Cuma , 29 Mart 2024

Üniversite, üniversite olsaydı! – Fikret Başkaya

Son Kanun Hükmünde Kararnameyle (KHK- 686) artık üniversitede neredeyse dostum, tanıdığım kalmadı. Tek-tük kalan varsa bile sıra onlara da gelecektir. Kaldı ki, “istisnalar” önemli değildir denmiştir… Elbette sadece Akademide değil, Milli Eğitim Bakanlığı Okullarında da nice dostumuz/arkadaşımız/tanıdığımız/tanımadığımız eğitimci de işinden oldu. Tabii diğer bir çok devlet kurumunda da… “Politik kriz”  dönemlerinde devlet aygıtında tasfiyeler her zaman istisna değil kuraldır. Şimdilerde Türkiye’nin mülk sahibi sınıfları ve politik iktidar (AKP) varlıklarını/geleceklerini rejim değişikliğinde görüyorlar. Fakat gözden kaçan bir şey var: Sanki rejim değişikliğini isteyen sadece iktidar partisi AKP imiş gibi bir izlenim de yaratılmış durumda. Eğer asıl iktidar  olan mülk sahibi sınıfların dahli olmasaydı, AKP asla öyle bir şeye tevessül edemezdi… Zira, ne kadar güçlü olursa olsun, hiç bir siyasi iktidar boşlukta durmaz… Dolayısıyla, neden söz ettiğini bilmek önemlidir. Türkiye’nin mülk sahibi sınıfları yeni bir devlet ve yönetim modeli tesis etmek istiyorlar, bir rejim değişikliğine ihtiyaç duyuyorlar. Bu istek, XXI’inci yüzyılda Osmanlı İmparatorluğunu ve Hilafeti ihya etmek için yanıp-tutuşan AKP’nin beklentisiyle de çakışıyor ama bu boşuna bir beklentidir zira tarihte “geriye dönüş”, “geçmişi ihya etmek” diye bir şey mümkün değildir. Mülk sahibi sınıflar pek konuşmazlar, onların yerine başkaları konuşur… Siz seslerinin çıkmadığına bakmayın… Türkiye’nin mülk sahibi sınıfları, burjuvazi densin, artık sınırlı hak, hukuk. adalet, özgürlük ve demokrasi koşullarında bile Türkiye’nin yönetile bilemez olduğunun farkındalar.. Artık, bunların kırıntısına bile tahammülleri yok! Muhaliflere hunharca saldırının gerisindeki telaş bundan… Zira ülkeyi yönetile bilemez duruma getirdiler. Bunca sömürü, bunca yağma ve talan, bunca baskı, şiddet ve devlet teröründen sonra elbette böyle bir tablo ortaya çıkacaktı…

Sadede gelirsek, Türkiye’de hiç bir zaman gerçek anlamda üniversiter kurumlar, akademiler var olamadı. Kapısında üniversite yazan kurumlar ekseri devlet aygıtını oluşturan öteki kurumlardan özde farklı değillerdi. Kendine has bir kimliği, kişiliği, üslubu, geleneği olan bir üniversite hiç zaman olmadı. Fakat bütün bu zaman zarfında ve her dönemde sayıları çok az da olsa, gerçek bir üniversiteye yaraşır üniversite üyeleri hep var oldu. İyi ki de var oldu… Üniversite üyelerinin ezici çoğunluğu bilim namusu ve entellektüel dürüstlük gibi kaygılardan habersiz oldukları için, siyasi iktidarın zulmüne uğrayan meslektaşlarının kaderine  hep kayıtsız kaldılar. Ortalama üniversite üyesi, siyasi iktidarın saldırısına maruz kalan “meslektaşlarının” durumuyla ilgili olarak: “Devlet cezandırdığına göre her halde bir nedeni vardır…” yaklaşımına sahiptir. Oysa, bir sığır sürüsü bile saldırıya uğrayan üyelerinin durumuna kayıtsız kalmaz… Aslında bu tavır nedensiz değildir. Zira memur bilincinin ötesine geçememiş üniversite üyelerinin ortalaması için devlet kutsaldır. Memur bilinci taşıyan biri kendini devletin kulu olarak görür ve meslektaşlarının uğradığı haksızlığa itiraz etmek akıllarının köşesinden bile geçmez. Hiçbir şey olmamış gibi davranmalarının asıl nedenlerinden biri de budur.

