Salı , 19 Mart 2024

EŞİTLİĞİN TARİHSEL TOPLUMSAL ÖZÜ VE SOSYALİST EMEKÇİ ÇIKIŞ -4-Nazım Can


Notice: Undefined index: tie_hide_meta in C:\inetpub\WpSites\ozguruniversite.org\wp-content\themes\sahifa\framework\parts\meta-post.php on line 3

 

EŞİTLİĞİN TARİHSEL TOPLUMSAL ÖZÜ VE SOSYALİST EMEKÇİ ÇIKIŞ -4-

 

Nazım Can

Ağustos 2018

 

Komün Gerçeğinden Sosyalist Emekçiye, Ondan da Sosyalist Toplum Biçimlenmesine

Toplumsal eşitliğin var olma koşulu, insanın istek ve arzusuyla, iyi niyetiyle olacak bir iş değildir. Öyle olsaydı! İşimiz çok kolay olurdu. Şimdiye kadar, çoktan, İnsanlığın Tarihsel Önderlerinden herhangi birinin öncülüğünde, fikir birliğine varır, işi bitirmiş olurduk. Çekilen bu kadar zahmet, baskı, zulüm, kıyım, yıkım ve sömürüye gerek kalmazdı. Ama öyle değil. Olamazdı da! Bu nedenle eşitlik, yukarıda tartıştığımız gibi iyi niyetli, “aksakallı” bilge, filozof ve bilim adamlarının güzel, yüksek akli, ahlaki ve insani idealleriyle de gerçekleştirilecek bir tutum ve davranış biçimi değildir.

Bu çalışmaya başlarken, ‘Toplumsal eşitlik, anlam ve önem itibariyle, maddi yaşamın mevcut meşru imkânlarından aynı ölçüde yararlanabilme, onlara ulaşma açısından herkes için sağlanan mesafeli duruştur’ demiştik. Peki, bu mesafeli duruşu nasıl sağlayabiliriz? Tabi ki, üretim araçları, özellikle üretim aletleri ile modern ve çağdaş makineler üzerinde somutlaşıp yürüyen, kümülatif (birikmiş) kişiye ait miras hakkını veya toplumsal özünü; Büyük İnsanlık Ailesinin herhangi bir ülkesi topraklarında, cari emek gücüne eşit paylı, kolektif KOMÜN inşa tarzında, sosyalist özel mülkiyet edinen Sosyalist Emekçi önderliğinde, toplumsal altyapıdan, toplumsal üstyapıya taşıyarak sağlayabiliriz.

Ayrıca aynı yerde ve devamında, ‘başka deyişle eşitlik: kadın ve erkekten, eşitlik adına, üçüncü bir cins yaratma tutumu değildir’ demiştik. Kadınların, önemli ölçülerde körelmiş, tarihsel girişimci yeteneklerinin dezavantajına rağmen, kadın erkek eşitsizliğini gidermenin, kadının kurtuluşu ve özgürlüğünü sağlamanın nihai tek yolu, insanlık paydasında, üretim araçlarını, özellikle üretim aletleri ve çağdaş makineleri, eşit paylı, özel mülkiyet edinen sosyalist emekçilerin, KOMÜN tarzı örgütlenmesine aktif ve yoğun biçimde katılmalarına bağlıdır.

İlkel topluluk kalıntı ve buluntularının arkeolojik incelemesinden anlıyor ve öğreniyoruz ki, kadının erkek tarafından sömürgeleştirilmesinin esas nedeni, tarihsel koşullar temelinde, erkek tarafından, kadının özel mülkiyet edinme biçimi ile olan toplumsal bağının kesilmiş olmasıdır [[1]]. Öyle ki, o günden bugüne, kadının özel mülkiyet ile kesilmiş olan bağının varlığını sorguladığımızda, günümüzde bile kalın çizgiler ile gözlemek mümkündür. Örneğin, meslek ve özel mülkiyet edinmiş, belli bir gelire sahip bir kadın ile bunlardan yoksun olan bir kadına, yaşam standartları kullanımı açısından bakıldığında, yaşanan fark, bize korkunç toplumsal alçalmayı ve hezimeti göstermektedir.

