Bu yazıda, Lübnan‘daki Dürzî topluluğun tarihi önderi Kemal Canbulat‘ın az bilinen bazı yönlerine değineceğim.
Başlamadan önce, “Canbulat” ve “Dürzî” kelimelerine açıklık kazandırmalıyım. Çünkü her ikisi de Türkiye toplumu ve medyasında yanlış kullanılıyor.
İlki, “galat-ı meşhur”; yani herkesin benimsediği ancak ne olduğunu tam bilemediği bir sözcük. İkincisi ise biraz mezhepçilik kokan, aşağılama niyetine kullanılan bir kavram.
Canbulat kelimesi Arapça değil, Kürtçedir. Bileşik bir kelimedir: CAN ve POLAT. Can, hem beden hem de ruh manasında kullanılır. Polat ise dökme kurşun, bazen de çelik anlamındadır. İkisi birlikte “canı berk, sağlam” demektir.
Aynı zamanda sözlükte kullanılanın dışında bir kavram olarak “yedi canlı, çelik ruhlu, kılıç, ok veya kurşun işlemez kişi” anlamına gelir.
Kars yöresinde çokça dinlediğim Kürtçe masal kahramanlarından birinin adı “Canpolat” idi. Efsanedeki anlatıma göre; bu olağanüstü yiğide ok, kılıç, kurşun vs işlemezmiş. Her isabet alışında tekrar canlanıp dirilirmiş. Devlerle kavga edip galip gelirmiş.
Arapçada (O) ve (P) harfleri olmadığı için Canpolat sözcüğü, “canbulat” şeklinde telaffuz edilip yazılıyor.
Dürzîlik, aslında Sünni-Şii ayrımında Hz. Ali‘nin taraftarı olup yüzyıllar sonra da kendi aralarındaki teolojik ve felsefi ayrışmada Caferilikten kopan İsmaililiğin bir alt koludur.
Fatımi Devleti’ni kuran Yedi İmamcı İsmaililerin farklı bir özelliğini taşıyan bu inanç, Mısır merkezli bu devletin halifelerinden Hâkim Biemrillah’ı (985-1021) kutsamasıyla ünlüdür.
Dürzîler, kendi mensuplarını El Muvahhidun şeklinde tarif ederler.
Dürzîler, dünyanın birçok coğrafyasındaki farklı Alevi topluluklardan biri sayılırlar. Dürzîlık inancı, antik Mısır ve Yunanistan’da yaygın Ezoterizm ve Bâtıni anlayışına ek olarak eski İran’da benimsenmiş irfan ve hikmet denilen deruni fikirlerden etkilenmiştir.
Çizdiğimiz çerçeveye rağmen bu kavram, ne yazık ki, Türkiye’deki kimi bağnaz Sünni kesimler ile kendine demokrat yahut liberal diyen kesimler ve özellikle sıradan insanlar arasında yanlış biçimde telaffuz edilir: Dürzü!
Bu kelimenin Türkiye kamuoyunda yaptığı çağrışım gayet olumsuzdur. “Namussuz veya aşağılık insan” manasında sıkça kullanılan bir sözcüktür.
Bir anlamda Kızılbaş deyince “mum söndü” olarak algılayanların zihniyetine benziyor. Her ikisi de bağnaz bir mezhepçi anlayışın uydurmasıdır.
Neyzen Tevfik’in bir şiirinin başlığı olan “Be Hey Dürzü” ibaresi, tam da bu manada kullanılmıştır.
CHP saflarında bakanlık, milletvekilliği ve İzmir Büyük Şehir Belediye başkanlığı yapan Yüksel Çakmur, İzmir’deki genel ve yerel seçim kampanyalarında, dönemin Adalet Partisi yerel yetkilileri tarafından “O Dürzü asıllıdır” diye bir karalamanın hedefi olmuştu.
Çakmur, tecrübesi ve siyasi becerisiyle, bu karalamayı boşa çıkardı. Hemen belirteyim: Bildiğim kadarıyla Çakmur’un dip ataları Dürzî beyleriydiler ve bunda şaşılacak, özellikle de ayıplanacak bir durum yoktur.
