EŞİTLİĞİN TARİHSEL TOPLUMSAL ÖZÜ VE DEVRİMCİ ÇIKIŞ -5-
Nazım Can
Eylül 2018
Kapitalizmin Tarihsel Gelişmesinde Ortaya Çıkan Komün Gerçeği
Tarihi Toplumsallaşma Süreci, el ile işin [[1]] karşılıklı sarmal etkileşimi ve gelişimi ile başlamış; alet ile bilincin sarmal etkileşimi ve gelişimi ile devam etmektedir. Maddi üretim araçları, özellikle üretim alet ve makineler diyor Marks, “insan sanayisinin ürünleridir; doğa üzerindeki insan istencinin ya da insan etkinliğinin organlarına dönüşmüş doğal gereçlerdir. Bunlar, insan eli tarafından insan beyninin yarattığı organlardır; nesneleşmiş bilgi gücüdür [[2]]. Dolayısıyla ilkel topluluk Geçim Biçimi süresinde, kotarılan en basit aletten; uygar toplum Üretim Biçimleri süreci boyunca, süregelip sanayi devrimine ön ayak olan otomatik sanayi makinesine gelene kadar, bu arada üretilen tüm üretim aletleri ve makineler, hareket temek için çalışan/emekçi insana bağımlıydı.
Bu uzun ve meşakkatli Tarihi Toplumsallaşma Süreci döneminde, Üretim Güçleri Geliştirme Yasasının (ÜGGY) hükmü altında, oluşup gelişen; Emekçi ile Alet arasındaki devrimci uyum ve devrimci Çatışma (Em-MakÇa), farklı Üretim Biçimlerini yaratıp yürüterek oldukça yavaş ilerlemişti. Bu dönemde, doğanın bütün engellerine rağmen, insanlığın ilerlemesi; üretim araçlarının özellikle üretim aletlerinin, ilkel iş süresi ile uygar üretim süreçlerinde gelişip etkinleşmesi lehine bir seyir izlemiş. Ama bu dönem boyunca, üretim aletlerinin hareket etmek için insana bağımlılığı ve geri teknolojik düzeyinden dolayı, kapitalizm öncesi toplumsal krizler, kapitalist aşırı üretim krizlerine benzer biçimde değil; tam tersine, doğanın kontrol edilemeyen yasalarının gücü, üretilenlerin yetersizliği ile buluşunca, toplumda açlık ve kıtlığa yol açmıştı. Bu nedenle, dönemin toplumsal krizleri kıtlık, salgın hastalıklar, sel, deprem, yangın gibi doğal felaketlerin oluşmasından kaynaklanmıştı. Dolayısıyla toplumsal gelişme süresi, çok uzun süreli ve zorluklar ile dolu geçmişti. İnsanlık, bu meşakkatli Tarihi Toplumsallaşma Süreci dönemine, ilkel topluluk, köleci ve feodal toplum ile feodalizmden kapitalizme geçişin, sanayi devrim öncesi dönemini sığdırmıştı.
Batı Avrupa’da yaşanan kapitalist manüfaktür döneminden itibaren, bilim ve teknoloji; alet ve makinelere uygulandı. Böylece, maddi üretim güçleri, özellikle üretim aletleri ve makineler, üretim süreçlerinde, üretimin kaldıraçları haline geldiler. Bu gelişme temelinde, Batı Avrupa’da Rönesans ve Reform gibi aydınlanma hareketleri başladı. İnsanın üretme ve tüketme ihtiyacından gücünü alan ÜGGY’sı, feodal toplumun bağrında yaratıp geliştirdiği, yeni Emekçi (ücretli işçi) tipi ile Makine arasındaki Çelişki (Em-MakÇe) üzerinden, kapitalist toplum Üretim Biçimini şekillendirmeye başladı. Bu dönemde, kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkilerine hâkimiyet, kapitalistlerin (burjuvazinin) üretim araçlarını, özellikle üretim aletleri ve makineleri özel mülkiyet edinmeleri üzerinden gelişiyordu. İlkin devrimci bir rol oynayan burjuva mülkiyet edinme biçimi, gelişen Sanayi Devrimi Makinesinden itibaren, alet ve makinelerin, kendilerini aşması ile onların özgürce gelişmesinin engeli haline gelip, muhafazakâr gerici bir rol oynamaya başladı.
