“Her şey o kadar karanlık ki,
bu bir umut ışığı yakıyor.”[1]
En son demem gerekeni, en önce söyleyerek başlayayım: Aydının/ entelektüelin aslî ilkesi, “Non Serviam/ Hizmet Etmeyeceksin”dir. Bu da doğaldır ki iktidara, otoriteye, ulusal ve uluslararası şirketlere hizmet etmemektir…
Bu bağlamda aydın/ entelektüel konusunda çokça yazdım; hâlâ da yazıyorum.[2] Kuşkusuz her konuda olduğu gibi, aydın/ entelektüel konusunda yazdıklarımın tümü, elbette, sonuna dek taraflıydı. Sınıflı bir dünyada da başka türlüsü (yalan değilse!) mümkün değildi!
Yeri geldi belirteyim, sınıflı bir toplumda “tarafsızlık” yaygaralarını kaale almayan birisi olarak: Marguerite Duras’nın, “Politik değilseniz, entelektüel de olmazsınız”; Albert Camus’nün, “Entelektüel, aklı kendisini gözleyen kişidir”;[3] Noam Chomsky’nin, “Gerçeği söylemek ve yalanları gözler önüne sermek, aydınların sorumluluğudur”; Jean Paul Sartre’ın, “Aydın olarak görevim düşünmektir. Hiçbir engel tanımadan, tehlike karşısında bile kendime bir sınır koymadan, koydurtmadan düşünmek”; Edward Said’in, “Aydın, hiçbir otorite karşısında boyun eğmeyen, her durumda insan özgürlüğünü savunan ve bu özgürlüğün yaşam bulması için durmadan çabalayan bir kimsedir”; Umberto Eco’nun, “Entelektüeller krizleri çözmeye değil, çıkarmaya yarar”! saptamalarına itirazı olanlar, bundan sonra yazdıklarımı okumasınlar!
Benim için aydın/ entelektüelin “ne”liği tam da bu saptamalarla tanımlanan çerçeveye mündemiçtir.
“Ne”liği betimleyen ve cümlenin öznesini soran “Nedir”e gelince; öncelikle aydın/ entelektüel kavramını, günümüzde bir hayli daraltılmış anlamıyla, yalnızca akademisyen, yazar ya da sanatçıları imleyecek biçimde kullanışın pek çok kafa karışıklığını devreye soktuğunun altını çizelim.[4]
İyi de “aydın/ entelektüel” nedir, neye benzer?
Örneğin bilim insanı olmak aydın olmak için yeterli mi?
Veya yazarçizer takımından olup mürekkep yalamış, dili morarmış olmak?
Ya da sanatçı kimliğiyle öne çıkıp duyarlı insan olmak?
Sonra uzatılan bir mikrofona iki kelime aklı başında bir şeyler söyleyebilmek?
Hasılı sadece bilgi sahibi olmak?
Bunların herhangi biri veya toplamı “aydın olma”ya yetmez!
“Aydın olmak”, tek bir çerçeve içine sığdırılamayacak kadar ayırt edici bir kavramdır. Çağına tanıklık eden; sadece tanıklık etmekle kalmayıp safını ezilenlerin yanında belirleyen; onların savaşımının dilsiz olmayan sorumlusu olmayı onurlu bir biçimde üstlenenler “aydın” vasfına layık olabilirler ancak.
Malum kapitalizmde “biliyor olmak” mutlak surette bir haksızlığa maruz kalmak demektir. Çünkü bilgi borçlandırır, “anlamak” zorunda bırakır.
Aydın, resmi ideolojinin sözcülüğünü ya da bekçiliğini yapmaz/ yapamaz.
O, yurtsuzdur. Bir coğrafyada yaşasa da, bunun hangi coğrafya olduğu entelektüelin sorumluluklarını ve sahip olması gereken etik anlayışı değiştirmez.
İşlev ve tanımıyla müsemma aydın/ entelektüel tartışmaları, onun kimliği kadar eskiyken; “aydın” ile “entelektüel” nitelemelerini karşı karşıya koymanın gereksiz bir zorlama olduğunu düşünenlerdenim.
Burada durup, zorunlu bir “hatırla(t)ma” parantezi açıyorum.
ZORUNLU BİR “HATIRLA(T)MA” PARANTEZİ
Süleyman Seyfi Öğün’ün, “Siz hiç bir ‘entelektüelin’; belli bir konuda düşündüklerini bizzat kendisinin eleştirip; ‘bakınız bu konuda şunları, şunları söylemiş veyâ yazmıştım; çok yanılmışım’ dediğine rastgeldiniz mi? Sakın ‘ne var ki; pek çok eski radikâl solcu; hattâ radikâl sağcı entelektüel biliyorum; şimdilerde hepsi göğsünü gere gere; gençlik hatâlarından dem vurup nasıl da liberâl olduklarını anlatıyorlar’ demeyin. Kastettiğim bu değil,”[5] vurgusuyla “Aydın vicdânı, aydın nâmusu, aydın olmanın ilkeleri”ne dair üst perdeden tiratlar ahkâm kesmesinden; “Entelektüel kimdir, ne yapar, nerede durur?” sorusunu, “Zor soruların yanıtları birden fazladır; ve birbiriyle çelişir. Ya da, birden fazla ve birbiriyle çelişen yanıtları davet eden sorular zordur. Özellikle birincisi olmak üzere yukarıdaki sorular, zor sorulardır,”[6] diye yanıtlayan Simten Coşar’a dek hiçbir sağcı ya da “sivil toplumcu”nun anlayıp/ anlatamadığı aydın/ entelektüel arayandır; yıkıp kuran cürettir; meydan okuyan ütopyadır.
Tam da bunun için Thomas Mann, “Her entelektüel tavır, gizliden gizliye politiktir”; Theodor Adorno, “Kendi vatanında kendini yabancı hissetmek entelektüel için ahlâki bir sorumluluktur,” derlerken ekler Edward Said de:
“Entelektüel, toplumda bir uzlaşma oluşturacak genel simgeleri yaratan biri değil, bu simgeleri sorgulayan, kutsal sayılan gelenek ve değerlerin ikiyüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir eden hiç bir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan kutsal metin gardiyanlarıyla mücadeleden çekinmeyen kişidir, bir entelektüel hiç bir kahraman ve siyasi tanrıya inanmaz…”
Hızla sıralayarak ilerlersek: Aydın/ entelektüel kavramlardan yola çıkar, sistemi sorgular ve olayları yorumlarken boyut katar. Hayata müdahâlenin önünü açar; bu yanıyla da öncüdür.
