Yer ve yurt; olanak, koşullar, ilişki ve etkileşim olarak belirlenirse, iletişim organı olarak dil, bir kök, kaynak, varlık ya da dayanak olarak görülebilir. Yersizyurtsuz olma hali yoktur, dilsizlik ve iletişimsizlik vardır. Çünkü her zaman bir yerdedir insan ama ortak paydası adaletli tanınma olan dil, iletişim ve ilişki içerisinde olamayabilir.Dil, ortaklaşılan düzlemde etkileşim, ilişki, simge, hareket, mimik, koku ya da başka türden semboldür. Dil;iletişimdir, anlaşmaktır, ortak kabuller, tanımalar, benimsemeler ve kararlaştırmalardır.
Buna göre, dil ya da iletişmek demek yeryurt demektir. Yersizyurtsuzlaşma, dil, iletişim ve toplumsallaşmanın köklerinin kurulduğu bağdan, zaman ve uzamın eyleyişten, düşünüşten kesilmesi, varlığın özgülüğü demek olan dilin koparılıp atılmasıdır. Yersizyurtsuzlaşma, tekil özneler için olduğu denli, birçok ve çokluk için de geçerlidir.
Karşılıklı ilişki demek, bir çeşit anlaşma demektir. Anlaşma, ilişkinin uyum içinde tamamlanması anlamına gelir, büsbütün uyuşma olmasa bile. Eksikliklere, şerhlere, karşı çıkışlara ve itirazlara rağmen, karşılıklı ilişki bir anlaşmanın varlığı demektir. Ortak tanımlara ve kararlaştırmalara onay verilmediği halde, karşısındakini tanımak, anlaşmakdemektir. Kısaca anlaşmak, birçok uyuşmazlığa ve karşı çıkışa rağmen, karşılıklı ilişkinin sürdürülmesi anlamında karşıdakini tanıma, böylelikle de tanınma demektir.
Karşılıklı ilişkiyi sürdürmek; düşüncelerine katılsın ya da katılmasın karşısındakini dinlemek, duymak ve ona kendi görüşlerini anlatmak, karşısındakine konuşmak, söz söylemek ve karşılıklı görüşmek ve tartışmak demektir. Hem de her türden sağırlığa, körlüğe, dilsizliğe ve ötekileştirmelere yönelen erksel düşünmenin egemenliğine karşı sürdürülen bir anlaşmaya doğru gelişmeyi büyütür karşılıklı ilişki.Karşılıklı ilişki; olumlu ya da olumsuz biçimleriyle, köle ve efendi ilişkisi, emek gücü ve sermayedar ilişkisi veya özgür insanların erksiz, hiyerarşisiz bir toplumsal örgütlenme içinde karşılıklı bir etkileşim ve iletişimi sürdürmeleri şeklinde olabilir.
Karşılıklı ilişkide yersizyurtsuzluk yoktur,yine de karşılıklı olarakherşeyde anlaşamama, uyuşamama ilişkisizliği ve etkileşimsizliği vardır.Bu durum toplumsallıktan kopmak, toplumdışı olmak anlamına gelmez. Anlaşamama ya da uyuşamama olarak ilişkisizlik ya da etkileşimsizlik, insanın ortak anlamlarla davranması demek olan toplumsallığına dayalı karşılıklı-varolmabağlamını ortadan kaldırır. Anlaşamama olarak iletişimsizlik ve dilsizlik,doğaya özgü değildir. Böyle bir durumda toplumdışı bir çatışma ortaya çıkar.