Farklı uygar Üretim Biçimlerine ait Em-MakÇe’ler ile onların ilkel topluluk için bir vesiyonu olan, Doğa ile alet bilinç arasındaki çatışma (Do-AlbiÇa), sürekli devrimci karaktere sahip birer çelişkidir. Bu çelişkiler, ilkel topluluk Geçim Biçimi ile farklı uygar toplum Üretim Biçimlerini belirleyen motor gücünde, toplumu belirleyen, devrimci, evrensel, inşacı temel toplumsal çelişkilerdir. Bu çelişkilerin her birinin taşıdığı farklı toplum biçimlendirici özü: İlkel insanın, doğanın ham bir parçasını, ilk ilkel alet olarak kullanıp, daha sonra alet yapmaya başlamasından; insanın, Üretim Gücü olarak uygar toplum Üretim Biçimi süreçlerinden tümüyle atılmasına dek sürecek, uzun süreli devrimci karakterde bir çelişkidir. Dolayısıyla Em-MakÇe, değişik tarihi versiyonları ile Tarihi Toplumsallaşma Sürecini biçimlendiren temel toplumsal maddi bir güçtür. Bu temelde, devrimci iradi müdahale ve mücadele ile oluşacak Sosyalist Em-MakÇe aşıldığında, sıfır emek gücü ile çalışan üretim süreçlerinde tükenip, biçim değiştirecektir. Çünkü Sosyalist Em-MakÇe, üretim süreçlerinde tükendiğinde, ‘Üretim Gücü’ olmayan, ama bizzat mülkiyet sahibi, programcı, analist, mühendis ve denetçi gibi toplumsal üretimi ‘Organize eden ve Yöneten Güçler’ ile Makineler arasındaki devrimci uyum ve Çelişki (OY-MakÇe) üzerinden, komünist (komünal) toplumda yeni versiyonu ile devam edecektir.
Feodalizmden kapitalizme geçişte, maddi üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makineler, feodal üretim ve mülkiyet ilişkilerini aşarak, yeni gelişmelerinin toplumsal varlık biçimleri olan kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkileri geliştirdiler. Böylece yeni üretim aletleri ve makineler İLE onlara uygun ve onların toplumsal varlık biçimleri olan yeni kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkileri, aralarında devrimci uyum sağlayıp, kapitalist toplum altyapı inşası için devrimci Toplumsal Altyapı Çelişkisini (uzlaşan TAÇ) geliştirerek, feodalizmi tasfiye ederken; ona koşut olarak burjuvaziyi, ekonomik olarak iktidara taşıyordu. Ama ne zaman ki, insan, hayvan, su ve rüzgâr gücü ile çalışan manifaktür makineleri; buhar gücünü bünyesine alıp, üretim süreçlerinde çalışmaya başladılar, mevcut olan kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkileri biçimine ters düştüler. Böylece kapitalizme ait devrimci uzlaşan TAÇ, muhafazakârlaşarak gerici uzlaşan TAÇ’a dönüştü. Buna karşın makineler, Batı Avrupa’da yeni gelişmelerine uygun, kapitalist altyapı ile uzlaşmayan, yeni ve devrimci sosyalist uzlaşmaz Toplumsal Altyapı Çelişkisi (uzlaşmaz TAÇ) sarsıntılarını başlatan sınıf mücadelesini tetiklediler. Bu noktadan itibaren eskiyi temsil eden, kapitalist uzlaşan ve gericileşen uzlaşan TAÇ İLE gerçeği fark edilmese de adına sosyalizm denen yeni ve devrimci uzlaşmaz Toplumsal Altyapı Çelişkisi (uzlaşmaz TAÇ) arasında, negatif diyalektik karakterli devrimci bir sınıf mücadelesinin sancısı başladı. Dolayısıyla, yeni maddi Üretim Güçleri, özellikle dönemin makineleri, kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerine karşı, nüve halinde, sosyalist mülkiyet ve üretim ilişkilerini koşullandırmaya başladılar. Ferasetli tarihi bir çaba ve devrimci müdahale ile sosyalist mülkiyet ve üretim ilişkileri, patikleşip sınıf mücadelesine oturması gerekirken, o zaman bu husus becerilemedi! Onun yerine, ütopik sosyalistlerden sonra Marks, Engels tarafından işçi sınıfı üzerinden geliştirilen Reel Sosyalist ütopya ile kapitalist kaos ve karmaşa çözülmeye, “sosyalizme” vardırılmaya çalışıldı. Ama nafile!