Aydın/ entelektüellerin sorumluluğu gerçeği konuşmak ve yalanları ortaya koymaktır
Martin Heidegger’in ifadesiyle, “Gerçeğin vahiyi, insanları netleştirir ve bu o eylem ve bilginin gücüdür.”
Noam Chomsky’nin altını çizdiği gibi, gerçeği konuşmayan kişiye entelektüel denemez.
Her gazeteci, yazar veya akademisyenden de facto entelektüel olmaz.
Öyle olsaydı dünyada on binlerce entelektüel olurdu ki, bu da imkânsızdır.
Hasılı aydın/ entelektüel olmak zordur; günümüzde daha da zor…
Aydın/ entelektüel, salt bilgi sahibi olan kişi değildir, eleştirel ve özgür biçimde düşünür. Kendi çıkarlarını hesaba katmaz, pazar (marketing), PR ve imaj kavramlarını dikkate alarak konuşmaz. Kişilerden ziyade sistemi eleştirir.
Sisteme yönelik eleştiri ve düşüncelerini özgürce söylemesiyle de tanınır. Bir muhaliftir O; haksızlığın karşısında susturulamayan. (Ancak hayatını yaptığı meslek ile kazanan bir akademisyen, bir gazeteci her zaman özgür düşünemez, çünkü kaybedecek şeyleri vardır.)
Henüz XX. yüzyıl başlarında Julien Benda, ‘Aydınların İhaneti’ başlıklı yapıtında, “Aydınlar kazığa bağlanma, sürgüne gönderilme, yakılma, çarmıha gerilme riskine girmek durumundadırlar,”[7] diyordu.
Kendi çıkarından ve konumundan hareketle dünyaya bakandan entelektüel olmaz
İktidarla uzlaşmak, sistem eleştirisi yapmamak, ağaçlardan ormanı görememek ne kadar bilgisel donatımı olursa olsun, kişiyi entelektüel yapmaz. O, haklının yanındadır, konuşurken kaybedebileceği şeyleri hesap etmez, yalnızca gerçekleri dile getirme kaygısı içindedir. Beraberinde eşitsizliği, yoksulluğu, ve şiddeti getiren sistemi eleştirir. Aydın/ entelektüellik aynı zamanda, adaletsizliklere karşı pratik bir duruş ve tavır sorunudur da.
Edward Said bu durumu şöyle ifade ediyor: “Nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak, şövenist kabadayılıklara, tantanalı döneklik ve günah çıkarma törenlerine tanıklık etmek bir entelektüelin kamusal rolüne en çok gölge düşüren tavırlardır.”
Eklemeden geçmeyelim: Aydın/ entelektüel bir insan, her şeyi bilen bir insan değildir. Bildiği konular olduğu gibi, bilmediği birçok konu da vardır. Ancak çok yönlü bir insandır o.
Aydın/ entelektüellerin duruşunun, özünün düzene muhalif bakmak olduğu vurgusuyla, “Entelektüelin tek dayanağı ödünsüz düşünce ve ifade özgürlüğüdür. Bu özgürlüğü savunma hattını gevşetmek veya dayandığı temellerden herhangi birinin kurcalanmasına göz yummak entelektüelin işine ihanet etmesi demektir,”[8] diyen Edward Said, aydın/ entelektüelin toplumu düşünen ve ilgili bir üyesi olmak için kendi yurttaşlarına ve diğer toplumlarla ilişki kurma tarzına ilişkin ahlâki meseleleri gündeme getirmeye yükümlü bir amatör olması gerektiğini de altını çiziyor. Çünkü işin profesyonelleşmesi, entelektüeli sıradan bir uzmana indirger; yaratıcı entelektüel düşünceyi öldürür ve düşünce akademik şablonlardan dışarıya çıkıp özgürleşemezler…
O hâlde aydın/ entelektüelin bazı önemli özelliklerini şöyle sıralanabilir:
i) Ezilenlerin safındadır.
ii) Adaletsizliğe karşıdır; iktidarı, devleti eleştirir.
iii) Olaylardan, kişilerden yola çıkarak tahliller, saptamalar yapmaz. Tam tersine kavram ve olgulardan yola çıkarak hayatı değerlendirir.
iv) Kendi çıkarlarını değil, toplumsal çıkarları öne koyar ve bu açıdan konuşur.
v) Her zaman, her koşulda gerçeği söyler ve bunu söylemeye devam eder.
vi) Çok yönlüdür, bir kutunun sınırlarından hayatı değerlendirmez. Sanattan edebiyata, bilime, tarihten, psikolojiye, felsefe ve sosyolojiye ve daha birçok alana ilgi duyar araştırır, öğrenir.
vii) Bilimsel olarak araştırma yapar ve okur, ancak bunu özgür düşünce ile yoğurur ve şablonların, kuralların dışına çıkabilecek kapasiteye erişir.
viii) O muhalefetini, kişilere ya da partilere karşı değil, sisteme karşı endeksler. Partiler, kişiler arasındaki görece farklılıkları bilmekle birlikte, tam bir anti-sistemdir.
ix) O bilgiyi yorumlayan ve hayatla bütünleştirmeye çalışan kişidir.
x) Entelektüellik aynı zamanda, adaletsizliklere karşı pratik bir duruş ve tavır sorunudur.[9]
Söz konusu çerçevede coğrafyamızda “aydın/ entelektüel tavır” denildiğinde akla gelen isimler İsmail Beşikçi, Fikret Başkaya, Haluk Gerger’dir. (Bir de hemen aklıma hemen, Fransa Naziler tarafından işgal edildiğinde, direnişe katılan, Monte Rouge’de (Kızıl Tepe’de) kendini kurşuna dizen Alman askerlerine, “Alman proleterleri, kardeşlerim, umudunuzu kurşunluyorsunuz,” diye haykıran İşçi Üniversitesi kurucusu felsefe profesörü George Politzer gelir…)
Belki birkaç entelektüelin isminden söz edilebilir. Ama aydın ya da kendisini aydın olarak görenlerin sayısı bundan daha fazladır. Ancak bunların yüzde 90’ı -Julian Benda’nın tanımıyla-, “İktidarın muhalif görünen ya da görünmeyen sözcüleridir.”