Beyrut‘ta Dürzîler konulu belgesel yaparken, cemaatin dini öğretisinin verildiği “İrfan” medresesine uğradım. Sorumlusu olan şeyh (dini önder) sordu; “Türkiye’de bizden (Dürzîlerden) 20 milyon kadar insan varmış! Bunu, medresemizi ziyaret eden Türkiyeli bir milletvekili söyledi.”
Cevapladım:
Canpolatoğulları sülalesinden kalma aileler ve torunlar olabilir. Fakat Türkiye’de yerleşik İsmaili ve Dürzî cemaat bulunmaz. Oradakiler Türk ve Kürt Alevileridir. Onlarla meşrebiniz aynı ancak süreğiniz farklıdır.
Canbulat kelimesini, “Canpolat” olarak izah etmek, aynı zamanda Dürzî lideri Kemal Canbulat ve ecdadının Kürt kökenlerini göstermek bakımından önemlidir.
Şöyle özetleyelim:
2000’lerin başında Lübnan‘daki Dürzî topluluğu hakkında belgesel bir yazı yazmak üzere Beyrut’ta gitmiştim.
O sırada cemaatin lideri Velid Canbulat ile Muhtara denilen yöredeki tarihi konakta görüştüm. Söyleşinin akışı içinde, Dürzîlerin ona hitap şekliyle “Velid Beg” atalarının Kürt asıllı olduklarını söyledi.
Bunu ve biraz daha fazlasını; mesela sülalenin İran taraflarından geldiklerini biliyordum.
Tarihte Zencan-Xalxal (Halhal/İran) bölgesi içinde gösterilen ve “Cumbalat, Jumplat, Canpolat” adıyla nam salan aşiret federasyonu, 1600’lü yılların başındaki Celalî isyanlarının bastırılmasından sonra Kürtlerin yoğun yaşadıkları Kürdistan’ın farklı bölgelerine sürülmüştü.
Aynı yöredeki diğer Kürt toplulukları gibi Kürtçenin Kurmanci lehçesini konuşuyorlardı.
Aşiret olup olmadıkları konusu tartışmalara yol açan Canpolatoğulları için köklü aile, sülale ve hanedan demek mümkündür.
Bu sülalenin aristokratları, Abbasi Devleti’nin üst düzey görevlileri ve yöneticileri arasında yer almışlardır.
Onların baş reisi Canpolat Beg’in 1550’lerin başında Kilis sancakbeyliğine getirilmesiyle birlikte, sülalesi hanedan sayılmış; kendilerine “Canpolatoğulları” denilmiştir.
Bu hanedan, Abbasiler ve Eyyubiler devrinden beri siyaset sahnesinde faal bir rol oynamıştır. Antakya vilayetine bağlı “Kusayr” mıntıkası, kendilerine “ikta” olarak verilmiştir.
Kuzey Suriye’nin siyasi hayatında oldukça belirgin konuma gelen Canpolatlar, zaman zaman faaliyet alanını Anadolu içlerine ve Suriye geneline yayabilmişlerdir.
Aslında Canpolat Beg, Kilis Ekradından (Kürtlerinden) değil, Eyyubi soylu Hasankeyf beylerindendir. Kilis ve Halep taraflarında yerleşmiş büyük bir Kürt ailesi olup, ismini Canpolat bin Kasım el-Kürdî’den almıştır.
Suriye’de Canbuladiye denilen bu ailenin kökeni rivayete göre Eyyubilere kadar çıkmaktadır.
Dönem dönem Osmanlı’ya başkaldıran, arada bir sürgün, idam cezalarına çarptırılan veya affedilen bazı Dürzî beylerinin çıkardığı olaylar hakkında tarih kayıtları mevcuttur.
Mesela Canpolatoğlu Ali Paşa, 24 Ekim 1607’de isyan edince bozguna uğratılmış; ardından da affedilmiş olanlardan biriydi.
Canpolatoğlu aşireti/sülalesi bu olaydan sonra ikiye bölündü. Sayıca az olan kol, daha sonra Dürzî Canbulat ailesi olarak yeniden ortaya çıkacağı Lübnan’a gitti.
Ailenin diğer kısmı, bugünkü Türkiye-Suriye sınırının iki tarafında yer alan Kürt Dağı’nda kaldı ve orada özellikle 18’nci yüzyıl boyunca Kilis‘in siyasetini belirleyen yerel güç oldu.