Bu dönemde, işçi sınıfı önderlikli Marksist sınıf mücadelesi tarzı ile çözülemeyen, kapitalist kaos ve karmaşa, meydanı boş bulan kapitalistlerin elini güçlendirdi. Batı Avrupa’da bilim ve teknoloji ile buluşan alet ve makineler, üretimin muazzam kaldıraçları haline gelirken; daha çok kazanmak için kapitalistler tarafından korkusuzca, büyük bir iştah ile üretilip üretime sokuldular. Öyle ki, ilgili bilim çevreleri ve makine mühendislerinin amacı, daha gelişmiş makine teknolojisi üretip, üretimin verimliliğini ve kalitesini arttırmak iken; kapitalistin amacı ise daha çok meta üretmekti. ÜGGY’sının hükmü altında buluşan bu iki eğilim, birbirlerini doğru orantılı olarak kollayıp destekleyerek varlığını sürdürmüş. Makinelerin daha çok üretilmesini ve güçlenmesini sağlamıştı. Bu yasanın yürütücü hükmü altında, dengeli üretim ile kapitalist ekonomik ve siyasal krizleri sonlandırmak için ferdi olarak, ilgili bilim çevreleri ve makine mühendisleri daha az gelişmiş makine teknolojisi üreteyim, kapitalist de daha az üreteyim yapayım diyememiş. Diyemez. Çünkü ikisinin de böyle bir reel şansı yoktu.
Ama bu arada kapitalist, büyük bir imkâna sahip olmuştu. O da, makinelerin özel mülkiyet sahipliği üzerinden, onların gelişmesini kontrol edebilme olanağını elde etmiş olmasıydı. Böylece, çıkarına dokunduğu yerde kapitalistler, makinelerin gelişmesini engelleyip, yavaşlatma gücü elde etmiş. Makinelerin özgürce gelişmesine engel olmaya başlamıştı. Ama kapitalistler arası rekabet koşullarında, sistemin krizlerini ortadan kaldırmaya gücü yetmemiş! Yetmezdi! Çünkü makineler, üretiliş miktarlarına ve güçlerine göre değil, dönemsel yeni gelişme düzeylerine uygun geliştirdikleri mülkiyet ve üretim ilişkileri biçimine uyum sağlandığında ancak özgür ve devrimci tarzda gelişebilirlerdi. Ancak böyle uyumlu bir gelişme, Tarihsel Toplumsal eşitçi Özleri ile onların burjuvazi tarafından, kapitalist tarzda özel mülkiyet edinmesi arasındaki temel çatışmayı aşabilirdi. Ki Bu da, kapitalist mülkiyet biçiminin varlığı ile engellenmekteydi.