DOĞRUDA -DİK- DURMAK, DİRENMEK, VAZGEÇMEMEK, TESLİM OLMAMAK
Aydın/ entelektüel olmak; ezilenlerden, ötekileştirilenlerden, mağdur/ madunlardan yana doğruda -dik- durmak, direnmek, vazgeçmemek, teslim olmamak ve iktidarla arasına sınır çizerek; Fidel Castro’nun, “Umut sonsuzdur! Ne zaman kendimi yalnız hissetsem, Dünyanın bütün güçleri bağrımda toplanır”; Ernesto Che Guevara’nın, “Kaybetmekten değil, vazgeçmekten kork” sözlerini terennüm eden bir devrimci praksistir ya da hiç!
Sınıflı sömürücü yapılarda hepimize, esnek olmak tavsiye edilse de “dik durmak”, insan(lık)ın kendine güvenini perçinleyen bir duruş biçimidir; ruh sağlığı için faydalıdır; aydın olmanın “olmazsa olmazı”dır.
Çünkü dik durulmadan doğru(lar) seslendirilemez.
Yine çünkü Guy Debord’un, “Gerçek anlamda altüst olmuş dünyada doğru, bir yanlışlık anıdır,” diye betimlediği yerkürede gerçek, iktidarın yasakladığıdır. Veya her zaman bilinse de, ara sıra söylenebilendir.
O hâlde gerçeği dillendirmek, yüksek sesle haykırmak direnmekle mümkündür.
Karşı koymak, ayakta durmaya çalışmaktır direniş; cesaret, gayret, umut, sebat ve hayat belirtisidir…
Bir olaya, duruma, hastalığa yenilmek istememek durumunda gösterilen tepkidir; yani “Berxwedan jiyan e” diyerek yaşamaktır; “inadına”dır hep…
Ayakta kalmak için yapmak zorunda olduğumuzdur; etkiye karşı ısrarlı tepki eylemidir.
Israr etmektir; yaşatma/ yaşamaya hakkının devamlılığına yönelik kuvvetli arzudur; farkındalıktır; karşı güçtür.
İnandığı şey için meydan okumaktır, kafa tutmaktır, karşı koymaktır, mücadele etmektir ve illa ki fedakârlıktır.
Sabırdan daha asi, daha söz dinlemez, daha inatçıdır. Sabır boynunu büküp köşesine çekilirken, o daima savaşır. Yani dik duran bir yaşam biçimidir; baskıya karşı mukavemettir; dirençtir ki, bu da vazgeçmemekle mümkündür. “Vazgeçmemek”, teslim olmamaktır.
Bunlar olmadan, ne olunursa olunsun, hangi malûmatfuruşluktan söz edilirse edilsin aydın/ entelektüel olun(a)maz!
Ancak haberiniz var mı? Vehbi Koç’un kızı Sevgi Gönül, ‘Hürriyet’in ‘Pazar İlavesi’nde “entelektüel’in nasıl olması gerektiği”ni, “Entelektüel aşkı derinlemesine yaşamalıdır ama hiçbir zaman evlenmemelidir… “İyi bir entelektüel daima egoisttir… “Hakiki entelektüeller Avrupa’da yaşarlar… “Zaten iyi bir entelektüel yaptığı işi iyi yapıyor demektir ve dolayısıyla ortaya çıkan bu işten iyi para kazandığını da varsaymaktayım,”[10] diye tanımlıyor!
Bu kadar da değil! “Entelektüellere ihtiyaç duyan bir toplum değiliz”;[11] “Aydın kavramı raf ömrünü tamamladı. Günümüzde entelektüelin yeri filin sırtında sivrisinek olmaktan öte değil,”[12] türünden “ucuz” saptamalar da dört yanı(mızı) kuşatmış vaziyette…
Ayrıca da Cumhurbaşkanı (“Reis”) Erdoğan’ın, “Tarihiyle barışık münevverlere ihtiyacımız var. Karşılıklı etkileşim kaçınılmaz ama maalesef biz kültür ve sanatta sadece kopya çektik, taklit ettik.”[13] “Saplantılı aydınlara değil milletiyle barışık münevverlere ihtiyacımız var,”[14] diye haykırışları da işin cabasıyken!
Milliyetçi ve dinsel fanatizm, kendisinden başkasına düşüncesini ifade etme bir yana, yaşama hakkı bile tanımıyorken; Noam Chomsky’nin ifadesiyle, “Baskın olan kültürün içine çekilmek çok kolay. Çok da çekici”yken;[15] “Reis”in resmi ideoloji imalatçı ve yandaşlarını “gerçek aydın” olarak sunduğu, hoşlanmadıklarını ise aydından saymama (ve yok etme) eğiliminde olduğu bugünkü hâlde; Edward Said’i durmadan hatırlayıp/ hatırlatmakta büyük yarar var.
“Entelektüelin bir görevi de insan düşüncesini ve insanlar arası iletişimi kıskacı altına alan klişeleri ve indirgeyici kategorileri kırmaktır,”[16] diyen Edward Said’in, entelektüeli, öncelikle otorite ve iktidara hizmet etmeyi reddedişiyle, sonra da milliyeti, dini, geleneğiyle arasına koyduğu mesafeyle tanımladığı unutulmamalı.
Evet hiç şüphe yok ki entelektüel, zayıfların ve kimsesizlerin tarafında yer almalıdır; milliyetçiliği, şirket mantığını ve sınıfsal/ırksal ayrıcalıkları sorgulayan kişiler olmalıdır.
Kolay mı? Milliyetçilik, tarafgirliğin ve egoizmin kolektif hâlidir. Hem objektifliği ortadan kaldırır hem de zulümlerin meşrulaştırılmasını kolaylaştırır. Bu yüzden de milliyetçilikle mücadele entelektüelin temel görevleri arasındadır.
Ancak, insanlığa ve topluma karşı kendini sorumlu hissedip onların geleceğini “aydınlatma” gibi bir görevi olduğunu düşünenlere aydın demek doğruysa, aydın dediklerimizin epeyce azalacağı ortadadır!
