Salı , 19 Mart 2024

*Vadide İsyan


Notice: Undefined index: tie_hide_meta in C:\inetpub\WpSites\ozguruniversite.org\wp-content\themes\sahifa\framework\parts\meta-post.php on line 3

A.Ömer Türkeş

Dünyanın yaşayan en büyük yazarlarının başında hiç şüphe yok ki Kenzaburo Oe gelir. 1994 yılı Nobel Edebiyat Ödülü’nün sahibi olan Oe, yaklaşık 60 yıllık parlak kariyerinin yanı sıra siyasi duruşuyla, savaş karşıtı hareketlere verdiği destekle de saygın bir yazar/entelektüel. Yıllar sonra aile evlerine dönen iki kardeşin geçmişle hesaplaşmalarını, çatışmalarını ve bir isyanı barındıran “Sessizlik Çığlık”ta simgeler ve göndermelerle zenginleştirilmiş, çok katmanlı bir hikaye anlatıyor.

Oe, Şikoku’daki Ehime Vilayetinin Uchiko kentine bağlı Ose köyünde doğdu. Yedi çocuğun üçüncü oğluydu. Kökleri savaşçılara dayanan, geleneklerine bağlı bir taşra ailesinde yetişti. Büyükannesinden Japon geleneksel sanatlarını ve masallarını öğrendi. Büyükannesi 1944’te öldü, aynı yılın sonlarında  ve Pasifik Savaşı’na katılan babasını da kaybetti. Eğitimini üstlenen annesinin yönlendirmasiyle okuduğu Huckleberry Finn’in Maceraları ve Nils’in Harika Maceraları gibi kitaplar Oe’nin edebiyata ilgisini ateşlemişti.

Yaşıtı Japon çocuklarının çoğu gibi Oe de, Japonya’nın müttefik güçlere yenilip teslim olduğunu ve II. Dünya Savaşı’nın sona erdiğini radyoda hem de bizzzat imparator Hirohito’nun kendi ağzından iştene dek İmparator’un yaşayan bir Tanrı olduğuna inanıyordu. İmparator’un kendisi gibi bir insan olduğunu öğrenen Oe, dünya algısını sonsuza dek değiştiren kayboluş ve yıkım duygusunu yaşayacaktı.

Liseyi Matsuyama’da okudu. 18 Yaşında Tokyo’ya ilk seyahatini yaptı ve ertesi yıl Tokyo Üniversitesi’nde François Rabelais uzmanı Profesör Kazuo Watanabe yönetimindeki Fransız Edebiyatı bölümüne kaydoldu. Edebiyata ilk adımını ise 1957’de, Fransız ve Amerikalı yazarlardan etkilenmiş bir öğrenciyken hikayeler yazarak başladı.

1959 ve 1960 yıllarında bir grup yazar ve sanatçı tarafından kurulan “Genç Japonya Derneği”nin üyesi olarak ABD-Japonya Güvenlik Anlaşması’na karşı Anpo protestolarına katıldı. Antlaşma, Amerika Birleşik Devletleri’nin Japonya’daki askeri üsleri sürdürmesine izin veriyordu. Protestoların antlaşmayı durduramamasından duyduğu hayal kırıklığı Oe’nin gelecekteki temalarında etkili olmuştur.

Ōe Şubat 1960’ta evlendi. Karısı Yukari, film yönetmeni Mansaku Itami’nin kızı ve film yönetmeni Juzo Itami’nin kız kardeşiydi. Aynı yıl Çin gezisinde Mao Zedong ile tanıştı. Ertesi yıl Paris’te Sartre’ı ziyaret etti, daha sonra Rusya ve Avrupa’ya da gitti.

