Salı , 19 Mart 2024

Astana, SDG karşıtı bir konuma gelirken, kara operasyonu yakın gibi


Notice: Undefined index: tie_hide_meta in C:\inetpub\WpSites\ozguruniversite.org\wp-content\themes\sahifa\framework\parts\meta-post.php on line 3

Faik Bulut

2015 yılında oluşturulan Astana Platformu, esas olarak Suriye devleti ile muhalifler arasında müzakereler yoluyla uzlaşma sağlamaya yöneliktir. Sonradan devreye Rusya, İran, Türkiye de girmiş oldu. Suriye krizinin çözümü maksadıyla Kazakistan’ın başkenti Astana’da düzenlenen 24 Kasım 2022 tarihli 18’inci buluşmanın tarafları ise şunlardı: Rusya, İran, Türkiye, Suriye ve Suriyeli muhalefet.

Garantör ülkelerin imzaladıkları sonuç bildirgesinde konumuzla ilgili şu hususlar yer aldı:

“Taraflar, Suriye’nin kuzey doğusundaki durumu ele almış; bölgede kalıcı güvenlik ile istikrarın ancak ülkenin egemenliği ve toprak bütünlüğünün korunması temelinde sağlanabileceği hususunda mutabık kalmışlardır. Gayrimeşru öz yönetim teşebbüsleri dâhil olmak üzere, terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişimi reddetmişlerdir. Suriye’nin birliğini zayıflatmayı amaçlayan ve komşu ülkelerin ulusal güvenliğini tehdit eden Fırat’ın doğusundaki ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılıklarını yinelemişlerdir.”

Bu açıklama, pratikte Türkiye’nin elini serbest bırakıp hava harekâtı yoluyla Rojava bölgesinin bombalanmasına yol açan bir işaret fişeğidir ve kara operasyonu ihtimalini arttırmaktadır.

Son Astana görüşmesi, aynı zamanda Suriye, Irak, Türkiye sınır bölgelerinde devletler lehine ve Suriye Demokratik Güçleri (SGD) aleyhine dengelerin belli ölçüde değişmesinin de habercisidir.

Neden ve nasıl?

Ukrayna’daki savaş, Türkiye’nin hem Rusya, hem de ABD ile AB nezdindeki jeopolitik önemini artırdı. Bir sene öncesine kadar Batılı ülkelerde eriyen prestijini yeniden kazanmasına yol açtı.

Bu arada Türkiye boş durmadı; Rusya ve bilhassa ABD yönetimini ikna için şu tür söylemleri geliştirdi:

  • IŞİD ile mücadele ediyoruz, Türkiye’deki örgüt hücrelerine operasyon yapıyoruz. IŞİD ile mücadelede SDG yerine TSK ile işbirliği yapın.
  • HTŞ ve diğer cihatçıları ben denetleyebilirim, terbiye edip hizaya getirebilirim: İdlib-Afrin-Azez-Menbiç-Tel Rifat, Serê Kaniyê vs bölgelerindeki örgütleri (HTŞ ve Milli Suriye Ordusu) ile cihatçıları tek komuta sistemi altında toplayabilirim.
  • Evet, HTŞ terör listesindedir ama bu yapı Batı için tehdit değildir: Suriye rejimiyle mücadele ediyor, bu anlamda sadece cihatçı bir örgüttür.
  • İran Azerbaycan’ındaki son kitle kalkışmasına dolaylı yoldan yardım ediliyor. İran’ın Irak’taki olumsuz rolünü engelledik. KDP ile ilişkilerimiz iyi ve PKK karşıtı mücadelede desteklerini alıyoruz.

Aynı AKP iktidarı, ABD’ye başka, Rusya ile İran’a karşı başka türlü söylemler kullanıyor.

İran ise Irak Kürdistan Bölge Yönetimi’ne (IKY) baskı yapıyor. Türkiye de bu sıkışmışlıktan istifade ederek IKY’nin Rojava’ya sınır olan bölgelerinde SDG ve YPG’yi hedefleyen harekâtlar yapıyor.

Bölgede Yekiti (YNK) ile KDP birbirlerine düşmüşler; YNK bir çok parçaya bölünmüş, içeride taht kavgaları sürüyor. Celal Talabani’nin yeğeni ve Soran bölgesinin istihbarat teşkilatı (Zanyar) eski şefi Lahur Cengi Talabani, tasfiye ediliyor. Lahur, 3 Kasım 2022 tarihli Al Monitor sitesinde, Kürtler arası kavga ile bölgedeki devletler (ABD, Rusya, İran, Irak, Suriye, Türkiye) oyununun bilinmeyenleri açıklanıyor.