“Bilgi için bilgi üretir” gibi yapıp suya sabuna dokunmayanlardan, örneğin, bugün, dünya ile ilgili olarak “reel politik” deyip suya sabuna dokunmadan tepeden yorumlar yazmak… Türk(iye) sosyolojisi, siyasetin gerçeği veya tarihsel gelişmelerden söz edip bu ülkede olup bitenler konusunda “cool” yazılar döşenmek… Kısacası, aydın namı altında, güya yansız, objektif biri gibi yazıp, egemenlere fikir taşımak…
En büyük maharetleri de, bilimsel olarak ve özgürce yazdıkları izlenimi vermeleriyle ilgili. Dışarıdan bakar gibi büyük tespitler yapıp, bilgi birikimine dayalı olarak yorumlar getiriyorlar; oysa birikimleri, objektif düşündükleri, bilgiyi konuşturdukları, siyah-beyaz diye bakmak yerine çok renklilikten yana olduklarını göstermek için işe yaramakta. Donanımları, yazdıklarının yönünü de, sınırlarını da bir dolu bilgi-belge arkasına saklamak için kullanılmakta…
Yani, bilimin kulesinden konuşuyor gibi görünmeye gayret ediyorlar ama sesin merkezden, egemenden, iktidardan ve güçten geldiğini görmemek mümkün değil. Çünkü entelektüelin öncelikle otorite ve iktidara hizmet etmeyi reddedişiyle, sonra da milliyeti, dini ve geleneğiyle arasına koyduğu mesafe ile tanımlanması gerekirken; bugün böylesi bir -“olması gereken”!- mesafe yok olmuştur!
Altını çizdiğim mesafeyle entelektüel, eskiden olduğu gibi, toplumda bir uzlaşma oluşturacak genel simgeleri yaratan biri değildir, olamaz da! Aksine bu simgeleri sorgulayan, “kutsal” sayılan gelenek ve değerlerin ikiyüzlülüğünü, ırkçılığını, cinsiyetçiliğini teşhir edendir. Ayrıca da hiçbir fikir ayrılığına tahammülleri olmayan kutsal metin gardiyanlarıyla mücadeleden çekinmeyen kişidir.
Yeri gelmişken, özenle altını çizmeden geçmeyeyim: “Ehlileştirme+Asimilasyon = Dejenerasyon” karşısında aydın/ entelektüeller, sistem karşıtıdır; iktidara payanda olmazlar.
“Reis”in Türkiye’sinde, Edward Said’in söylediklerinin (uyarılarının) pabucu ne zamandır dama atılmış durumdayken; “Son yıllarda değişen ne?” sorusuna Müge İplikçi şu yanıtı veriyor:
“Değişen elbette, entelektüelliğin tanımı! Artık entelektüel, ülkemizde tanık olduğumuz hâliyle, nicedir, iktidarın sözcülüğünü utanmadan, sıkılmadan yapan insan anlamına geliyor. Düşünmenin, iktidarla kol kola gidemeyeceğini umursamıyor. İktidar dilinin düşünce diliyle uzaktan yakından hiçbir bağı olamayacağını önemsemiyor. Çünkü asıl derdi, kendisinin de bir iktidar diline sahip olması… Ki bu, bir ülkede bir entelektüelin içine düşebileceği en hazin durum olsa gerek: Bir iktidar diline özlem duymak! Hatta o iktidar dilinin bir parçası olmak.”[17]
Sıkıntı(mız) tam da burada; bunu aşmaktadır…
“AYDIN(LAR)/ ENTELEKTÜEL(LER)” DEYİNCE…
Aydın/ entelektüelin “Ne ve nasıl” olması gerektiğini, “Bence entelektüelin görevi krizi evrenselleştirmek, belli bir ırkın ya da ulusun çektiği acıları daha geniş bir insani bağlama oturtup bu deneyimi başkalarının acılarıyla ilişkilendirmektir,” diye anlatan; Robert Fisk’in, “Edward Said, nadir bulunan bir kuştu. O hem bir ikon hem de bir put kırandı”[18] diye betimlediği O;[19] hepimizin, herkesin yolunu aydınlatmaktadır, aydınlatmalıdır da!
Öncelikle ve kesinlikle aydın/ entelektüel, “Hakikâtin faili, iktidarın madunu”dur;[20] “taraf” olmak zorundadırlar; taraf olmayan aydın/ entelektüelin, aydın/ entelektüelliği tartışmalıdır, mümkün değildir!
Konuya ilişkin olarak Jean Paul Sartre, ‘Aydınlar Üzerine’ başlıklı yapıtında şunları der: “Başka bir deyişle çelişkisinin doğası, aydını zamanımızın bütün çatışmalarında taraf olmaya zorlar; çünkü bunların tümü de – sınıf çatışmaları, ulus ya da ırk çatışmaları – egemen sınıfın ezilenler üstündeki baskısının tek tek sonuçlarıdır ve o, kendisinin de ezilenlerden olduğu bilinciyle, her çatışmada ezilenlerin safında kendini bulur.”[21]
Yani toplumsal yaşamda kim(ler) eziliyor, sömürülüyor, “öteki”leştiriliyorsa, aydının tavrı on(lar)dan yana olmak zorundadır. “O hâlde, içinde yaşadığı toplumu anlayabilmesi için aydının önünde tek bir yol var: O da toplumu ezilenlerin bakış açısından ele almak”tır.[22]
Kolay mı? Jean Paul Sartre’a göre aydın, “Kendisini ilgilendirmeyen şeylere burnunu sokan ve küresel insan ve toplum kavramı adına kabullenilmiş gerçeklerin ve bundan kaynaklanan davranışların tümünü sorgulama iddiasında olan biridir”[23] ve “Aydının eski konumuna düşmemesi için sürekli olarak yapması gereken iki özellik vardır: Sürekli özeleştiri ve ezilen sınıfların eylemlerine somut ve koşulsuz katılım”dır![24]
“Bence entelektüel mümkün olduğunca geniş bir halk kesimini seslenir (onları küçümsemez), bu kesim onun doğal muhatabıdır,”[25] diyen Edward Said’e gelince; Onun da biz(ler)e öğrettikleri -kabaca- şunlardır:
• “Entelektüelin faaliyetinin amacı insanın özgürlüğünü ve bilgisini arttırmaktır.”[26]
• “Entelektüel her zaman ya daha zayıf olanların, daha az temsil edilen, unutulan veya umursanmayanların ya da daha güçlü olanların yanında saf tutma seçenekleriyle karşı karşıyadır.”[27]
• “Sözün gerçek anlamıyla entelektüel, kendini tamamen bir hükümetin siyasi hedefine, büyük bir şirkete ya da kafaları aynı biçimde çalışan profesyonellerden oluşan bir loncaya teslim etmiş bir memur ya da işçi değildir.”[28]