Aslında Sünni inançlı olan Canpolat aşireti veya sülalesine mensup kimi kollar, İran tarafından Anadolu’ya gelişlerinde muhtemelen Hakkâri ile Duhok-Kamışlo-Afrin yöresindeki Ezdilerle de teşriki mesaide bulunmuş; inanç öğeleri ve öğretilerini birbirine aktarmışlardır.
Halep günlerinde, Emir (Prens) II. Fahreddin el Meani’nin daveti üzerine Seid oğlu Canbolat Beg, reisi olduğu ailesini Halep’ten alıp 1630’da Lübnan El Şuf bölgesine taşımıştır.
Dürzîlerin temsilcisi ve önderi olurken kendisi de Dürzî inancını benimsemiş; aynı süreçte Araplaşmıştır.
Öte yandan, Dürzî toplumunu temsil eden iki aristokrat aile daha bulunuyor: Arslan ve Yazbek sülalesi. Kökenleri hakkındaki bilgilerim (Kürt mü, Türk mü, Fars mı) henüz kesinlik kazanmadı.
Bu sülalenin en şöhretli temsilcisi ve mirasçısı olan Kemal Canbulat, 1917 doğumludur.
Fransızların işgal edip yönettiği “manda” döneminde Dürzîlerin demografik kalesi sayılan dağlık El Şuf ilçesi kaymakamı Fuad Beg’in oğludur.
Özel uşaklar ve mürebbiyeler eşliğinde eğitilip büyütülen “Kemal Beg”, 16 yaşındayken Arapça ve Fransızca şiir yazmış; 1933’te birlikte yetiştiği yurtsever Müslüman ve Hıristiyan arkadaşlarıyla okuduğu enstitünün gönderine Lübnan bayrağını asmışlardı.
Bir yıl sonra da Mısır’ın İngiltere’ye karşı bağımsızlığını kazanmasını vesile ederek aynı okulda tatil ilan etmişlerdi.
Kemal Beg, Fransız okulunda yüksek eğitim gördü; aynı dönemde felsefe dersleri kapsamında Yunan felsefesini derinlemesine inceleyip öğrendi.
Matematik, mühendislik ve fizik alanına yakın ilgi duydu. Mühendis olup geri bıraktırılmış ülkelerin altyapısını inşa etmek istiyordu.
Aynı niyetle tıp bilimine de merak sardı. 1937’de Paris Sorbonne Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’ne yazıldı. Sosyoloji bölümünden diploma aldı. O sırada “La Revu” isimli Fransızca bir dergi çıkardı.
İki yıl sonra, İkinci Dünya Savaşı koşullarında ülkesi Lübnan’a döndü. Beyrut’taki bir Fransız üniversitesine (Université Saint-Joseph de Beyrouth ) yazılarak hukuk diploması aldı.
Ekonomi ve siyaset bilimi okudu. Bir yıl süren “devlet avukatlığı”, 1943’te eniştesi ve milletvekili Hikmet Canbulat’ın katledilmesiyle sona erdi.
Onun yerine siyaset hayatına atılmak zorunda kaldı. Dürzî cemaati, 25 yaşındaki Kemal Canbulat’a biat ederek onu önder olarak seçtiler ve aynı yıl milletvekili olarak parlamentoya gönderdiler.
Kemal Beg, Dürzî yoğun bölgenin özerk yapısını korumak üzere 1947’ye kadar koalisyon hükümetlerine katılarak farklı bakanlık koltuklarına oturdu. O tarihten sonra muhalif bir çizgi izledi.
Kimya ve fizik eğitimi sonucunda, doğum yeri olan El Şuf’ta bir laboratuvar kurarak ülkesine faydalı ürünler ortaya çıkardı.
Savaş yüzünden yoksulluk çeken Lübnanlılar için tüketim kooperatifi kurdu. Çevreyi koruma konusunda girişimlerde bulundu.
Doğal ürünler yetiştirip tüketmeyi teşvik etti. Buğday tanesinden şifalı ilaç üretmede başarılı oldu.
Arapça, Fransızca ve İngilizceyi mükemmel konuşuyordu. Ek olarak Hintçe, Latince, İspanyolca ve İtalyanca öğrenmişti.
