallaşmasının kesinlik ve kararlılık kazanmasının mümkün kılınacağı ve piyasanın ilga edileceği koşulların yaratılması gerekmektedir. Bu yolla akla uygun bir biçimde ve bir plana göre kullanım değerinin üretimi ve bunların yeniden üretimi egemen biçim haline gelecektir.
Her bir emek ürününün meta biçimine dönüşmeden, hem üretim aracı hem de geçim aracı olarak tüm toplumun yaşamını yeniden üretebilecek salt bir kullanım değeri olarak kalması için nasıl bakılması ve ne yapılması gerektiği konusunda bir berraklaşma sağlandığından, bu andan itibaren sorulması gereken temel soru: “Nasıl Yapmalı?” olmalıdır. Bu çalışmanın sonunu ifade eden bu soru, aynı zamanda, ancak bir başka çalışmanın başlangıcı olacağından; bu çalışmanın son ve olası, bir başka çalışmanın ise ilk cümlesi, belki de şöyle olmalıdır. Amaç “kullanım değerinin duyumlu tikelliğini mübadele değerinin metafizik hapishanesinden azat etmek” (Eagleton, 2011: 82) olduğundan, yalnızca dünyayı anlamayı değil, aynı zamanda değiştirmeyi de hedeflemek gerekir.
Yararlanılan Kaynaklar
Albritton, Robert (2015) Metalaşma ve Meta Fetişizmi, (Çev. Çiğdem Demircan), Ben Fine – Alfredo Saad-Filho (Haz.), Marksist İktisat Klavuzu içinde, Ankara: Dipnot.
Eagleton, Terry (2011) Postmodernizmin Yanılsamaları, (Çev. Mehmet Küçük), 2. Baskı, İstanbul: Ayrıntı.
Engels, Friedrich (1979) Doğanın Diyalektiği, (Çev. Arif Gelen), 4. Baskı, Ankara: Sol.
Engels, Friedrich (1998) Ütopik Sosyalizm ve Bilimsel Sosyalizm, (Çev. Sol Yayınları Yayın Kurulu), Ankara: Sol.
Engels, Friedrich (1999) Sosyalizmin Ütopyadan Bilime Gelişmesi, (Çev. İsmail Yarkın ve M.A. İnci), İstanbul: İnter.
Foley, Duncay (2002) Meta, Marksist Düşünce Sözlüğü İçinde, 3. Baskı, İstanbul: İletişim.
Göçmen, Doğan (2015) Modern Felsefe: Tarihsel Anlamı, Güncel Mirası, Adam Smith, Hegel ve Marx, İstanbul: Vivo.
Göztepe, Özay (2011) İlkel Birikim, Sermayenin Kaldıracı, Ankara: Notabene.
Harvey, David (2004) Yeni Emperyalizm: Mülksüzleşme Yoluyla Birikim, (Çev. Evren Mehmet Dinçer), Praksis, Sayı: 11, s. 23-48.
Mandel, Ernest (1998) Marksist Ekonomi Kuramın Giriş, (Çev. Ali Ünlü), İstanbul: Toplumsal Dönüşüm.
Mandel, Ernest (2008) Marksist Ekonomi El Kitabı, (Çev. Orhan Suda), Özgür Üniversite Kitaplığı, Ankara: Maki Basım Yayın.
Marx, Karl (1966) Felsefenin Sefaleti, (Çev. Erdoğan Başar), Ankara: Sol.
Marx, Karl (2011a) Kapital I, (Çev. Mehmet Selik ve Nail Satlıgan), İstanbul: Yordam.
Marx, Karl (2011b) Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkı, (Çev. Sevim Belli), Ankara: Sol.
Marx, Karl (2012) Kapital II, (Çev. M. Selik), İstanbul: Yordam.
Marx, Karl (2013) Grundrisse, Ekonomi Politiğin Eleştirisinin Temelleri, Birinci Kitap, 2. Baskı, (Çev. Arif Gelen), İstanbul: Sol.
Marx, Karl – F. Engels (2013) Alman İdeolojisi, (Çev. Tonguç Ok ve Olcay Geridönmez), İstanbul: Evrensel.
Mohun, Simon (2002) Değer, Marksist Düşünce Sözlüğü içinde, 3. Baskı, İstanbul: İletişim.