• “Kendisini, yerinden edilmiş ulusal topluluğu etkileyen daha genel bir durumun parçası olarak gören entelektüel, bu yüzden, bir kültür taşıyıcısı, bir uyumlandırma kaynağı değil de geçicilik duygusu ve istikrarsızlık yaratan biri olma eğilimindedir.”[29]
• “Entelektüel, belli bir kamu için ve o kamu adına bir mesajı, görüşü, tavrı, felsefeyi ya da kanıyı temsil etme, cisimleştirme, ifade etme yetisine sahip olan bireydir.”[30]
• “Gerçek entelektüeller, en çok metafizik tutkunun, çıkar gözetmeyen adalet ve hakikât ilkelerinin etkisiyle yozlaşmayı mahkûm ettikleri, zayıfları savundukları, kusurlu ya da baskıcı otoriteye meydan okudukları zaman kendileri olurlar.”[31]
• “Entelektüel, ne insanları teskin etme ne de konsensüs oluşturma derdindedir. Çok ciddi bir anlamda, ucuz formülleri, hazır klişeleri ya da muktedirlerin ve uzlaşımcıların söylediklerinde, yapıp ettiklerinde gözlenen sorunsuz, hep ama hep uzlaştırıcı olumlamaları kabullenmeyi isteme anlamında tüm varlığını ortaya koyan biridir.”[32]
• “Entelektüellerin ne söylemeleri ya da ne yapmaları gerektiğini belirleyen hiçbir kural yoktur.”[33]
• “Entelektüelin asli görevi baskılar karşısında görece bağımsızlığını koruma arayışına girmektir. Entelektüeli sürgün ve marjinal olarak, amatör olarak, iktidara karşı hakikâti söylemeye çalışan bir dilin müellifi olarak nitelemenin nedeni budur.”[34]
• “Düzenin adamları belli çıkarları gözetirler, oysa entelektüeller şövenist milliyetçiliği, şirketleşmiş düşünce müsveddelerini ve sınıf, ırk ve toplumsal cinsiyet imtiyazlarını sorgulayan kişiler olmalıdırlar.”[35]
• “Nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak, şövenist kabadayılıklara, tantanalı döneklik ve günah çıkarma törenlerine rağbet etmek bir entelektüelin kamusal rolüne en çok gölge düşüren tavırlardır.”[36]
• “Güçlü kişiliklere sahip, su katılmadık bireyler olmak zorundadırlar; her şeyden önce de statüko karşısında daimi bir muhalefet durumunda olmaları gerekir.”[37]
• “Ne koruyacak makamları ne de başında nöbet tutup gücüne güç katacak toprakları olan entelektüellerde bazılarını çok rahatsız eden bir şeyler vardır. Kendini beğenenleri de yok değildir ama daha çok kendileriyle dalga geçerler mesela, lafı eveleyip gevelemektense dobra dobra konuşurlar. Ama şu gerçekten kaçış yoktur: kendilerini böyle gören entelektüellerin ne yüksek mevkilerde eş dostları, ne de resmi makamlarda itibarları olur. İnsan yalnız kalır, doğru; ama her zaman sürüye uyup mevcut duruma hoşgörü göstermekten iyidir yalnızlık.”[38]
• “Entelektüelin tek dayanağı ödünsüz düşünce ve ifade özgürlüğüdür: Bu özgürlüğü savunma hattını gevşetmek veya dayandığı temellerden herhangi birinin kurcalanmasına göz yummak entelektüelin işine ihanet etmesi demektir.”[39]
• “Yalnız başına konuşur entelektüel, ama ancak kendisini bir hareketin gerçekliğiyle, bir halkın özlemleriyle, müşterek bir idealin peşinde hep beraber koşanlarla birleştirdiğinde yankı bulur sesi.”[40]
• “Bir entelektüel olmanın en çetin yanı, yazdıkların ve yaptığın müdahaleler aracılığıyla vazettiğin şeyi, bir kuruma, bir sistemin ya da bir yöntemin emriyle harekete geçen bir tür robota dönüşüp katılaşmadan temsil etmektir.”[41]
Julien Benda, (böylesi) entelektüellerin çok sayıda olmadığı kanısındadır. Ona göre entelektüeller insanlığın vicdanıdır ve az sayıdadırlar, maddi düşünmeden sonsuz gerçekliğin savunusunu yaparlar.[42]
Entelektüellerin sorumluluğu gerçeği konuşmak ve yalanları ortaya koymaktır. Entelektüelin en büyük özelliklerinden birisi gerçeği konuşmak ve bunu herhangi bir koşulda tekrarlamaktır. Noam Chomsky’nin altını çizdiği gibi gerçeği konuşmayan kişiye entelektüel denemez.
Entelektüeller içerisinde özel bir yere sahip Jean Paul Sartre’ın şu tanımı çok önemlidir: “Entelektüel, atom silahlarını mükemmelleştirmek için atomun parçalanması için uğraş veren kimseler değildir. Bu kişilere bilim adamı denir. Fakat, bu silahların toplum üzerindeki yıkıcı gücünü tartışan kişiler entelektüeldir. Somut araçlara eleştirel olarak yaklaşır, kimse tarafından görevlendirilmemiştir ve bu nedenle toplumda yalnızdır.”[43]
Jean Paul Sartre, entelektüelin önündeki tek yolun, toplumu ezilenlerin bakış açısından ele almak olduğunu saptadıktan sonra, çelişkinin doğasının onu taraf olmaya zorladığını da ekler. Ona göre, entelektüel de kendisinin ezilenlerden olduğunun bilincindedir ve ezilenlerden yana saf tutar.[44]
Jean Paul Sartre’ın dikkat çektiği üzere entelektüelin iktidarın değil, toplumun çıkarlarından yana olduğu açıkken; akademisyen olmak, entelektüel olmayı beraber getirmez, hatta çoğu zaman engeller. Çünkü akademisyen, şablonlar, kurallar içinde düşünür. O bir devlet memurudur ya da üniversite çalışanıdır özünde. Çoğu zaman bırakın entelektüel olmayı, bilim insanı bile değildir. Özgür bilimi değil, “sistemin bilimini” üretir; özgür tarihi değil, resmi tarihi yeniden üretir. Kendisine sunulan kurallar, şablonlar içinde düşünür. Yani beyninin içi parsellenmiştir. Özgür düşünebilmesi için tüm bu duvarları yıkması gereklidir. Bunu yapabilen entelektüel akademisyenler vardır, ama sayıları çok fazla da değildir.