Gerek Türkiye ve İran -bağımsız veya ortak- askeri operasyonları, gerekse IŞİD’in eylemleri sonucu dağılan, farklı ülkelerdeki Kürt örgütleri arasında ciddi bir koordinasyon bulunmuyor. İran’da KDP, Komela ve PAK güç birliği içine girmeye başladılar, ancak PKK’nin İran kolu sayılan PJAK’ı içlerine almıyorlar. PKK-KDP rekabeti ve husumeti, çatışma aşamasına gelmiştir. Dolayısıyla Kandil ile Rojava bağlantısı fazlaca yok. Pençe-Kılıç harekâtının hem Kandil, hem Rojava’da eş zamanlı başlatılmasının bir nedeni de budur.

Öte yandan: Polis karakoluna yönelik Mersin’deki olay münasebetiyle sivillere zarar veren eylemlere karşı eleştirel bir tavır sergileyen Selahattin Demirtaş, Kandil’deki bir yetkilinin ağır suçlamalarına maruz kaldı. HDP eyleme karşı çıkan başlangıçtaki tutumunda ısrar etmedi, sessizliğe büründü. Türkiye’deki ortamı dikkate almayan bu tür yersiz, zamansız ve haksız suçlamalar, siyasi konumu itibarıyla kamuoyu tarafından ilgiyle izlenen HDP’nin imajını zedeledi. Bundan istifade eden AKP karşıtı politikacılarla basın mensupları, Demirtaş-Kandil ayrışması ve çelişkisi üzerinde yoğunlaştılar. İktidar ve havuz medyası ise ikisi arasında ayrım yapmaksızın bilhassa HDP’yi hedef alıp, toplumdan tecrit etme yönünde algı operasyonlarını başlattılar.

Bağlantılı olarak mevcut iktidar, Taksim’deki bomba olayının iki Kürt hareketinin (PKK-YPG) üstüne atılması noktasında kamuoyu oluşturmakta zorlukla karşılaşmadı. Bırakın sokaktaki insanı, Millet İttifakı’nı bile hizaya getirerek peşine taktı. Çünkü ‘Mersin Olayı’nı üstlenip günlerce kendi dar çevresine bunun propagandasını yapan silahlı Kürt hareketi, AKP iktidarı ve ortağı, hatta Millet İttifakı bileşenlerince bir kez daha “terörist olmak”la suçlanıp, damgalanmış oldu.

Ortamın lehine geliştiğini fark eden AKP iktidarı, yıllar yılı oluşturup seferber edebildiği kamuoyuna, “kurdun adı çıkmış…” konumuna düşen Kürt silahlı hareketlerini, “patlamanın faili” olarak gösterdi. Böylece tertiplenip kurgulanan Taksim’deki patlamaya misilleme olarak “kanı yerde kalmayacak” sloganıyla hem Kandil, hem de Rojava’ya eş zamanlı Pençe-Kılıç hava harekâtı düzenledi. Sivil-asker ayrımı yapmaksızın belirlediği hedefleri bombaladı.

Artık “kara operasyonu” gündemde. Tartışmalar sürüyor, ancak tarihi ve hacmi henüz açıklanmış değil. Nitekim Reuters haber ajansına konuşan bir yetkili, “Bütün hazırlıklar tamam. Sadece siyasi kararın alınması kaldı” diye bir açıklama yaptı.

Ortam ve denge değişikliğini, emekli diplomat ve bölgeyi iyi bilen yazar Aydın Selcen’in birkaç tespitinden daha iyi kavramak mümkün:

  • Erdoğan, İsrail, Suudi Arabistan, BAE ve son olarak Mısır’la işleri yoluna koyarak, ABD’nin tüm bölgesel stratejik ortaklarıyla sorunsuz, hatta eşgüdüm içinde bir görünüm çiziyor.
  • Erdoğan, Şam’la açılım ve Esat’la doğrudan görüşme kartını da, seçimi dahi beklemeden, CHP’nin elinden rahatlıkla alabilir.
  • ABD ve AB, Esat’la doğrudan iletişim kurulmasına, Fırat’ın Doğusu (ve TSK denetimindeki dört mıntıka) Esat’a teslim edilmedikçe, güçlü biçimde itiraz etmeyecektir.
  • Erdoğan söz konusu açılımlarıyla dış politikada elini rahatlattığı gibi, kendine seçime dek “kasa rahatlığı” da sağlıyor. Cezayir ve Libya’yla varılan ortak petrol ve doğalgaz arama uzlaşıları da, aynı siyasetin uzantıları olarak görülmelidir.
  • Yine benzer biçimde, Putin’le varılan çoğu örtülü uzlaşı ve al-verlerle doğalgaz faturasını ödemeyi de seçim sonrasına öteleyebilir.
  • Çelişkili gözükse de Erdoğan, kara harekâtını Esat’ın zımni/sessiz rızası/onayıyla (da) yapabilir. Bu durumda “bilahare, günü, vakti zamanı geldiğinde, gereken koşullar oluştuğunda” Şam’a teslim edilmek üzere bir kara harekâtı yapılmış demek olacaktır. En azından yapılacak olan harekat, üçüncü taraflara böyle de anlatılabilir.
  • Bu şekilde yapılacak kara harekâtı ileride kurulacak görüşme masasında Erdoğan’ın pazarlık elini de güçlendirmiş olacaktır.
  • Söylem olarak dahi “Afrin’den Kandil’e dek güvenlik kuşağı/tampon bölge kurmak” ve Türkiye’nin Suriye ve Irak sınırlarını, “siyasal gri alanlara dönüştürme” hedefleri gerçekçi olsun, olmasın iç politikada iş görüyor, Erdoğan’a yarıyor.
  • Altılı Masa, CHP-İYİ Parti burada da akılcı ve demokratik bir seçenek sunmuyor veya sunamıyor. Kılıçdaroğlu, “Esat’la görüşmek” ve “Şam Büyükelçiliğimizi yeniden açmak” öncelikleri dışında Suriye’nin bunlardan çok daha fazlası ve Suriye dosyasının arka yüzünün Kürt Sorunu’nun siyasal çözümü olduğunun bilincinde değilmiş, bilincinde olsa da, bu gerçeklerle yüzleşmekten kaçınıyormuş, izlenimi veriyor.
  • Dolayısıyla, verili durumda, birbirleriyle çelişiyormuş gibi görünse de, hem Suriye’ye kara harekâtı, hem Esat’la doğrudan temas olasılıkları, bence hiç olmadığı denli yükselmiş bulunuyor.

