Faik Bulut Independent Türkçe için yazdı
Önceki bölümde IŞİD‘in Hasekê Cezaevi’ne yaptığı baskın ile Suriye ve Irak’taki öldürücü askeri eylemlerinin bölgede yarattığı karmaşa ortamını ele aldık.
Durumu fırsat bilen bölgedeki aktörlerle yabancı devletlerin farklı hesapları ve suçlamalarına da yer verdik.
DAHA FAZLA OKU
Bugünkü yazımızda ise IŞİD, El Kaide ve benzeri cihatçıların çeşitli ülkelerdeki faaliyetlerine değineceğiz.
Şark’ul Avsat köşe yazarı Hüda Hüseyni’nin değerlendirmesi, Afrika’daki duruma ilişkindir; ondan bir alıntıyla başlayalım:
Afrika kıtasının Sahel (Sahil) bölgesi, bölge hâkimiyeti için rekabet eden aşırılık yanlısı cihatçı hareketlerin savaş alanı haline geldi.
Geçen mayıs ayında IŞİD örgütü, ‘El Neba’ adlı sayfasında kendisiyle El Kaide bağlantılı gruplar arasında çatışmalar olduğunu açıklamıştı.
IŞİD, Nusret el-İslam ve’l Muslimin Cemaati örgütünü, kendi kontrolündeki alanları ele geçirmek için şiddetli bir savaş çıkarmakla suçladı.
Geçen yıldan bu yana söz konusu örgütlerin birbirlerine düzenledikleri saldırılar giderek alevlendi. El Kaide ve IŞİD’in yanı sıra bölge genelinde dağınık şekilde çok sayıda küçük terör örgütü ve kabilelerle ilişkili milis güçleri bulunuyor.
Bu örgüt ve güçlerin bölgedeki son hareketlenmeleri, kaynak ve finansman eksikliği nedeniyle içlerinden bazı grupların ayrılıp iki temel aktöre (El Kaide ve IŞİD’e) katıldıklarını gösteriyor. 1
Tamamlayıcı bir alıntı da Mithat Işık’tan:
Sahraaltı Afrika; coğrafi olarak Sahra Çölü’nün güneyinde kalan bölgeyi, siyasi olarak aynı bölgedeki Sudan hariç diğer ülkelerin tamamını ifade eder…
Afrika coğrafyasında etkili olan terör örgütleri El Şebap ve Boko Haram’dır. Kuzey Afrika ve Sahraaltı’nda IŞİD ve El Kaide gibi terör örgütlerine katılımlar azımsanamayacak kadar çoktur.
IŞİD ve El Kaide, 2014-2015 yıllarında Sahraaltı Afrika’da güçlerini giderek artıran terör örgütleridir. Bölgede faaliyet gösteren terör örgütleri birbirleriyle hem çatışma hem de rekabet halindedirler.
Somali, Türkiye için önemli bir ülkedir. Somali polis teşkilatının ve silahlı kuvvetlerinin eğitim ve teşkilatlanmasında Türkiye’nin önemli katkıları olmuştur.
Bu nedenle 2013’ten bu yana Türklerin de hayatını kaybetmesine neden olan terör saldırıları olmuştur. Bunlardan bazıları:
- 2013: Türk Kızılay’ının konvoyuna yapılan saldırı,
- 2013: Türk Büyükelçilik binasına yapılan saldırı,
- 2020: Maarif Vakfı aracına yapılan saldırı,
- 2020: Bölgede faaliyet gösteren firmalarımızın şantiyelerine yapılan saldırılardır. 2
Sadece Afrika’da rastlanmıyor IŞİD örgütüne. İsrail, Kıbrıs ve Suriye ile sınırları olan Lübnan’daki IŞİD militanlarının, Sünni inançlı toplulukların yoğun yaşadıkları kuzey bölgesine gölge veya hayalet misali peyderpey gidip yerleştiklerini gösteren birçok ipucuna rastlayabiliyoruz.
İki yıldan bu yana kapalı kapılar ardından kulaktan kulağa fısıldanan bu olay, zaten zıt kutuplara bölünmüş Lübnan siyasi çevrelerinde şiddetli tartışma, polemik ve demagojik söylemlere yol açabiliyor.
Bu tür sızma ve kuzeyde cihatçı üsler kurma girişimleri veya kuzeyli gençlerin bu cihatçı örgütlere katılımları dile getirildikçe, muhafazakâr Sünni kesimin sözcüsü partiler hemen, “Ülkenin kuzeyinin (özellikle Trablusşam ve çevresindeki ahalinin) şeytanlaştırıldığı” tarzında savunmaya geçiyorlar.