Entelektüel olmak için ille de akademik eğitim yapmaya gerek yoktur. Daha çok kişinin kendi kendisini yetiştirmesi, haksızlığa boyun eğmemesi ve özgür düşünebilmesi önemlidir. Bu konuda Sibel Özbudun -Barış Akademisyenleri hadisesinden çok önceleri- şunlara dikkat çeker:
“Öteden beri, akademinin entelektüel üretime pek katkı yaptığını düşünenlerden değilim. Hatta zaman zaman mevcut potansiyelin gelişmesini engelleyici bir rol üstlenebildiğinin de -en azından sosyal bilimlerde- tanığıyım. Siyasal baskılar/ etkilenimler, üniversiteleri kıskacına alan cemaatçi-muhafazakâr kadrolaşma, en üretken unsurlar olan genç akademisyenler, doktora adayları üzerindeki bölüm başkanı, danışman zorlamaları, öğretim elemanları üzerindeki ders yükü, bitmez tükenmez bürokratik angaryalar… tüm entelektüel hevesin daha ilk yıllarında kekre bir bezginliğe, düşkırıklığına, müstehzi bir blasé’liğe dönüştüğü bir aşınım sürecidir akademik yaşam.”[45]
NİHAYET
Nihayet: Aydın/ entelektüel olmak zordur; bugün(ümüz)de ise çok daha zordur. Çünkü yaşamın sesi ve kulağı olabilen o, çağının tanığıdır. Çağındaki tüm olumsuzluklara karşı sorumlu hisseder kendini. Bu sorumluluk bilinci dıştan dayatılmaktan ziyade, içsel etkenlerden gelen bir sestir.
O bilgiyi yorumlayan ve hayatla bütünleştirmeye çalışan kişidir; aynı zamanda da, adaletsizliklere karşı pratik bir duruş ve tavırdır.
Aydınlanmış insan(lık)dır; ışıktır; etrafını aydınlatandır.
İnsan(lık)ın vicdanıdır. Başta kendisi olmak üzere herkesten hesap sorandır.
“Bildiğim bir şey varsa, o da hiçbir şey bilmediğimdir” deyişini kendisine ilke edinen eylemci bilge ve bildirendir.
Herkesin “Evet” deyip sustuğu yerde, Prometheus cüretiyle “Hayır” diyendir.
Ezilenlerin safındadır; adaletsizliğe karşıdır; iktidarı, devleti eleştirendir.
Entelektüel, salt bilgi sahibi olan kişi değildir. Bu bir önkoşuldur elbet. Ancak onun bilgi birikimini eleştirel ve özgür düşünebilmede kullanması gerekir.
Toplumsal çıkarları öne koyup, düşünüp davranarak konuşur.
Her zaman, her koşulda gerçeği söyler; geri adım atmaz.
Aydın/ entelektüel olmak büyük ölçekli bir iddiadır. Zordur, çetrefilfdir, anlaması güç olan “o az gidilen yoldan, inadına giden”dir. Çünkü Jean Paul Sartre’a göre entelektüel, onu ilgilendirmeyen işlere karışan kişidir.
Aydın/ entelektüel, aklını kullanmayı meslek edinmiş kişidir; sorgulayıcıdır; genelgeçer doğruları, dogmaları sorgulamadan kabul etmekten kaçınır, statüko karşısında sürekli bir muhalefet hâlindedir.
“Aydın olmak” ayırdedici bir kavramdır; “aydın olmak” zordur.[46]
Üstüne vazife olmadığı hâlde, tamamen kendi kanaatini açıklayan kimse olarak aydın, kolay kolay elde edilemeyecek bir sıfattır.
Hak etmenin o kadar da kolay olmadığı unvandır “aydın/ entelektüel olmak”. Çünkü anlamı, akla ait, derin düşünebilen, olaylara derinlemesine ve en geniş perspektiften bakabilen zihinle ilgili duruştur.
Düşüncelerini toplum içerisinde kimseden sakınmadan dile getirerek davranandır; merak edip, öğrenen ve soru(n) çıkarandır…
Yani iktidara devrimci hakikâti söylemekten geri adım atmayan, haykıran; bunun faturası neyse onu da ödemekte hiçbir ikircime düşmeyendir…
Onun görevi, insan(lık)ın özgürleşmesi yolunda hâkim ideolojinin klişelerine, indirgeyici kategorilerine başkaldırının önünü açmaktır…
Ve benim indimde “aydın/ entelektüel”, post-modern zamanlarda, kimilerinin birbirlerine bol keseden dağıttığı bir ulufe değildir!
Bu “ulufe”nin yarattığı “aydın(ımsı)lar”ı; “Hamur yoğurmak istemeyen, beş gün un elermiş,” diyen Yunan Atasözü ile tanımlamak mümkündür…
“Çağımızın Tipik Aydın Portresi” olarak nitelenebilecek “durum”un tezahürüne ilişkin Nuray Mert (sanki çok önceleri, daha sonraki kendisini anlatırcasına) şöyle bir tablo çizer:
“Güçlü ve tekçi iktidarlar, ‘savaş’, ‘olağanüstü hâl’ ortamları, eleştirel sesleri kısar, sindirir. Kimisi korkar, kimisi ‘memleketi ben mi kurtaracağım?’ yılgınlığına düşer, kimisi ‘ben işime bakarım gerisi beni ilgilendirmez’ der, kimisi ‘hazır rekabet ortamı lehime işliyor, benim düşünce mücadelesi ile yenişemediğimi hazır iktidar susturuyor, bundan iyisi Şam’da kayısı’ sevinci ile meydana çıkar. Hepsini anlarım. Ben gidişin bu yönde seyredeceği kaygısını yıllar önce ifade ettim. Her şeye rağmen, şimdilerde beni en çok rahatsız eden, bu gidiş içinde bazılarının ‘zamanın ruhuna göre davranmak’ çabalarını örtbas etmek için cinlik yaparak, çok dolaylı yollar icat etme telaşları…”[47]
“Nasıl” mı? “Kimler mi onlar”?
Neo-liberal “aydınımsı(lar)” kategorisindekilerin tümüdür! Bu açıklama yeterli değil mi!
“Aydınımsı(lar)” kategorisinin ne olduğunun altını çizmek için…
Onlar bir zamanlar ana akım medya ekranlarda fondötenli yüzleriyle, durmadan aynı cümleleri kurup; iktidarın papağanlığını üstlenerek; (“yetmez ama evet” veya “âkil” patentli) vicdansızlığın da en net örneklerini sergileyenlerdir.
Özellikle “eski(yen) liberal solcular”dan oluşan söz konusu kategori, “geçmişleri”ni ranta tahvil ederken; tersinden de Dario Fo’nun, “Burjuvazinin sözcüsü olmaktansa, proletaryanın köpeği olurum,” saptamasını anımsatmaz mı?