Denge değişikliğine ilişkin bir analizi de İsveç Savunma Araştırmaları Ajansı (Swedish Defense Research Agency -FOI) isimli kuruluşta görevli uluslararası ve Ortadoğu uzmanı Aron Lund’un Eylül 2022 tarihli değerlendirmesinde bulabiliriz. Başlığını vermekle yetineyim: Ukrayna savaşı gölgesinde Suriye: Türkiye’nin savaş tehdidi ve Rusya pazarlığı (Syria in the shadow of the Ukraine War: Turkish sabre-rattling and Russian bargaining).

Aynı hususta Lübnan-Beyrut merkezli El Ahbar gazetesi; SDG, Astana görüşmesi ve Türkiye operasyonu bağlamında iki farklı dosya hazırladı. Suriye ve İran yanlısı bir çizgide yayın yapan bu gazetenin yazarı Hüseyin Emin, 2019 tarihli Astana görüşmelerinin resmi tutanaklarına ulaşmayı başarmış. Buna göre; görüşmelere katılan Türkiye temsilcisi Selçuk Ünal, Rojava bölgesine hava ve kara operasyonlarında ısrar ederek Rusya ve İran temsilcilerini, bin bir gerekçeyle ikna etmeye çalışmış. Fakat Rus ve İranlı temsilciler, sert ve uyarıcı bir dille operasyonu kabul etmemişler.

Buradan hareketle Hüseyin Emin, bazı noktalara dikkat çekiyor:

“Fakat son toplantıda (24 Kasım 2022) Rusya ve İran, Türkiye’nin operasyon talebine daha sıcak bakar oldular. Tam onaylamasalar da, harekâtı engellemeyecek gibi tutum aldılar. Çünkü İran’da iç kargaşa var. Orada hareketlenmeye başlayan Kürtler de tehlike kaynağıdır. Rusya ise Ukrayna meselesiyle uğraşıyor; Putin, bir hayli faydasını gördüğü Erdoğan’ın Rusya’dan uzaklaşmasını istemiyor. Her iki ülke, ABD ile iş tutan SDG’nin, Türk operasyonları yoluyla zayıflamasını ve zayıfladıkça da Suriye’ye yanaşmasını istiyorlar. Hatta Şam’ın da bu yönde tutum almasından yanalar.” (https://al-akhbar.com/Syria/349864, 25 Kasım 2022)

North Press’e (28 Kasım 2022 bülteni) göre; ABD, hava harekâtına sessiz kaldı, Rusya ise izin verdi. Biden, bu kez Türkiye’ye karşı sert tavır alması için Senato tarafından sıkıştırılıyor. Rusya ise Tel Rifat ile Ming bölgesini Türkiye’ye verip karşılığında M4 karayolu ile İdlib’in güney kesimlerini almak istiyor. Lakin İran, Şiilerin bulunduğu iki mıntıkanın tehlikede olması ihtimaline karşı Rusya’nın bu önerisini reddediyor.

Türkiye yanlısı bir politika izleyen Katar sermayeli El Quds El Arabi gazetesinin de iki tespiti söz konusu: 1-) “Suriye yönetimi, Kürtlerin hava harekatları sonucu zayıflamasına sıcak bakmaktadır.” 2-) “Muhtemel bir kara operasyonunun, belkemiğini El Nusra Cephesi’nin oluşturduğu Heyet-ü Tahrir’il Şam (HTŞ) çatısı altında toplanacak olan Türkiye destekli cihatçı silahlı gruplar aracılığıyla yapılması planlanıyor.” (https://www.alquds.co.uk/, 23 Kasım 2022)

Hal ve vaziyet şimdilik bundan ibarettir.

*gazetekarınca