Bu nedenle, eşit özel mülkiyet edinmeyi konu etmeyen, farklı tarz ve düzeylerde, aktüel olarak yürütülen, kadın erkek eşitliği mücadelesi, soyut ve idealdir. İnsanı geliştiren, yaşamsal ve kazandırıcı değildir. İdeal olduğu için de mevcut toplumsal kadın ve erkek ilişkisini, kapitalist sistem lehine zedelemekte, yozlaştırmaktadır. Doğasına, aileye, aile üzerinden çocuklara, insanlığa ve geleceğine zarar vermektedir. Kadını özgürleştirip, erkeği demokrat yapacağına, sözde eşitlik adına, kadın ve erkeğin duygusal yanlarını zedeleyip “öldürmekte”, kadın erkek arası tarihsel toplumsal ilişkiyi ucube hale getirmektedir. Zorlama ile ikisinden kısır, yoz, abesle iştigal “üçüncü” bir cins yaratma eğilimine yol açmaktadır. Oysa gerçekte zorba, kaba “erkeklik” ile sinik ve yitik “kadınlığı” KÜLTÜREL düzeyde “öldürmek”, gerçek, özgür, eşitlikçi insanı (kadın ve erkeği) ortaya çıkarmak gerekir. Yoksa, duyguları erozyona uğramış, törpülenmiş bir kadın ile bir erkeğin dünyası, daha iyi olmayacaktır. Duygusal düzeyde kadın erkeği; erkek kadını taklit etmemeli, birbirini incitip, rollerini üstlenmemelidirler. Her iki cins de kendi duygusal doğasından gurur duyarak, ona ihanet etmeden, sadakat ve sebatla, onu özgürce geliştirmelidirler. Onu insanileştirmek, etkinleştirip güzelleştirmek için gerçek, eşitçi KOMÜNAL toplum inşasına yönelmelidirler. Onu özel mülkiyet, meslek ve mesken edinmeyle takviye etmeli, yüceltmelidirler. Gerçek insanlık paydasında, eşit ve özgür bir yaşamı birlikte fethetmelidirler.

Özellikle ve önemle belirtmek, vurgulamak istiyorum ki, eşit özel mülkiyet edinmenin dışında kadın: erkeğin iyi niyeti, dil dökmeleri, oluru, baş sallamaları, kabullenmeleri, hoşgörüsü, zihniyet değişimi, demokratlaştığı görüntüsü ile zalim erkeğin “nasırlaşmış” tarihsel toplumsal pençesinden asla kurtulamaz. Dolayısıyla, bu temeldeki anlayışı da hesaba katarak, Sanayi Devriminden itibaren, modern ve çağdaş makinelerin geliştirdiği, eşitçi toplumsal mülkiyet temelli YENİDÜNYAYI, bu kadar gerekli, zorunlu kılan, ‘Komün Gerçeğinden Sosyalist Emekçiye, Ondan da Sosyalist Toplum biçimlenmesine’ geçiş tarzını, ana hatları ile kısaca inceleyelim.

Toplumsal altyapı-üstyapı mekanizmasının kuruluşu ve çalışması

Marks’ın, dâhiyane buluşlarından biri, her toplumsal Üretim Biçimine ait toplumsal altyapı-üstyapı mekanizması keşfidir [[2]]. Öyle ki bu keşif, herhangi bir toplumsal Üretim Biçiminin, ana omurgasını teşkil eden toplumsal altyapının, kendisine uygun toplumsal üstyapı yaratıp, onunla nasıl karşılıklı pozitif diyalektik (Tez, A-Tez) tarzında etkileştikleri mekanizması, toplumsal olguların oluşumu ve varlıklarını sürdürmenin özünü teşkil etmektedir.

Marks-Engels’in yaşadığı dönemde, toplumsal altyapı-üstyapı mekanizması keşfine dair haksız eleştiriler oldu ki, konu ile ilgili söylem ve bilgi kirliliğini bertaraf etmek için Engels, “Materyalist tarih anlayışına göre, tarihte en sonu belirleyici öğe, gerçek hayatın üretimi ve yeniden üretimidir. Ne Marks ne de ben, bundan fazlasını hiçbir zaman öne sürmedik. Böyle olunca, eğer birisi, ekonomik etmenin biricik belirleyici öğe olduğunu söyleyerek, sorunu çarpıtırsa, bu önermeyi anlamsız, soyut ve budalaca bir ifadeye dönüştürmüş olur. Ekonomik durum temeldir ama üstyapının çeşitli öğeleri – sınıf savaşımının politik biçimleri ile bunun sonuçları. Yani, başarılı bir çarpışmadan sonra, zaferi kazanan sınıfın oluşturduğu anayasalar vb. hukuksal biçimler ve hatta bu gerçek savaşımların bunlara katılanların beyninde uyandırdığı yansımalar, politik, hukuksal, felsefi teoriler, dinsel görüşler ve bunların bir doğmalar sistemi halinde gelişmeleri- de tarihsel savaşımların gidişleri üzerinde etkilerini gösterirler. Ve birçok hallerde bunların biçimlerinin belirlenmesinde baskın bir rol oynarlar. Bütün bu öğeler arasında karşılıklı bir etkileşim vardır; bütün sonsuz rastlantılar çokluğu (yani, iç bağıntısı o kadar uzak ve olanaksız göründüğü için yok ya da ihmal edilebilir sayabileceğimiz şeyler ve durumlar) ortasında ekonomik devinim en sonu kendisini zorunlu olarak belli eder. Böyle olmasaydı, teorinin, tarihin herhangi bir dönemine uygulanması, bir bilinmeyenli basit bir denklemin çözümlenmesinden daha kolay olurdu” [[3]] diyerek müdahale etmiş. Dehanın parlaklığı ile altyapı-üstyapı mekanizmasının genel çalışma biçimini bir kez daha açıkça ortaya koymuştur.