Oysa, teorik olarak üniversite denilen kurumların eleştirel odaklar oldukları varsayılır. Zira, bilimin, sanatın ve düşüncenin gelişip-serpilmesi, ancak eleştirel düşünceyle mümkündür, Bu da sadece bilim namusunu ve entellektüel dürüstlüğü değil, derin bir tecessüsü de var sayar… Eğer üniversite üniversite olsaydı, üniversite üyeleri haksızlığa uğrayan meslektaşlarının durumuna kayıtsız kalmazlar, onlarla dayanışma içine girerler, onlara sahip çıkarlardı. Zira siyasi iktidar karşısında önemli bir koza sahiptirler. Kaldı ki, üniversiteyi üniversite yapan olmazsa olmazlardan biri de üniversitenin, akademinin kendine mahsus araçlar ve yöntemlerle kendini koruyabilmesini, savunabilmesini var sayar… Üniversite üyeleri topluca siyasi iktidarın karşısına dikildiğinde, iktidar sahiplerinin yapabileceği iki şey vardır: 1. Geri adım atmak veya 2. Üniversiteleri toptan kapatmak. Fakat üniversiteleri kapatmak sanıldığı kadar kolay değildir. Zira öyle bir karar sadece bir kaç yüz bin öğrenciyi angaje etmez. Onların milyonlarla ifade edilen ailelerini, akrabalarını, eşlerini-dostlarını, velhasıl toplumun önemlice bir kesimini angaje eder.

Oldum-olası Türkiye’deki rejim evrensel değerlere düşman bir rejimdir. Evrensel değerlerin yeminli düşmanıdır ama “ilericilik,  modernlik, çağdaşlık” retoriğini de dillerinden düşürmezler… En değerli yazarlarını, şairlerini, sanatçılarını, bilim adamlarını ve kadınlarını, entellektüellerini, gazetecilerini, vb… katletmediği zaman zindanlarda çürütmüş, aç ve açıkta bırakmış, sürüm sürüm süründürmüştür. Şimdilerde o geleneksek düşmanlık zirve yapmış bulunuyor. Bu ülkede şair, yazar, entellektüel… ancak devlete rağmen var olabilir. Muhalifin düşman, farklı düşünenin hain sayıldığı bir rejim söz konusuyken başka türlü olabilir miydi…

Bunları söylerken üniversite denilen kurumları yücelttiğim, onlara hak etmedikleri bir misyon ve değer vehmettiğim sanılmasın. Üniversiteler tarih sahnesine çıktıkları dönemden beri hep geçerli egemenlik sistemini üretmenin /yeniden üretmenin hizmetinde oldular. Ve kapitalist sistem varlığını sürdürmeye devam ettikçe de başka türlüsü mümkün olmayacak. Üniversitelerin özgür düşüncenin, bilimin, sanatın, estetik yaratıcılığın, özgür bilincin filizlenip/yeşerdiği kurumlar olabilmeleri için, bir ücretli kölelik düzeni olan kapitalizmin aşılması gerekiyor. Dolayısıyla kapitalizmi aşma perspektifinden kopuk bir özerk, demokratik üniversite mücadelesi mümkün olmayacak… Ve o yolda mücadele hiç durmadan kaldığı yerden devam edecek…  Bu vesileyle son dönemde bu iktidarın gadrine uğrayan tüm değerli/onurlu dostlarımızı/meslektaşlarımızı en derin saygılarla selamlıyorum. Ve onlara bu uğurda mücadele edenler için kaybetmek diye bir şey olmadığını bir defa daha hatırlatmak istiyorum…