Tevrat, İncil, Kur’an okuyup dini bilgisini artırdı. Bu arada Hint felsefesi ve Hinduizm ve Budizm alanında yetkinleşti. İyi bir tasavvufçu sayılırdı; yoga yapmayı da ihmal etmezdi.
Eş zamanlı olarak sosyalizm ile kapitalizm hakkında araştırma-inceleme yaptı. Bu arada, Uluslararası Yazarlar Birliği’nin (PEN) Beyrut şubesini açtı.
Siyasetçi (bakan ve milletvekili) olmasının yanı sıra yazar (edebiyattan felsefe ve siyasete kadar değişen toplam 43 kitap yazmıştır), düşünür ve filozof sıfatlarını hak etmişti. Bu yüzden “Muallim Kemal Beg” diye anılırdı.
Siyasetten hoşlanmamasına karşın ülkedeki gelişmeler ışığında 1949’da İlerici Sosyalist Parti adıyla “ılımlı sosyalizm, demokrasi ve hümanizm” ilkelerine dayalı bir parti kurup başına geçti.
İki yıl sonra El Enba (Haberler) adıyla çıkardığı gazetede görüşlerini yaydı. Lübnan’daki yaygın yolsuzlukla mücadele etmek amacıyla Sosyalist Yurtsever Cephe adıyla bir platform kurdu. İlaveten Arap sosyalist partilerine kongre çağrısı yaptı.
Eylül 1954’te Arap muhalif partilerinin Lübnan’ın başkentinde düzenledikleri sempozyuma katıldı.1956’da Fransa-İngiltere ve İsrail’in Süveyş Kanalı‘nın devletleştirmesine tepki olarak başlattıkları üçlü saldırıya karşı direnen Mısır yönetimini destekledi.
Dönemin Hıristiyan egemen sınıflarının bağnaz temsilcisi Cumhurbaşkanı Kamil Şimon’un, Lübnan’ı sömürgeci devletlerin uydusu haline getirmeyi amaçlayan politikasına karşı harekete geçti.
1957-58 halk isyanına fiilen katıldı. Şimon, istifa etmek zorunda kaldı.
1960 yılında Ulusal Mücadele Cephesi’ni kurarak ilerici ve demokrat partilerle şahsiyetleri bu çatı altında topladı.
1965’te gerçekleşen Asya-Afrika Dayanışma Konferansına temsilci sıfatıyla katıldı. Bir yıl sonra milletvekilleri ve halk temsilcilerinden oluşan heyetin başkanı olarak Çin’i ziyaret etti.
1960’lardan itibaren Cezayir ve Filistin halkının kurtuluş mücadelesine aktif destek verdi. Filistin Devrimi’ne katkıda bulunan Ortak Arap Cephesi Genel Sekreteri seçildi.
Bu yüzden İsrail ajanlarının takip edip gözetledikleri politik şahsiyetlerden biri haline geldi.
Kemal Canbulat, Lübnan’daki Filistin mülteci kamplarını gezip halkı dinlerdi; Lübnan’daki istikrarsız siyasi dengelerde Filistin Devrimi’ni koruyup kollardı.
Onun çok sayıda devlet başkanı ve uluslararası şahsiyetle iyi ilişkileri vardı. 1970’lerdeki bölge ve dünyadaki barışçıl faaliyetleri nedeniyle “Lenin Barış Ödülü” aldı.
O tarihte dünyanın hemen her yanında tanınıp bilinen biricik Lübnanlı siyasetçi ve düşünür Kemal Canulat idi. Ancak Lübnan’daki mezhepçi sistem, onun ülkesindeki bozuk düzeni köklü reformlarla değiştirip düzeltme olanağını sınırladı.
Malum, kurulu düzene göre Lübnan’da cumhurbaşkanlığı makamı Hıristiyan aristokratlarına, başbakanlık Sünni Müslüman önderlerine tahsis edilmişti.
Dürzî siyasetçileri sadece bakan ve milletvekili olabiliyorlardı. Ona yöneltilen iddia ise şuydu: Lübnan’daki mevcut durumu laiklik/sekülerizm ve demokrasi temelinde değiştirip cumhurbaşkanı olma sevdasındaydı!