Marks’ın altyapı-üstyapı mekanizması buluşuna ve temel noktalarına sadık kalıp, onu “kılavuz edinerek”, tarafımdan yapılan düzeltmeler, ekler ve yeni yorum şunlardır:

(Birincisi), üretim araçları, özellikle, üretim aletleri ve makineler üzerinden yürüyen, eşitçi tarihsel toplumsal öz veya insanlığın miras hakkına tekabül eden bireysel mülkiyet hakkının, sömürücü hâkim sınıflar tarafından, Tarihi Toplumsallaşma Süreci boyunca, nasıl farklı Üretim Biçimlerinde, özel mülkiyet edinilerek “ihlal edildiğini” göstermek.

(İkincisi), Tarihi Materyalist sürecin gösterdiği gibi, her zaman, bir topluma ait, altyapı-üstyapı mekanizmasının öğeleri, karşılıklı etkileşerek, sistemi olumlayan, pozitif diyalektik (Tez, A-Tez’li mevcut sistem diyalektiği) çalışan bir uzlaşma mekanizmasına sahip olduklarını saptamak.

(Üçüncüsü), üretim araçları, özellikle, üretim aletleri ve makineler, mevcut toplumun bağrında, gelişip kendini aşarak, yeni biçimlerine uygun, yeni toplumsal Üretim Biçimine ait altyapının, yeni mülkiyet ilişkileri (henüz üretim ilişkileri değil) nüvesi geliştirdiğini. Bu gelişme sonucu, eski toplumsal altyapı-üstyapı ile yeni toplumsal altyapı gelişimi arasında, toplumsal temel çelişkinin var olmasına ve toplumsal kaotik gelişmeye yol açtığını vurgulamak.

(Dördüncüsü), böylece gelişen yeni toplumsal nüve, negatif diyalektik (Tez, Anti-Tez) hareket tarzı ile çalışan temel çelişkiyi, uzlaşmaz sınıf mücadelesine yükseltirken. Uzlaşmaz sınıf mücadelesi de bir yandan, mevcut olan eski toplumsal Üretim Biçimine ait toplumsal altyapı-üstyapıyı devrimci tarzda çözerken; öte yandan, aynı anda günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi ile yeni toplumsal Üretim Biçimine ait toplumsal altyapı-üstyapının inşasına yol açıp, “kesintisiz devrim” dönüşümlerine yol açtığını belirlemek olmuştur [[4]].

Marks’ın keşfi olan, toplumsal altyapı-üstyapı mekanizmasına müdahale ederek, düzeltme ve ekler yapma, yeni yorum geliştirmeme neden olan tarihi gelişmeler şunlardır: Marks-Engels, altyapı-üstyapı mekanizmasını buldular ama tarihsel toplumsal işleyişinde, ilkin toplumsal geçişlerde, daha sonra da toplumsal geçiş ve toplumsal Üretim Biçimleri inşasındaki işleyiş rollerine hâkim olamadılar.

 

Bunun ilk örneği, feodalizmden kapitalizme geçişte kendini göstermiştir. Marks’ın diyalektik anlayışına göre, feodalizmi yıkan ve toplumsal geçişi sağlayan sınıfsal gücün –tıpkı işçi sınıfının kapitalizmi yıkması gibi- serfin (toprak kölesi) de feodalizmi yıkması gerekirdi. Ama ne yazık ki, öyle olmadı! Feodalizmi yıkan güç serf değil, burjuvazi oldu [[5]].

 

İkincisinde ise birincisinde olduğu gibi aynı anlayış ile kotarılan, kapitalizmden, sosyalizme geçiş ve inşasında yaşanmıştır. Marks-Engels, Sosyalist devrimin öznesi ‘Sosyalist Emekçiyi’ görmesi gerekirken; onun yerine, diyalektik felsefi anlayışları gereği, devrimci öznenin, işçi sınıfı olduğunu tespit ettiler. Böylece aynı hatayı, ikinci kez çöken Reel Sosyalist deneylerde tekrarlamış oldular.

 

1890’larda Engels, “eğer Rus Devrimi, Batı’da bir proleter devriminin başlangıç işareti olursa ve böylece bu iki devrim birbirlerini tamamlarlarsa, bugünkü Rus ortak toprak mülkiyeti, komünist bir gelişmenin başlangıç noktası olabilir” [[6]] saptamasında bulundu. Bu anlayışı olduğu gibi sürdüren Lenin, bu anlayışın, sosyalist toplum Üretim Biçiminin kuruluşuna uygun olmadığının bedelini, 1921’de ödeyerek, durumu şöyle ifade etmek zorunda kaldı. “İşin özünde yanıldık. Kapitalizmin hemen hemen hiç var olmadığı bir ülkede, sosyalizm kurulabilirmiş gibi davrandık. Sosyalist toplumu gerçekleştirmeyi istemeden önce, kapitalizmi kurmak gerekir” [[7]] diyerek, daha işin başında, iç acıtıcı hezimeti, teorik ve pratik düzeyde ifade etmiş oldu [[8]].