1961’de Japon edebiyat dergisi Bungakukai’de “On Yedi” ve “Siyasi Bir Gençliğin Ölümü” adlı romanları yayımlandı. Her ikisi de Ekim 1960’ta Japonya Sosyalist Partisi genel başkanı Inejiro Asanuma’ya suikast düzenleyen ve üç hafta sonra hapishanede intihar eden on yedi yaşındaki Yamaguchi Otoya’dan esinlenerek kaleme alınmışlardı. Yamaguchi’nin aşırı sağ kanat arasındaki hayranları Oe’ye -en hafif deyimle- tepki gösterdiler, hem Oe hem de dergi haftalarca ölüm tehditleri aldı. Dergi kısa bir süre sonra okuyuculardan özür diledi ama Oe bu özüre katılmadı. Bir süre sonra Tokyo Üniversitesi’nde bir konuşma yaparken öfkeli bir sağ kanat militanının fiziksel saldırısına uğrayacaktı.

Japonya’nın gelmiş geçmiş en güçlü siyasi ve toplumsal eleştiri anlayışını roman dünyasına taşıyarak Japon edebiyatında kendine özgü bir yer edindi. Bu özelliğini yansıtan entelektüel niteliği yüksek romanları ona 1994 yılında Nobel Edebiyat ödülünü getirdi. Aynı yıl Japon Kültür Nişanı almaya hak kazandı ama redetti. Çünkü İmparator tarafından verildi. Ōe, “Demokrasiden daha yüksek bir otorite, herhangi bir değer tanımıyorum.” Bu çıkış kez daha tehditlerle karşı karşıya kalmasına neden oldu.

2005 Yılında emekli iki Japon subay, Japon ordusunun Müttefiklerin 1945’te adanın işgali sırasında Okinawalı sivilleri intihara zorladığını yazdığı 1970 tarihli Okinawa Notları adlı makalesi için Ōe’ye iftira davası açtı. Mart 2008’de Osaka Bölge Mahkemesi Ōe aleyhindeki tüm suçlamaları reddetti. Bu kararı alan yargıç “Ordunun toplu intiharlara derinden karıştığını” belirtmişti.

Oe, savaş ve nükleer enerji/silah karşıtı kampanyalara katıldı ve Hiroşima ve Nagazaki bombalamalarıyla ilgili kitaplar yazdı.

Eserlerinde Sartre, Mailer, Faulkner, Melville, William Blake, William Butler Yeats, Charles Dickens, Fyodor Dostoyevsky, Miguel de Cervantes, Dante ve Chi-ha gibi çeşitli yazarları birleştiren Kenzaburo Oe’nin en önemli romanları olarak Kurbanı Beslemek(1957), Kişisel Bir Sorun(1964), Sessiz Çığlık(1967), Delilikten Kurtar Bizi(1969) ve Ayağa Kalk Genç Adam(1983) gösterilir.

Büyük bir aile trajedisi

1960’ların ortalarında, Tokyo kentindeyiz. Hikayenin anlatıcısı Mitsusaburo Nedokoro ya da kısaca Mitsu, 27 yaşında, 1.72 boyunda, 70 kilo ağırlığında, üniversitede ingilizce dersleri veren, varoluşsal sorunlarla bunalmış, beklentiden yoksun, gerçeklerle yüzleşmekten korkan, mutsuz bir orta sınıf erkeği. Mutsuzluğu nedensiz sayılmaz; tek gözünü bir kaza sonucu kaybetmiş, bu kaybıyla “günden güne ona yapışıp kalan çirkinliğin özgünlüğü de iyice belirginleşmiş”.. Kayıplarla dolu bir hayatı var Mitsu’nun; babasını erken yaşlarda yitrimiş, abilerinden birisi II.Dünya Savaşından dönmemiş, sağ dönen diğer abisi linç edilerek öldürülmüş. Kız kardeşi genç yaşta intihar etmiş. Bir zamanların köklü ve büyük ailesinden bir tek Mutsi ve ABD’de yaşayan kardeşi Takaşi kalmış geriye. Ama Mutsi’nin asıl üzüntüsü beyin hasarıyla doğan, bu nedenle bakımevine bırakmak zorunda kaldıkları bebeklerinden kaynaklanıyor. Bu durum karısı Natsumi’nin alkolikliğini de tetiklemiş. Cinsel hayatları tükenmiş, ev sessizliğe bürünmüş.