Kapitalistler arası kıyasıya rekabet, kapitalizme içkin, burjuva mülkiyet biçiminin zorunlu sonucudur. Yine bu rekabet nedeniyle, kapitalistler ile kapitalist kurumlar, büyük bir iştah ve çaba ile üretim araçları, özellikle alet ve makine geliştirip, dizginsiz ve dengesiz üretmek zorundaydılar. Bu dizginsiz ve dengesiz gidişat nedeniyle oluşan kapitalist krizler, 1800 yıllarından itibaren, büyük miktarda ferdi kapitalistin yıkımını getirdiği gibi bazıların güçlenmesine yol açarak, kapitalist sistemin baş belası olmaya başlamıştı. Bu kaçınılmaz iç çatışma, daha ilk doğumunda kapitalist ile kapitalist sistem arasında, kapitalist sistemin ana mecrasına ölümüne temellenmişti. Kapitalizmin dengesiz gelişmesine koşut gelişen bu iç çatışmada, fırsatı yakalayan kapitalist, daha çok kazanıp, güçlenirken; diğer kapitalistlerin daha az kazanmalarına ve mahvına yol açıyordu. Böylece ferdi kapitalistler, dengesiz ve dizginsiz aşırı üretime ve gelişmeye yol açarken; kapitalist sömürü sisteminin doğası gereği, üretilenleri ememediği için bayılıp krize giriyordu.
Sanayi Devrimi Makinesinin, üretim sürecinin etkin öğesi haline gelmesi, üretim aletleri ve makinelerin tarihsel gelişmesinin II. AŞAMASINA [[3]] denk düşer. Bu dönem üretim süreçlerinde, işçiler, makineye tabi olmuşlardır [[4]]. Bu dönem, sanayi devrimi makinelerinden, otomasyonlu makine sistemlerine, günümüzdeki yapay zekâ kullanan endüstri robotlarından, uzay araçlarına, nanomatik makinelerden optik üretim aletlerine kadar uzanıp devam etmektedir.
Sanayi Devriminden itibaren, dünya uygarlığının bileşkesi ve onun ileri uç noktası olan Batı Avrupa’da; daha önceki toplumsal üretim biçimlerinde gözlenmeyen; pek çok temel ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel gelişmeler ile kapitalist toplum krizleri; makinenin radikal değişim ve dönüşüm gücüne dayalı olarak ortaya çıkmaya başladılar.
Özetle bu gelişmelerin en önemlileri şunlardır:
(Birincisi), Sanayi Devrimi Makinesi üzerinden yürüyen ve bedenine içkin, TARİHSEL TOPLUMSAL EŞİTÇİ ÖZÜN [[5]], üretim süreçlerinde belirgin ve hâkim biçimde açığa çıkmış olmasıydı. Bu dönemde, Batı Avrupa’daki Büyük İnsanlık Ailesi, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik söylemleri ile hop oturup, hop kalkmaya başladı. Eşitlik, özgürlük, kardeşlik, insan hakları ve demokrasi söylemleri feodal gericiliğe karşı insanlığın bayrağı haline geldi. Bu dönemde, esas olarak ekonomik iktidarı ele geçiren Batı Avrupalı burjuvazi siyasal iktidara yöneldi. Feodal gericiliğe karşı, önderliğinde ezilen, sömürülen geniş kitleleri devrimci mücadeleye süren burjuvazi, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, insan hakları ve demokrasi söylemlerini kullanmaya başladı. Siyasal iktidara yaklaştığı ve yerleştiği ölçüde de burjuvazi, eşitlik, özgürlük ve kardeşlik şiarlarına sırtını döndü. İnsan hakları ve demokratik söylemini de sınıfsallaştırarak, burjuva demokrasisi biçimine oturttu.
(İkincisi), Sanayi Devrimi Makinesi, burjuvazi siyasal iktidara yöneldiği sıralarda, henüz siyasal iktidarı ele geçirmeden, kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerine karşı, nüve halinde sosyalist mülkiyet ve üretim ilişkilerinin öncüllerini, kapitalizmin ana rahmine düşürmeye başladı. Böylece, devrimci tarzda geliştirilmek üzere, özel mülkiyet donanımlı kolektif komün örgütlenme biçimini koşullandırıp, kurulma zorunluluğunu dayattı. Bu dönemde, üretim sürecinde ücretli çalışan işçi, makineye bağımlı, etkisiz, pasif her an üretimden dışlanan bir öğe haline gelmişti. Üretimi yürütme gücünü kontrol altına alan makine, sosyalist emekçi önderliğinde toplumun yeni tipte örgütlenmesini (sosyalist) komünlerde, geliştirilmesini koşullandırıp gündeme soktu.