 

Bu hataların temelinde, Hegelci idealist düalitik diyalektiğin, felsefi etkileri yatmaktadır. Marks’ın vurgulamasına rağmen, düşünceden maddeye ters çevirme dışında, Marks’ın diyalektik anlayışı ile Hegel’in diyalektik anlayışı arasında fark yoktur [[9]]. Her ikisi de sözde “negatif” (Tez, Anti-Tez) [[10]], ama gerçekte ikisi de pozitif (Tez, A-Tez) olgu diyalektiği biçimindedir. Bu felsefi anlayışta, herhangi bir toplumsal olgunun, birbirine karşı pozitif (uzlaşmacı) duruşlu olan ikizlerinden biri köle, serf veya işçi sınıfı, bir sonraki yeni toplumsal olgunun negatif karşıtı olan efendi, senyör ve kapitalist ile uzlaşmaz karşıt gibi devrimci diyalektik güç olarak ele alınıp, “işlenmiş”, onun üzerinden devrime kalkışılmıştır. Böylece birinci tarihi hatada, serf yerine, burjuvazi feodalizmi yıkmıştır. İkinci hatada ise Reel Sosyalizm yıkılıp “geriye”, esas kapitalizme geri dönüş ile sonuçlanmıştır. İşte Hegelci idealist düalitik diyalektik felsefesinin, ispatlı çürütülmüş idealist özü budur. Dolayısıyla Marks, toplumsal altyapı-üstyapı mekanizmasını tespit etmiş, üretim, bölüşüm, değişim ve tüketim gibi temel toplumsal altyapı öğelerini, dehanın parlaklığı ile inceleyip açıklamış ama Hegelci idealist düalitik diyalektik felsefi anlayışı ile işin içinden de çıkamamıştır.

Bugün açık biçimde görüp, inceliyor ve öğreniyoruz ki, Diyalektik Tarihi Materyalist yasalarca işleyen, ‘Tarihi Toplumsallaşma Sürecinin’, farklı toplumsal Üretim Biçimleri veya Toplumsal Olguların kuruluşları, gelişmeleri ve işleyiş hattı şöyle bir yol izlemiştir:

“Varlıklarının” gelişmesinde ve “toplumsal üretiminde insanlar”; “geçim ve yaşam”, üretim ve tüketim ilişkileri sarmalından geçip, topluluktan topluma geçiş yaparak toplumsallaşırken. ’Üretim Güçleri Geliştirme Yasasının’ (ÜGGY) hükmü altında, en basitinden en gelişmişine, üretim araçları; özellikle onların en devrimci öğesi olan, alet ve makine yapmak, kullanmak; sürekli geliştirip, üretmek zorunda kalmışlardır.

 

Bu zorunluluk nedeniyle, Doğa ile Alet-Bilinç arasındaki Çatışma (Do-AlbiÇa), ilkel topluluk “Geçim Biçimi” süresi temeline. Emekçi ile Alet ve Makine Arasındaki Çatışma (Em-MakÇa) ise uygar toplumlara ait “Üretim Biçimi” süreçlerinin temeline yerleşmiştir. Bu yerleşme sonucu, ilkel toplulukta; Doğa ile Alet-Bilinç arasındaki evrimci uyum ve Çatışmanın (Do-AlbiÇa’nın) etkisi; uygar toplumlarda ise Emekçi ile Alet ve Makine arsındaki devrimci uyum ve Çatışmanın (Em-MakÇa) etkisi, esas ve belirleyici rol oynamıştır. Bu tarihi akış temelinde, uygar toplumlara ait Em-MakÇa demek, farklı uygar toplum Üretim Biçimleri veya uygar ‘Toplumsal Olgu’ biçimleri demektir.

 

Bu ana çatışmanın (Em-MakÇa’nın), köleci toplum versiyonu, Köle-MakÇa; feodal toplum versiyonu, Serf-MakÇa; Kapitalist toplum versiyonu ise İşçi-MakÇa’dır. Bu demektir ki, toplumsal olguyu veya aynı şey demek olan toplumsal Üretim Biçimleri; üretim güçleri ( özellikle emekçi ile alet ve makineler) İLE onlara uygun ve onların toplumsal varlık biçimleri olan mülkiyet ve üretim ilişkilerinin belli bir tarihi gelişme düzeyi tarafından koşullanıp belirlenmektedir. Uygar toplumlarda bu belirlenme, aynı Üretim Biçimine uygun, farklı toplumsal sınıf ilişkileri biçiminde görünmüştür. Bu sınıfların toplumsal görünümü, üretim araçlarına, özellikle üretim aletleri ve makinelere sahip olanlar (sözgelimi efendi) ile onların mülkiyetinden yoksun olan sınıflar (sözgelimi köle) biçiminde olmuştur. Bu her bir toplumsal Üretim Biçimine ait toplumsal mevzilenme, kendine uygun olan toplumsal altyapı-üstyapı etkileşimi gibi sistemi olumlayan, pozitif diyalektik (Tez, A-Tez) karakterlidir. Çünkü hem toplumsal olgu ikizleri, hem de toplumsal altyapı-üstyapı öğeleri, her iki durumda da kendi aralarında karşılıklı pozitif etkileşen öğeler olup, ait oldukları sistemi var edip sürdüren öğelerdir.

