“Teraziyi değiştirme zamanı!”
Fikret Başkaya ile ekonomik kriz üzerine…
Ferhat Kartal
Faizin, döviz kurunun ve enflasyonun eş-zamanlı olarak yükselmesi neyin işareti?
Ekonominin temelinin çürük olduğunun işareti? Artık ekonomi ‘yeni değer’, ‘artı-değer’, ‘fazla değer’ üretemez durumda… Araç patinaj yapıyor… Tabii bu üçüyle birlikte yükselen bir üçlü daha var: İşsizlik, yoksulluk ve doğal çevre tahribatı [ekolojik yıkım] da yükseliyor.
Bu durumun yanlış para politikasının, Merkez Bankası’nın bağımsız olmamasının sonucu olduğu söyleniyor… Siz de aynı fikirde misiniz?
Merkez Bankası ‘bağımsız’ olmaz. Mutlaka bir yere, birilerine bağımlı olması gerekir… Başına buyruk bir Merkez Bankası olur mu? Aslında kimse Merkez Bankası’nın kime, nereye bağlı olduğunu söylemeye yanaşmıyorlar… Merkez Bankası’nın ‘bağımsızlığı meselesi’ kimin fikriydi? İMF’nin fikriydi… Emperyalist cephenin fikriydi… Merkez Bankası bağımsız olmalı derken, hükümete bağımlı olmaması ama, borç verenlere, küresel finans baronlarına, küresel tefecilere bağımlı olması gerektiği söylenmiş oluyor… Borç verenler kendi durumlarını garantiye almak için, hükümetin bankaya karışmasını, onu bir ekonomik politika aracı olarak kullanmasını engellemeyi amaçlıyorlar… Onlar için yegane kaygı, verdikleri kredilerin faizlerinin ödenmesinin aksamamasıdır… Dolasıyla asıl mesele fiyat istikrarı değil, küresel finans sermayesinin çıkarını güvence altına almaktır… Bir de “faiz dışı fazla” diye bir şey dayattılar… Bu ne demek? Faiz ödemelerini karşılayacak bir kaynağı önceden ayırıp bir yere koyacaksın, sonra işine bakacaksın demek… Aslında söz konusu olan ‘Duyun-u Umumiye’yi çağrıştırıyordu ama pek sorun eden olmadı… Netice itibariyle asıl mesele fiyat istikrarı değil, faizlerin istikrarlı ödenmesini sağlamaktır…
Merkez Bankası’nın faizlere müdahalesini Cumhurbaşkanı engellemeseydi dolar kuru yükselmezdi deniyor?
Cumhurbaşkanı her şeye müdahale ederken, Merkez Bankası’na dokunmaması mümkün değildi. Faiz daha önce artırılsaydı da şeylerin seyrinde fazla bir değişiklik olmazdı… Sadece “düzeltme operasyonu” gecikti… Bir de spekülatörlerin vurgun yapmasına uygun bir ortam oluştu… Cumhurbaşkanı fiyatlara müdahale edemiyor, faize müdahale edince de işler daha çok sarpa sarıyor… Asıl, fiyatlar neden yükseliyor, neden enflasyon yüksek düzeylerde seyrediyor sorusunu sormazsan, faizler neden yükseliyor demenin bir anlamı olmaz…
“O halde Merkez Bankası bağımsız olursa fiyat istikrarı sağlanır” demenin bir karşılığı yok mu?
Para politikası. ekonomiye müdahale araçlardan sadece biri… “İyi para politikası” bir başına fiyat istikrarını sağlar diye bir kural olabilir mi? Eğer ekonomi ‘değer üremez’ duruma gelmişse ve ancak borçlanarak, dışardan kredi alarak yol alabiliyorsa, bu senin borç verenler tarafından rehin alındığın anlamına gelir… Eğer borç almaya devam etmek zorundaysan, faiz oranlarını da yükseltmek zorundasındır… Aksi halde tekerlek dönmez… Faiz oranının borç verenleri memnun edecek düzeyin altında tutamazsın… Her seferinde “faizleri yükselt” şantajıyla karşı karşıya kalırsın. Yüksek enflasyon, yüksek faiz düzeyi demektir. Biri yükselirse diğeri de yükselir. Fiyat artışını, enflasyonist tırmanışı durduramazsan, faizlerin tırmanışını da durduramazsın…
Faizlerin yükselmesi sadece Türkiye’nin yanlış/yetersiz para politikasının sonucu mu… Dış etkenlerin bir rolü yok mu?