Mutsi’nin hayatındaki en son darbe ise en yakın arkadaşının tuhaf -daha doğrusu grotesk- bir biçimde intihar etmesi. İntihar onun iç hesaplaşmasını daha da yoğunlaştırmış. İşte tam bu sırada kardeşi Takaşi’nin ABD’den geri dönmesi Mitsu ve Natsu’nun hayatını değiştirecektir. 1960’lardaki öğrenci hareketinin aktörlerinden olan Takaşi -Mitsu’nun aksine- etrafındakileri kolayca etkileyen karizmatik bir gençtir. Mitsu’yu hayatında bir değişiklik yapmaya ikna eder ve hep birlikte ködeki evlerini satmak için Şikoku’nun ormanlık bölgesine sıkışmış vadiye doğru yola koyulurlar.

Köyde geçen bir kaç gün zarfında Mitsu, Takaşi’nin köye ve aile geçmişine ilgisinin farklı bir niyet barındırdığını sezecektir. Gerçekten de, 1860’da bir köylü isyanına öncülük eden büyük büyük amcalarının anısına takıntılı biçimde bağlı olan Takaşi, etrafına topladığı gençlere bu isyanı 1960’lardaki öğrenci isyanıyla harmanlayan hikayeler anlatmaya başlamıştır. Köyde gerilim yükselir. Mitsu, kardeşinin hayali bir aile tarihi yazdığını, geçmişteki olayların çok farkı geliştiğini söylese bile kimseye sözünü geçiremez. Üstelik karısı bile Takaşi’nin büyüsüne kapılmış bir durumdadır. Köyün şiddet dolu tarihi tekerrür etmek üzeredir…

İlk dönem romanları

Kenzaburo Oe’nin dünya algısı çocukluğundan itibaren kayboluş ve yıkım duygusuyla şekillenmiştir; babasının erken ölümü, Japonya’nın II. Dünya Savaşı’ndan büyük bir yıkım ve yenilgiyle çıkması, ilk çocuğunun engelli olarak doğması, gençliğinde katıldığı siyasi protestoların bir sonuç vermemesi… Bütün bunlar Oe’nin hem kişisel hem de edebi hayatında önemli izler bıraktı. Bu izlerin en açık göründüğü romanlarından olan “Sezziz Çığlık”ta hayat hikayesini romanın farklı kişilerine dağıtarak yansıtmış. Hikaye hiç bir şekilde otobiyografik değil ama kendisi ile ilgili pek çok motif barındırıyor. 

1958-1961 yılları arasında Ōe, “Our Times” adı altında, Japonya’nın işgali için cinsel metaforlar içeren bir dizi eser yayınladı. Hikayelerin ortak temasını “bir yabancının büyük güç [Z], aşağılayıcı bir konuma az ya da çok yerleştirilmiş bir Japon [X] ve ikisi arasında sıkışmış üçüncü taraf [Y] (bazen sadece yabancılara ya da tercümana hitap eden bir fahişe) olarak ilişkisi” biçiminde özetlemişi. Japon [X] etkin değildi, durumu çözmek için inisiyatif almıyor ve psikolojik veya ruhsal gelişim göstermiyordu. Bu hikaye grubunun grafiksel olarak cinsel doğası eleştirel bir tepkiye yol açmıştı; Ōe, “Our Times” dizisinin doruk noktası hakkında şunları söyledi: “Şahsen bu romanı seviyorum [çünkü] sadece cinsel kelimelerle dolu başka bir roman yazacağımı sanmıyorum.”

Nitekim sonraki dönemde cinsel içerikten uzaklaştı ve bu kez toplumun açık ve örtük şiddetine yoğunlaştı. 1961-1964 yılları arasında yayımladığı eserler varoluşçuluk ve pikaresk edebiyattan etkilenmiş, toplumun sınırlarındaki konumları sayesinde sivri eleştiriler yapabilen anti-kahramanlarla doludur. Ōe’nin Mark Twain’in Huckleberry Finn’in en sevdiği kitap olduğunu kabul etmesinin bu dönemde karşılık bulduğu söylenebilir.