Bu anlamda yersizyurtsuz olma insana özgü değildir. Çünkü insan her zaman ortak değer ve anlamlar oluşturma eğilimindedir ve bu eğilim onu toplumsal kılar.İnsanın hep bir yeriyurdu vardır ve bu yeryurt onun dilidir, iletişimidir. İnsan, karşılıklı anlaşma anlamına gelen iletişimi ve dili ile yeryurt kazanır ya da dil ve iletişimini kaybederek yeryurt kaybeder. Karşılıklı ilişki ve iletişiminde, yeryurt dil, dil de yertyurt olur insana. Bunun anlamı, yeryurt ve dilin, karşılıklı iletişim ve ilişkilerde canlandığı, varlık bulduğudur. Yeryurt, iletişim içerisinde bulunulan karşıdaki başkasıdır. Dil ve yeryurt, anlaşma olarak iletişim ve ilişki olarak başka ile ilişkide varolan, yaratılan bir düzlemdir. Böylelikle her insan kurduğu ilişki, iletişim ve anlaşmalarda kendi yerini ve yurdunu yaratır. İnsan, iletişim ve ilişkide bulunduğu ötekinde anlam ve değer kazanır.
Yersizyurtsuzluk, ilişki ve etkileşimden koparılmak, anadilinden uzaklaştırılmaktır. İletişim içinde olduğu insanlardan uzaklaştırılmak, yabancı kültür ve dilin alanına sürülmek ve burada sağırlığa, dilsizliğe ve körlüğe mahkum edilmektir. Bu sonuç, ister emek gücü olma amaçlı göç olsun, ister politik bir kaçışın sonucu olsun, benzer anlamlar içerir.
Yersizyurtsuzluk, bir toprak parçasından değil, ortak dil ve kültürün yarattığı bağlardan, varlığı kuşatan dünyadan koparılmaktır. Burada insan öksüzdür, yetimdir. Çünkü koruyucusundan ve geleceğini güvenceleyen kaynaklar ve köklerden uzaklaştırılmıştır. Burada insanın çağrısına yanıt bulunamaz, ses boşlukta yersizyurtsuz, sahipsizasılı kalır.
Dil, insanın asıl vatanı, beslendiği toprağıdır. Dil, insanın içinde yaşadığı bedendir. Bir beden olarak dil, yaşayan insanların ve diğer varlıkların bedenidir. Ancak bu toprağa, dile beden olan insan ve diğer varlıklardır.Dil olarak doğa, bedenleri taşıyan temel ya da ana bedendir, “dil varlığın evi”varlığın yuvasıdır ki, iletişimde dile gelir.Varlığın yuvası olan bu ev, sık sık zorla ya da başka sebeplerle boşaltılarak, yersizyurtsuzluğa kovalanır, dil dilsizliğe ve iletişimsizliğe sürülür, göz nesnesiz bırakılarak körleştirilir, kulaktınısız kalaraksağırlaştırılır,yeryurt ya da dil barınağının gürleyen sesi ve sedası sessiz bir boşluk ya da gürültüyle bastırılır.
Yersizyurtsuzluk, zaman ve uzamsızlıktır, zamanının dilsizliği ve iletişimsizliği denli, uzam olarak ona temas edilemez, dokunulamaz şimdi ve buradalık olmaktan çıkar, boşluğuna dönüşür. Çünkü artık ilişki ve iletişim temeli kaybedilmiş, karşılıklı anlam ve değerlerin birbirine değme düzlemi uçup gitmiştir. Anlamın ve değerin dilde ve iletişimde olduğundandır bu sonuç.
Bu anlamda dil ya da yeryurt,anlam ya da değer üretme ve yaratma olarakdişildir. “Dilin varlığın evi olması”, dil veya iletişim aracılığıyla hem karşılıklı ilişkinin gerçekleşmesini sağlaması hem de bu karşılıklı iletişimin, dil ve etkileşimin sinerjisi olarak anlam ve değerin üretim, yaratım ve çoğalmasını söz konusu etmesi anlamına gelir. Karşılıklı iletişim içerisinde olanların ilişkisinin, anlaşma ve ortak kesişme düzlemlerinde birbirlerinin varlığını güçlendirmediği ve dayanışma aracılığıyla büyütemediği durumlar, varolmayı zenginleştiren ve gelişmelerine ilişkin olarak görülemez.