 

[Bu konuda, dikkat edilmesi gereken nokta şudur:

 

Emekçi ile alet ve makineler arasındaki sürekli devrimci olan diyalektik uzlaşma ve çatışma (Em-MakÇa) hareketi İLE bu uzlaşma-çatışmanın belli bir anındaki toplumsal olgu biçiminin farkında olmak gerekir. Sözgelimi feodalizmde, toplumsal olgu ikizleri, toprak beyi ile serftir. Bu ikisi arasındaki karşıtlık, sürekli pozitif uzlaşır diyalektik karakterde ama ilerici-gerici biçimleri olan bir harekettir. Em-MakÇa, öğeleri toplumsal altyapıyı oluşturur. Emekçi dışında, toplumsal altyapı öğelerini mülkiyet eden hâkim sınıfsal güçler, mülkiyet ve üretim ilişkileri üzerinden, gelişen üstyapıya da hâkim olup, hâkim sınıf pozisyonuna geçerler. Böylece topluma damgasını vurup, toplumsal üretim biçimini belirlerler.]

 

Kapitalist toplumsal Üretim Biçimi veya kapitalist toplumsal olgu ikizleri (burjuvazi ve proletarya) örnek olarak ele alınırsa, olguya ait mülkiyet ve üretim ilişkileri, zamanla, üretim araçları özellikle, üretim aletleri ve makinelerin sürekli gelişmeleri ile aşılırlar. Kapitalist mülkiyet ve üretim ilişkileri, üretim araçları özellikle, üretim aletleri ve makinelerin özgürce gelişmelerinin önünde, onların engelleri haline gelirler. Böylece, kapitalist toplumsal olgu ikizlerine (burjuvazi ve işçi sınıfına) karşı, üretim araçları özellikle, üretim aletleri ve makinelerin özgürce gelişmesine uygun, yeni toplumsal olgunun (Sosyalizmin) ikizleri, (Sosyalist Emekçi ile toplumun geri kalanı) ana rahmine düşer. Dolayısıyla, eski-yeni toplumsal altyapılardan başlayarak, gittikçe toplumsal üstyapılara yükselen, yeni toplumsal olgu ikizleri ile eski toplumsal olgu ikizleri arasında, eski toplumsal olguyu, yeni toplumsal olguya dönüştüren, negatif diyalektik (Tez, Anti-Tez) karakterli, uzlaşmaz, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi başlar.

 

İşte bu sırada, eski toplumsal (kapitalist) altyapı-üstyapının çözümüne karşı, yeni toplumsal (sosyalist) altyapının inşa süreci start alır. Bu durumda, eski-yeni toplumsal Üretim Biçimlerine ait bağımsız ve hâkim toplumsal diyalektik güçler (kapitalist ile Sosyalist Emekçi) önderliğinde, kapitalist çözünme ile sosyalizm inşası için karşı karşıya gelerek uzlaşmaz, devrimci demokratik sınıf mücadelesi başlatırlar.

Ancak bu sürece başlamak için mevcut üretim araçları, özellikle, üretim aletleri ve çağdaş makinelerin, Büyük İnsanlık Ailesinin her bir ülkesi topraklarında, cari emek gücüne eşit paylı dağılmış, kolektif KOMÜN inşa tarzında, Sosyalist Emekçi tarafından, özel mülkiyet edinilmesi gerekir. Böylece toplumsal inşa, sosyalist toplumsal altyapıdan, aynı anda sosyalist toplumsal üstyapıya yükselerek gelişecektir. Dolayısıyla, mevcut üretim araçları özellikle, üretim aletleri ve makineleri mülkiyet edinen ‘Sosyalist Emekçi’, geçmişin maddi miras hakkı veya toplumsallaşmaya yol açan ‘toplumsal özü’ üzerinden, gelecek yeni üretim biçimine ait sosyalist toplumsal ALTYAPIYA adım atmış olacaktır.

Ama önemle vurgulamak gerekir ki, her bir toplumsal olguya ait altyapı-üstyapı ikizleri arasında, karşılıklı pozitif diyalektik karakterli çalışan bir mekanizma var ama işi, mülkiyet edinme biçimi ile başlatan, daima üstyapıyı belirleyip eyleme sokan öğe altyapıdır. Bu temelde kurulan ilk sosyalist işletme ile kapitalist toplumsal altyapıdan, sosyalist toplumsal altyapıya, ilk devrimci demokratik adım atılmış olacaktır. Bu ilk sosyalist özel mülkiyet edinme biçimi, kendine uygun üretim biçimini, üretim biçimi bölüşüm biçimini, bölüşüm biçimi değişim biçimine ve nihayet değişim biçimi toplumsal tüketim biçimini koşullandırıp belirleyecektir. Her bir kademedeki bu gelişme, kapitalizm ile günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi tarzında yarışarak, aynı anda kendi üstyapı öğeleri olan ideolojik, siyasi, ahlaki, hukuki vs. geliştirip, gerekli ekonomik, siyasi ve toplumsal dönüşümü sağlayacaktır.