(Üçüncüsü), Sanayi Devrimi Makinesi, geleneksel evrimci toplumsal geçişi devrimcileştirip, devrimi, irade ile belirleme (volanter determination) yoluna soktu. Böylece makine, devrimci tarz müdahale ve mücadele ile belirlenecek ‘Sosyalist Emekçi’ nüvenin sancısını gündemleştirdi. XVIII. yüzyılın son çeyreğinden bu güne, dünya çapında kapitalist sistemin temel çelişkisi: Maddi üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makinelerin, burjuva özel mülkiyet biçimi altında bulunmaya devam ediyor olması ile onların sosyalist özel mülkiyete biçimi altına alınması arasındaki temel çatışmayı gündeme sokmuş bulunmaktadır.
(Dördüncüsü), Sanayi Devrimi Makinesi, kapitalist sistemi 1778, 1779 ve 1817’de aşırı üretim kaynaklı, yerel (Lokal) ekonomik krizlere sokmuş. 1825’te ise ilk genel (bölgesel) ve kapsamlı, aşırı üretim krizi ile Batı Avrupalı kapitalist sistemi, temellerinden sarsmıştır. Çare olarak Batı Avrupalı kapitalistler, burjuva “ulusal” ekonomi ve burjuva “ulusal” Pazar mecrasından taşan aşırı üretimi, hammadde sağlayıcı sömürgeci ağlar üzerinden, sömürge, yarı sömürge ülkelere aktararak, oralarda ithal kapitalist gelişme ile bir Dünya Pazarı oluşturmaya başlamışlardı. Böylece sömürge, yarı sömürge ülkelerde, kendilerine bağımlı ‘İthal kapitalist’ ilişkilerin gelişmesine önayak oldular.
(Beşincisi), Sanayi Devrimi Makinesinin, üretim süreçlerine girip, üretim sürecinin hâkim ‘Üretim Gücü’ öğesi olmasından sonradır ki, gerçek KOMÜN ve komünalite bilinci: alet ve makinenin, üzerinde taşıdığı ‘Tarihsel Toplumsal Eşitçi Özün’ zorunlu bir sonucu ve dayatması olarak, açığa çıkıp gündeme oturmuş oldu. Ama buna rağmen, gerçek KOMÜN ve komün bilinci, şimdiye kadar denenip gerçekleşememiş, gerçek bilgi ve toplumsal olgu düzeyine geçememiş. Tarihi rolünü oynayamamıştır. Dolayısıyla Marks’ın iddiasının tersine, “komünizm, tarihin çözülmüş bilmecesi” olmaktan uzak, ‘tarihin çözülecek bilmecesi’ olmaya devam etmektedir [[6]].