1975 yılında İsrail destekli Falanjist Hıristiyan milislerinin sivil Filistinlilerle dolu bir otobüse pusu kurup içindekileri katletmesiyle başlayan Lübnan İç Savaşı sırasında Kemal Canbulat, Siyonist komplonun ciddiyetini kavrayarak Lübnan Hareketi’nin başını çekti; Filistin örgütlerini de bu hareketin içine kattı.
Ulusalcı, ilerici, solcu, demokrat, muhafazakâr ve liberal oluşumlarla şahsiyetlerin yer olduğu bu hareket, Lübnan’daki mezhepçi ve etnik dengelerin değişmesinden yanaydı.
Osmanlı’daki “millet sistemini” andıran cemaatçiliğin yerine demokratik laik/seküler bir sistemin kurulması için mücadele ediyor; meşrebine yahut mezhebine bakılmaksızın eşit ve imtiyazsız vatandaşlık hakkı istiyordu.
Farklı siyasi hareketlerin ölümüne çatıştıkları iç savaşta Lübnan Hareketi, ulusalcı Arap devletleri (Suriye, Irak, Libya, Cezayir, Güney Yemen), Bağlantısızlar Hareketi ve sosyalist ülkeler tarafından destekleniyordu.
Bu hareketin içinde çoğunlukla Sünni Müslümanlar, Dürzîler, Şiiler ve Arap milliyetçileriyle komünist partileri yer alıyordu.
Karşıt cephede ise ABD ve batılı devletlerle İsrail tarafından desteklenip silahlandırılan farklı mezheplerden Hıristiyanlar çoğunluktaydılar.
Bu kesim, “Arap gericiliğinin temsilcileri” olarak suçlanan bazı muhafazakâr Arap devletlerinden yardım alıyordu.
Suriye, başlangıçta “ilerici” olarak isimlendirilen Kemal Canbulat’ın başında bulunduğu Lübnan Hareketi’ni destekledi. Fakat batılı ülkelerin baskısı ve pazarlıkları ile İsrail’in gizli/örtük tehditleri karşısında geri adım attı.
Lübnan’daki iç savaş “Büyük Suriye” hayali gören Esad için bir fırsat oldu. Lübnan’ı kendi siyasi ve askeri vesayetine alıp, icabında ilhak edebilecekti.
Tam da bu noktada Esad, Kemal Canbulat’ı sıkıştırıp iki seçenekle karşı karşıya bıraktı: Ya karşıt cephenin egemenleriyle uzlaşacak yahut Suriye’nin Lübnan için hazırladığı “fırsatçı” planın bir parçası olarak hareket edecekti.
Ülkesinin vesayetten uzak, demokratik ve bağımsız olması uğruna mücadele eden Kemal Canbulat, Başkan Esad’a ısrarla karşı çıktı.
16 Mart 1977’de, Suriyeli birliklerin de içinde olduğu Arap Caydırıcı Gücü’nün kontrol noktasına yakın bir yerde, kimliği belirsiz kişilerin kurşunlarına hedef olarak korumalarıyla birlikte can verdi.
Bu karanlık cinayete misilleme olmak üzere Dürzî milisler, El Şuf mıntıkasında Dürzî-Hıristiyan çatışması çerçevesinde 144 Hıristiyan’ı katlettiler.
2015’te tamamlanan “Şahit ve Şehit” başlıklı belgesel film “Muallim Kemal Beg”in hayatını anlatıyor. Yapımcı Hadi Zekkak siyasetten ziyade bu şahsiyetin kişisel, insani, kültürel ve bilimsel yanlarına odaklanmış.
Canbulat’ın arşivinde muhafaza edilen sesli veya yazılı söyleşileri, yazı ve fotoğraflarından zengin bir malzeme çıkarmış.
Bu filmde geçen ve Muallim Kemal Canbulat hakkında çoğu insan tarafından bilinmeyen bazı hususları şöyle sıralayabiliriz:
- Babası Fuad Beg, 6 Ağustos 1921 tarihinde yol kesen bir eşkıya tarafından vuruldu. Onun ölümünden sonra Dürzî ileri gelenleri, dirayetli hanımı Nazire’yi, kendi toplumları adına siyaset yapmak ve karar vermek için yetkilendirdiler.