Oysa orta yerde şöyle bir gerçek var: Hıristiyan, Dürzî, Sünni ve Şii Müslüman türünden hem sosyokültürel hem de siyasal temelde ayrışan Lübnanlı toplulukların yaşadıkları bazı yerlerde, bilhassa resmi-Ortodoks İslam’ın kalesi sayılan Trablusşam vilayetine bağlı kuzey mıntıkalarda onlarca genç, tekfirci-cihatçı oluşumlara katılmak için evlerini terk ediyorlar. Aniden ortadan kayboluyorlar.
Lübnan emniyet kuvvetleri, bu durumda olan çok sayıda genci yakalayıp sorgudan geçirdikten sonra vahim durumu öğrenebilmiştir.
Gençlerin bir kısmı katılım bölgesi olan Kuzey Lübnan’daki bazı yerlerde ön eğitim aldıktan sonra ihtiyaca göre Suriye ve Irak’taki sıcak çatışma bölgelerine gönderiliyorlar.
Suriyeli bir kaçakçı, 20 Lübnanlı genci IŞİD’lilere katılmak üzere götürdüğünü itiraf etmişti. Lübnan emniyet ve askeri istihbaratının son gözlemlerine göre; yakın zamanda IŞİD’e 65 Lübnanlı katılmıştı.
Lübnan İçişleri Bakanı 15-16 Ocak 2022 tarihlerinde bazı gençlerin Trablusşam’dan gidip Suriye ve Irak’taki cihatçı örgüt saflarında yer aldıklarını söyledi.
Irak hükümeti ise iki ayrı olayda altı Lübnanlı gencin askerler tarafından öldürüldüğünü ve çatışmalarda ölenlerin cenazelerinin baba evlerine gönderildiğini açıkladı. 3
IŞİD’in toparlanıp yayılma ihtimali konusunda alan çalışması yapan Belfer Merkezi (Harvard Kennedy School-ABD) Uluslararası Programı’nda araştırma görevlisi Vera Mironova’nın uzmanlık alanı terörist örgütlerdir.
Mironova, bilhassa IŞİD mensubu yerli ve yabancı militanlarla ve bunların yenilgi sonrası kaçmalarına yardım eden kişilerle yüz yüze konuştu.
Söyleşiler, çeşitli ülke ve mekânlarda 2013-2017 yılları arasında telefonla gerçekleşti.
Musul’un kurtarılması sürecinde Irak Özel Operasyon Kuvvetleri’nin bir parçası olarak sahada yüz yüze gerçekleşen söyleşiler ise 2016-2017 döneminde tamamlandı.
Alınan cevaplar doğrultusunda aniden kayıplara karışan IŞİD’çilerin kaçmalarından itibaren ne tür faaliyetlerde bulunacakları hakkında rapor türünden bir değerlendirme kaleme aldı.
Vera Mironova’nın bu ilginç yazısından önemli gördüğümüz bölümleri aktaracağız:
“IŞİD, haritada yer alan (belli) bir bölge değildir; kendilerine yurt arayan bir grup insandır. Geçtiğimiz yıllar (aranan güvenli bölgenin/bölgelerin-F.B.), Orta Doğu’dan Filipinlere kadar herhangi bir yer olabileceğini göstermiştir. Tek gereken şey, kendini bu amaca adamış ve yeterli sayıdaki nitelikli/kaliteli üyelerdir.
Dolayısıyla, her ne kadar IŞİD karşıtı koalisyon, örgütün Irak ve Suriye’deki bölgelerini elinden almayı başarmışsa da, düşünülmesi gereken daha önemli bir konu da IŞİD’in tam anlamıyla bozguna uğratılması için bu grubun savaş alanı içinde ve dışında yeterli insan gücünden de mahrum bırakılıp bırakılmadığıdır.
Eğer böyle bir durum söz konusu değilse, IŞİD yeniden yeterli sayıya ulaşıp işe koyulabilir mi?
Bu silahlı örgütün geleceğini gerçekten anlayabilmek için IŞİD’i oluşturan insanları, onlara neler olduğunu ve bir sonraki adımda neler yapabileceklerini anlamak gereklidir.
Grubun yerel ve yabancı savaşçılarının çoğu savaşırken ölmüş olmalarına rağmen bazıları hayatta kalmayı başarmıştır. Hayatta kalan yerel üyelerin çoğu ya hapistedir ya da saklanıyordur.