(Altıncısı), Batı Avrupa’da, kapitalist toplum OLUŞUM döneminde, toplumsal etnik yapılara çalınan ulusal biçimlenme mayası; ‘Sanayi Devrimi Makinesi’ ile canlanıp; EŞİTÇİ, kolektif komünal topluma ait ÖZGÜN ulusal ve siyasal örgütlenme biçimine yükseldi. Bu temelde, ‘Sosyalist Emekçi’ özne şahsında, eşitçi, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyetli toplumsal biçimlenme ile ulus birliğinin, siyasi sancıları, toplumsal gündeme düştü. Burjuvazinin gerçek yaşamda karşılığı olmayan, farklı aşiretlerin aynı etnik yapıya entegrasyonunda ifadesini bulan, sözde burjuva ulusçuluğu (milliyetçiliği) üzerinden, geliştirilen hayali burjuva ulus çarpıtmasını saymazsak eğer. Bu dönem kapitalist gelişmeleri temelinde gündemleşen hareket, esas olarak etnik yapıların eşitsiz, sınıflı, sömürücü yapılarının alt üst olup; eşitçi, sınıfsız ve sömürüsüz, ulus kategorisine dönüşme biçimini müjdeliyordu. Dolayısıyla ulus, modern üretim süreçlerinde; sanayi devrimi makinesi ile “özgür emekçinin” birlikte ürettiği meta ve bu metaların yarattığı yerel pazar (ulusal Pazar/anavatan) potasında; feodal toplumda var olan farklı etnik yapıları ait aşiretlerin, kapitalist sistem üzerinden, karılıp aynı etnik yapıya entegrasyonun; eşit paylı kolektif komünal sosyalist özel mülkiyetli toplum biçimine çözünmesi ile oluşan sınıfsız, sömürüsüz biçimlenmenin sancısı olarak gündeme oturdu.
Tam da bu dönemlerde ulusu belirleyen maddi ön koşullar, Büyük İnsanlık Ailesi saflarında kapsamlı ve derin dalgalanma yaratıyor. Çağın özgürlük, eşitlik, kardeşlik, insan hakları ve adalet gibi eşitçi ve paylaşımcı bilinç ve duygu şekillenmeleri, bu ulusal biçimlenmeye ait ekonomik değerlerin eşitçe ve kardeşçe paylaşılması, gerçek milliyetçi/vatansever fikir ve siyasal yansımaları olarak gelişip yankılanmaya başlıyordu. Bu yansımalar, gerçek vatanseverlik ve siyasal eylem biçimlerine yol açarken, aynı zamanda geniş kitleleri heyecanlandırıp kuşatıyor. Toplumları, sosyalist emekçi önderliğinde, ulusçu siyasal örgütlenme düzeyine taşıma gereğini koşullandırıyordu. ‘Sosyalist Emekçi’ ÖZNEYİ, yeni ve devrimci bir nüve (embriyon) olarak, mevcut emek gücü bazında, eşit paylı, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyet biçimi temelinde, ‘SOSYALİST EMEKÇİ SINIF/ULUS’ eşitliğinde ve birlikteliğinde, kapitalizmin ana rahminde düşürüyor. Batı Avrupa çapında, sancılı muazzam “devrimci” bir gündeme yol açıyordu.
(Yedincisi), Sanayi devrimi makinesi, buhar gücünü bünyesine katınca, emek yoğun üretimden, makine yoğun üretime geçildi. Makine, önemli oranda ustalık ve beceri isteyen mesleklerin görevlerini üstlendi. Vasıflı işçiyi minimize edip, gerisini üretim dışı etti. Meydanı boş bulan burjuvazinin, kapitalist mülkiyette ısrarı, işsizlik ve yoksulluğu, kırım ve kıyımı yaygınlaştırdı. Bu temelde, 19. Yüzyılın başları Batı Avrupa’da, özellikle İngiltere’de işsizleşen işçiler, 1811-1816 arasında, fabrikalardaki makinelere saldırıp kırdılar (Ludizm hareketi). Aslında dönemin işçiler “doğru yere”, esas düşmanlarına [[7]] saldırıyorlardı. Ama makineyi kontrol edip sevk eden gücün, üretim süreci dışındaki kapitalist olduğunu ve meselenin kaynağının, kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkileri olduğunu, zamanla kavradılar. Böylece işçiler, haklı olarak makineleri kırmaktan vazgeçtiler.
(Sekizincisi), Sanayi devrimi makinesi, üretim süreçlerinde, emek gücü artı değer üretimini tali duruma düşerek, makine artı değer (türev artı değer) üretimini esas artı değer üretimi durumuna yükseltti. Çalışan emek gücü üzerindeki sömürüyü ikiye katlayarak, kapitalist sömürü biçimi, çalışan çalışmayan tüm toplum bireylerini kapsamına aldı.