Rosdolski, Roman (2012) Marx’ın Kapital’inin Oluşumu, (Çev. Cumhur Atay ve Münevver Çelik), İstanbul: Otonom.
Satlıgan, Nail (2012) Marx’ın Ekonomi Yazıları Kitabına Önsöz, N. Satlıgan, S.Savran ve E.A.Tonak (Der.), Kapital’in İzinde içinde, İstanbul: Yordam.
Savran, Sungur (2012) Bir Üretim Tarzı Olarak Kapitalizm, N. Satlıgan, S.Savran ve E.A.Tonak (Der.), Kapital’in İzinde içinde, İstanbul: Yordam.
Savran, Sungur (2013) Karl Marx/Kapital, Marksist Klasikleri Okuma Klavuzu içinde, İstanbul: Yordam.
Selik, Mehmet (1969) Marksist Değer Teorisi, Ankara: Ekim Yayınevi.
Schellenberg, Walter (1976) Kapital Üzerine Temel Kurslar, (Çev. Ş. Bakırsan), İstanbul: Konuk.
Timur, Taner (2011) Felsefe, Toplum Bilimleri ve Tarihçi, 1. Baskı, İstanbul: Yordam.
Tonak, E. Ahmet (2013) Kent Hakkı’ndan İsyan’a, İstanbul: Agora.
Wallerstein, Immanuel (2009), Tarihsel Kapitalizm, (Çev. Alpay N.), İstanbul: Metis.
[1] Özgür Üniversite kolektifinin toplam toplumsal emeğinin kristalleştiği bu çalışma, bu haliyle, Eğitim Bilim Toplum Dergisi’nin 58. sayısında (Bahar 2017) yer alan biçiminin kısaltılmış versiyonudur.
[2] Sungur Savran (2013: 235) biraz araştırılınca; Marx’ın kapitalist üretim tarzına ilişkin sunduğu belirli eğilimlerin “sermayenin hareket yasaları” olarak adlandırılacağını belirtmektedir. Ve bu yasaları, sermayenin emeğin tüm ürünlerini metalaştırması; çalışan halkın artan bölümünün adım adım proleterleşmesi; sermayenin artan ölçüde yoğunlaşması ve merkezileşmesi; bir yedek sanayi ordusunun sürekli olarak yeniden oluşma eğilimi; kâr oranlarının eğilimli düşüş yasası; krizlerin dönemsel olarak doğması vb. şeklinde sıralamıştır (2013: 235).
[3] Bu noktada E. Ahmet Tonak’ın çok haklı bir sorusuna dikkat çekmek yararlı olacaktır. Kullanım değeri bağlamında ihtiyaç üzerine düşünen Marx, “Kapital’in hemen başlarında “bu ihtiyacın nereden kaynaklandığı beni ilgilendirmiyor” da der. Bu, Marx’ın odaklandığı alan bakımından anlaşılır bir şey. Ama, günümüz kapitalizminin aldığı şekil, özellikle modern toplumun ekonomi dışı veçhelerinin karmaşıklığı dikkate alındığında, bence ihtiyaçların kaynağı çok ciddi bir şekilde çözümlemelerimizin merkezinde olması gereken bir konudur. İhtiyaçlar nereden kaynaklanmaktadır?” (2013: 31).
[4] Mehmet Selik (1969: 50), Marksist Değer Teorisi adlı kitabında “mal terimini Almanca’nın “Ware” ve İngilizce’nin “commodity” terimlerinin karşılığı olarak kullanıyoruz. Bugün aynı terimi kullananlar olduğu gibi, bunun doğru olmadığını ve “meta” terimini kullanmanın gerektiğini savunanlar da vardır. Bir kategori olarak mal denilince neyin kastedildiği açık ve seçik olarak belli olduğu için, biz terim üzerindeki bu görüş ayrılığının şeklî olmaktan öteye bir önem taşımadığı ve zamanla mal teriminin yerleşeceği kanısındayız” demektedir. Ancak bu öngörü bugün gerçekleşebilmiş değildir.
[5] Bu noktadaki önemli bir vurguyu Satlıgan (2012: 36) şöyle yapmaktadır: “Dolayısıyla mübadele biçimlerinin tahlilini, mübadelenin (tarihî olarak değilse bile mantıki olarak) faklı gelişme düzeylerine uygun düşen farklı toplumsal ilişki türlerinin bir tahlili olarak anlamak gerekir.”