Hayatta kalan yabancı savaşçılar ve destekçiler için de durum aynıdır. Ancak ölü veya diri, IŞİD üyeleri gruba çeşitli nedenlerle katılmış yahut destek olmuşlardır. Bu nedenler, geriye kalanların gelecekte nasıl davranacakları konusunda bir fikir verebilir.
Söyleşide bulunduğumuz savaşçılara göre, gruba cihat adına ölmek üzere katılan ve örgüte tutkuyla bağlı olanların büyük çoğunluğu en tehlikeli görevler (intihar içeren görevler dâhil) için gönüllü olmuşlardır. Bunların çoğu, çatışmaların henüz başlarında öldürülmüştür. Deneyimli savaşçıların görevlerine sadakatle bağlı oldukları ve son nefeslerine kadar savaştıkları görülmüştür.
Ekim 2017’de, Rakka’nın düştüğü günlerde, böyle bir savaşçı ile temas kurdum. O sıralarda hâlâ (Suriye) Al Mayadin’de bulunan bu kişi Rusça konuşan bir Kafkasyalıydı. Kendisine kaçmayı planlayıp planlamadığını sorduğumda, cevabı ‘hayır’ oldu ve sonuna kadar savaşacağını söyledi. Bir haftadan daha kısa zamanda sonu geldi. Kendisi ve ailesi evlerinde, bir hava saldırısı sırasında öldürüldüler.
Eski savaşçıların anlattıkları olaylar, deneyimsiz savaşçılarda ölüm oranının çok yüksek olduğunu gösteriyor. Zira bu savaşçılar, çoğu kez hatalı yargı ve yetersiz yaşam becerilerinin kurbanı oluyorlar. Örneğin, aralarında el yapımı bomba imal ederken yaptıkları bir yanlışlık nedeniyle kendini öldürenler dahi var.
Lakin IŞİD’de ölenlerin hepsi savaşarak ölmedi. Bazı üyeler mallarını mülklerini satmış, aileleriyle birlikte ülkelerini terk ederek ütopik bir İslam devleti olacağını düşündükleri Suriye’ye gitmek üzere yola çıkmışlardı. Oraya vardıklarında herhangi bir bağlantıları ve paraları olmadığından belirsizliklerle dolu bu ortamda adeta kendilerini kapana kıstırılmış hissettiler.
(2017 yılında IŞİD işgalindeki) Musul ve Rakka da düştükten sonra (cihatçılar açısından) tek çıkış yolu, kaçakçılar tarafından gizlice sınır dışına çıkarılmaktı. Bunun fiyatı da kişi başına 7 bin ile 10 bin Amerikan Doları idi. Bu kadar paraya sahip birisi olsa dahi kendisine yardım edecek kaçakçının, IŞİD’in İç Güvenliği (El Emni yani iç istihbarat teşkilatı-F.B.) adına çalışan bir işbirlikçi ajan olmadığının garantisi yoktu. Bu kişi parasını aldıktan sonra kaçıracağı militanı bizzat öldürebilirdi.
IŞİD içinde başka bir grup da grubun liderleri ile anlaşamadığı için tehlikeli görülen kesimdi. Son derece (koyu) dindar olan bu savaşçılar, IŞİD modeli bir İslam Halifeliğinden (devletinden) yana değillerdi. Bunlar, ya IŞİD hapishanelerinde öldürüyorlar ya da savaşçı sayısı yetmediğinde, en tehlikeli görevlere gönderiliyorlardı. Bunlar arasında mevcut İslam Devleti’nin, hayal ettikleri ütopya olmadığını fark edenler, IŞİD’i ‘kâfir olmakla’ suçluyorlardı.
Son derece radikal Müslüman olan tekfirciler de (kendileri gibi inanmayanları kâfir olmakla itham eden bağnaz Müslümanlar) IŞİD saflarında yer almışlardı. Bunlardan hayatta kalmayı başarabilen bir radikal Müslümana göre; kendi görüşünde olan birçok militan (cihatçı veya tekfirci), IŞİD denetimindeki hapishaneden çıkarılıp Kobani, Deyrizor ve Hama’daki çatışma cephelerine gönderiliyorlardı. Bu durum, herkes tarafından biliniyordu. Bu bilgiler, üç ayrı yerdeki kişilerle yapılan başka söyleşilerde doğrulanmıştır.