(Dokuzuncusu), Batı Avrupa’da buharlı sanayi makinelerine gelene kadar burjuvazi; ticari ve manüfaktür kapitalizmi ile feodal üretim ve mülkiyet ilişkilerini, ekonomik alanda esas olarak alt etmişti. Yani ekonomik iktidar, esas olarak burjuvazi tarafından ele geçirilmişti. Sanayi Devrimi Makinesi, burjuvazi ekonomik “iktidardan” azletmeyi koşullandırırrken burjuvazi, meydanı boş bulup siyasal iktidara yöneltmişti. Bu nedenle, özellikle 1789 Fransız devrimi ve sonrasındaki bütün devrimlerin tartışmalı sınıfsal karakteri, burjuvazi ile dönemin ütopik sosyalistleri arasında sınıfsal ve siyasal mücadele muğlaklığına, Jakobenizme yol açmış. Etkilerini Marksizm’e taşımıştı [[8]].
(Onuncusu), Batı Avrupa’da, manifaktür ve fabrikalı üretim sistemi, kırsal üretimi lehine çözdü. Kırsal nüfus oluk oluk kentlere aktı. Eski kentler aşırı ve biçimsiz büyürken, üretim birimleri çevresinde sorunlu yeni kentler oluşmaya başladı. Konut sorunu diye bir sorun ortaya çıktı.
(On Birincisi), kapitalizmin 1873 ve 1874 ilk sistemsel krizden sonra, kapitalist emperyalist dönem ile bir Dünya Pazarından, bir Dünya Ekonomisine geçiş başladı. Bu geçiş, 1975’lerden sonra sömürge ve yarı sömürge ülkelere “doğrudan yatırım” yolu ile fabrikalar kaydırılarak, ithal kapitalizm tahkim edildi. Dolayısıyla mevcut ithal kapitalist gelişmeyi aşılayıp, onu ‘İthal Aşılı Kapitalist’ gelişmeye yükseltti. Bu temelde, 1975 özellikle 1980’lerden itibaren süregelen bir Dünya ekonomisinden, tam teşekküllü bir Dünya Ekonomisine geçilmiş oldu.
(On İkincisi), ‘Alet ve makinenin’ eşitçi baskın karakterine rağmen; kapitalist üretim süreçlerinde, üretim gücü olarak çalışan emekçilerin varlığı, ‘Tarihsel Toplumsal Mülkiyet Mirasına’ ek olarak, üretilecek ürünlerin yapısına ikinci bir BİREYSEL ‘özel mülkiyet’ öğesi katıyordu. Makineler, kapitalistin özel mülkiyeti altında olduğu için burjuvazi, hem ücretli emekçilerin bireysel emek gücü ürününü olan artı değeri, hem de her emekçiye tarihsel toplumsal olarak tekabül eden, ‘Tarihsel Toplumsal Mülkiyet Miras’ payına ait makine artı değer miktarının her ikisini birden, kapitalist tarz burjuva özel mülkiyet edinebiliyordu. Bu temelde, katmerli kapitalist toplumsal sömürü ve eşitsizlik üretiliyordu. Fakat kapitalist üretimin eşitsizliğinin tam tersine Sanayi Devrimi Makinesinin geliştirdiği, ‘Tarihsel Toplumsal Eşitçi Özün’, komün tipi örgütlenmeyi geliştirip zorunlu hale getirmesi, bu bireysel emek gücü ürünü olan ‘özel mülkiyet’ öğesini, komün tipi örgütlenme bünyesinde, Sosyalist Emekçinin özel mülkiyeti olarak koşullandırıp belirledi. Dolayısıyla makine özgürce gelişmek için komünde; Sosyalist Emekçi paradigma temelinde, üretim sürecindeki emekçinin, bireysel özel emek gücü mülkiyetini, onun ‘Tarihsel Toplumsal Mülkiyet Miras’ payına bağlayarak, onu, Sosyalist Emekçinin, sosyalist özel mülkiyeti haline getirilmesinin yolunu açtı. Böylece bireysel ‘özel mülkiyet’ öğesi temelinde, kapitalizmden, komünist topluma geçişe aracılık eden Sosyalist Toplum; bu bireysel ‘özel mülkiyet’ öğesinin varlığı tarafından koşullanır oldu. Bu maddi koşullanmadan dolayı, cari emek gücü temelinde, eşit paylı, kolektif komünal sosyalist özel mülkiyetten bahsediyoruz. Üretim süreçlerindeki bu bireysel ‘özel mülkiyet’ öğesi, üretim süreçlerinden kalktığında, ‘Tarihsel Toplumsal Mülkiyet Mirası’ payı, toplumun tüm bireyleri arasında, eşit paylı kolektif komünal (komünist) özel mülkiyet biçiminde gerçekleşecektir.