[6] Bu aşamada bunun üzerinde bu kadar durulmasının nedeni, emek sürecinin doğanın hazır olarak sunduğu amaca uygun olmayan ürünlerine insanın kendi fiziksel varlığı ile koşullanmış ihtiyaçları için el koymasının, “insanla doğa arasındaki madde alışverişinin genel koşulu olan, insan hayatının değişmez doğal koşulu” olduğuna vurgu yapmaktır. Ki bu sayede üretimin bütün biçimlerinden bağımsız, tüm üretim tarzlarında ve bunun belirlediği yaşam tarzlarında aynı olan amaçlı faaliyet (Marx, 2011a: 187) olduğuna dikkat çekmek mümkün olacaktır. Hatta bu amaçlı faaliyetin yaşamın zorunlu ön koşulu olduğuna da ayrıca vurgu yapmak gerekmektedir. Engels (1979: 216) bunu daha da ileri götürerek Doğanın Diyalektiği’nde şöyle demektedir: “O, insanın tüm varlığının başlıca temel koşuludur ve belirli bir anlamda, bu öyle bir ölçüdedir ki, emek insanı bizzat yarattı diyebiliriz.” İkinci bir boyut olarak ise; emek, amaca uygun etkinlik olarak insanın doğa ile girdiği ilişkide ihtiyaçlarına cevap olacak geçim ya da üretim araçlarını edinmeyi amaç edinmesi ve bunu nasıl edineceğini önceden tasarlayabilmesi, imgeleminde planlaması bakımından da epistemolojik bir içeriğe sahiptir (Göçmen, 2015).
[7] Mandel 1963 yılında Parti Socialist Unifiè (PSU)’nin eğitim kurslarında verdiği derslerin birinde şöyle demektedir: “Uygarlığın bütün ilerlemeleri, son çözümlemede emek üretkenliğinin artışıyla belirlenir. Bir grup insanın üretimi, üreticileri ancak yaşatmaya yetecek kadar olduğu ve bu zorunlu ürün dışında bir artık bulunmadığı sürece ne iş bölümüne olanak vardır ne de toplumda zanaatçı, sanatçı ve bilim adamına yer vardır. Bu durumda, bu gibi uzlaşmaların ön koşulu olan tekniklerin gelişmesine, daha başından olanak yoktur” (Mandel, 1998: 9).
[8] Hikâye bir toplum bilimcinin gözüyle muhtemelen şöyle ilerlemektedir: “Tarihte uzun süre farklı toplumlarda farklı mallar tarafından gerçekleştirilen eşdeğerlilik birimi, belli bir aşamada “para” tarafından yerine getirilmeye başlanmıştır. Oysa aslında para görüntüsü altında yapılan değişimin temelinde de yine emek değişimi vardır. Fakat bu kez söz konusu olana emek, artık malların (örneğin ekmek ve elbisenin) kullanma değerine göre farklı nitelikler gösteren emek değildir; burada söz konusu olan emek, Pazar ekonomisini anlamak için soyutlama ile ulaştığımız ve bir toplumdaki tüm kullanma değerlerinin üretilmeleri için harcanan emeği göz önüne bulundurarak varsaydığımız emek birimidir. Marx soyutlama yoluyla üretilen bu tür emeği malların üretilmesi için toplumsal olarak zorunlu zaman birimi paydası altında eşitliyor” (Timur, 2011: 215; italikler Timur’a aittir).
[9] İş bölümü ile metalaşma süreci arasındaki ilişkiyi sergilemesi bakımından şu pasaj ilginç görünmektedir: “Toplum içinde doğal iş bölümünün üretimin temel biçimi olduğu yerde, bu iş bölümü ürünlere, bu ürünlerin karşılıklı değişimi yani alım ve satımı bireysel üreticilerin birçok gereksinimini karşılayabilecek bir duruma getiren meta niteliğini kazandırır. Ve ortaçağda durum da buydu. Örneğin köylü, tarlaların ürününü zanaatçıya satıyor ve karşılık olarak ondan zanaatçılık ürünlerini alıyordu. Demek ki yeni üretim tarzı işte bu bireysel üreticiler, meta üreticileri toplumu içine sızdı. Tüm toplumda egemen olan bu yöntemsiz, doğal iş bölümünün orta yerine, bireysel fabrikada örgütlendiği biçimiyle, yöntemli iş bölümünün girdiği görüldü; bireysel üretimin yanında, toplumsal üretim ortaya çıktı” (Engels, 1998: 66; italikler Engels’e aittir).