Elbette döviz kurundaki yükseliş sadece içerdeki beceriksizliğin, yanlış politikaların sonucu değil. ABD ‘Merkez Bankası’ FED’in faizleri yükseltmesinin de rolü var ama sorunun çoğu içerden kaynaklanıyor… Ekonominin aşırı kırılganlığıyla ilgili…
Merkez Bankası üst-üste iki kere faizleri artırdı. Bu müdahalenin faizlerin seyri üzerinde kalıcı bir etkisi olur mu?
Yüksek faiz, üretim maliyetlerini artırır, üretim maliyetlerindeki artış da tüketici fiyatlarına yansır ki, bu enflasyonun yükselişe geçmesi demektir. Enflasyon yükselince de faiz artışı yeniden gündeme gelir. Ama kısa vadede faizler bir süreliğine kısmi bir istikrara kavuşabilir… Yapılan iki müdahale, yaraya yapılan pansuman sadece… Lâkin yara pansumanla iyileşebilir durumda değil… Temeldeki soruna odaklanmak gerekiyor… Türkiye ekonomisinin durumu tam da bir halk deyişine gönderme yapıyor: boşa koysan dolmaz, doluya koysan almaz…
Yaşanan istikrarsızlığın ekonominin yapısı ve işleyişiyle ilgili olduğunu, temeldeki sorunların sonucu olduğunu söylüyorsunuz?
Evet. Ekonominin temeli kırılgan. O zaman biraz gerilere gidip, kırılganlığın nedenlerini hatırlamak gerekiyor. Türkiye ekonomisinin bu günkü durumunu anlayabilmek için, 1980’de 24 Ocak kararlarıyla alınan keskin virajı iyi anlamak gerekiyor. 24 Kararlarıyla ekonominin işleyişi ve rotası radikal değişime uğratıldı. Artık o tarihten sonra ekonominin gidişatı dış belirleyiciliklere ’emanet edildi… Ekonomiyi ilgilendiren temel kararlar dışarıdan dayatılır oldu… ‘İçerinin dışarıya’ uyumlanması durumu ortaya çıktı. Oysa, ‘dışarının içerinin ihtiyaçlarıyla uyumlandırılması’ gerekiyordu… Şeyleri adıyla çağırmak gerekirse, yapılan şey tam bir “yenide kompradorlaşma” tercihiydi. Türkiye ekonomisi emperyalist sermayenin ve onun hizmetindeki ‘uluslararası ‘ denilen ama aslında emperyalist odakların hizmetindeki kurumların (İMF, Dünya Bankası, Dünya Ticaret Örgütü, vb.) insafına terkedildi…
Dışa açılma kötü bir şey mi?
İyi bir şey ama nerenizi, kime, nasıl ve ne kadar açtığınız da önemsiz değildir… Türkiye’nin dışa açılması, direksiyona ‘dışarının’ geçmesiydi… Böylece ekonominin yönü yanlış bir şekilde dışa döndürüldü. Neoliberalizmin gereği yapıldı… Ekonominin iç eklemlenmesi ortadan kalktı. Sektörler arasındaki eklemlenme ve tamamlayıcılık ilişkisi aşındı… Her bir sektörün yönü dışarıya döndürüldü ve dışardan etkilenir, yara alır duruma geldi… Asgari bir planlama olmadan hiç bir ekonomi yol alamaz… Eğer dışardan daha ucuza alıyorum diye bir çok şeyi üretmekten vazgeçersen, o zaman kedilerini, köpeklerini doyurmak için bile ithalat yapar duruma gelirsin… 60 liraya et yersin… Tabii yiyebilirsen… İtilir-kakılır, borç dilenir hale gelirsin… Özetle söylersek, 1980’den başlayarak, “dışa açılma” retoriğiyle Türkiye ekonomisinin temeli aşındı, AKP döneminde de aşınma iyice hızlandı ve sonuç: İflas… Ekonomi borçlanarak, kredi bulursa ‘yürüyebiliyor’ ama buna yürümek denirse…
Türkiye’nin ihracat başarısı önemli değil mi? Dışa açılma sayesinde ihracatın rekor üstüne rekor kırdığı söyleniyor?