İşte bu hareket, kapitalizmden sosyalizme geçişte önemli iradi bir fark dışında, Diyalektik Tarihi Materyalizmin, tüm Üretim Biçimleri için geçerli olan tarihi bir yasasıdır.  Sosyalizm dışında, diğer Üretim Biçimlerinden bir diğerine geçiş, her zaman evrimci yol ile toplumsal geçiş sağlanmıştır. Herhangi bir toplumsal olgunun hâkim sınıfları, hakim sınıf olmazdan önce, kişisel olarak toplumsal zenginliği (üretim araçlarını), özel mülkiyet edinme ile geçişe başlangıç yapmışlardı. Herhangi bir Üretim Biçimi bağrında gelişip, aynı Üretim Biçimini aşan mevcut üretim araçları, özellikle, üretim aletleri ve makineler, özgürce gelişebilmek için kendilerine uygun ve kedilerinin yeni toplumsal varlık biçimleri olan yeni mülkiyet biçimlerini koşullandırmışlardı. Bu koşullandırmadan sonra, köle sahibi olarak efendi, toprak sahibi olarak toprak beyi ve kapitalist olarak burjuvazi olacak birileri, mevcut tarihi koşulların gereği, yeni üretim araçları, özellikle, üretim aletleri ve makineleri MÜLKİYET edinerek; efendi köleyi, toprak beyi serfi ve burjuvazi işçi sınıfını yedeğine alıp [[11]] topluma önderlik etmiş, toplumsal geçişe önayak olmuşlardı. Böylece, toplumsal dönüşümler ve geçişler, bir birini takip ederek gelişmişti.

Bütün bu tarihsel gelişmelerin temelinde, mevcut üretim araçları, özellikle, üretim aletleri ve makinelerin, harekete geçmek için üretim süreçlerinde yetersizliklerinden dolayı, canlı emek gücünden takviye almak zorunda kalıyor olmaları yatmaktaydı. Yani mevcut üretim araçları özellikle, üretim aletleri ve makineler, gelişmelerinin I. Aşamasında canlı emek gücüne bağlı bulunuyorlardı [[12]]. İlkel topluluk geçim biçimi ile köleci, feodal ve kapitalist toplum Üretim Biçimleri bu temelde biçimlenmişlerdi.

Sanayi Devrimi ve sonrasında, toplumsal geçiş biçimi, tam tersine döndü. Canlı emek gücü, bu sefer makinelere bağımlı hale geldi. Mevcut üretim araçları, özellikle, üretim aletleri ve makineler, eskisi gibi evrimci yoldan özel mülkiyet edinip, kapitalist toplumsal sistem ile devrimci çatışmaya girecek insan bırakmadı. Bırakmadı diyorum! Çünkü Mevcut üretim araçları, özellikle, üretim aletleri ve makineleri mülkiyet edinen her insanın yolu, artık kapitalizme çıkıyordu [[13]]. Geçmişin evrimci yolu, üretim süreçlerine hâkim olan makineler tarafından kesildiği için geçiş biçimi, iradi belirlenme (voluntary determination) yoluna girdi. Toplumsal geçiş, tamamen devrimcileşip, “Kesintisizleşti”.

Marks’ın tespitinin aksine, kapitalist sistemin ürünü ve sistem ikizi olarak işçi sınıfı, doğası itibariyle böyle bir işe uygun değildi. Olmadığı ayrıca, Reel Sosyalizm deneyleri ile ortaya çıktı. Böylece işçi sınıfının toplumsal dönüşüme devrimci önderlik yapacak tarihi misyonunun olmadığı pratikte de ispatlanmış oldu. Çünkü doğal olarak işçi sınıfının varlık nedeni, sistem içine tabi olmak, alacağı ücreti arttırmak, ücretli çalışmaya fit olmaktır. Ücret geliri onun için çok daha “tutarlı” ve yaşamsaldır. Onun bütün mücadele azmi, ücret gelirini artırmaya yöneliktir. İşçi sınıfı, doğası itibariyle, mülkiyet ile ilişkilenip, girişimci riski almaya koşullu değildir. Onun yerine işçi sınıfı, ücretli işi daha çok sever, sayar ona dört elle sarılır. Bu özellik onun, toplumsal olgulu doğasına içkin, uzlaşmacı özelliğidir.