1967 yılında yayımlanan “Sessiz Çığlık”, Oe’nin ilk döneminde yazdığı nispeten küçük ölçekli romanlarıyla sonraki dönemde yazdığı panoramik eserleri arasında bir geçişi temsil eder. Kimilerine göre bir dönüm noktası hatta “Japon tarihini, toplumunu ve siyasetini tek bir sıkı anlatı içinde kuşatma konusundaki en başarılı romanı”.

Karşıtların Birliği

Pek çok tema barındırıyor “Sessiz Çığlık”; kapitalizmin tarumar ettiği geleneksel hayat, hortlamaya hazır bekleyen ırkçılık, önderleri olmadan hareket edemeyen köylüler, köylülerin isyanı, önderin populizmi, entelektüelin temkinlilikle karşık ürkekliği, ayaklanmanın coşkusu, sonra yıkımın yarattığı utanç, yenilgiyi sessizce kabullenme hali… Oe, söz konusu temaları öylesine kusursuzca kullanmış ve kurgusuna yedirmiş ki, neredeyse Japonya’nın 100 yıllık tarihini bir vadideki isyan sürecinde canlandırmış. Tarihten, toplumdan, siyasetten söz ettik ama aynı zamanda bireysel dramlara da yer veriyor. Roman kişilerinin her birinin psikolojisini, umutlarını ve hayal kırıklarını, cinsel açlığı, kapalılığın yol açtığı ensest ilişkileri de işlemiş. 

İki kardeş -Mitsu ve Takaşi- arasındaki ilişki/çatışma hikayenin temel dinamiği. Yazar onlara tarihsel akışta belli başlı figürleri temsil eden roller biçiyor – ama kukla haline getirmeden. Mitsu, aydınlanmacı kurucu figürünün temsilcisi; beklentisiz, bilgili ama pasif, isyanın ruhunu kavrayamayan bir rasyonalist. Köye isyan ruhunu taşıyan Takaşi, devrimcilerin ve kendisini feda eden şehit figürünün temsilcisi; şiddete yatkın, maçist, inançlarını entelektüel bilgiyle tahkim etmekten uzak bir genç adam.

İki kardeşin aile tarihlerine ve köyün geleceğine dair bakışları tam bir zıtlık içerisinde. Bu zıtlık 60’lı yılların Japonyası’nda entlektüellerle siyasi aktivistler arasındaki zıtlığın yansıması. Kendi başlarına ikisi de zaaflar ve yetersizliklerle malüller ama birbirlerini kurtarma ya da tamamlama potansiyeline de sahipler. Ne var ki iki kardeş trajik biçimde biraraya gelemiyor. Onların trajedisinin vadi halkının trajedisine dönüştüğünü göreceğiz.

Gerçeklik algısındaki muğlaklık dikkatinizi çekmiştir. Geçmişin unutulmuş hikayelerinin hakikati ne ölçüde yansıtttıklarını, bir şeyin doğru/gerçek veya yanlış/bir efsane olup olmadığını söylemek zor. Takashi ve Mitsu’nun abilerine ya da kız kardeşlerine gerçekte ne olmuştu? 1860 ayaklanmasını kim başlatmıştı? Bu olayların günümüzle ilişkisi sürüyor mu?

Kendisini sürekli gizleyen gerçek anlamın sadece son anda ortaya çıkan ve böylelikle okuyucuyu hem şaşırtan ama aynı zamanda ilgisini de çeken bir şey olduğunu farkedebiliyoruz. Aynı şey, bu romandaki karakterler için de geçerli, her zaman bir aydınlanmanın eşiğinde olan, ama son anda, önemsiz şeylerle zaman harcayarak hakikati görmeyen, göremeyen ve geri adım atan bir dizi karakter tablosu çizmiş Oe.