Robert Frost’un, “Ormanda iki ayrı patika vardı ve ben en az ayak izi olanını seçtim. İşte, farklılık budur,” uyarısının altını çizerek tekrarlıyorum: Soru(n), onlardan farklı olmamızdan çok, onların iktidardan farklarının, iktidara karşı olmalarının söz konusu olmayışıdır…
Toparlarsak: Aydın/ entelektüel hiç kimseye, otorite, vs.ye ahmakça saygı göstermemeli, müesseseleşen doktrinlere kuşku ile bakmalıdır. O, sosyal uyarıcıdır; eleştirel itirazdır. Hem de Edward Said’in altını ısrarla çizdiği üzere: “Bir düşmanın durup dururken bir şiddet eylemine girişmesini kınıyorsak, hükümetimiz kendisinden daha zayıf bir ülkeyi işgal ettiğinde de aynı şeyi yapabilmeliyiz”…
Evet, aydın/ entelektüelin siyasi işlevi söz konusudur. Yani fildişi kulelerde yaşamayıp, bunun ötesinde geçerek, pratik hayata katılanlardır…
Kolay mı? Zygmunt Bauman’a göre, “entelektüel olma”nın anlamı, kişinin kendi mesleği ya da sanat türü ile kısmi uğraşının üzerine çıkıp, içinde yaşadığı zamanın -hakikât, yargı ve beğeni gibi- evrensel meseleleriyle ilgilenmesidir.
Veya Sabri Ülgener için de, “Kültür değişimine öncülük etmek, değişeni daha popüler ve yaygın hâle getirmek, yeni bir zevkin ve üslûbun öncülüğünü sürdürmek, halkın politik ve sosyal tercihlerini etkilemek”tir…
Ece Ayhan gibi, “Aşk örgütlenmektir bir düşünün ağabeyler,” diyen; Edip Cansever, ‘Tragedyalar’ındaki, “ey umut, ey beyaz örtülerin tükenmez uzunluğu/ kimse bir gün sana koşmaktan kendini alamaz,” dizeleri ısrarla terennüm eden O, özetin özeti: Bir çığlık, meydan okuyan, diz çök(ertil)meyen bir duruştur.
Kolay mı? “Söz diyalogu mümkün kılan bir araçtan öte bir şeydir. Söz içinde iki boyut buluruz. “Düşünme” ve “eylem”, bu ikisi öylesine radikal bir etkileşimdir ki biri kısmen bile feda edilecek olsa, öteki dolaysızca zarar görür. Aynı zamanda bir praksis olmayan hiçbir gerçek söz yoktur.”
“Bir söz, eylem boyutundan yoksun bırakıldığı zaman, düşünmede otomatik olarak zarar görür. Sözün yerini boş laf, lafazanlık, yabancılaşmış ve yabancılaştırıcı ‘dırdır’ alır. Öte yandan düşünce bir yana bırakılıp tek yönlü olarak eylem vurgulanırsa, söz aktivizme dönüştürülmüş olur.”[48]
Özetin özeti: Sözün, militan eylemi; hakikâtin bedeli ödenmiş sözcüsüdür aydın/ entelektüel.
20 Mayıs 2019 13:54:11, İstanbul.
N O T L A R
[*] Kaldıraç No:215, Haziran 2019…
[1] Oscar Wilde.
[2] 1) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Aydınlanma Düşüncesi ve Fransız Burjuva Devrimi Davranışı”, Kürt Solu, No:6, 2001… 2) Temel Demirer, “Gerçeğin ve Doğanın Adamı”: Jean-Jacques Rousseau”, Kaldıraç, No:172, Kasım 2015… 3) Temel Demirer, “Yol Açan Bir Öncü: Jean-Jacques Rousseau”, Sosyalist Mezopotamya, No:28, Haziran 2010… 4) Temel Demirer, “İki Aydınlanmacı: Rousseau ve Tanilli”, Gelecek Gazetesi (Kıbrıs), No:57, 1 Eylül 2012… 5) Temel Demirer, “Yersiz Yurtsuz Bir Aydın: Edward Wahid Said”, Odak Dergisi, No:2003-12 (SN:04), 4 Aralık 2003… 6) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Bir Aydın(lık) Hâli Fikret Başkaya”, Ulus, Devlet, Entelektüel-Fikret Başkaya’ya Saygı I, Editörler: Hakan Mertcan-Aydın Ördek, Nota Bene Yay., 2014, içinde (ss.91-111)… 7) Temel Demirer, “Bilim ve Düşünce (ile İfade ) Özgürlüğü=İsmail Beşikçi”, Sosyalist Mezopotamya, No:29, Aralık 2010… 8) Temel Demirer, “İstanbullu Bir Rum Aydın: Yerasimos”, Uzun Yürüyüş, No:75, Mart 2006… 9) Temel Demirer, “Savaş Dinçel İçin ya da “Aydın-Sanatçı” Deyince…”, Esmer Dergisi, No:42, Ağustos 2008; Çoban Ateşi, Yıl:2, No:59, 7 Ağustos 2008… 10) Temel Demirer, “Zor Yıllarda ‘Aydın Olmak’…”, Toplum ve Hekim, Cilt:28, No:5, Eylül-Ekim 2013… 11) Temel Demirer, “Aydın(lar) ve Aydınımsı(lar)”, Gelecek Gazetesi (Kıbrıs) No:53, 28 Temmuz 2012… 12) Temel Demirer, “Aydın Sorununa Kenar Notları”, Özgür Düşün Dergisi, Yıl:3, No:24, Temmuz Ağustos 2004… 13) Temel Demirer, “Aydın Olmak (ve Tavrı) Üstüne”, Özgür Düşün Dergisi, Yıl:4, No:30, Haziran-Temmuz 2005… 14) Temel Demirer, “Aydın İçin Kenar Notları”, Odak Dergisi, No:2007-03 (SN:03), 20 Mart 2007; Damar Dergisi, No:193, Nisan 2007… 15) Temel Demirer, “İktidar, Kitle, Aydın”, Ülkede Gündem, 15 Ekim 1998; Özgür Politika, 16 Ekim 1998; Adıyaman Katılım Gazetesi, 10 Şubat 1999, Yıl:2, No:65… 16) Temel Demirer, “Organik Aydın”, Özgür Politika, 20 Kasım 1998; Fıratta Yaşam, No:2, 1 Şubat 1999… 17) Temel Demirer, “Düşünce Özgürlüğü ve Aydının Misyonu”, Tavır Dergisi, No:83, Mart 2009… 18) Temel Demirer, “Bugün(ümüz)de Entelektüel, Eğitim, Akademi”, Arasöz, Mayıs 2016; 19) Sanat ve Hayat Dergisi, No:46/06, Kış 2017; Ulus, Devlet, Entelektüel-Fikret Başkaya’ya Saygı I, Editörler: Hakan Mertcan-Aydın Ördek, Nota Bene Yay., 2014, içinde (ss.91-111)…
[3] Türkçe çeviride anlam kayması olabileceğinden, sözün orijinalini de aktaralım: “an intellectual is someone whose mind watches itself.”