Bir başına bazı rakamları telaffuz etmenin bir anlamı ve değeri yoktur. Sorunu bir bütünlük olarak ele almadığın, kavramadığın zaman, rakamların, oranların, istatistiklerin pek bir değeri olmaz… Birincisi neyi ihraç ettiğin önemlidir ve ikincisi de ihraç ettiğin şeyi nasıl ürettiğin de önemlidir… Eğer 100 birim mal üretmek ve ihraç etmek için 80 birim mal ithal ediyorsan, o zaman ihracat ‘başarısını’ nüanse etmek gerekir… Türkiye çok yüksek oranlı bir ithalatla bir şeyler üretiyor ve ihraç ediyor. Oysa, ihracattan kalan değer diye bir şey var. 200 milyar dolar ihracat için 160 milyar dolar ithalat yapıyorsan eğer, bu reel ihracatın pek bir kıymet-i harbiyesi yok demeye gelir… Bir de o kadarını bile borçlanarak yapabiliyorsan, durum daha da vahim demektir… İhracat başarısından söz etmek şurada dursun, vay halimize… denecektir… Tabii iktidar sahipleri ve ideolojik uşakları rakamları, istatistikleri, istedikleri gibi konuşturmaya, manipüle etmeye devam ederler…
O halde bu durumdan çıkmak için ne yapmak gerekiyor?
Bir kere kapitalizmi ve onun şimdilerde dayatılan neoliberal versiyonunu sorun etmek gerekiyor. Yapılanların tersini yapmak gerekiyor…
Mesela nasıl?
Geride kalan yaklaşık 40 yıllık dönemde özelleştirilen ne varsa asıl sahiplerine iade edeceksin. Toplumdan çalınanı topluma geri vereceksin. Kamusallığı esas alan bir rotaya gireceksin. Lüzumsuz ve zararlı üretime ve tüketime son vereceksin. Bazı şeylerin tüketimini durdurup, gerekli olanın üretimine yöneleceksin. Kâr için üretimden çıkacaksın, ihtiyaçlar için üretime geçeceksin. Değişim değerini değil, kullanım değerini esas alan bir rotaya gireceksin. Demokratik [bürokratik olmayan] bir planlama uygulayacaksın. Yüksek düzeyde bir ‘doğal çevre’, ekolojik duyarlılığı esas alacaksın. Eğer doğa tahribatı [ekolojik yıkım] bu tempoda devam ederse, çok yakında geriye kurtarılacak bir şey kalmayabilir… Yani elini çabuk tutacaksın…
Muhalefet iktidar olduğunda bu söylediklerinizi yapabilir mi?
Muhalefetin tüm bileşenleri, neoliberalizmi/kapitalizmi radikal olarak sorun etmiyorlar… “Biz bu aracı daha iyi süreriz”, “biz bu makinayı daha iyi çalıştırırız”… diyorlar. İyi de makina bozuksa ki, bozuk… Musadenle bir anektod nakledeyim: Vaktiyle köyün birinde helva satan yaşlı bir bakkal varmış. Çırakla işi yürütürmüş. Köylüler her seferinde az helva veriyor diye çırağı bakkala şikayet ederlermiş. Bakkal çırağı değiştirirmiş, yeni geleni de şikayet ederlermiş, onu da değiştirirmiş. Öylece sürüp gidermiş… En sonunda terazinin bozuk olduğu anlaşılmış ve şikayetler kesilmiş… Tabii çıraklar masum ama burjuva politikacıları masum değil… İçinde bulunduğumuz durum teraziyi değiştirmeyi gerektiriyor…
Artık eskisi gibi yaparak zaman kazanmak, kitleleri aldatmak/oyalamak mümkün değil. Bir çöküş durumu söz konusu çünkü… Ancak radikal çözümlerle, aracın direksiyonunu radikal olarak sola kırmakla bu yıkım tablosundan çıkılabilir. İşte o zaman toplumun bir geleceği olabilir. Zira, sadece sosyal kötülükler çığ gibi büyümüyor, ekolojik yıkım da almış başını gidiyor… Eğer geç kalınırsa, her şey daha da sarpa sarabilir ve geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayabilir… Fakat bir şey var, bu aşamada muhalefetin AKP’nin dayatmaya çalıştığı dinci/bağnaz/karanlıkçı despotik tırmanışı durdurması büyük önem taşıyor… Önce daha kötüyü bertaraf etmek, sonra da iyiyi gerçekleştirmenin yolunu aralamak gerekiyor… Zira, dinci-despotik tırmanışın durdurulması, topluma nefes aldıracaktır… Malum, “sahip olduğunu koruyamayanların yeni şeyler kazanması daha da zorlaşır ” denmiştir!
Sorularıma cevap verme zahmetine katlandığınız için teşekkür ederim hocam…
Zahmet değil, ben de sana teşekkür ediyorum …