IŞİD üyelerinden çok küçük bir bölümü hayatta kalmıştır; bunlar da ya hapisteler ya da gizleniyorlar. Üst düzey liderler yakalandıkları takdirde ölüme mahkûm edilme riskinin çok büyük olduğunu gördüklerinden ya kaçmayı başardılar ya da savaş alanında ölmeyi tercih ettiler veya (ülke dışında bulunan grup üyeleri gibi) canlı olarak teslim olmayı reddettiler.
Irak’ta silahlı kuvvetler üyeleri, hâkimler ve avukatlar ile yapılan söyleşilere göre hapisteki insanların çoğu teslim olanlar veya canlı olarak yakalanan çok düşük düzeydeki yerel savaşçılardı.
Musul’dan gelen 30 yaşındaki bir adam buna örnek olarak verilebilir. Ocak 2018’de bu adamın Tel Kaif’te yapılan duruşmasına katıldım: IŞİD’in buradaki eylemlerinin son üç ayında gruba katılmıştı. Katılma nedeni ise evine artık yiyecek götürememesi ve IŞİD’in kendisine günde 5000 Dinar (5 Amerikan Doları civarında) ödemesiydi.
Geri kalan IŞİD üyeleri ise gizlenmektedirler. Ancak IŞİD sayesinde bu sayı çok büyük değildir. Zira IŞİD’in politikası gruptan kaçmak isteyenleri anında öldürmek, bu konuda konuşanları ise hapse atmaktır. Kaçıp hayatta kalmayı başaran çok az insan da potansiyel olarak son derece tehlikeli kişilerdir. Bu kişiler, çeşitli evrelerde IŞİD’den kaçan yabancı savaşçılardır.
Konuştuğum birçok yabancı savaşçıya göre, ilk başta bunların arasında IŞİD’in askeri teçhizat alımı veya ülke dışındaki operasyonların yürütülmesi için sağladığı fonların önemli bir miktarını da alıp firar edenler de vardır.
Eski bir Kafkasyalı savaşçı, Kafkasya’da yürütülecek operasyonlar için bağımsız bir kuvvetin özel olarak eğitildiğini hatırlıyor. Ancak kendisi bu kuvvete çok az sayıda savaşçının katıldığını da ifade ediyor. Bunun nedeni ise hem eğitimin çok ağır olması, hem de grup üyelerinden çoğunun dış ülkelerde savaşmaya karşı olup kaynakların dışarıda savaşmak yerine halifelik (İslam Devleti) denetimindeki topraklarda yaşam kalitesinin arttırılmasına harcanması gerektiğini düşünmeleriydi.
IŞİD’in en güçlü olduğu 2014 ve 2015 yıllarında daha büyük sayıda yabancı savaşçı gruptan ayrılmaya başladı. Bunlar, yukarıda sözü edilen radikal ‘tekfirciler’ idi. Kendilerini beşinci kuvvet olarak gören IŞİD’e karşı olduklarından hayatta kalabilmek için gruptan ayrılmaya çalıştılar. Ancak pek azı başarılı olabildi.
Ağustos 2017’de Musul’un kurtulmasıyla beraber grubun kaybettiği toprakları geri alamayacağının farkına varan bazı IŞİD liderleri, gruba ait paranın büyük bir kısmını alarak kaçtılar. Bu para, rüşvet vererek Musul’dan çıkabilmelerini ve yabancı IŞİD liderlerinin kendilerine sahte belgeler çıkartabilmelerini sağladı.
‘El Emni’ (IŞİD’in emniyet istihbarat teşkilatı) üyelerinin çoğu kolaylıkla kaçtı, çünkü onları hiç kimse tanımıyordu. Bunlar hem grubun fonlarına kolayca erişebiliyor, hem de çoğunluğu IŞİD karşıtı koalisyon tarafından tanınmıyordu. Dolayısıyla kaçmak için rüşvet vermeleri gerekmedi. Ayrıca bu kişiler, IŞİD için çalışırken genellikle maske taktıkları için diğer savaşçılar ve yerel siviller tarafından da tanınmıyorlardı.
Grubun yerel liderlerinden çoğu hâlâ hayatta, özgür ve grubun parasına sahipler. Bu para onların güvende olmalarını sağlayabileceği gibi ölen IŞİD savaşçılarının dul eşleri ve çocuklarına destek vermelerine de imkân verecek.
Bu arada, kaçmayı başaran fakat yerel makamlarca tanınan yerel savaşçılar artık silahlarını bırakmak isteseler bile kırsal bölgelerde saklanmak zorundalar. Bunların bazıları terör operasyonlarına katılmaya devam edecekler. El Emni’nin bilinmeyen üyeleri ise şehirlerde saklanabiliyor. Bunlar önemli şehir operasyonları için hazırlık yapıyor olabilirler.