- Kemal Beg, Osmanlı döneminde Dürzîlerin temsilcisi olarak bilinen ve bölge çapında meşhur Emir (Prens/Bey) Şekib Arslan’ın kızı May ile evlendi. Evlilikten doğan çocuğa rağmen yüksek kültürlü May, kişisel nedenlerle bir yıl sonra kocasından ayrıldı.
- 1940’ların başında Lübnan Parlamentosu’na ilk kez seçildiğinde, terbiyesinden ötürü başını eğerek meclis salonuna girince, oranın gediklisi sayılan bir aristokrat milletvekili, Dürzî olması hasebiyle kendisini aşağılamaya kalktı: “Başınızı eğik tutmanız, utancınızdan olmalıdır Kemal Beg!”Dürzî lider, bilgece cevapladı:
Taneleri sağlıklı ve dopdolu olan buğday başağının başı daima eğiktir beyefendi!
- Canbulat, çokça ziyaret ettiği Hindistan’da, kendisine eşlik eden Hindistanlı devlet adamlarının eşliğinde bir fabrikayı gezer. Yemekhanede bu resmi devlet erkânını gören işçiler ürkerek kenara çekilip yemeklerini köşelerde yemeye başlarlar.
Bunu gören Kemal Beg, refakatçi gruptan ayrılır ve köşesine çekilen bir işçinin yanına oturup yemeğini onunla birlikte yer. - Kemal Beg’e göre:
Toplum, insanın kimliği ve kişiliğini inşa etmek için vardır, insana hizmet etmelidir. Keza devletin kutsanıp veya lanetlenmesi, kurumsal olarak insana ne ölçüde saygı duyup hizmet etmesine bağlıdır. İnsan, toplumsal çevrenin ürünüdür. Ancak onun insanlığı bireysel düzeyde yahut ulusal ölçekteki sosyal oluşumlar ve kuruluşlar içindeki uyumuyla şekillenir.
Birey, hayatının farklı aşamalarındaki haklarıyla vardır. Bilinç ve özgürlük akımı, beşeri toplumun birbirinden ayrılmaz yansımalarıdır. Kişi vicdanı ile partisi arasında tercih yapmak durumunda kalırsa, mutlaka vicdanının sesini dinlemelidir. Zira insan partisiz olabilir ancak vicdansız yaşaması imkânsızdır.
- Filistin lideri Yaser Arafat, Lübnan İç Savaşı’nın çıkışını kendi davası için önemli bir fırsat olarak değerlendirerek, bu konuda plan yapan Suriye lideri Hafız Esad ile işbirliğine niyetlenir. Bunu sezinleyen Canbulat, 1976’da Arafat ve Filistin halkının Lübnan’daki kurtuluşunun kendi cephelerine katılmaktan geçtiğine ikna eder.Ona göre, çatışan Lübnanlı tarafları sözde caydırmak üzere Lübnan’a asker gönderen Esat’ın niyeti farklıydı. O, Lübnan’ı uydu devlet yapıp, sonradan ilhak etmeyi planlamaktaydı. Bunu gerçekleştirdiğinde ise ne Lübnan’da değişim isteyen muhalif kesimler, ne de Filistinliler kalırdı.
Arafat’ın cıva gibi değişken tutumlarını beğenmiyordu Canbulat. Bulgaristan’dan “muhalifler” adına silah yardımı alan Filistin liderinin, yeni silahları kendi örgütüne saklayıp eskilerini Lübnanlılara verdiğini fark etti. Bu durumu bildirdiği Arafat, olayı inkâr etti. Kemal Bey’in cevabı şu oldu:
Şu Ruslar nasıl oluyor da kalaşnikoff tüfeklerinin kabzasına Ebu’l Cemacim, Ebu’l Hol gibi Arapça lakaplar yazabiliyorlar Arafat kardeş!
- Zekâsıyla ve ince siyasetiyle dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger‘i büyüleyen Hafız Esad ile karşılaşan Canbulat, Lübnan’daki değişimci muhaliflerin önüne taş koyan Suriye lideriyle 1976 İlkbaharından itibaren şiddetli tartışmalara girdi.İki liderin Şam’daki görüşmesi, sekiz saat sürmesine rağmen uzlaşma sağlanamadı. Esad, ona, Suriye planını kabul ettiremedi ve kendisiyle inatlaşan dişli bir rakip olarak gördü. Canbulat’ın bu görüşmeden bir yıl sonra kim vurduya gitmesi, pek çok kesimde Esat-Canbulat anlaşmazlığına bağlanıyor.