Dil ya da yeryurt dişil olan, üretip yaratandır, her varolanın döl yatağıdır. Üretim, yaratım ve çoğalmaya olanak ve temel hazırlayan her ilişki, iletişim ve dilsel bağ, kendiliğinden üreticidir, dişildir. İnsan söz konusu olduğunda bu ev, bebek ve çocuk olan insanın ilk kez kendi evi olarak bildiği ana rahmi, kendini evinde bulunduğu yer olarak gördüğü bedeni ve düşüncesi, ilk kez kendi olduğunu hissettiği duyguları, düşüncesi ve varlığıdır.
Dil, ilk kez dünya olarak üretken, doğurgan ya da çoğalma eğiliminde olanda görünür olur. İlk hareket, görünür olmayı ve başka olmayı içinde taşır. Böylelikle varlığın yokluktan kurtulduğu yeryurttur, varolanın kendini özgünce kurduğu farklanması ya da çeşitliliği anlamına gelen dildir dişil olan. Bu anlamda varlığa gelme, varolan olma ve varolanın başka bir varolanın bedeni olması ya da kaynağıolması da yeryurt olarak dil ya da iletişim olarak yeninin görünüşe gelmesidir. Doğanın üretkenliği görünürlüklerle ya da görünmezliklerde dilde çoğalır, zenginleşir ve varolur.
İnsan olmak bakımından üretken ya da dişil olanın varolanı yeniden ve yeniden üretimi, “…den bağımsız olmak” ve “…için bağımsız olmak” anlamında özgürlüğün de yaratımıdır. Çünkü insan, kendine içkin olan özgürlüğü üretirken, insanı da yeni insan olarak üretmek ya da değiştirmek amacını da gizlice içinde taşır. İnsan bağlamında, dişil olanın insanda özgürlüğü temsil etmesi, onun eril olanca baskı altına tutuluyor olmasından kaynaklanır. Dişil olan, insandaeril olanın erk ve şiddetine karşı özgürlüğün, adaletin, eşitliğin, çeşitliliğin ve farklılığın dilidir.
Bir başka dil de, doğayı ve insanı değiştirip dönüştüren emektir. Varolma gayreti olarak doğal gereksinimleri üreten emektir, akılcı çalışmadır. Emek ya da akılcı çalışma emek gücü demek değildir. Emek gücü, sermayeyi yeniden ve yeniden üreten kuvvet olarak emeğin kendisinden yabancılaşırken, yaratıcı emek anlamında akılcı ya da geçimlik somut emek olarak yeniden canlandırılmayı gerekser. Doğayla barışan yaratıcı emek de, dilde yaratıcı ve üretici olarak dile gelir. Emek, doğanın bir başka dili olarak konuşur. Konuşması ürettiklerinde görünür ve duyulur olur. Doğanın dilini hemen her yerde görmek olanaklıdır.
Tıpkı Chiapas’ta EZLN’de ve Kürt Özgürlük Hareketi’nde kadınların özgürlüklerinin, üzerlerindeki kapitalist, ulusal ve erkek egemen baskının birleşik katmerli şiddetinden kurtulmaya çabalamalarından doğduğu gibi. Chiapas ve Kürt kadını kendini yeniden kurmaya çabalamada kendi küllerinden doğan Zümrüd-ü Anka’ya benzemekte, her türlü egemenliklerle beraber eril şiddeti de ortadan kaldırmaya çabalaması bağlamında, özgürleşmeyi taşıyan bir asıl dinamik olarak görünmektedir. Onun dili özgürlüğü seslendirmekte, özgürlük olarak dile gelmektedir.
Yoksul ve yoksun olanların kendi vatan ya da toprakları olarak özgürlük türküleri söyleyen dillerini kurmaları ve özgürleşmeyi kendiliğinden ve doğal olarak gizilkuvvet şeklindedile getirmeleri, emek gücü satmaktan kurtulmayı önlerine koymalarının asıl dinamikleri olarak yarattıkları yeni yüzeylere, iletişimlere ve yeni görünürlüğün şarkılarına benzetilebilir.