Kaçmayı başaran üst düzey yabancı liderler ve El Emni üyelerine gelince; onların deneyim ve bağlantıları yerleştikleri yerlerde yeniden gruplarını kurmalarını kolaylaştırabilir. Hâlâ etkili bir marka olarak algılanan IŞİD, kendi ülkelerinde sorun yaşayan yeni üyeleri de kendine çekebilir.
Irak ve Rusya’da konuştuğum bazı avukatlara göre Irak, Suriye ve diğer ülkelerdeki cezaevlerinde bulunan düşük düzeyli savaşçılar, önümüzdeki on yıl içinde serbest kalabilirler. Gardiyanlar ve soruşturmacılar (sorgucular) daha şimdiden cezaevlerinde olası radikalleşme ve koordinasyon faaliyetleri konusunda endişeliler.
Bu durum, BUCCA Kampı (2003-2009 yılları arasında ABD askerlerinin Irak’ta yönettiği bir toplama kampı) gibi ABD önderliğindeki Irak Askerî Koalisyonu döneminin esir kamplarında da görülmüştü.
Ayrıca IŞİD savaşçılarının çocukları da babalarının serbest bırakıldığı dönemde savaşacak yaşlara gelmiş olacaklar. Bu çocuklar yeniden toparlanan herhangi bir gruba taze kan verebilirler.
IŞİD savaşçıları konusundaki bu nitel araştırmanın ortaya koyduğu tablo, yeni bir IŞİD’in gelişmesini önlemek için geniş kapsamlı bir yaklaşım gerektiğini gösteriyor.
Bu yaklaşım şunları kapsayabilir:
- Hapisteki IŞİD üyelerinin diğer mahkûmları örgütlemelerini ve radikalleştirmelerini önlemek için gerekli adımların atılması.
- Eski savaşçıların aranıp bulunması için uluslararası işbirliği ve istihbarat paylaşımının kuvvetlendirilmesi.
- Radikalleşmenin kırılması ve yeniden entegrasyona yönelik programların planlanması.
- Mümkün olan her yerde yaşam kalitesi ve ayrımcılık gibi, daha en baştan IŞİD’in gelişmesine yol açan ve yabancı savaşçıları bu gruba çeken temel sorunların ele alınması.” 4
Değerlendirmede de görüldüğü üzere, IŞİD’in geride bıraktığı aileler (kadın ve çocuklar); siyasi, sosyal ve ideolojik bir problem olarak karşımıza çıkıyor.
Yüz binlerce mensubu ve sempatizanı olan IŞİD’in ortada bıraktığı pek çok çocuk bulunuyor.
Bazı verilere göre kimliği yeterince tespit edilemeyen 1 milyon kadar çocuk, örgütün yakıp yıktığı, asıp kestiği bölgelerde ortada kalanların toplamıdır.
Bunların hepsi, Sünni Müslüman veya sadece Arap değildir. Bir kısmı Ezdî, Şii, Şabak ve Hıristiyan toplulukların kaçırılan evlatlarıdır.
(Gasp edilip cariye konumuna düşürülen) kadınlarla kurulan zoraki cinsel ilişkiler (tecavüzler) neticesinde doğan babası belli olmayan çocukları da saymıyoruz.
Örgütün hezimete uğrayıp eskiden işgal ettiği topraklardan çekilmesi sonucu adeta “sahipsizler-kimsesizler ordusu” oluşmuştur.
Bilhassa Irak (Arap-Kürt) toplumunda karşılaşılan bu durumun henüz çaresi bulunamamıştır.
Çocukları rehabilite edecek yeterli kurum ve kuruluş, gerekli maddi imkânlar da bulunmamaktadır.
Kimi çocuklar ise daha feci durumdadır. Öyle ki sosyal trajedinin cisimleşmiş hallerini görmekteyiz bu çocuklarda.
Çünkü IŞİD, hangi milletten ve inançtan olursa olsun, sayısı on binleri bulan 5-12 yaş arasındaki bu erkek çocukları tekfirci/cihatçı bir eğitimden geçirdi.
Silah ve bomba kullanmaya, kimi zaman da kılıçla kafa kesmeye, bir yerlere bomba atmaya alıştırdı; istihbarat toplama işlerinde çalıştırdı.