[4] Bilindiği gibi V. İ. Lenin, ‘Ne Yapmalı’da (V. İ. Lenin, Ne Yapmalı? Hareketimizin Canalıcı Sorunları, Çev: Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1968.) olsun, iktidarın ele geçirilmesinden sonraki yazılarında olsun, “bilim taşıyıcıları”, “işçi sınıfının ideologları” demiştir aydınlara…
[5] Süleyman Seyfi Öğün, “Entel Dantel Bir Mevzu…”, Yeni Şafak, 28 Ağustos 2017, s.11.
[6] Simten Coşar “Türkiye’de Aydın/Entelektüel Ayrışması Üzerine”, Birikim, No:144, Nisan 2001… https://www.birikimdergisi.com/birikim-yazi/5493/turkiye-de-aydin-entellektuel-ayrismasi-uzerine
[7] Julien Benda, Aydınların İhaneti, çev: Cem Soydemir, Doğu-Batı Yay., 2006.
[8] Edward Said, Entelektüel, çev. Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 6. Baskı., 2016, s.85.
[9] Erol Anar, “Entelektüel Olmanın Dayanılmaz Ağırlığı”… http://ozguruniversite.org/2016/07/03/entelektuel/
[10] http://www.hurriyetim.com.tr/…27@nvid134238,00.asp.
[11] Kürşat Başar, “Nedir Bu Entelektüel”, Cumhuriyet, 14 Temmuz 2012, s.9.
[12] Gündüz Vassaf, “Aydın Olmak”, Radikal, 15 Temmuz 2012, s.36.
[13] Recep Tayip Erdoğan, aktaran: Hasan Ay, “Sanatçılar Ülkenin Kalbinde ve Hafızasında”, Sabah, 23 Aralık 2016, s.23.
[14] Abdullah Karakuş, “Erdoğan: Kültür Sanatta Kopya Çektik”, Milliyet, 23 Aralık 2016, s.15.
[15] Noam Chomsky, Entelektüellerin Sorumluluğu, Çev: Nuri Ersoy, Bgts Yay., 2005.
[16] Edward Said, Entelektüel, Çev: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 6. Baskı., 2016, s.11.
[17] Müge İplikçi, “Entelektüel”, Vatan, 13 Nisan 2015… http://www.gazetevatan.com/muge-iplikci-778985-yazar-yazisi-entelektuel/
[18] Robert Fisk, The Independent, 26 Eylül 2003… http://www.zmag.org/turkey/tr.htm
[19] “İslâm, çoğunluğun dinidir; aykırılık ve farklılıkları yok sayarak sadece ‘doğru yol, İslâm’dır,’ demek entelektüelin tavrı değildir. İslâm nihayet bir din ve bir kültürdür, her iki yönüyle de çeşitli unsurlardan oluşur ve tek tip olmaktan çok uzaktır. Entelektüelin görevi sürekli olarak İslâm’ı övmek değil, öncelikle onun karmaşık, heterodoks niteliğini vurgulayan bir yorumunu vurgulamak (Suriyeli şair ve entelektüel Adonis, yöneticilerin İslâm’ı mı, yoksa muhalif şairlerin ve mezheplerin İslâmı mı diye sorar); ikinci olarak da dogmatik ya da popülist teranelerle değil, insancıl bir dikkat ve dürüst bir değerlendirmeyle, İslâm otoritelerini Müslüman olmayan azınlıkların ve kadınların haklarının, bizzat modernliğin icaplarıyla yüz yüze gelmeye çağırmaktır. Entelektüel açısından bunun İslâm’daki özü, siyasal ihtiraslar güden ulemaya ya da karizmatik demogoglara koyun gibi boyun eğme değil, içtihadın, kişisel yorumun canlandırılmasıdır.” (Edward Said, Representations of the Intellectual, 1994, s.29-30.)
[20] Çağrı Uluğer, “Hakikâtin Faili, İktidarın Madunu: Entelektüel”, Mesele, No:90, Haziran 2014… http://meseledergisi.com/2014/06/hakikâtin-faili-iktidarin-madunu-entelektuel/
[21] Jean Paul Sartre, Aydınlar Üzerine, Çev: Aysel Bora, Can Yay., 2000, s.43.
[22] yage, s.44.
[23] yage, s.11.
[24] yage, s.50-51.
[25] Edward Said, Entelektüel, Çev: Tuncay Birkan, Ayrıntı Yay., 6. Baskı., 2016, s.12.
[26] yage, s.32.
[27] yage, s.43.
[28] yage, s.86.
[29] yage, s.56.
[30] yage, s.27.
[31] yage, s.23.
[32] yage, s.36.
[33] yage, s.13.
[34] yage, s.14.
[35] yage, s.13.
[36] yage, s.12.
[37] yage, s.24.
[38] yage, s.16.
[39] yage, s.85.
[40] yage, s.98.
[41] yage, s.113.
[42] Julien Benda, Aydınların İhaneti, çev: Cem Soydemir, Doğu-Batı Yay., 2006, s.128.
[43] Jean Paul Sartre, Aydınlar Üzerine, Çev: Aysel Bora, Can Yay., 2000, s.85.
[44] yage, s.43-44.
[45] Sibel Özbudun, “Akademisyen Sorumluluğu”, Newroz, Yıl:7, No:246, 1 Şubat 2014.
[46] Edward Said, “Yazar ve Entelektüellerin Kamusal Rolü”, Cogito, No:31, Bahar 2002, s.37-57.
[47] Nuray Mert, “Bir Büyük Kompozisyon Yarışması”, Milliyet, 13 Kasım 2011… http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/nuray-mert/bir-buyuk-kompozisyon-yarismasi-1462087/
[48] Paulo Freire, Ezilenleri Pedagojisi, çev: Dilek Hattatoğlu, 9’uncu baskı, Ayrıntı Yay., 2013, s. 64-65.