[10] Marx, Grundrisse’de, iş bölümüne bağlı olarak mübadele gereksiniminin arttığını ve bu ölçüde de ürünün saf mübadele değerine dönüşmesinin üretimin yeni toplumsal karakteri olduğunu vurgulamaktadır. Sadece yararlılık temelinde üretimi koşullayan kullanım değerleri üretiminin, üreticisine yabancı bir süreç haline geldiğine işaret eden bu ifade, paranın gücünün artmış olduğunu da ifade etmektedir (Marx, 2013: 75). Eş deyişle, “ürün olarak ürün ile mübadele değeri olarak ürün arasındaki uçurum” sürekli büyümektedir. Mübadele süreci birbiriyle çelişen ve birbirini dışlayan ilişkiler yumağı haline gelmektedir.
[11] Paranın sermayeye dönüşmesi önemli bir ayrıma işaret etmektedir. Çünkü para her zaman sermaye haline gelmeyebilir. Dolayısıyla para iki biçimde görünebilmektedir: Para olarak para ve sermaye olarak para. “Sermaye olarak para”, “para olarak para”dan farklıdır. “Para olarak para”, metaların mübadelesini gerçekleştiren dolayım ya da amaç için araç iken, “sermaye olarak para” bizatihi amaç haline gelir yani daha çok para elde etmeyi amaçlar. Dolayısıyla sermaye olarak paranın sürekli çoğalması gerekir. Ancak bu sürekli hareketi ile var olabildiğinden bu hareketi sınırsızdır (Schellenberg, 1976: 56-57).
[12] İlk birikim meselesi hala Marksistler arasında önemli bir tartışma konusu olmaya devam etmektedir. Bu tartışmanın yapıldığı önemli metinler Göztepe’nin (2014) editörlüğünde Türkçe’ye çevrilmiş bulunmaktadır. İlk birikimin devam edip etmediği ya da sermayenin tarih sahnesine çıkış anında beliren sonra ortadan kalkan bir süreç olup olmadığı tartışılmaktadır. Kitap boyunca süreklilik hipotezi güçlü bir biçimde savunulmakla birlikte özellikle Werner Bonefeld’in kısa yazısı en katkı sunucu çalışma olarak görünmektedir. Ayrıca özellikle Harvey (2004) bu süreci “Mülksüzleştirme Yoluyla Birikim” olarak adlandırmaktadır. Burada benimsenecek olan yaklaşım ise ilk birikimin genel olarak üreticileri kendi nesnel emek koşullarından kopartan hareket olduğu yönündedir. Emeğin nesnel koşulları ise üretken tüketimi gerçekleştirebilmek için gerekli olan üretim araçları [bunları emek nesnesi (toprak, tohum ya da her tür hammadde vs.) ve emek aracı olarak ayırmak mümkündür] ile emekçinin kendisini yeniden üretmesi yani bireysel tüketimi gerçekleştirmek için gereken geçim araçları (özellikle doğada hazır buldukları geçim araçları) olarak düşünülmektedir. Dolayısıyla ilk birikim emeğin nesnel koşullarının bir bütün olarak emekçilerden kopartılması biçiminde gerçekleşebileceği gibi sadece emek nesneleri ya da sadece emek araçlar bakımından mülksüzleştirilmeleri şeklinde de cereyan edebilir. Örneğin dolaysız üreticilerin elinden en önemli üretim aracını olan tohumu alan sermaye, ilk birikim sürecini onları toprak bakımından mülksüzleştirmeden de işletebilmektedir.
[13] Hatta Albritton (2015: 106) bu noktada daha da ileri giderek şöylesi bir iddiada bulunmaktadır: “Dahası, Marx’ın Kapital’inin temel amacı, metalaşma sürecinin tamamlanması varsayımı üzerinden sermayenin içsel mantığının izini sürmek iken, aynı zamanda, mevcut hiçbir ekonomide metalaşmanın asla tamamlanmadığını anlamamızı da sağlamaktadır.”
[14] Hatta bu Wallerstein’e göre “kapitalizmin tarihsel gelişmesinin her şeyi metalaştırma yönündeki itilimi”dir (2009: 12).