65 bin IŞİD tutuklusunun bulunduğu Rojava’daki El Hol gibi kamplardaki küçümsenmeyecek sayıdaki kadınlarla çocuklar son derece bağnazlar. Hâlâ örgüt uğruna kendilerine feda etmeye hazırlar.
Cezaevi isyanı ve baskınında görüldüğü üzere Eşbel’ül Hilafe (Halifelik Devleti’nin yavru aslanları) lakabıyla anılan bu çocuklar, IŞİD militanlarının saflarında bir şekilde direnişe de katıldılar.
Beyinleri yıkanan bu “intiharcı çocuklar” veya “bombacılar” çatışma alanlarında denendi, sınandı ve IŞİD’in potansiyel vurucu kadrolarını oluşturmaya hazır hale getirildiler.
Bunlara yönelik rehabilitasyon çalışmaları, istenen sonucu alamamış görünüyor.
Batılı devletler ile birtakım uluslararası kuruluşlar da yeterli maddi destek ve altyapının olmamasından ötürü fazlaca başarılı olamıyorlar.
4 bine yakın tutuklu militan (aile ve çocukları dâhil), aslında batılı ülkelerden gelenlerdir. İlgili ülkeler kendi vatandaşlarını geri almakta birçok nedenle (terör eylemi ihtimali, militanlarla uğraşmanın ve çocuklarının rehabilitasyonunun zorluğu, Rojava’daki Kürt yönetimini tanıma anlamına gelecek politik faaliyetlerden geri durmaları vs) tereddüt etmekteler.
Bu yolda yapılan çağrılar, çok az ses getirdi. İngiltere, Almanya, Danimarka ve Finlandiya gibi birkaç ülke, sınırlı sayıda cihatçı ve ailesini kabul etti. Diğer ülkeler ise, çağrının gereğini yapmayı reddediyorlar.
Sözün özüne gelelim: Ortadoğu’da devlet oyunları, çıkar çatışmaları ve karmaşa olduğu müddetçe IŞİD ve benzeri cihatçı örgütlerin “bir varmış, bir yokmuş” misali aniden ortadan kaybolacağını ve tümüyle biteceğini sanmak, büyük yanılgıdır.
Dahası; son birkaç yıldır tanık olduğumuz üzere bu cihatçılar, icabında şu veya bu devletin paralı askerleri, kiralık katilleri veya vurucu timleri olarak Libya, Suriye, Sudan, Yemen, Kafkasya veya çatışmalı diğer bölgelerdeki operasyonlara katılabilmekteler.
SDG birimleriyle işbirliği halinde, İdlib’in bir köyüne yapılan Amerikan operasyonunda öldürülen IŞİD elebaşı Ebu İbrahim el Haşimi el Kureyşi kod adlı Emir Muhammed Abdulrahman El Mevla El Salbi’nin 2-3 Şubat 2022 gece yarısı öldürülmesi de bu örgütün hemen yok olacağı anlamına gelmiyor.
Zira bu örgüt yürüyen ölülerden oluşan ‘Zombi ordusu’ değildir. Tam tersine; günümüzde bile Suriye, Irak, Yemen, Afganistan, Filipinler ve Afrika’da boy gösterip eylem gerçekleştirebilen bir örgüt mevzubahistir. 5
Hasekê’deki olay; IŞİD’in sınırlı sayıdaki gruplarla yaptığı eylemlerini, bir üst düzeye tırmandırıp yüzlerce militanla gerçekleştirip bir anlamda gövde gösterisi olarak anlaşılmalıdır.
Örgütü küçümsemek ve yaptıklarını görmezden gelmek, gelecek açısından ciddi bir yanılgı ve hata olur.
Kaynakça:
1. https://www.indyturk.com/node/209106/d%C3%BCnyadan-sesler/afrikaya-kim-hakim-olacak-i%C5%9Fid-mi-el-kaide-mi.
2. Mithat Işık, “Sahra Altında Terörizmin Yükselişi ve Türkiye’nin Varlığı”, 25 Mart 2021, Stratejik Düşünce Enstitüsü yayını.
3. https://www.al-akhbar.com/Politics/329227, 31 Ocak 2022.
4. Vera Mironova, IŞİD Tekrar Toparlanabilir mi? Eski IŞİD Savaşçılarıyla Söyleşiler, NATO Review dergisi, 9 Ağustos 2018.
5. Değerlendirmenin ayrıntıları için şu linke bkz. https://www.independentarabia.com/node/300086/, 2 Şubat 2022.
© The Independentturkis