İnsanlar zaten organik bir parçaları haline gelmiş olay ya da düşüncelerden kaçamıyor, tüm karakterler geçmişi kendi karakterlerine uygun biçimde yaşıyor ve acı çekiyorlar. Aslında köy ve karakterler özelinden Japonya’nın utanca batmış geçmişinin yaralarından arta kalan acıları segileniyor. Akılda tutmakta yarar ver: Batı’nın “suçluluk” kavramından farklı olarak, Japonların “utanç” kavramı sadece “kefaretle temizlenemez” veya “Tanrı tarafından affedilemez”. Utanç, insan ruhunun derinliklerinde kök salmaktadır ve çoğu zaman yalnızca şiddet içeren bir eylemle (mesela kendi kendini imha etme, harakiri) sonlandırılabilir.

Zaman zaman, romandaki kişisel düşünceler ve tarih, daha geniş bir toplumsal tarihle ve bilinç biçimleriyle zorunlu ve sorunsuz bir şekilde kaynaşır ve bazı mekanlar -orman ya da evin bodrumu- temsil ettikleri gerçekliğin dışında anlamlara, mesela güvenli bir sığınağa dönüşür. Roman incelikle gizlenmiş sembolizmle zenginleşir. Mesela köyü çevreleyen orman; roman kişilerinin anlatımlarıyla sık sık yüzeye çıkan anıların, hayalin ya da geçmiş zamanın derinliklerinde dolaşan bir rüyanın atmosferine sahiptir. Geçmişle günümüz arasındaki çizgiyi silikleştirecek kadar büyüleyicidir.

Bir başka sembole daha kısaca değinmekte yarar var: Romanın sonunda Afrika’ya giderek hem kefaret ödemeyi hem de yeni bir başlangıç kurmayı düşünüyor Mitsu. Bir önceki romanı “Kişisel Bir Mesele”nin kahramanını da sonda Afrika’ya gönderdiğini hatırladığımızda, böyle bir mekan değişikliğinin Oe için farklı anlamlar taşıdığını söyleyebiliriz.

Bütün bu temsiliyetler ve sembollere rağmen indirgemeciliğin uzağında durmayı başarıyor Oe. Belki de ürkütücü bir gerçekücülükle, doğayı mükemmel biçimde öne çıkaran tasvirlerle hikaye etmesindendir. Uğursuz bir şeylerin her an ortaya çıkacağı beklentisi ile okuyoruz hikayeyi. Aslında bunlar sezdiriliyor ama en beklenmedik anlarda ortaya dökülüyorlar. Özellikle de Mitsu ve Takaşi’nin aile fertlerinin ölümlerindeki sırlar, köyün gizli kalmış tarihi, çocukların ödediği bedeller.. Hem romanın düğüm noktaları hem de  modern hayatın vahşi koşullarını vurgulayan motifler. 


Öye yandan ”Sessiz Çığlık” kişisel bir cehennemde yaşamanın karanlığını “aydınlatmayı” da hedefleyen, yoğun ve felsefi bir anlatı. Karanlık bir varoluşçuluk Kenzaburo Oe’ninkisi. Ölüm, intihar ve utanç duygularıyla boğuşan roman kişilerinin çıplak acıları yavaş yavaş okuyucuyu da kendi kişisel cehennemiyle yüzleşmeye zorluyor.

Söylenmeyenleri, bastırılanları ve korkunç gerçekleri ustaca çağrıştıran “Sessiz Çığlık” okuyucuyu hakikate ve hayallerine sarılmaya davet ediyor. Romanı kapadığınızda aklınızda kalan bir umut kıvılcımıdır; en kötü aşağılanmalara ve yenilgilere rağmen, yeniden başlamaya gücümüz var!..

*2023 kış dönemi A. Ömer Türkeş ile yapılan ‘Çağdaş Dünya Edebiyatı seminer metnidir