(On Üçüncüsü), alet ve makinenin, toplumu biçimlendirme ve yürütme gücü, onu mülkiyet edinme biçimi üzerinden gelişen, üretim ilişkilerinin var oluş biçimine bağlıdır. Üretim Biçimi süreçlerinde, belli bir döneme ait ekonomik, toplumsal, siyasal ve kültürel yaşam tarzı, bir kere üretilen alet ve makineye aktarıldı mı; Alet ve Makineye Uyum Yasası (AMUY) gereği, artık bu alet ve makinenin mülkiyet biçimi ve geliştireceği üretim ilişkilerini “keyfi” değiştirip dönüştürmek mümkün olmaz. Alet ve makinenin gelişip ilerleyen huyuna, suyuna gitmenin dışında, başka bir yol kalmaz. Bu durumu etkilemenin tek yolu vardır. O da alet ve makinelerin kendini aşan yeni maddi gelişme biçimlerine uygun olarak, onları mülkiyet edinmektir. Bu mülkiyet tarzı üzerinden, onların yeni biçimlerine uygun ve onların toplumsal varlığının yeni biçimleri olan üretim ilişkilerini geliştirmekle olur. Üretim araçları özellikle, alet ve makineler, sadece mülkiyet edinme biçimi ile denetim ve kontrol altına alınabilirler. Kırıp bozma dışında, onları etkilemenin tek bir yolu vardır. Bu da sadece onları, mülkiyet edinmek ile onları ilerici, gerici; evrimci ya da devrimci biçimde etkileyip, yönlendirmek mümkün olur. Başka da hiçbir yolu yoktur. Dolayısıyla, kapitalizmden sosyalizme geçiş için ya bu yola girilip Sosyalist Emekçi paradigma temelinde, kapitalist sistemi aşmak için ‘Sosyalist Emekçi’ olunur. Ya da burjuva özel mülkiyet biçimine boyun eğerek, makinelerin özgürce gelişmesine engel olunur.
(Devam edecek)
DİPNOTLAR:
[1] Engels, F. (1878), Doğanın Diyalektiği, Sol Yayınları, 8. Baskı Ank. (2006), S. 186-200
[2] Marks, Grundrisse Cilt II, Sol Yayınlar 2003 baskı, S.176
[3] Marks, K. (1867), Kapital, Cilt I, Sol Yayınları, 3. Baskı (1986), S. 323.
[4] Marks, K. (1867), Kapital, Cilt I, Sol Yayınları, 3. Baskı (1986), S. 434, 435.
[5] Marks, K. (1867), Kapital, Cilt I, Sol Yayınları, 3. Baskı (1986), S. 410 ve 523.
[6] Marks, K. (1844), El yazmaları, Birikim Yayınları, s.111
[7] Marks, K. (1867), Kapital, Cilt I, Sol Yayınları, 3. Baskı (1986), S. 442, 444 ve 447.
[8] Lenin, İşçi Sınıfının “Jakobenizm”den Çekinmesine Gerek Var mı? Adlı Konuşmasına veya
Lenin, Oeuvres 15, içinde, Ed.Sociales Paris/Ed. Du Progres Moskova, 1971, s.123-125.