İşte bu tarihi nedenlerle, diğer üretim biçimlerinden farklı olarak, kapitalizmden sosyalizme geçiş için devrimci sınıfsal özne olan ‘Sosyalist Emekçi’, devrimci iradi müdahale ile yaratılmak zorundadır. İşte bu tarihi gelişmeyi sezen Marks, “filozoflar yalnızca dünyayı değişik biçimlerde yorumladılar, önemli olan onu değiştirmektir” diyordu. Yukarıda kısaca ifade edilen Tarihi Materyalist analizden yoksun olan Ütopik Sosyalistler, Fransız Jakobenler, “sosyalizm” adına, kapitalist altyapı üzerinden, onu asla aşamayan, küçük burjuva siyasal mücadele tarzı geliştirip yenilgiye uğradılar. Marks ve Tarihi Marksistler ise ütopik sosyalistlere ek olarak, işçi sınıfı ve siyasal partisini devrimci özne tespit etme farkıyla, Ütopik Sosyalistlerin Jakoben tarzını takip ederek, onların kaçınılmaz yenilgili akıbetini tekrarlamaktan kurtulamadılar.

Yukarıda geliştirilen analizin özü ve gücü, Marksizm’in, Tarihsel Marksizm’in ve yaşanan Reel Sosyalist deneyin, teorik ve pratik tecrübelerinden damıtılarak edinen tarihi derslerin toplamından kaynaklanmaktadır. Bu analizin özü ve gücü, çağdaş bilim-bilgi ve teknoloji ile kuşanıp, onlara dayanma ve onlar ile teorik paralellik kurma iddiasına dayanmaktadır. Geçmiş pratiğimizde, ‘Tarihsel Toplumsal Mülkiyet Miras’ hakkımız, Marksizm üzerinden, Reel Sosyalizm şahsında, Hegel’in “kutsal devletinde” veya kamu mülkünde idealleştirilmiş. Büyük İnsanlık Ailesi, mülkiyetsizliğe, “baldırı çıplaklığa” mahkûm edilmişti. Böylece, ‘Tarihsel Toplumsal Mülkiyet Miras’ hakkımız, adeta “altın tepside”, kapitalist burjuvazinin tasarrufuna ve kullanımına terk edilmişti. Oysa bugün anlıyor ve görüyoruz ki, tüm bir toplumsal oluşumu ve işleyişi, evirip çeviren en büyük başat toplumsal güç, bilim, bilgi gücünü de kapsayan, MÜLKİYET denen, o devasa toplumsal güçtür.

Dolayısıyla sadede gelip, ayaklarımızın yere basacağı, yaşamın maddi gerçekliği üzerinden yürümemiz gerektiğidir. Bu konuda Marksizm, Reel Sosyalist deneylerde yenilgiye uğrasa bile Marks-Engels, bizim için üzerinden yürüyebileceğimiz maddi zemini, şöyle ifade etmişlerdir:

Tarih” diyor Marks-Engels, “her biri, kendinden önce gelen kuşaklar tarafından kendisine aktarılmış olan gereçleri, sermayeleri, üretici güçleri işleten farklı kuşakların ardı ardına gelişinden başka bir şey değildir” [[14]] diyerek, bu tarih tanımlamasını daha da basitleştirip açarak, özce şöyle anlaşılır kılmaya çalışmışlar: “İnsanlar, tarih yapabilmek için yaşamak durumunda olmalıdırlar. Ama yaşamak için her şeyden önce içmek, yemek, barınmak, giyinmek ve daha bazı başka şeyler gerekir. Demek ki, ilk tarihsel olgu, bu gereksinmelerin sağlanmasını elverişli kılan araçların üretimi, maddi yaşamın kendisinin üretimidir ve bu binlerce yıl önce olduğu gibi bugün de insanları yaşamda tutmak için gün be gün, saat be saat yerine getirilmesi gereken tarihsel bir olgu, bütün tarihin temel koşuludur” [[15]]. (…) “Bu bakımdan, her kuşak, demek ki, bir yandan kendisine aktarılmış olan faaliyet tarzını, ama kökten değişmiş olan (mevcut toplumsal Üretim Biçiminde) çevre koşulları içinde sürdürür ve öte yandan, kökten (yeni toplumsal Üretim Biçiminde) değişik bir faaliyete kendini vererek, eski koşulları değiştirir” [[16]] (piba). İşte Diyalektik Tarihi Materyalist yasaların işleyişi temelinde, tarihin tanımı, yapım ve yazım biçimi özcesi budur.

Bu ifade tarzı, bugün de ‘Sosyalist Emekçi Paradigma’ ile yeni bir dünya kuruluşu hedefimize rehberlik etmektedir.

Demek ki insanlık, geçmiş, şimdi ve gelecek gibi Tarihi Toplumsallaşma Sürecinin değişik aşamalarından veya alt süreçleri olarak, birbirine dayanıp, birbirini içererek, belli bir bütünselliğin akışında değişip dönüşerek ilerlemek zorundadır. Tarihi Tutarlılık Yasası [[17]] temelinde, kapitalizmden sosyalizme geçiş de bu kurala uymak zorundadır. Bu anlayış temelinde, tarih yapım ve yazımına soyunurken, kapitalizmin tarihsel gayri meşruluğu ile onun reel meşru bir veri olma koşulunu karıştırmamak. Ona göre tutum almak zorundayız.