- Suriye’nin askeri planının başında bulunduğu Lübnanlı muhaliflerin aleyhine olduğunu gören Canbulat, o sıralarda Suriye ile arası bozuk olan Mısır Başkanı Enver Sedat‘a bir kurye yolladı: Zafere yaklaşmakta olan Lübnanlı muhalif cepheyi ezmeye niyetli Suriye birliklerine karşı denge sağlamak maksadıyla Mısırlı birliklerin ülkeye gönderilmesini talep etti.Bu münasebetle Sedat’a hitaben açıklama yaptı ve Suriye’ye meydan okurcasına, “Lübnan’dan elinizi çekin!” dedi. Ancak Mısır Başkanı, bu talep ve çağrıya uymadı. Canbulat’ın ölümcül düşmanları olan ve sırtını ABD ile İsrail’e dayamış olan Hıristiyan liderlerin “asil Arap ailelerinden geldiklerini” söyledi. Bunun üzerine Canbulat, şu mesajı iletti Sedat’a :
Beyrut’taki Cami-i Kebir’de namaz kılanları katleden ne idüğü belirsiz o faşist Hıristiyan milisleri de belki o asil Arap sülalesine mensupturlar!
- İskenderiye’de Canbulat ile görüşmeyi kabul eden Sedat, muhatabına üstten bakan kibirli bir tavırla muhalif cepheyi küçümseyen ifadeler kullandı. Sabrı taşan Kemal Beg, “Karşında oturup şaka yapan bir çocuk yok. Sen kim oluyorsun da, Lübnan’ın canına okuyup kanını emen işbirlikçi Hıristiyan elebaşlarını asil Arap sülalesine ait sayıyorsun! Birinin Arap, diğerinin Arap olmayan şeklinde tasnif etme yetkisini kimden alıyorsun! Bu Lübnanlıların bileceği bir husustur” dedi.Canbulat’ın bu ağır sözlerini duyan Sedat’ın yardımcısı Hüsnü Mübarek saldırmak için ayağa fırlayınca, Sedat, “Şunun şurasında Lübnan’daki krize çare arıyoruz Hüsnü, sen sakin ol ve otur yerine” diyerek üst perdeden konuşmayı kesiverdi.
Arap liderlere kafa tutan Dürzîlerin bu şöhretli liderinin öneri ve projeleri gerçekleşseydi, Lübnan’da mezhepçilik asgari düzeye iner; bugünlerde tanık olduğumuz açlık isyanları ve zengin-yoksul uçurumu bu raddeye varmazdı.
Kaynakça:
1. Mustafa Öztürk, 16. Yüzyılda Kilis Urfa Adıyaman ve Çevresinde Cemaatler-Oymaklar, Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Yay., Elazığ 2004.
2. Enver Çakar, 17. Yüzyılda Haleb Eyaleti ve Türkmenleri (1516-1566), Fırat Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi yay, 2005.
3. Mehmed Emin Zeki Beg, Meşahir-il Akrad ile Tarix-i Kurd û Kurdistan isimli iki eser. Ayrıca Şeref Han, Şerefname.
4. Osmanlı Belgelerinde Halep, Türk Dünyası Belediyeler Birliği yayınları, İstanbul, 2018.
5. كمال جنبلاط – ويكيبيديا
6. المعلم كمال بك جنبلاط – موقع التراث الدرزي ، مدرسة حرفيش الاعدادية-Dürzî Halkbilimi Merkezi.
7. حثاً عن «المعلّم»… بحثاً عن السيرة القلقة.-11 Mayıs 2015, Lübnan El Ahbar gazetesi.
8. كمال جنبلاط – المعرفة.
9. كمال جنبلاط المفكر والثائر في سبيل مجتمع أكثر إنسانية – جريدة الأنباء الإلكترونية, 28 Kasım 2019.
10. مال جنبلاط بين السياسة والصحافة… تاريخ متفاعل مع الأحداث _ القدس العربي- 6 Temmez 2020.
11. كمال جنبلاط الزعيم الاستثناء في التاريخ اللبناني- كمال ديب -8 Aralık 2020
© The Independentturki