Bu nedenle, sosyalizme, sosyalist toplumsal altyapı inşası ile başlarken; içinde bulunduğumuz kapitalist toplumsal koşulları “kökünden” dönüştürebilmek için onun reel meşru bir veri olma koşullarını ele alıp değerlendirerek, onun üzerinden komün inşa tarzı ile hareket etmek zorundayız. Dolayısıyla, maddi bedelini ödeyerek, ülke zenginliğini, ‘Sosyalist Emekçi’ yaratacak tarzda, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesi ile Büyük İnsanlık Ailesinin her bir ülkesi gerçeğinde, cari emek gücüne dağılımlı, eşit paylı, kolektif işletilen, komün birleşimli, sosyalist özel mülkiyetli işletmeler (komünler) örgütlemek, geliştirmek zorundayız.

Çünkü mülkiyetin, tarihi yaratılış çizgisi ve tarihsel yürüyüş deneyimi bize öğretmektedir ki; üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makineleri, nasıl mülkiyet edinirseniz, mülkiyet edindiklerinizi öyle de üretime sokarsınız. Nasıl üretirseniz, öyle de bölüşürsünüz. Nasıl bölüşürseniz, öyle de değişim hakkına sahip olusunuz. Nasıl değişim hakkına sahipseniz, öyle de bedelini alıp, mülkiyet edinme hakkına sahip olusunuz. Nasıl mülkiyet edinme hakkına sahipseniz, öyle de yatırım ve tüketim hakkına sahip olursunuz diye bildirmektedir.

Görüldüğü gibi mülkiyet ilişkilerine hâkimiyet, toplumsal dönüşüm ve geçişlerin olmazsa, olmazıdır. Dolayısıyla, diğer toplumsal Üretim Biçimlerine ait altyapılarda olduğu gibi sosyalist toplumsal Üretim Biçimine ait toplumsal altyapı öğeleri için de ‘Sosyalist Emekçi’ olacak insan, iradi ve devrimci tarzda üretim araçları, özellikle üretim aletleri ve makineler ile sosyalist özel mülkiyet edinme bazında ilişkilenmek zorundadır. Sosyalist özel mülkiyet biçimli KOMÜN ile sosyalist toplumsal altyapı oluşumunun daha ilk adımında ve hemen aynı anda, mülkiyet edinme biçiminin meşruiyetini sağlayan, tam demokratik devlet, hukuk, adalet, siyaset, ahlak, iktidar biçimi hedefinde, üstyapı kurumlarına ait sosyalist fikir ve kurumlar boy verip geliştiren, günlük devrimci demokratik sınıf mücadelesini geliştirmemiz gerekir.

 

(Devam edecek)

 

DİPNOTLAR:

[1]  Engels, F. (1891), Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni, Sol Yayınları, 9. Baskı (1990), S. 60-62.

[2]  Marks, K. (1859), Ekonomi Politiğin Eleştirisine Katkıya, Sol Yayınlar, 6. Baskı (2005). S. 39.

[3]  Marks-Engels, Seçme Mektuplar, Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 1996, S. 101-103.

[4]  Can, Nazım (2016), Toplumu Biçimlendiren Olguların Tarihsel Eylemi -1- Özgür Üniversite Web Site.

[5] Marks, K. (1847), Felsefenin Sefaleti, Sol Yayınları, 3. Baskı  (1979), S. 130.

[6] Marks-Engels, (1848), Komünist Partisi Manifestosu, Bilim ve Sosyalizm Yayınları (1976), S. 19.

[7]  Fernand Braudel, (1963), Uygarlıkların Grameri, İmge Yayınları, 4. Baskı (2014), S. 594.

[8]  Can, Nazım (2016),Toplumu Biçimlendiren Olguların Tarihsel Eylemi -3- Özgür Üniversite Web site.

[9]  Marks, K. (1867), Kapital, Cilt I, Almanca 2. Baskıya Önsöz, Sol Yayınları, 3. Baskı (1986), S. 28.

[10] Bu konuda bakınız:

(a) Hegel, G.W.F, Tinin Görüngü Bilimi, Efendilik ve Kölelik, İdea Yayınları (1986), s.127 ve 128.

(b) Marks,  K. (1847), Felsefenin Sefaleti,  Sol Yayınlar, 3. Basım (1979), S. 105.

[11] Marks-Engels, (1848), Komünist Partisi Manifestosu, Bilim ve Sosyalizm Yayınları, S. 39.

[12] Marks, K. (1867), Kapital, Cilt I, Sol Yayınları, 3. Baskı (1986), S. 323.

[13] Marks, Engels. (1946), Alman İdeolojisi, Sol Yayınlar, 2. Baskı (1987),  S. 82.

[14] Marks, Engels. (1946), Alman İdeolojisi, Sol Yayınlar, 2. Baskı (1987),  S. 66.

[15] Marks, Engels. (1946), Alman İdeolojisi, Sol Yayınlar, 2. Baskı (1987),  S. 53.

[16] Marks, Engels. (1946), Alman İdeolojisi, Sol Yayınlar, 2. Baskı (1987),  S. 66.

[17] Marks, K. (1847), Felsefenin Sefaleti, Sol Yayınları, 3. Baskı  (1979), S. 191.